sonforum.org

sonforum.org (https://www.sonforum.org/index.php)
-   Tasavvuf (https://www.sonforum.org/forumdisplay.php?f=326)
-   -   ~ İhya-u Ulumiddin ~ //dini ilimlerin ihyası// (https://www.sonforum.org/showthread.php?t=23869)

..::duyguseli::.. 11-25-2008 22:13



Riyazül nefs ve Tehzibil Ahlak ve Mualeceti Emrazil Kalb Konusuna Giriş

Tedbiriyle işleri evirip çeviren, herşeyi yerli yerine koyan, herşeyin sûretini en güzel şekilde yapan, insanın sûretini en güzel şekilde süsleyen, şekil ve miktarında eksiklik ve fazlalıktan onu koruyan ALLAH´a hamdolsun! O ALLAH ki, ahlâkların güzelleştirilmesini kulun ictihad ve çalışmasına havale etmiştir. Kulu korkutmak ve sakındırmak sûretiyle ahlâkın güzelleştirilmesine teşvik etmiştir. O ALLAH ki, tevfîkiyle iyi kullarına ahlâkın temizlenmesini kolaylaştırmıştır. Zor ve çetin işleri kolaylaştırmakla onlara minnet etmiştir. Salât ve selâm ALLAH´ın kulu, peygamberi, habîbi, safîsi, müjdecisi ve uyarıcısı olan Hz. Peygamber´in üzerine olsun! O Peygamber ki, peygamberliğin nûrları onun alnının kıvrımları arasından pırıl pırıl parlardı. Hakkın hakîkati onun hayâlinden ve zâhirinden görünürdü. Salât ve se-lâm onun âline ve ashâbına olsun! O âl ü ashâb ki, İslâm´ın yüzünü küfrün zulmet ve karanlıklarından tertemiz etmişler, bâtılın maddesini kökünden kazımışlardır. Bâtılın ne azı, ne de çoğuyla kirlenmemişlerdir.

Bunlardan sonra bil ki, güzel ahlâk, peygamberlerin efendisinin sıfatıdır. Sıddîkların amelinin en faziletlisidir. Güzel ahlâk, imanın yarısıdır, muttakîlerin mücahedesinin meyvesidir. Âbidlerin riyâzetidir. Kötü ahlâk ise öldürücü zehirdir. Beyin dağıtıcı felâketler, mahvedici rezâletler, rabb´ul âlemîn´in komşuluğundan uzaklaştırıcı habâsetler ve sahibini şeytanların eline teslim eden dalâletlerdir. ALLAH´ın tutuşturulmuş ateşine -ki onun acısı kalplere işler- açılan kapılardır, güzel ahlâkın, kalpten nimet cennetlerine, ALLAH´ın komşuluğuna açılan kapılar olduğu gibi... Kötü ahlâk nefsin hastalığı ve kalbin marazıdır. Ancak maddî hastalıkla arasında şu fark vardır. Kötü ahlâk ebedî hayatı öldüren hastalıktır! Bu bakımdan sadece bedeni yok eden hastalıkla bu korkunç hastalığın arasındaki nisbet kıyas edilmeyecek kadar büyüktür. Bedenlerin hastalığında fâni hayatın elden çıkmasından başka bir zarar olmadığı halde, tedavi kanunlarını zapt u rapt altına almak için doktorların hummalı çalışmaları devamlı bir şekilde olmuştur ve oluyor. O halde kalp hastalıklarının tedavi kanunlarını zapt u rapt altına almaya inayet göstermek daha evlâ değil midir? Çünkü kalplerin hastalığında ebedî hayatın mahvolması sözkonusudur. Doktorluğun bu çeşidi her akıllı insan için öğrenilmesi farz olan birşeydir. Zira, maraz ve hastalıklardan kurtulmuş olan hiçbir kalp yoktur. Bu bakımdan eğer ihmal edilirlerse hastalıklar birikir, illetler yekdiğerini takip eder ve biri diğerine yardımcı olur, böylece katmerleşir. Bu takdirde kul onların teşhisinde sebeplerinin bilinmesinde engin bir sezişe muhtaç olur. Sonra onları tedavi ve ıslah etmek için çalışmaya ve didinmeye mecbur kalır.

Bu bakımdan onların tedavisi ALLAH Teâlâ´nın şu ayet-i celîlesiyle murad edilmiştir.

