sonforum.org

Anasayfa Facebook Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   sonforum.org > TARİH - KÜLTÜR ve SANAT > Dini Konular > Tasavvuf
Kayıt ol Google Üye Listesi Market Girişi



Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler Stil
Okunmamış 11-13-2008, 02:53   #1
Kullanıcı Adı
..::duyguseli::..
Standart ~ İhya-u Ulumiddin ~ //dini ilimlerin ihyası//





.. İmam Gazali Hz.lerinin Dev Eseri ..

İhya-u Ulumiddin (dini ilimlerin ihyası)



..::duyguseli::.. isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Sonforum'un önerileri

Okunmamış 11-13-2008, 02:54   #2
Kullanıcı Adı
..::duyguseli::..
Standart

Kalbin Acaip Halleri Konusuna Giriş


Hamd ALLAH´a mahsustur.

O ALLAH ki, O´nun celâl ve azametini idrâk eden kalpler ve gönüller şaşkına dönerler. O´nun nûrunun parlamasının başlangıcında gözler dehşete düşer.

Öyle ALLAH ki, sırların gizliliklerine muttalidir. Kalplerin inceliklerini bilendir, Memleketini düzene sokmak için yardımcı bulundurmaktan müstağnidir.

Kalpleri dilediği şekilde evirir çevirir. Günahları affeder, ayıpları örter, üzüntüleri ve hüzünleri giderir.

Salât ve se-lâm peygamberlerin efendisi olan, dinden ayrılanları biraraya toplayan, mülhidlerin sonunu getiren zâtın (Hz. Muhammed´in), tertemiz ve pak olan âlinin üzerine olsun.

Yarab! Onlara çokça salât ve selâm et!

İnsanın şerefi ve bütün yaratıklara kendisini üstün kılan fazileti, ALLAH´ın mârifetine hazırlanmakla elde edilir.

Öyle mârifet ki dünyada, dünyanın güzelliği, kemâli ve medâr-ı iftihârıdır. Öyle mârifet ki âhiretin zahîresi ve azığıdır.

İnsanoğlu ancak kalbiyle ALLAH´ın mârifetine hazırlanabilir. Kalbin dışında herhangi bir âzasıyla mârifete hazırlanamaz.

O halde ALLAH´ı bilen, ALLAH´a yaklaştıran, ALLAH için çalışan ve ALLAH için gayrette bulunan, ALLAH nezdindeki sırları keşfeden kalptir.

Diğer âzalar ise kalbin yardımcılarıdır. Kalbin çalıştırdığı âletlerdir.

Efendinin, kölesini çalıştırdığı, çobanın (idarecinin) halkını güttüğü ve sanatkârın âletini çalıştırdığı gibi, kalp de diğer âzaları çalıştırmaktadır.

Bu bakımdan ALLAH nezdinde makbûl olan kalptir. Şu şartla ki, ALLAH´ın gayrisinde boş olmalıdır.

ALLAH´ın gayrisiyle dolu olduğu zaman da ALLAH´tan (cemâlinden) mahcub (perdelenmiş) olan da kalptir. Kendisine hitap edilen, kendisine itâb edilen de kalptir. ALLAH´a yaklaşmakla saîd olan da kalptir.

Bu bakımdan insanoğlu kalbini temizlediği zaman felaha kavuşur, kalbini kirlettiği ve gaflete daldırdığı zaman şekavete sapar ve rahmetten mahrum olur.

Hakikatte ALLAH´a itaat eden kalptir. İbâdetlerden gelen nûrlarını âzalar üzerine saçan kalptir.

ALLAH´a karşı inat ve isyan bayrağını açan kalpten başka hangi âza olabilir?

Âzalara sirayet eden fuhşiyât ancak onun eseridir. Zâhirin güzellikleri ve çirkinlikleri ancak ve ancak kalbin karanlık ve nûrlu olmasından ileri gelir.

Zira her kalp, içindekini dışarıya sızdırır. Kalp, öyle bir şeydir ki insanoğlu onu tanıdığı zaman, muhakkak nefsini tanımıştır. Nefsini tanıdığı zaman muhakkak rabbini tanımıştır.

İnsan kalbini tanımadığı zaman, kendi nefsini tanımamıştır. Kendi nefsini tanımadığı zaman da rabbini tanımamıştır. Kalbini bilmeyen de kalbinin gayrisini haydi haydi bilemez.

Zira insanların çoğu, kalplerini ve nefislerini bilmemekte, kalpleri ve nefisleri arasında perdeler gerilmiş bulunmaktadır.

Çünkü ALLAH Teâlâ, bazen insanoğlu ile kalbi arasına kuvvet ve kudretiyle girer.

ALLAH´ın kuvvet ve kudretiyle insanoğlu ile kalbi arasına girmesinin mânâsı, kendisinin müşâhedesinden, murâkabesinden, sıfatlarının mârifetinden ve Rahmân olan ALLAH´ın kudret parmaklarının ikisi arasında nasıl evrilip çevrildiğini görmekten men eder esfel-i sâfilîne nasıl indiğini, şeytanların ufkuna doğru yuvarlandığını ve nasıl â´lâ-i illiyyîn´e yükseldiğini, mukarreb meleklerin âlemine nasıl yükseldiğini ona bildirmez demektir.

Kalbini murâkebe ve gözetmek için melekût âleminin hazinelerinden kalbinin üzerine akan ve kalpte beliren incelikleri gözlemek için kalbini tanımayan bir kimse ALLAH Teâlâ´nın şu ayetinin mefhumuna dahil olmuş olur!

O kimseler gibi olmayın ki, ALLAH´ı unutmuşlar, ALLAH da onları kendilerine unutturmuştur. İşte bunlar fâsık olanlardır.(Haşr/19)

Bu bakımdan kalbin mârifeti ve vasıflarının hakikati, dinin temeli, sâliklerin yolunun esasıdır.

Biz bu eserde âzalar üzerine icra edilen ibâdetler ve âdetler ki bunlar zâhirî ilimlerdir kısmının tedkîkinden uzak olduğumuzdan ve bu eserin ikinci kısmında yok edici ve kurtarıcı sıfatlardan kalbin üzerinde cereyan edenleri izah etmeyi va´ettiğimizden -ki bu ikinci kısım bâtın ilimlerdir dolayı elbette bize gereken kalbin üzerine icra edilenlerin izahına geçmezden önce iki kitaptan bahsetmektir.

Onlardan biri kalbin sıfat ve ahlâkının acâib hallerini izah eden kitaptır. İkincisi, kalbin riyâzetini ve ahlâkının temizlenmesinin keyfiyetini beyan eden kitaptır.

Bu iki kitaptan sonra Mühlikât´ın (Yok ediciler) ve Münciyât´ın (kurtarıcılar) tafsiline girişeceğiz. Bu bakımdan biz şimdi darb-ı meseller yoluyla insanların fehmine ve zekâlarına uygun bir şekilde kalp acâibliklerinin şerhini zikredelim.

Çünkü kalbin acâibliklerini ve melekût âlemine dahil olan sırlarını açık bir şekilde söylemek, birçok fehim ve zihinlerin idrâk etmekten âciz kaldığı
bir gerçektir.
..::duyguseli::.. isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Okunmamış 11-13-2008, 02:55   #3
Kullanıcı Adı
..::duyguseli::..
Standart

Kalb´in Süratle Değişmesi, Sebat ve Bozulma Kısımlarında Kalb´in Taksimi

Daha önce de dediğimiz gibi kalp, zikrettiğimiz sıfatlarla çepe-çevre sarılıdır. Daha önce belirttiğimiz kapılardan kalbe eserler ve böylece çeşitli haller meydana gelir. Sanki daimî bir şekilde kalp, her taraftan kendisine ok yağdırılan bir hedeftir. Ona bir şey isabet edip o şey ile müteessir oldu mu o şeyin tam zıddı diğer bir taraftan kendisine isabet eder ve böylece sıfatı değişir. Eğer araya bir şeytan girip onu davet ederse, bir melek iner onu hevâ-i nefisten çevirir. Eğer bir şeytan onu herhangi bir şerre çekerse, başka bir şeytan da onu diğer bir şerre çeker. Eğer bir melek onu hayra çekerse, diğer bir melek onu diğer bir hayra çeker. Bu bakımdan kalp bazen iki melek arasında, bazen de iki şeytan arasında çekişme yeri olur. Bazen de melekle şeytan arasında çekişme yeri olur. Hiçbir zaman kalp rahat bırakılmaz ve ihmal edilmez! ALLAH Teâlâ şu ayetiyle buna işaret buyurmuştur:

Biz onların kalplerini ve gözlerini gerçeği anlayıp görmek-ten evirip çeviririz.
(En´âm/110)

Hayır! Kalpleri evirip çeviren ALLAH´a yemin ederim . 85 Hz. Peygamber çoğu zaman şöyle diyordu:

Hz. Peygamber (s.a) kalbin acaipliklerine ve değişmesindeki ALLAH Teâlâ´nın garib sanatına muttali olmasından ötürü bununla yemin ederek şöyle buyurmuştur:

-Ey kalpleri evirip çeviren ALLAH! Benim kalbimi dinin üzerinde sabit kıl!
Bunun üzerine ashâb-ı kirâm Hz. Peygamber´e şöyle sordu-lar:
-Ey ALLAH´ın Rasûlü! Sen korkar mısın?
-Bana teminat veren ne vardır? Kalp Rahmân´ın (kudret)parmaklarından ikisi arasındadır. Onu dilediği gibi evirip çevirir,86

Hadîsin başka bir lafzı şöyledir:
Eğer ALLAH Teâlâ onu doğrultmayı dilerse, onu doğrultur. Eğer onu kaydırmayı dilerse, onu kaydırır.

Kalbin misâli, kuşun misâline benzer, her saat (başka bir renge, başka) bir duruma girer.87

Kalbin değişmesinin misâli, kaynayıp taşan çömleğe benzer.88

Hz. Peygamber, kalp için üç misâl beyan ederek şöyle buyurmuştur:

Kalbin misali koskaca bir sahraya atılan bir tüy misaline benzer. Rüzgârlar onu istedikleri gibi evirip çevirirler. Üstünü altına, altını üstüne getirirler.89

Bu değişmeler ve ALLAH Teâlâ´nın kalpleri evirip çevirmesindeki sanatının acaipliklerini ki marifet insanı onlara iletmez- ancak ALLAH ile beraber olan hallerini gözeten ve murakabe edenler bilirler. Hayır ve şer üzerinde sebat etmek ve onların aralarında dolaşmak bakımından kalpler üç kısma ayrılır:

I. Bu kalp, öyle bir kalptir ki takva ile tamir edilmiş, riyazet ile tertemiz kesilip kötü ahlâklardan temizlenmiş, melekûtun giriş noktalarından, gaybın hazinelerinden hayrın hâtıratı orada çakılmaktadır. Bu bakımdan akıl, kalpte meydana geleni düşünmek hususunda oradaki hayrın inceliklerini bilsin ve faydalarının sırlarına muttali olsun diye düşünür ve böylece basîret nûruyla onun yüzü kişiye keşfolur. Bu bakımdan kişi onu yapmasının gerekli olduğuna hükmeder ve böylece kişiyi bunu yapmaya teşvik ve davet eder. Melek kalbe bakar, onun cevherinden temiz olduğunu, takva ile temizlendiğini, aklın ışığıyla nûrlandığını, marifetin nûrlarıyla mamur olduğunu görür ve o kalbin istikrar merkezi ve iniş konağı olmaya elverişli olduğunu müşahede eder. O zaman görünmez ordular bu meleğin imdadına gelirler. Böylece kalbi daha nice hayırlara iletirler. Hatta hayr, kalbi başka bir hayra çeker ve bu durum devamlı şekilde olur. Hayır hakkında tergib ile imdada koşması ve işi kalbe kolaylaştırması bir türlü sonuçlanmaz.

Ama kim verir ve ALLAH´tan korkarsa, o en güzel kelimeyi tasdik ederse, biz onu en kolay yola hazırlarız.(Leyl/5)

Bu ayet-i celîleyle buna işaret vardır. Böyle bir kalbe rubûbiyet penceresinden lambanın nûru doğar, hatta burada gizli şirk giz-lenmez. O gizli şirk ki simsiyah karıncanın zifirî karanlık gecede siyah taşın üzerinde yürüyüp iz bırakmasından daha gizlidir.

Bu nûrun önünde hiçbir gizli taraf kalmaz. Şeytanın hiçbir hilesi burada revaç bulmaz. Aksine şeytan durur. Aldatmaca yönünden saçma-sapan sözler vahyeder. Fakat bu kalp ona iltifat etmez. Bu kalp helâk eden şeylerden temizlendikten sonra yakında zikredeceğimiz kurtarıcılarla tamamen mamur olur. O kurtarıcılar ki şükür, ALLAH´ın azabından korkma, ALLAH´ın adaletini ümit etmek, fakirlik, zâhidlik, muhabbet, rıza, şevk, teveccüh, tefekkür, nefis muhasebesi ve benzeri sıfatlardır. Bu o kalptir ki

ALLAH Teâlâ ona yönelmiştir. İtminana kavuşan ve ALLAH Teâlâ´nın şu ayetlerinde kastedilen kalp ancak böyle bir kalptir.

İyi bilin ki kalpler ancak ALLAH´ı anmakla mutmain olur. (Ra´d/28)

Ey itminana kavuşan nefis! Râzı edici ve râzı edilmiş olarak rabbine dön!
? (Fecr/27-28)

II. Bu kalp, meleklerin kapıları kendisine kapatılan, şeytanların kapıları kendisine açılan, kötülüklerle, çirkin ahlâk ile mülevves olan hevâ-i nefisle dopdolu bulunan mahrum kalptir. Bu kalpte şerrin başlangıcı, hevâ-i nefisten bir hâtıratın orada meydana gelmesiyle olur. Bu bakımdan bu kalp fetva istemek ve doğruyu bulmak için aklın hakemliğine başvurur. Böylece akıl, hevâ-i nefsin hizmetine alışır ve onunla yakınlık kurar. Durmadan ona hileli yollar bulur, isteğinde kendisine yardımcı olur. Böylece nefse hâkim olur ve nefsi karşısında hevâya yardımcı olur. Göğüs bu durumda hevâ-i.nefisle genişler, karanlıklar orada yayıldıkça yayılır. Çünkü aklın ordusu savunma hattından çekilip meydanı serbest bırakmıştır. Böylece şeytanın saltanatı kuvvet bulup hevâ-i nefsin yayılmasından ötürü at oynatacak meydanı oldukça genişler! İnsanoğlunu süs, gurur ve yalancı emellerle yanıltır ve onu aldatmak için çalışır. Dolayısıyla ALLAH´ın va´dine ve vaîdine olan iman saltanatı zaafa uğrar, âhiret korkusundan ötürü var olan yakînin nuru körelir. Çünkü hevâ-i nefisten kapkaranlık bir duman kalbe yükselip her taraftan kalbi istilâ eder. Kalbin nûrları sönünceye kadar bu durumunu sürdürür. Böylece akıl, kirpikleri dumanla dolmuş göz gibi olur. Artık bakmaya gücü kalmaz.

Bütün bunları kalbin başına şehvet getirir. Hatta artık kalbin durmak, basiretle bakmak imkânı kalmaz. Eğer bir vâiz ona gösterir, hak olanı kendisine anlatırsa, anlamaktan kör ve dinlemekten sağır olur. Şehvet orada iyice kabarır. Şeytanın hâkimiyeti kurulur. Âzâlar hevâ-i nefse uygun şekilde hareket ederler. Günahlar, gayb aleminden şehâdet âlemine dökülür. Tabiî bu da ALLAH´ın kazâ ve kaderiyledir. Böyle bir kalbe şu ayetlerle işaret edilmiştir:

Heva ve hevesini ilâh edineni gördün mü? Artık ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini, düşündüklerini mi zannediyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidirler, hatta onlar gidişce daha sapıktırlar.
(Furkan/43-44)

Doğrusu çoğunun üzerine azap gerçekleşmiştir. Artık onlar iman etmezler.
(Yâsin/7)

İnkâr edenlere gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar iman etmezler.(Bakara/6)

Çok kalp vardır ki, birtakım şehvetlere nisbeten hâli budur. Tıpkı birtakım şeylerden sakınıp, takva gösteren bir kimse gibidir. Fakat güzel bir yüzü gördüğü zaman gözüne ve kalbine sahip olamaz. Aklı yerinden oynar. Kalbinin dizgini elinden çıkar veya içinde kibir, riyaset ve rütbe olan şeyler hakkında nefsine sahip olmayan kimse gibidir. Böyle bir durumda sebepler göründüğü zaman, sebretmek için iradesi kalmaz veya öfkelendiği zaman nefsine hâkim olamayan kimse gibidir. Ne zaman başkası tarafından tahrik edilir veya bir ayıbı yüzüne vurulursa öfkelenir ve nefsine hâkim olamaz veya muktedir olduğu zaman bir dirhem veya bu dinarı almak hususunda nefsine sahip olamayan bir kimse gibidir. Öyle ki meczub ve aklı başında olmayan bir kimsenin dalışı gibi oraya dalar. O hususta mürüvvet ve takvayı unutur. Bütün bunlar hevâ-i nefisten kalbe yükselen ve kalbi kaplayan, karartıp nûrlarını söndüren, dolayısıyla hayâ, mürüvvet ve imanın nûru-nun da sönmesine vesile olan bir dumandan ileri gelmektedir. Bu felâkete uğrayan bir kimse, şeytanın yardımına koşuyor demektir.
III.Bu, o kalptir ki orada hevâ-i nefsin hâtıratı görünür ve o kalbi şerre davet eder. Bu esnada imanın hâtırı ona yetişir ve onu hayra davet eder. Bu durumda nefsi şehvetiyle harekete geçip, şerrin hâtıratına yardım eder. Böylece şehvet kuvvet bulur. Lezzetlenme ve nimetlenmeyi güzel gösterir. Akıl da hayra davet eden hâtıratın yardımına koşar, şehvetin önüne çıkar. Onun fiilini çirkin gösterir. Onu cehâlete nisbet eder. Şerre daldığı için onu yırtıcı hayvan ile diğer hayvanlara benzetir. Sonuçlara aldırmayış hususunu da yırtıcı hayvanların perva etmeyişine benzetir. Böylece nefis, aklın nasihatına meyil gösterir. Bu esnada şeytan oldukça kuvvetli bir şekilde akla hücum eder. Bu esnada hevâ-i nefsin dâvetçisi kuvvet bulup der ki:

Senin bu çekingenliğin ve soğukluğun nereden geliyor? Neden sen hevâ-i nefsine uymayarak nefsine eziyet veriyorsun? Acaba kendi asrının insanlarından hevâ-i nefsine muhalefet eden hiç kimseyi görüyor musun? Bütün dünyayı onlara mı bırakacaksın? Sadece onlar mı dünyanın zevk ve sefasını sürecekler? Sen yorgun ve düşkün bir vaziyette nefsini zevk ve sefadan mahrum ederek hacr altına almak mı istiyorsun? İnsanlar sana gülsün mü? Mansıb ve mertebenin, filan ve falan adamınkinden daha düşük olmasını mı istiyorsun? Oysa onlar senin iştahını kabartan şeyi çekinmeden yapmışlardır! Sen görmüyor musun, filan âlim senin çekindiğin fiilleri çekinmeden işliyor? Eğer şer olsaydı o işler miydi bunları?!

Bu sözlerden sonra nefis, şeytana meyleder, ona yönelir. Bu sefer melek, şeytana hücum ederek der ki: ´Neticeyi unutup halin lezzetine tâbi olandan başka helâk olan var mıdır. Sen azıcık bir lezzetle kanâat eder misin? Şu cennet lezzetini ve ebedî olan nimetleri terk mi ediyorsun veya şehvetini gemliyerek sabretmek elemi sana ağır mı geliyor? Oysa sen ateşin elemini ağır hissetmiyor musun? İnsanların kendi nefislerinden gafil olmaları, seni aldatıyor mu? Nefislerinin hevalarına tâbi olmaları, şeytana yardımcı olmaları nasıl seni yanıltıyor? Oysa başkasının günahı ateşin azabını senden hafifletmez. Hiç düşünmez misin sen, harareti şiddetli bir yaz günündesin. Bütün insanlar güneşte duruyor. Senin de bir evin vardır. Acaba güneşte durmak sûretiyle insanlara yardım mı edeceksin, yoksa serin evine çekilmek sûretiyle kendini kurtaracak mısın? O halde güneşin hararetinden korkarak bu durumda halka muhalefet ediyorsun da neden ateşin hararetinden korkarak günahta onlara muhalefet etmiyorsun?´ Bu nasihattan sonra nefis, meleğin sözüne meyleder. Böylece nefis, iki ordu tarafından daimi bir şekilde çekilmektedir. İki hizib arasında çekilip durmaktadır. Bu savaş, kalbe en uygunu, kalbe galip gelinceye kadar devam eder.

Eğer kalpte galip bulunan sıfatlar bizim daha önce zikrettiğimiz şeytanî sıfatlarsa, şeytan kalbe galip gelir. Böylece kalp, şeytanın hizbine meyleder. ALLAH´ın ve ALLAH´ın velîlerinin hizbinden yüz çevirir. Şeytanın ve ALLAH düşmanlarının yardımcısı olur. Kaderin hükmü ile ALLAH´tan uzaklaşmasına vesile olan şeyler onun âzâları üzerinde hükmünü yürütür. Eğer kalbe galip gelen meleklerin sıfatları ise, kalp şeytanın iğvasına ve geçici dünya zevkine tahrik etmesine kulak vermez. Şeytanın hafife aldığı âhiret işini hafife almaz. Aksine bütün ısrarlara rağmen ALLAH´ın hizbine meyleder. Geçmiş kaza ve kaderin gereği olarak âzâlarında taat ve ibâdet görünür. Bu bakımdan mü´minin kalbi, Rahman´ın kudret parmaklarından ikisinin arasındadır. Yani bu iki askerin arasında çekilmektedir ve galip gelen de kalbin değişmesi, bir partiden diğer bir partiye geçmesidir. Daimi bir şekilde meleklerin partisine veya şeytanın partisine katılması ise, iki taraf için de pek nadir bir durumdur. İbadetler ve günahlar gaybın hazinelerinden görünür. Kalp hazinesi vasıtasıyla şehâdet âlemine aktarılır. Çünkü bunlar melekût hazinelerindendir. Bunlar göründüklerinde alâmet de olurlar. Erbâb-ı kulûb onlarla kişi hakkındaki ezelî kaza ve kaderin hükmünü bilir. Bu bakımdan kim cennet için yaratılmışsa, ona ibâdet ve taatların sebepleri kolaylaştırılır, kim cehennem için yaratılmış ise günah-ların sebepleri ona kolaylaştırılır. Kötülüğün arkadaşları ona musallat olurlar. Onun kalbine şeytanın hükmü ilkâ olunur. Zira şeytan çeşitli hükümlerle ´ALLAH rahimdir! Sen perva etme! Bütün insanlar ALLAH´tan korkmuyorlar. O halde sen de onlara muhalefet etme! Ömür uzundur. Yarın tevbe edinceye kadar sabret´ demekle ahmakları aldatır. Onlara bâtıl va´dlerde bulunur. Aldatıcı temennilerle onları avutur. Oysa şeytan onlara aldatmaktan başka bir vaîdde bulunmaz. Onlara tevbeyi va´deder, mağfireti temenni eder. Bu ve bunlara benzer hileleriyle onları helâk eder. Şeytanın bu hilelerini kişinin kabul etmesi için kalbi oldukça genişler, hakkı kabul etmekten daralır. Bütün bunlar ALLAH´tan olan kaza ve kaderledir ve takdir edilmiştir.

