sonforum.org

Anasayfa Facebook Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   sonforum.org > EĞİTİM - ÖĞRETİM - KARİYER > SonForum Makale Arşivi > Türkçe - Edebiyat
Kayıt ol Google Üye Listesi Market Girişi


 
 
Seçenekler Stil
Okunmamış 02-15-2014, 17:29   #2
Kullanıcı Adı
Kalpsiz_
Standart

TASA KUŞU – Eflatun Cem Güney


Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken, eski hamam içinde... Üşüdüm Allah üşüdüm, daldan armut düşürdüm. Armudumu yemişler, bana çirkin demişler... Çirkin değil güzelim, inci mercan dizerim... Ben mercandan geçemem Aksaray’a göçemem... Aksaray’ın kilidi, bana vuran kim idi? Emmim oğlu Musacık, eli kolu kısacık... Çık çıkalım çardağa, taş atalım çaylağa; çaylak başın kaldırmış, ayvaların çaldırmış... Hani kağıt, hani defter? Bir de gelmiş çevre ister; çevrede güller, sendeki diller; ben gider oldum, duymasın eller...
. .
Memleketin birinde Sülün Kız derler, bir kız varmış. Ne kimsenin bir tüyüne dokunur, ne de yerdeki karıncayı incitirmiş ama, Allah kalbine göre vermemiş yoksa... Günün birinde babasını elinden alınca bir korku gelip dalına binmiş:
.
“Ne bir dağda yağmurumuz var, ne bir bağda yaprağımız var; sönen ocağımızı ne ile yakacağız” diye düşündükçe düşünür; ömrünü, gününü tüketirmiş... Anası bu korkuyu gözünden okuyunca: “A sülün kızım; demiş, ne diye kara kara düşünüp durursun? İki el, bir baş içindir; geçinmeyecek ne başımız var? Ben çulha dokurum, sen gergef işlersin; gül gibi geçinip gideriz”
.
Bu söz üstüne, korkuyu dallarından atıp işlerinin başına geçmişler; gece dememişler, gündüz dememişler; dokuyacaklarını dokuyup işleyeceklerini işlemişler; gözlerinin çırasıyla sönen ocaklarını yeniden yakıp, bir güne bir gün muhannete avuç açmamışlar, üstelik, dişlerinden tırnaklarından artırdıklarıyla köyün üstünde bir dağ, dağın üstünde bir bağ kurmuşlar, kurmuşlar ama, bu defa da kızın yüreğine bir kuruntu düşmüş: “Ya dağımızı sel alırsa, ya bağımızı yel alırsa? Bütün emeğimiz suya gider, yorulduğumuz yanımıza kalır...” diye korktukça kurar, kendi kendini yiyip tüketirmiş... Anası bu kuruntuyu kızının yüzünde okuyunca:
.
“Yapma kızım, etme kızım; yağmur yağmadan sele gitme kızım; ağzını hayra aç ki, hayır gelsin işine. Yoksa böyle ağrımayan başa yağlık bağlarsan, başını dertten kurtaramazsın gayrı”
.
Ana sözü yerde kalır mı; Sülün Kız bu kuruntuyu da yüreğinden atıp koşulacağı koşulmuş işine; kara toprağı alın teriyle öyle bir yoğurmuşlar, öyle bir yoğurmuşlar ki, aldıkları gövermiş gelmiş, dedikleri yeşermiş gitmiş; dağda dağ olmuş; bağda bağ olmuş ya, insan buldukça bunar derler; Sülün Kız, şimdi de kendini tasaya kaptırmasın mı! “Ya asmada üzüm olmazsa; ya salkımı düzüm olmazsa? Ben bu dağa, dağ mı derim; ben bu bağa bağ mı derim!” diye dövüm dövüm dövünmeye başlamış.
.
Anası Sülün Kız’ın olmayacak duaya amin dediğini ağzından duyunca: “aman kızım; dünyada her şey insanın elinde, avucunda değil; ne diye olur olmaz şeylerin tasasına düşüyorsun? Tasa dediğin ne korkuya benzer, ne kuruntuya; ismi var, cismi yok bir kuştur o! Nerede avare varsa, gidip onu bulur. Gayri ne dur bilir; ne durak, üzüntüden üzüntüye atıp dünyayı başına zindan eder adamın!” demiş; daha ne diller dökmüş ama, Sülün Kız hangi şeytana uymuşsa, bu öğüdü kulağının ardı edip kendini avareliğe vermiş...
..