Nefsini yücelten iflah olmuştur. (Şems/9)

Bu tedaviyi ihmal etmek ise, ALLAH Teâlâ´nın şu ayet-i celîle-siyle kastolunmuştur:

Onu alçaltan da ziyana uğramıştır. (Şems/10)

Biz bu kitapta kalp hastalıklarının birçok kısımlarına işaret edeceğiz. Kısa olarak onların tedavisi hakkındaki sözün keyfiyetine, hastalıkların hususi ilacının tafsilatına girmeksizin değineceğiz. Çünkü bu tafsilat, Mühlikât kısmının başka bölümlerinde gelecektir. Bizim şimdilik gayemiz; ahlâkı güzelleştirmeye genel bir bakış ve yolunu hazırlamaktır. Biz burada bunu anlatacak ve daha iyi anlaşılması için de beden tedavisini örnek alacağız. Bunu da güzel ahlâkın fâziletini anlatmakla açığa kavuşturacak ve sonra güzel ahlâkın hakikatini beyan edecek, sonra güzel ahlâka götüren sebepleri anlatacak, sonra ahlâkın güzelleştirilmesine yarayan yolları ayrıntılı olarak anlatacağız. Sonra nefislerin riyâzetini, sonra kalp hastalığının bilinmesinin alâmetlerinin beyanını, sonra insanoğlunun nefsinin ayıplarını bilmesinde vesile olan yolların açıklamasını, sonra kalplerin tedavi yolunun ancak şehvetleri bırakmaya bağlı olduğu hakîkatinin naklî delillerinin açıklamasını, sonra güzel ahlâkın alâmetlerinin açıklamasını, sonra gelişmelerinin başlangıcında çocukların riyazetindeki yolun açıklamasını, sonra iradenin ve mücahedenin başlangıçlarının açıklamasını yapacağız. Bunlar bu kitabın maksad ve hedeflerini toplayan onbir kısımdan ibarettir.

..::duyguseli::.. 11-25-2008 22:16

Güzel Ahlâk ile Kötü Ahlâk´ın Hakikati

İnsanlar güzel ahlâkın hakikati hakkında ve ne olduğu hususunda oldukça fazla konuşmuşlardır. Buna rağmen onun hakikatini şerhetmeye bir türlü yanaşmamışlar, ancak onun ürünlerinden ve faydalarından bahsetmişlerdir. Sonra faydalarının da tamamını zikretmemişlerdir. Her biri güzel ahlâkın meyvelerinden kalbine geleni, zihninde hazır bulunanı zikretmiştir. Güzel ahlâkın tarifini zikretmeye bir türlü önem verip de açıklamaya yönelmemişlerdir. Güzel ahlâkın bütün meyvelerini kapsayıcı hakikatini, ayrıntılı, derli toplu bir şekilde anlatmamışlardır. Buna misâl olarak, Hasan Basrî´nin şu sözü gösterilebilir:
´Güzel ahlâk; güler yüzlülük, cömertlik ve insanları ezmemek demektir´.

Vâsıtî de şöyle demiştir:
´Güzel ahlâk hiç kimse ile çekişmemek ve hiç kimseyi çekiştirmemektir. Bu da ALLAH Teâlâ´yı iyi bilmekten ileri gelir´.

Şâh b. Şucca el-Kirmânî de şöyle demiştir: ´Güzel ahlâk, eziyet vermemek ve meşakkatleri yüklenmektir´.

Başkası da ´Güzel ahlâk, kişinin insanlara yakın olmasına rağmen onların arasında yabancı gibi olmasıdır´ der.

Vâsıtî bir defasında da şöyle demiştir:
´Güzel ahlâk, genişlik ve darlıkta halkı razı etmeye çalışmaktır´.

Ebu Osman el-Mağribî şöyle demiştir:
´Güzel ahlâk, ALLAH´tan razı olmaktır´.

Sehl et-Tüsterî´den güzel ahlâkın ne olduğu soruldu. Cevap olarak dedi ki: ´Güzel ahlâkın en küçük derecesi meşakkatlere göğüs germek, karşılık beklememek, zâlime merhamet etmek, onun için af dilemek ve bütün insanlara (veya zâlime) karşı şefkatli olmaktır´.

Başka bir zaman da şöyle dedi: ´Güzel ahlâk rızık konusunda kaygılanmamak ve ALLAH´a güvenmektir. ALLAH Teâlâ´nın kuluna kefil olduğuna ve vereceğine inanmak, ALLAH´a itaat edip kendi-siyle ALLAH arasında ve insanlarla olan münasebetlerinde ALLAH´a isyan etmemektir´.

Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir:
´ Güzel ahlâk üç haslettedir: Haramlardan sakınmak, helâli aramak, çoluk çocuğuna kısmadan normal nafakasını vermektir´.

Hallac-ı Mansur şöyle demiştir:
´Güzel ahlâk, hakkı araştırdıktan sonra halkın eziyetinin tesir etmemesidir´.

Ebu Said el-Harraz şöyle demiştir:
´Güzel ahlâk, senin ALLAH´tan başka bir maksadının olmamasıdır´.

Bu ve benzeri sözler pek çoktur. Bütün bunlar, güzel ahlâkın kendisini değil de meyvelerini anlatmak, semerelerini beyan etmektir. Sonra bu sözler bütün meyveleri de kapsamamaktadır. O halde güzel ahlâkın hakikatinden perdeyi kaldırmak, çeşitli sözleri nakletmekten daha evlâdır.

Halk (yaradılış ve sûret) ve hulk (ahlâk) beraberce kullanılan iki ibaredir. ´Filân adamın halk´ı ve hulk´u güzeldir´ denir. Yani ´bâtın ve zâhiri güzeldir´ demektir. Bu nedenle halk´tan zâhirî, hulk´tan da bâtınî sûret kastedilir. Bunun sebebi şudur: İnsan, gözle görülen bir beden ve basiretle görülen nefis ve ruhtan ibarettir. Bunların herbirinin bir heyet ve sûreti vardır. Bu heyet ve sûret, çirkin veya güzeldir. Bu bakımdan basiretle idrâk edilen nefis ve ruh, gözle idrâk edilen bedenden, kıymet bakımından daha büyüktür ve bunun içindir ki ALLAH Teâlâ, onu kendisine izâfe ederek değerini büyütmüştür. Zira ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Rabbin o vakit meleklere şöyle demişti:
Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onun yaradılışını tamamlayıp da ta-rafımdan ruh verdiğim zaman hemen ona secdeye kapanın!
(Sad/71-72)

Böylece ALLAH Teâlâ, bedenin çamura mensup olduğuna, ruhun da âlemlerin rabbine mensup olduğuna dikkati çekmiştir. Burada ruh ve nefis´ten kasdedilen mânâ aynı şeydir. Bu bakımdan hulk, nefiste kararlaştırılmış bir heyetten ibarettir ki in-sanların fiilleri kolaylıkla o heyetten çıkar. Düşünce ve tefekküre ihtiyaç olmaksızın oradan neşet eder. Eğer o heyet, kendisinden şer´an ve aklen güzel fiiller çıkacak şekilde ise, ona güzel ahlâk ismi verilir. Eğer o heyetten çıkan fiiller çirkin ise, çıkış noktası olan o heyete kötü ahlâk adı verilir. Biz neden ´Ancak o nefiste ka-rarlaştırılmış bir heyettir´ dedik? Çünkü ârızî bir sebepten dolayı arada sırada cömertlik yapan bir kimse için bu ahlâk, onun nefsinde karar kılmadıkça ´onun ahlâkı cömertliktir´ denilmez! O cömert sayılmaz. Biz, fiillerin -düşünmeksizin- kolayca oradan çıkışını şart koştuk. Çünkü zoraki bir şekilde cömertlik yapan veya öfkelendiği anda zoraki bir şekilde düşünerek nefsini zapt u rapt altına alan bir kimse için ´Ruhunun ahlâkı cömertlik ve halîmliktir´ denilmez.

Bu bakımdan burada dört şey vardır:

1.Çirkinin ve güzelin fiili
2.Bunlara muktedir olması
3.Bunları bilmesi
4.Nefsin bir heyetidir ki nefsi onun vasıtasıyla iki taraftan birisine meyleder ve onun vasıtasıyla iki taraftan birisine -güzellik veya çirkinliğe- müsait olur.

Hulk fiilden ibaret değildir. Çünkü nice şahıs vardır ki onun ahlâkı cömertliktir, fakat veremez. Ya malı yoktur veya herhangi bir engel mevcuttur ve bazen de ahlâkı cimrilik olur, buna rağmen verir. Bu verme ya riyadan dolayıdır veya herhangi bir iteleyici sebeptendir. Hulk kuvvetten de ibaret değildir. Çünkü kuvvetin vermeye ve vermemeye de nisbeti aynıdır. Her insan fıtraten, vermek ve vermemek üzere kudretli olduğu halde yaratılmıştır. Böyle yaratılması, ne cimrilik ahlâkını, ne de cömertlik ahlâkını gerektir-mez. Hulk aynı zamanda mârifetten de ibaret değildir. Çünkü mârifet hem güzele, hem de çirkine bir yön üzerine taallûk eder. Hulk dördüncü mânâdan ibarettir. O mânâ da nefisten vermeyi veya vermemeyi çıkartan heyet demektir. Bu bakımdan hulk, nefsin heyetinden ve onun bâtınî sûretinden ibarettir. Nasıl ki zâhirî sûretin güzelliği, mutlak mânâda burun, ağız ve yanak olmaksızın, sadece iki gözün güzelliğiyle tamamlanmıyorsa, zâhirin güzelliğinin tamamlanması için bütün bunların güzelliği gerekiyorsa, tıpkı bunun gibi iç âlemde de dört rükûn vardır. Ahlâk güzelliğinin tamamlanması için, bütün o rükûnların da güzel olması gerekir. Bu dört rükûn eşit olup mutedil ve birbirine uygun oldukları zaman, güzel ahlâk tamamlanmış olur. O rükünler de hilmin, gazabın, şehvetin ve bu üç kuvvet arasında adaletin kuvvetidir.