ALLAH kime hidayet etmeyi dilerse, onun göğsünü İslâm´a açar, gönlüne genişlik verir. Kimi de sapıklıkta bırakmak isterse, onun kalbini öyle daraltır, sıkıştırır ki göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar.(En´âm/125)

Eğer ALLAH size yardım ederse, size galip gelecek yoktur ve eğer size yardım terk ederse, ondan sonra size yardım edecek kimdir?(Alu îmran/160)

Bu bakımdan hidayete erdiren, dalâlette bırakan ancak O´dur. Dilediğini yapar, irade ettiğine hükmeder. Onun hükmünü çevirecek kimse yoktur. Onun kaza ve kaderini tesirsiz bırakacak kuvvet nerede? Cenneti yarattı, cennet için ehil olanları yarattı. Onları taat ve ibâdetinde kullandı. Cehennemi yarattı, ona ehil olanları yarattı, onları günahta kullandı! İnsanlara cennet ve cehennem ehlinin alâmetlerini tanıtarak şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki iyiler naim cennetindedirler. Fâcirler ise cehennemdedirler. (înfitar/13-14).
ALLAH Teâlâ, Hz. Peygamber´den rivayet edilen bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurmuştur:

Şunlar cennettedirler, perva etmem! Şunlar da cehennemdedirler, perva etmem! Hak padişah olan ALLAH, müşriklerin dediğinden yücedir, yaptığından sorumlu değildir, insanlar ise sorumludur..

Biz, kalbin acaip hallerinin zikrinden bu kadarla yetinelim. Çünkü kalbin acaip hallerini son noktasına kadar saymak muamele ilmine uygun düşmez. Biz ancak muamele ilimlerinin derinliklerinde ve sırlarının mârifetinde muhtaç olunan miktarı zikrettik ki zâhirle yetinmeyenler bundan istifade etsin! Özün yerine kabukla yetinmeyenler bu kadarcıkla yetinsin! Hatta sebeplerin hakikatlerinin inceliklerine aşık olanlar için bizim zikrettiğimiz miktar -ALLAH´ın izniyle- yeterlidir.

Tevfîki veren ALLAH´tır. Kitabu Şerhi Acâib´il-Kalb bölümü burada sona ermiş bulunuyor. Hamd ve nimet ancak ALLAH´a mahsustur. Bunun ardından -inşaALLAH- Kitabu Riyazet´in Nefs ve Tehzib´il-Ahlâk (Nefs´in Riyazeti ve Ahlâk´ın Güzelleştirilmesi) bölümü gelecektir. Hamd, bir ve tek olan ALLAH´a mahsustur. ALLAH Teâlâ her seçkin kulunun üzerine rahmet deryalarını boşaltsın!

85) Buhârî
86)Tirmizî
87)Hâkim
88)İmam Ahmed, Hâkim
89)Taberânî, Beyhakî
..::duyguseli::.. isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Okunmamış 11-13-2008, 02:56   #4
Kullanıcı Adı
..::duyguseli::..
Standart

Ruh Kelimesinin Anlamı

Ruh da gayemiz açısından iki mânâ için kullanılır.
1.Lâtif bir cisimdir, kaynağı, cismanî kalbin oluklarıdır. Bu
bakımdan bedene yayılan damarlar vasıtasıyla bedenin diğer âza
larına ve parçalarına dağılır. Onun bedene dağılışı ve ondan kok
lamanın, dinlemenin, görmenin, hissetme ve hayat nûrlarının be
den âzaları üzerine dağılıp yayılması, tıpkı evin bir köşesinde
yakılan lâmbadan çıkan ışığın dağılıp yayılmasına benzer. Çünkü
o lâmbanın ışığı, evin hangi parçasına ve hangi köşesine ulaşırsa
mutlaka orası onunla aydınlanır. Hayatın misâli ise duvarlarda
meydana gelen ışık gibidir. Bunun misâli ise lâmbadır. Ruhungeçişi ve bâtındaki dalgalanması ise, çıra ışığının evin etrafına
hareket edicinin hareket ettirmesiyle dalgalanması misâlidir.
Doktorlar, ruh kelimesini kullandıkları zaman, bu mânâyı kaste
derler. Bu lâtif bir buhardır. Onu kalbin hareketi oluşturur. Bu
mânâdaki ruhun îzahını yapmak, bizim vazifemiz değildir.
Çünkü bu, doktorların hedefiyle ilgilidir. O doktorlar ki bedeni te
davi etmektedirler. Kalbi, ALLAH Teâlâ´nın komşuluğuna
varıncaya kadar tedavi eden din doktorlarının hedefine gelince,
onların hedefi kesinlikle bu ruh ile ilgili değildir.