Tasa Kuşu’nun gözlediği de bu değil mi! Kaşla göz arasında varıp kanatları arasına almış onu... Sülün Kız, bir de gözünü açıp bakmış ki, ne baksın; misli menendi yok bir bahçe! Bir yanında kuşlar şakıyor yanık yanık... Bir yanında sular akıyor oluk oluk... Ağaçlarında da türlü meyve, türlü koruk... O kuşlara kumru mu desem, kanarya mı desem, ne desem! O sulara şeker mi desem, şerbet mi desem, ne desem! Meyvesini de ne siz sorun ne ben söyleyeyim; bulunsa bulunsa Erem bağlarında bulunur belki...
.
Böyle bir yerde kimin gözü gönlü açılmaz, ama Sülün Kız, o cıvıl cıvıl ötüşen kuşlara bakmış: “Ah bin gözüm, bin kulağım olsa da, bin bir sesi birden duyup dinlesem!” diye tasa çekmeye başlamış. Sen misin yok yere tasaya düşen! O anda bütün kuşların ağzı dili tutulmuş; kumrular da susmuş, kanaryalar da, bir serçe bile kanadını kımıldatmamış... O zaman Tasa Kuşu yaprakların arasından seslenmiş ona: “Avare kız! Avare kız! Tasa dediğin öyle olmaz, böyle olur: Geçti gül, geçti bülbül... İster ağla, ister gül...”
.
Sülün Kız, boylu boyunca karalara batmış. Bu tasa yetmiyormuş gibi, bir de açlık gelip kapısını çalmasın mı! Sülün Kız dal dal meyvelere bakmış: “Ah şu ağaçlar Tuba olsa; eğil desem eğilse; doğrul desem doğrulsa!” diye hayıflana hayıflana meyvelere uzanmış ama, ağaçlar el atıp tutmaya dal vermemiş, uzandıkça, onlar da başını yukarı kaldırmış...
.
Tasa Kuşu, yine yaprakların arasından seslenmiş ona: “Avare kız! Avare kız! Tasa dediğin öyle olmaz, böyle olur: geçti ayva, geçti nar... İster taş ye ister hardal!” deyince, kızın yüreğine öyle bir ateş düşmüş, öyle bir ateş düşmüş ki, yanıp kül olmaya az kalmış. Gürül gürül akan sulara bakıp: “Ah şu sular Kevser olsa... İçsem içsem kanmasan; güneş vursa yanmasam...” diye, yana yakıla sulara eğilmiş ama, hikmeti hüda, sular da kuruyup çekilmiş; ne altın oluk bir damla su vermiş, ne gümüş oluk... Aman yaman derken başını bir taşa vurmuş. Kim başını vurur da ayılmaz ki, Sülün Kız ayılmasın!
.
“Ah anamın aşı, kuyunun başı... Ye tuzlu tuzlu, iç buzlu buzlu... Ya evde otur, gergef işle; ya bağa git, toprağı avuçla; dahası ne umurun!” demeye başlamış. Bir demiş, iki demiş, derken bir hışırtı işitmiş. Bir de dönüp bakmış ki, ne baksın; Tasa Kuşu, ağaçların arasında kanat vura vura geçip gidiyor, kim bilir hangi avarenin başına konmaya!
.
O zaman yüreğine öyle bir su serpilmiş, öyle bir su serpilmiş ki, Sülün Kızın; rahat bir nefes alıp “ooh!” demiş; oh deyince de ak saçlı, ak sakallı bir ihtiyar peyda olmuş: “Oh Dede benim. Dile benden dilediğini! Güler yüz mü istersin, tatlı dil mi?” diye sormuş. Sülün Kız da: “Oh Dede, Oh Dede; güler yüz de isterim, tatlı dil de... İlle hepsinden üstün anamı isterim, anamı!” deyince “yum gözünü” demiş dede; yummuş gözünü kız. “Aç gözünü” demiş dede, açmış gözünü kız. Bir de görmüş ki, ne görsün, anasının dibinde... Oh Dede’nin yerinde yeller esiyormuş ama, güldükçe güller açıyormuş yanağında; söyledikçe, bülbüller şakıyormuş dudağında... Gayri Tasa Kuşu gelip de dalına konabilir mi!
.
O günden geri güler yüz, tatlı dil ile günlerini gün etmişler; gel zaman git zaman, kısmeti de açılmış kızın; kırk gün, kırk gece toy, düğün etmişler; balı kaymağa katıp yemiş içmiş, muratlarına ermişler. Darısı yurdumuzun güzelleri başına!
Kalpsiz_ isimli Üye şuanda  online konumundadır   Alıntı ile Cevapla
 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz aktif değil dir.

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı


Saat: 14:04


lisanslı Powered by vBulletin®
Copyright ©2000-2026, Jelsoft Enterprises Ltd.
Forum SEO by Zoints
SonForum.org 2007-2025

2007-2025 © SonForum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " İletişim " kısmından bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı