PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : İngiliz Edebiyatı


MetinCeylan
01-12-2009, 23:02
İngiliz Edebiyatı
Rönesans Dönemi İngiliz Edebiyatı İngilizcenin yazı diline dönüşmesinde büyük katkıları olan ve Canterbury Hikâyeleri adlı eseri bulunan Chaucer (1340-1400) İngiliz edebiyatında Rönesansa zemin hazırlayan yazarlardan birisidir.
"Elizabeth Dönemi "adı verilen XVI. yüzyılda tiyatro ve şiir türlerinde önemli eserler ortaya konmuştur.
Rönesans dönemi İngiliz edebiyatının en önemli tiyatro yazarı Shakespeare (1564-1616)'dir.
Shakespeare dram ve komedya türlerinde hem nazım, hem düzyazı, hem de her ikisini birlikte kullanarak başarılı oyunlar yazmıştır. Oyunlarının tamamı beşer perdeden oluşur. Kin, aşk, dostluk, yükselme, öç alma gibi hemen hemen tüm insanî boyutları derinlemesine irdelemiştir. Başlıca dramları arasında Romeo ve Juliet, Hamlet, Macbeth, Othello, Kral Lear; en önemli komedyaları arasında da Venedik Taciri, Yanlışlıklar Komedyası sayılabilir.
Marlowe (1564-1593) ve Ben Jonson (1573-1637) da dönemin önemli tiyatro yazarları arasında yer alırlar.
İlk büyük İngiliz şairi olan Edmund Spenser (1552-1599) ise pastoral türde yazdığı şiirlerini Çoban Takvimi, alegorik bir destanını da Peri Kraliçesi adlı eserlerinde topladı.
Tasvir ve ruh çözümlemelerinde başarılı olan ve üslûba önem veren dönemin son büyük şairi John Milton (1608-1674)'un en önemli eseri Kaybolmuş Cennet adlı konusunu Tevrat'tan aldığı dinî destanıdır.
Montaigne gibi deneme türünde başarılı ürünler veren Bacon (1561-1626)'un en önemli eseri ise Denemeler'dir.
Klâsik Dönem İngiliz Edebiyatı Klâsisizm akımı İngiltere'de çok kısa sürmüştür. Bu akımın İngiliz edebiyatında iki önemli temsilcisi vardır: Şiir ve oyunlarıyla Drydon (1631-1700) ve şiirleriyle Pope (1688-1744).
Romantik Dönem İngiliz Edebiyatı İngiltere'nin kuzeybatısında yer alan göller bölgesinde bir süre yaşamış olan ve bundan dolayı kendilerine "Gölcüler" denilen Wordsworth (1770-1850), Coleridge (1772-1834) gibi sanatçılar, ayrıca Lord Byron (1788-1824), Shelley (1792-1822) ve Keats (1795-1821) gibi şairler bu akımın başlıca temsilcileri arasında yer alırlar.
20. Yüzyıl İngiliz Edebiyatı 20. yüzyılda İngiliz edebiyatı en çok roman türünde başarılı ürünler vermiştir.
J. Conrad (1857-1941) macera ve deniz romanları yazmıştır. İrlandalı romancı James Joyce (1882-1941) ise klâsik roman kurallarını bir tarafa bırakarak, modern roman tarzının örneklerini vermiştir. Kronolojik zaman akışını değil, insanın bilinçaltının belirlediği zaman sistemini esas almıştır. İnsanın iç dünyasını kendi mantıkî gerçekliği içinde olduğu gibi sunmaya çalışır. Bir olaydan başka bir olaya, bir zamandan başka bir zamana atlar, kalemini çağrışımların emrine verir, bazen dilin gramatikal sistemini bozar, başka dillerden alıntılar yapar, kahramanların iç konuşmalarına geniş yer verir. Onun romanları alışılmış klâsik roman kurgusuna uymaz.
Dublinler (1914) adlı eserinde on beş hikâye yer almaktadır. Üçü çocukluk, dördü genlik, dördü orta yaşlılık, dördü de sosyal hayatla ilgilidir. Kitap, bütün bir roman olarak da okunabilir. Diğer önemli eseri ise Ulysses (1922) adlı romanıdır. O bu romanında Dublin özelinde çağdaş dünyanın bir destanını verirken, asıl olarak modern bireyin zihinsel hayatını tüm yoğunluğu ve düşünce karmaşıklığı ile sunmaktadır. Eserleri genellikle Dublin kenti etrafında yoğunlaşır.
V. Woolf (1882-1941) önemli bir İngiliz kadın roman yazarıdır. O da James Joyce gibi bilinç akımı tekniğine baş vurmuştur. "Acı" ve "yalnızlık", "kadın sorunları" temalarına ağırlık vermiştir. Romanlarında insan zihninin herhangi bir günde algıladığı şeyleri aktarmaya çalışır. Eserlerinin başlıcaları Jacob'ın Odası (1922), Perde Arkası (1941), Mrs. Dalloway, Orlando, Dalgalar, Yıllar'dır.

William Shakespeare
Tüm zamanların yazarı
Shakespeare, BBC'nin yaptığı bin yılın dahileri oylamasında, Winston Churchill, Isaac Newton gibi dahileri geride bıraktı. ABD'de Shakespeare'in bin yılın dahisi olma unvanını hak ettiği düşünülüyor. Hatta, bazılarının bu konuda hiç kuşkuları yok. Sözgelimi, The Washington Post gazetesi, "Sorusu olan var mı?" diyerek karşı çıkanlara meydan okudu.
Shakespeare'e ilişkin bilgileri, okulda okutulan Macbeth oyunundan öteye geçmeyenler, bu tartışmalara bir anlam veremiyorlar. Sordukları soruysa şu:
"Eski krallar, abartılı aşklar ve tefecilerle ilgili oyunlar yazmış, uzun zaman önce ölmüş bir yazara neden bu kadar ilgi gösteriliyor?"
Shakespeare'in ününü sadece fazla satan eserler yazmış olmasına bağlamak haksızlık olur. Çünkü, bu ünün birçok şaşırtıcı ve geçerli nedenleri var. Shakespeare, tarih boyunca en çok okunmuş yazar olma özelliğini hiç kaybetmedi. Eserleri 100'ü aşkın dile çevrildi. Sinemaya en çok uyarlanan oyunlar da yine Shakespeare'e ait.
Bunun ilk örneği, 1899'da çekilen Kral John (King John) filmi oldu. Bu filmden beri, 300'den fazla eseri sinemaya uyarlandı. Son olarak çekilen film ise, Anthony Hopkins'in başrolü üstlendiği Titus Andronicus. Ölümünün üstünden 400 yıl geçti; ama, oyunları hâlâ büyük bir seyirci kitlesi topluyor.Shakespeare, yüzyılların ötesine uzanan çekiciliğini neye borçlu? Bu sorunun yanıtı, birçok modern eserin, onun oyunlarından esinlenilerek yazılmasıyla ortaya çıkıyor.
Örneğin, "Batı Yakasının Hikâyesi" (West Side Story), Romeo ve Juliet'in; "Kiss Me Kate" müzikali de Hırçın Kız'ın (The Taming of the Shrew) uyarlamaları. Yine bu bağlamda, bir bilimkurgu filmi olan "Forbidden Planet" (Yasaklanmış Gezegen) kurgusunu Fırtına (The Tempest) oyunundan alıyor. Kurosawa'nın 1985'te çektiği destansı "Ran" filmi ise, Kral Lear'in (King Lear) Ortaçağ Japonya'sına uyarlanmış şekli.
Bütün örnekler, Shakespeare'in eserlerinin en göze çarpan özelliğini ortaya koyuyor:
Evrensel temaları konu almak. Basit kıskançlıklar, tutkunun mantığın önüne geçmesi ya da kararsızlık gibi konular, tüm oyunlarında ustaca işlenmiş. Bu yüzden, Shakespeare'in oyunları geçerliliğini hâlâ sürdürüyor ve yarattığı karakterlerin karmaşık yapıları, günümüz yönetmenlerine esin kaynağı oluyor. Örneğin, Laurence Olivier'nin Tudor Hanedanı atmosferinde çektiği "III. Richard" filmini beğenmediyseniz, Ian McKellen'ın, III. Richard'ı faşist diktatör olarak yorumladığı filmini izleyebilirsiniz.
Shakespeare, yazdığı başarılı oyunlarla dünya edebiyatında önemli bir yere sahip. En az 38 (kesin sayısı tam olarak bilinemiyor) komedi, tarih ve trajedi türlerinde oyunlar yazdı. Böyle bir dehanın zekâsının nereden geldiğini merak ediliyor. Ancak bu sır, yaşamına ilişkin çok az bilgi bulunması nedeniyle çözülemiyor. Doğum tarihi bile kesin olarak bilinmiyor. Kilise kayıtları Shakespeare'in, Stratfordupon-Avon kasabasında 26 Nisan 1564'te vaftiz edildiğini gösteriyor. Ama doğum günü, Aziz George günü kutlanıyor.
Beş kardeşten biri olan Shakespeare'in babası John Shakespeare, dericilik ve yün ticaretiyle uğraşıyordu. Daha sonra da belediye başkanı oldu. Bu, Shakespeare hakkında bulunan tek kesin bilgi. Babasının mevkisinden dolayı, Shakespeare olasılıkla, yöredeki dil okulunda eği-tim gördü. 18 yaşındayken, kendisinden sekiz yaş büyük Anna Hathaway ile evlendi. Altı ay sonra ilk çocukları Susanna, 1585'te de biri kız biri oğlan ikiz çocukları dünyaya geldi. İzleyen yedi yıl içinde, Shakeapeare'in adı yazılı kayıtlarda görülmüyor. Bu tarihlerde, Shakespeare'in Londra'ya gittiği ve oyun yazarı olarak adını duyurmaya başladığına ilişkin tahminler yürütülüyor.
Gençlik dönemi ve aldığı eğitimle ilgili ayrıntıların eksik olması yüzünden, kimileri, Shakespeare adının çok ünlü birinin takma adı olduğu görüşünü savunuyorlar. Sir Francis Bacon ya da Oxford kontu Edward de Vere, Shakespeare adının gerçek sahibi olduğu öne sürülen 50'yi aşkın adaydan sadece birkaçı. Gerçekte bu tür varsayımlara pek önem verilmiyor, hatta züppece bulunuyor. Ancak, Shakespeare'in edebiyattaki hünerlerini nasıl öğrendiği konusu gizemini koruyor. İlk oyunla-rını ne zaman yazdığı bilinmiyor; ama yazmaya basit konulardan başladığı biliniyor. Shakespeare'in tiyatro alanında yaptıklarından, ilk kez 1592 tarihli "The Groatsworth of Wit" başlıklı yazıda söz ediliyor. Hem oyunculuk hem de oyun yazarlığı yapan Shakespeare, yazı-da, "Ülkede, yalnızca kendisinin, sahne dünyasını sarsabildiğini (Shakescene) sanan bir yeni yetme (upstart crow)" diye nitelendiriliyor.
Shakespeare'in eleştirildiği "The Groatsworth of Wit"in yazarı Robert Greene, kalemi sert ve fakir bir Londralı'ydı. Kitabında, Oxbridge eğitimli oyun yazarları Christopher Marlowe, Thomas Nashe ve George Peele'a uyarıda bulunuyordu. Greene'e göre Shakespeare, onların geçimlerini tehdit eden yeni bir oyun yazarıydı.
Greene, Shakespeare'e atfedilen VI. Henry'nin 3. perdesiyle, aynı oyunun anonim versiyonu "The True Tragedy"de bulunan anlamca kapalı bazı dizeleri incelemişti. Edebiyat alanında yürütülen araştırmalar sonucunda, ikinci oyunun Marlowe tarafından yazıldığına ilişkin kanıt bulundu. Greene, ortaya çıkan tablo üzerine Shakespeare'in eserlerini, Marlowe'un oyunlarını değiştirerek yazdığını düşünmeye başladı. Shakespeare, Greene'nin bütün öfkesini üzerine çekmişti.
Gerçek ne olursa olsun, 28 yaşındaki Shakespeare, Londra tiyatrolarında dikkat edilmesi gereken bir güçtü. Greene'in yazısının yayımlanmasından sonra yayınevi, Shakespeare'in dürüstlüğünü ve edebiyat alanındaki başarılarını öven bir özür metni yayımladı. Yayınevinin bu tutarsız davranışı, yayıncının Londra'nın yükselen tiyatro yıldızına ters gitmekten ne denli korktuğunun bir göstergesi.
Shakespeare, kısa zamanda II. Richard gibi çok daha başarılı tarih oyunları yazarak gelişen yeteneğini gösterdi. Ayrıca, Yanlışlıklar Komedyası (The Comedy of Errors) ve Romeo ve Juliet oyunlarıyla da çok yönlü bir yazar olduğunu kanıtladı. 1590'ların sonuna doğru, yeni, benzeri görülmemiş becerilerini sergileyen oyunlar kaleme aldı. Aziz Crispin Günü konuşmasıyla dikkat çeken V. Henry, genç bir prensin trajik öyküsünü anlatan ve bugüne kadar yazılmış en etkileyici oyun sayılan Hamlet, bunlardan sadece birkaçı. Shakespeare, trajedilerine bile komediyi ekledi, böylece oyunlarının daha etkili olmasını sağladı. Tamamen komedi tarzında yazılmış, nüktedan şakalar, büyüler ve fanteziler içeren oyunları da var. Bunlara en güzel örnekler arasında, Bir Yaz Gecesi Rüyası (A Midsummer Night's Dream), Nasıl Hoşunuza Giderse (As You Like It) ve Windsor'ın Şen Kadınları (The Merry Wives of Windsor) sayılabilir. Ama, çoğu kişi için Shakespeare'in zekâsı, en çok Hamlet, Othello, Kral Lear (King Lear) ve Macbeth gibi trajedilerinde belli oluyor. Akılsızca davranışlarının sonuçlarına katlanmak zorunda kalan, güçlü ve karmaşık karakterler, trajedilerinin en belirgin özellikleri. Faslı genera-lin, kıskançlık nedeniyle sadık karısını öldürmesi; yaşlı bir kralın verdiği yanlış kararlar sonucu karısı ve kızını kaybetmesi; İskoçyalı soylunun hırs ve vicdan azabıyla kendini mahvetmesi, Shakespeare'in yarattığı karakterlerin en güzel örnekleri.
Shakespeare'in oyunları, The Globe Tiyatrosu'nda oynandı. Bu sayede tiyatro, büyük bir üne ve servete kavuştu. Oyunları düzenli olarak kral huzurunda sahnelendi. Örneğin Macbeth, özellikle kral I. James için yazılmıştı. Shakespeare, oyunları sayesinde Londra ve Stratford'da mal, mülk sahibi oldu. Şiirle de uğraştı; 1609 yılında, 150'den fazla sonesi ortaya çıktı.
Shakespeare, 1612'de Stratford'daki evine yerleşti ve Londra'ya sadece oyunlarının sahne-lenmesini denetlemek için gitti. Daha sonra yapılan bilgisayar incelemeleri sonucunda, başka yazarlarla ortak çalışmalar yaptığı da ortaya çıktı. Sözgelimi, İki Soylu Akraba'yı (Two Noble Kinsmen) John Fletcher ile birlikte yazmıştı.
Shakespeare, 50 yaşlarına geldiğinde, aniden ortadan kayboldu. Buna sağlık sorunlarının yol açtığı sanılıyor. 1616 baharında vasiyetini yazdı; parasını ailesine, arkadaşlarına ve yoksullara bıraktı. Bir ay sonra, 16 Nisan 1616'da yaşama veda etti.
Mirasçıları arasında, eski meslektaşları John Heminge ve Henry Condell da bulunuyor. Bunlar, 1623'te Shakespeare'in 36 oyununun yer aldığı, ilk toplu basımı (First Folio) gerçekleştirdiler. Daha sonradan bazı oyunlar eklenmekle birlikte, ilk toplu basım, bugünkü Shakespeare'in Bütün Eserleri (Complete Works of Shakespeare) kitabının temelini oluşturuyor.
Shakespeare'in yaşadığı tarihler, Rönesans'a denk geliyor. Bu tarihlerde, klasik çağ kültürüne duyulan ilgi artmış; Ovidius, Homeros, Seneca, Plutarkhos gibi Yunan ve Latin yazarlarının eserleri İngilizce'ye çevrilmişti. Shakespeare de, eserlerini bu yazarların işledikleri konulardan esinlenerek yazdı. Bu bağlamda, Shakespeare'in başarısının seçtiği konulardan kaynaklanmadığı söylenebilir. Onun dehası, olaylardaki dramatik noktaları ortaya çıkarmasında ve söz sanatlarındaki ustalığında yatıyor. Örneğin, büyük bir miras olarak kabul edilen ilk toplu basım, 800.000 kelime içeriyor ve 1.700'ü de Shakespeare'in ortaya çıkardığı kelimeler. "Academe" ve "zany", bunlardan sadece ikisi. Oyunlarında kurduğu cümleler de alışılmadık benzetmeler ve kişileştirmelerle dolu. İnsanı, bir "çiğ tanesi","bir toz parçası"; dünyayı, "tohuma kaçmış bir bahçe"; sevgiyi, ilkbaharda bir menekşe gibi erken açan, ömrü kısa çiçek, esip geçen bir kokuya benzetiyor ve kimi insanların yapabileceklerini "doğumlarıyla sınırlanmış", "en temkinli genç kız bile, güzelliğini açıp yalnız gökteki aya gösterse yeterince ted-birsizlik yapmış sayılır" gibi, o güne dek duyulmamış söz oyunlarıyla betimliyor. Ayrıca, Shakespeare'in yapıtları, birçok kitap başlığına esin kaynağı oldu. Aldous Huxley'in kitabı "Brave New World" başlığını Fırtına'dan (The Tempest); Robert Stone'un kitabı "The Dogs War" da başlığını Julius Caesar'dan alıyor.
"Bütün dünya bir sahnedir" diyen Shakespeare, zekâsını yazdığı oyunlarla kanıtladı ve insanın her türlü ruh halini söze dökebildiği için de, 500 yıldan beri büyüsünü sürdürüyor.
Gizli kalmış noktalar
Shakespeare'in eserleri birçok soruyu yanıtsız bırakmıştı. Ancak günümüzde, bunların çoğu bilgisayarla yapılan incelemeler sonucunda çözülüyor. California, Claremont Koleji profesörü Ward Elliot ile meslektaşları, Shakespeare'in başka bir yazarın takma adı olup olmadığını bilgisayarla incelediler. Takma adın asıl sahibinin kimliğine ilişkin kuşkular, en çok Christopher Marlowe ve çok uzak bir olasılıkla Kraliçe Elizabeth'in üstünde yoğunlaşıyordu.
Shakespeare'in eserlerindeki kelime ve söz kalıplarının yapısı, ne kadar sıklıkta kullanıldıkları, kuşku duyulan isimlerin eserleriyle karşılaştırıldı. 1996'da, eserlerin başka biri tarafından yazıldığı konusunda hiçbir kanıt bulunamadığı duyuruldu.
Aston Üniversitesi'nden Tom Merriam ve Roberts Matthews, Shakespeare'le diğer yazarların eserlerini karşılaştırmak amacıyla, benzer örnekleri seçebilen ve yapısal farklılıkları ölçebilen bir bilgisayar programı geliştirdiler. İnceleme sonucunda, Shakespeare'in İki Soylu Akraba oyununda John Fletcher ile birlikte çalıştığı belirlendi.
Merak uyandırıcı olan bir konu daha aydınlandı. Shakespeare'in ilk oyunlarından VI. Henry'nin 2. ve 3. perdelerinin, Christopher Marlowe'un oyunlarından esinlenilerek yazıldığına ilişkin kanıt bulundu. Bilgisayar incelemeleri sonucunda, 1592'de sahnelendiğinde çok beğenilen, ilk orijinal oyunlardan "Contention" ile "The True Tragedy"nin Shakespeare'e ait olduğu saptandı.

Herkes İçin İngiliz Edebiyatının Öyküsü

Bir Dinozorun Anıları, yarattığı çarpıcı okur sayısı ile başta Mîna Urgan olmak üzere şaşırtmıştı herkesi ama onun akademik çerçeveden daha geniş bir okur kitlesine uzanması, birinci cildi 1986 yılında çıkan İngiliz Edebiyatı Tarihi�yledir. Beşinci cildi 1993 Nisanı�nda basıldığında, 5. Yüzyıl�dan ele aldığı bu edebiyatı tanıtma çabası, ancak Oscar Wilde�a, yani 19. Yüzyıl sonuna ulaşabilmişti. Bu tarih dizisinin dışında yayımlanan Virginia Woolf (1995) ve D.H. Lawrence (1997) kitapları, dikkatle okunduğunda, Tarih�in yazılmayan 20. Yüzyıl ciltlerinden çıkartılıp genişletilmiş bölümler gibidir bir bakıma.
Gerçi Bir Dinozorun Anıları�nı okuyan geniş okur kitlesi çok iyi bilmektedir ama, Mîna Urgan�ın, burada yeniden okur önüne çıkan İngiliz Edebiyatı Tarihi�ni yazdıran, akademik kimliğinden bir kaç satır söz etmek gerekmektedir.
Mîna Urgan, Fransız edebiyatı öğrenimiyle başlamıştır akademik hayata. Daha sonra İngiliz edebiyatı üzerine Fransa�da doktora yapmış, İstanbul Üniversitesi�nde o zamanki adı Romanesk Diller ve Edebiyatları olan Fransız Filolojisi�nde ders verirken, tümüyle bilim dışı etmenlerin zorlamasıyla, İngiliz Filolojisi�ne geçmiştir. Burada, doçent ve profesör olmuş, 1977 yılında da gene bilimsel olmayan nedenler yüzünden, üniversiteden, daha önünde ders verebileceği yıllar bulunurken, emekliliğini istemiştir.
Mîna Urgan�ın üniversiteden erken ayrılması, elbette eğitim alanında bir kayıptır ama, kitaplarına baktığımızda okur adına bunun kazanç olduğunu görmekteyiz. İstifasına kadar, sadece bizde değil, batı ülkelerinde de benzerlerine rastladığımız, yaşamını bütünüyle öğrenci- öğretmen ilişkilerine yaslayıp, yazmaya gönül koymayan bir akademisyen görünümü sergilemektedir. Kitaplarını ancak, akademik hayattan ayrıldıktan sonra yazmaya başlamıştır. Üniversitedeyken yazdığı kitaplar (bunu biraz da olumsuz anlamda söylüyorum) tipik akademik kitaplardır. O kitapların amacı ve hedef kitlesi akademik çevrelerdir. Oysa, üniversiteden ayrıldıktan sonra yazdıkları, Bir Dinozorun Anıları�ndan da onu tanıyanların bildikleri gibi, bir halk insanının yaklaşımı içinde, meraklı bir geniş okur kitlesi hedef alınarak yazılmış kitaplardır.
Nedir Mîna Urgan�ın yaklaşımı? Edebiyatla, özellikle batı edebiyatlarıyla düz okur olmanın ötesinde ilişkisi olanlar, geçtiğimiz yüzyılın bir eleştiri ve edebiyat kuramı yüzyılı olduğunu bileceklerdir. Modernist edebiyatın büyük serüvenine paralel, onun gerçekten gerekli bir tümleci, kılavuzu olarak ortaya çıkan, kabaca tanımlandığında, bir yakın okuma ve teknik çözüm yöntemi olan Yeni Eleştiri ya da bir başka adlandırmayla Cambridge Okulu Eleştirisi�nden başlayarak, Yapısalcılık�tan Yapısöküm�e pek çok yaklaşım giderek çetrefilleşen edebiyat ürünlerini okuma, çözme, değerlendirme yöntemi olmuştur. Oysa bir önceki yüzyıl, yani on dokuzuncu yüzyıl, yorumlamanın, özellikle de öznel yorumlamanın yüzyılıdır. Ama aynı yüzyıl, bir ara ölmüş gözüyle bakılan, bir yapıtı, yazarı, yazıldığı çağ, yazıldığı dilin serüveni içinde bir kültür bütünü olarak ele alıp okuyan �filolojik yaklaşım�ın da çağıdır. Mîna Urgan da gerek bu beş ciltlik İngiliz Edebiyatı Tarihi�nde gerek Virginia Woolf ve D.H. Lawrence�de her iki yaklaşımın bir harmanı ile yaklaşır yapıtlara, yazarlara. 1930�larda Almanya�dan kaçarak Türkiye�ye gelen, iki çok önemli filologun, Eric Auerbach�la Leo Spitzer�in çevresinde akademik gelişmesini sürdürmüş olduğu düşünüldüğünde, bu durum fazla garipsenmemelidir. Filoloji geleneğinin son büyük filologlarının etkisinde kalmamak olası mıdır?
Hiç bir yapıtın, şiirlerin bile, teknik özelliklerine, yani nasıl yazılmış olduklarına değinmediği; şiirlerin bile, roman ve öykü gibi, konularını anlattığı için (ele aldığı dönemlerin şiiri de bunu yapmaya son derece uygundur gerçi) eleştirilebilir belki ama, zaten amaç �edebiyat meraklısı okurlar� olduğuna göre bu eksiklik rahatlıkla göz ardı edilebilir. Hatta, bir edebiyat tarihini, sürükleyici bir okumaya dönüştürmek adına, �1653�e doğru doğduğu sanılan ve 1692�de ölen Nathaniel Lee, yalnız yazdıkları açısından değil, yaşantısı açısından da bir Elizabeth çağı insanıdır bir bakıma. Çünkü akılcılığın egemen olduğu bir çağda aklını yitirmiş, beş yıl süreyle kapatıldığı tımarhaneden kaçmış, daha kırk yaşına basmadan alkolden ölmüştür� gibi yargılara varabiliyor. Bugünün edebiyat tarihçilerini de eleştirmenlerini de hop oturtup hop kaldıracak bir yaklaşım sergiliyor kısacası.
Sadece on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadarki bir dönemi ele alsa da, çağdaş yaklaşımlardan uzak bir edebiyat tarihi ve eleştiri anlayışıyla yazılmış olsa da, bir büyük edebiyatın yüzlerce yılını bir roman lezzetiyle okutan bu beş cildin hâlâ işlevini ve amacını koruduğu inancındayım. Edebiyat meraklısı okur burada karşısına çıkartılan serüveni kaçırmayacaktır.