2.Ruh insandaki idrâk edici ve bilici lâtifedir. O lâtife ki biz
onu daha önce kalbin mânâlarından birisinde îzah ettik. Allâh
Teâlâ´nın şu ayetinde kasdettiği ruh da bu ruh´tur: De ki: Ruh,
RABBİMin emrindendir´ Ruh, rabbânî ve acâib bir şeydir.
Onun hakikatini idrâk etmekten akılların ve anlayışların çoğu
âciz kalmaktadır.
..::duyguseli::.. isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Okunmamış 11-13-2008, 02:56   #5
Kullanıcı Adı
..::duyguseli::..
Standart

Nefis Kelimesinin Anlamı

Nefis de birçok mânâya gelir. Bu mânâlardan sadece ikisi bizim hedefimizle ilgilidir:
1.Nefis´ten insanoğlundaki şehvet ve öfke kuvvetini toplayan
mânâ murâd edilir. Nitekim bunun açıklaması ileride gelecektir
ve tasavvuf ehli çoğu zaman bu mânâyı kullanmaktadırlar.

Çünkü ehl-i tasavvuf nefisten, insanoğlunun çirkin sıfatlarını
toplayan asıl ve esası kastederek ´Nefisle mücâhede etmek ve nefsi
kırmak muhakkak lâzımdır´ demektedir. Nitekim bu mânâya Hz.
Peygamberin şu hadîs-i şerîfi işaret etmiştir:

Senin en şiddetli düşmanın, iki yanının (kaburgalarının) arasında bulunan nefsindir!

2.İnsanın hakikati olan ve daha önce zikrettiğimiz lâtifedir.
Bu lâtife insanın zâtıdır. Fakat bu lâtife aynı zamanda hallerinin
değişmesi hasebiyle çeşitli sıfatlarla sıfatlanır. Bu bakımdan em
rin altında durduğu ve şehvetlerin muhalefetinden ötürü tirtir titrediği zaman kendisine nefs-i mutmainne adı verilir. ALLAH Teâlâ
bu nefsin benzeri hakkında şöyle buyurmaktadır: ´Ey itaatkâr nefis! Dön rabbine! Sen O´ndan razı, O da senden razı olarak..´

Birinci mânâya gelen nefis için ALLAH´a dönüş tasavvur
edilemez. Çünkü o mânâdaki nefis, ALLAH´tan uzaklaştırıcıdır ve o
nefis, şeytanın partisindendir. Nefsin sükûneti tamam olmadığı,
fakat şehvâni nefse karşı direndiği ve itiraz ettiği zaman, ona nefs-i levvâme adı verilir. Çünkü bu nefis; sahibi, mevlâsının ibâdetinde
kusur yaptığı zaman sahibini kınar. Nitekim ALLAH Teâlâ ´Kasem
ederim pişmankâr nefse ki...´(Kıyame/2) buyurmuştur.

Eğer nefis itiraz etmeyi terkederse, şehvetlerin isteğine ve şeytanın çağırısına itaat edip baş eğerse ona nefs-i emmâre-i bi´s-sui (kötülüğü emreden nefis) adı verilir. ALLAH Teâlâ, kulu ve peygamberi olan Hz.
Yusuftan veya Azîz´in hanımından haber vererek şöyle buyurmuştur: ´Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum. Çünkü nefis gerçekten kötülüğü şiddetle emreder. Ancak RABBİMin esirgediği müstesnadır´. (Yusuf/53).

Bazen nefs-i emmâre´den gaye; nefsin birinci mânâsıdır demek de câiz olur. Bu bakımdan, nefis, birinci mânâ açısından gayet çirkin ve kötüdür, İkinci mânâsıyla mahmûd ve güzeldir. Çünkü ikinci mânâ ile insanın nefsi; yani insanın zâtı ALLAH´ı ve diğer bilinenleri idrâk eden hakikatidir.
..::duyguseli::.. isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Okunmamış 11-13-2008, 02:57   #6
Kullanıcı Adı
..::duyguseli::..
Standart

Akıl Kelimesinin Anlamı

Akıl da İlim Kitabı´nda bahsettiğimiz gibi çeşitli mânâlarda müşterek kullanılmaktadır. Bizim gayemizle ilgili olan, o mânâların sadece ikisidir.
1.Akıl bazen emirlerin hakikatini bilmek mânâsında kullanılır. O zaman, merkezi kalp olan ilim sıfatından ibaret olur.
2.Akıl bazen zikredilir, kendisinden ilimleri idrâk eden şey
kasdedilir. O vakit kalbin kendisi demektir. Kalpten gayem; o lâtifedir. Bizler biliyoruz ki, nefsinde varlığı olan her âlim, kendi nefsiyle kâim olan bir asıl ve esastır. İlim de o asıldan bir sıfattır.
Sıfat ise, mevsufun gayrisidir, aynısı değildir. Akıl ´dan bazen
âlimin sıfatı kastolunur. Bazen de idrâkin mahalli; yani idrâk
olunan kastedilir ve bu ikinci mânâ, Hz. Peygamberin şu hadîs-i
şerifiyle kastolunan mânâdır:

ALLAH Teâlâ´nın ilk yarattığı şey akıldır.
Çünkü ilim araz´dır. İlk yaratılmış olması tasavvur olunamaz. Elbette onun kâim olacağı yer ondan önce veya onunla beraber yaratılmalıdır. Çünkü ilme hitâb etmek mümkün değildir. Haberde varid olmuştur ki, ALLAH Teâlâ ilk yarattığı akla şöyle dedi: ´Gel! O da geldi. Sonra ona ´Git!´ dedi ve o da gitti. Madem ki durum budur, öyleyse bu isimlerin mânâları mevcuttur. O mânâlar ise şunlardır: Cismânî kalp, cismanî ruh, şehvanî nefis ve ilimler...
İşte bunlar dört mânâdır. Bahsi geçen dört lâfız, bu mânâlarda kullanılırlar. Bir de bu kelimelerin beşinci ve ortak bir mânâsıvardır ki o da şudur:

İnsanoğlunun bilici ve idrâk edici lâtifesidir. Bu bakımdan mânâlar beş, lâfızlar dörttür ve her lâfız iki mânâda kullanılır. Âlimlerin çoğuna, bu lâfızların ihtilâfı ve değişik mânâlarda kullanılması karanlık görünmüştür. Bunun için de onların hâtırat hakkında konuşup, ´Bu akl´ın hâtırıdır. Bu ruh´un hâtırıdır. Şu kalb´in, şu da nefs´in hatırıdır!´ dediklerini görürsün!
Düşünmeyen kimseler, bu isimlerin mânâları arasındaki farkları idrâk etmemektedirler. İşte bu karanlık kalan cepheden perdeyi kaldırmak için, biz bu isimlerin açıklamasını yaptık. Kur´an ve Sünnet´te kalp lâfzı vârid olduğu zaman, ondan gaye; insanoğlunun anlayan ve şeylerin hakikâtini bilen tarafı kasdedilir. Bazen göğüste bulunan kalpten kinâye olur. Çünkü o lâtife ile kalbin cismi arasında özel bir alâka ve irtibat vardır. Zira kalp, her ne kadar bedenin diğer parçalarıyla alâkalı ve bütün beden mânâsında kullanılıyorsa da, yine de göğüsteki cismanî kalp vasıtasıyla alâkalıdır. Bu bakımdan onun ilk ilgisi kalpledir. Sanki cismanî kalp, onun yeri, memleketi, âlemi ve merkebidir ve bunun içindir ki Sehl et-Tüsterî kalbi arşa, göğsü kürsiye benzeterek şöyle demiştir:

´Kalp arştır, göğüs kürsüdür´. Sakın zannedilmesin ki Sehl et-Tüsteri kalbi ALLAH´ın arşı, göğsü de ALLAH´ın kürsüsü ola-rak görüyor! Zira böyle olması muhaldir. Aksine Sehl et-Tüsterî şunu kastediyor: Kalp, ALLAH´ın memleketi ve tasarruf yeridir. ALLAH´ın tedbîr ve tasarruf için birinci mecraıdır. Bu bakımdan kalp ile göğsün, tedbîre nisbeti, tıpkı arş ve kürsünün ALLAH´a nisbeti gibidirler ve bu teşbih de ancak bazı yönlerden doğru olabilir ki o yönleri açıklamak da bizim gayemize uygun değildir. Bu bakımdan biz onu açıklamaktan vazgeçiyoruz.
..::duyguseli::.. isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz aktif değil dir.

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı


Saat: 16:31


lisanslı Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2022, Jelsoft Enterprises Ltd.
Forum SEO by Zoints
SonForum.org 2007-2023

2007-2023 © SonForum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " İletişim " kısmından bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



webmaster blog çarşamba çilingir
Snus Satın al çarşamba pasta çarşamba koltuk yıkama çarşamba webtasarım