İlim kuvvetine gelince, onun güzellik ve elverişliliği; onunla sözlerde doğruluk ile yalanın, inançta hak ile bâtılın ve fiillerde güzel ile çirkinin arasını kolayca farketmek raddesine gelmesi demektir, Bu kuvvet elverişli olduğu zaman, ondan hikmet meyvesi elde edilir. Hikmet ise, güzel ahlâkın başıdır. Bu hikmet hakkında ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur;

Kime hikmet verilirse ona çok hayır verilmiş demektir. (Bakara/229)

Gazap kuvvetine gelince, onun güzelliği demek, inkıbazı (tutulması) ve inbisatı (kabarması), Hikmet´in istediği çizgide gelişmesi demektir. Şehvet de böyledir. Onun güzellik ve elverişliliği hikmetin işaretinin doğrultusunda olmasıdır. Hikmet işaretinden, aklın ve ilâhî nizamın işaretini kastediyoruz.

Adalet kuvvetine gelince, aklın ve ilahî nizamın işareti altında şehvet ile gazabı zaptetmek demektir. Bu bakımdan aklın misâli, nasihatçi bir müsteşarın misâline benzer. Adl´in kuvveti, kudretin ta kendisidir. Onun misâli ise, aklın işaretine uyarak yürüyüp in-faz edenin misalidir.

Kendisinde infaz işaret edilen ise gazap´tır. Gazab´ın misâli av köpeğinin misâlidir. Av köpeği işarete göre koşacak veya duracak derecede kendisini eğiten birisine muhtaçtır. Nefsin, şehvetinin heyecanıyla hareket etmemesi için, böyle bir eğiticinin varlığı gereklidir. Şehvetin misâli ise, av peşinde koşturmak için binilen atın misâlidir. Bu at bazen talimli ve terbiyeli olur. Bazen de serkeş olur. Bu bakımdan bu hasletler kimde eşit ve normalse o mutlak mânada güzel ahlâklıdır, Bu hasletlerin bir kısmının normal, bir kısmının normal olmadığı kimse sadece o normal hasletlere göre güzel ahlâklı sayılır. Tıpkı fizikî yönden yüzünün bir kısmı güzel, bir kısmı güzel olmayan bir kimse gibi... Gazap´tan gelen kuvvetin güzellik ve itidali şecâat diye isimlendirilir. Eğer gazap kudreti, îtidal sınırını geçer ifrata meylederse, onun ismine tehevvür denilir. Eğer zâfiyet ve noksanlığı (tefrite) meylederse, onun ismine korkaklık denir. Eğer şehvet kuvveti fazlalık tarafına kayarsa, adı oburluk olur. Eksiklik tarafına kaydığı takdirde adı donukluk´tur. Dinen övülen kısmı ise bu iki derecenin ortasıdır. Fazilet de bu orta derecededir.

İfrat ve tefrit tarafları ise hem rezil, hem de kötüdür. Adalet yok olduğu zaman onun ne fazla, ne de eksik tarafları yoktur. Aksine onun zıddı ve tam karşıtı vardır ki o da zulümdür. Hikmet ise, kötü gayelerde kullanıldığı zaman onun ifrat derecesine habâset ve cerbeze adı verilir. Tefrit tarafına da ahmaklık denir. Bu iki tarafın arasındaki orta ve normal yön ise, hikmet ismiyle özellik kazanmıştır. Durum bu iken, ahlâkın esası dörttür:

1.Hikmet
2.Şecâat
3.iffet
4.Adalet

Hikmet´ten bizim gayemiz; nefsin bir durumudur ki nefis onun vasıtasıyla bütün ihtiyarî fiillerde doğruyu yanlıştan ayırır.

Adalet´ten gayemiz; nefsin bir durumu ve kuvvetidir ki, nefis onunla gazap ve şehvet kuvvetlerini idare edip onları hikmetin istediği istikamete sevkeder. Hikmetin işaretine göre, onları kışkırtır veya frenler.

Şecaat´ten gayemiz; gazap kuvvetini göndermekte ve durdurmakta akla itâat etmesidir.
İffet´ten gayemiz; aklın, şehvet kuvvetini ilahî nizamın edebiyle edeblendirmesidir. Bu bakımdan bu dört esasın mûtedil ve normal oluşundan bütün güzel ahlâklar doğup meydana gelmektedir.. Zira akıl kuvvetinin normal oluşundan ´güzel tedbir´, ´çalışan zihin´, ´kavrayıcı rey´, ´isabetli zan´, ´amellerin inceliklerine ve nefsin âfetlerinin gizliliklerine karşı uyanık bulunmak´ durumları doğup meydana gelir.

Onun ifratından cerbeze, hile, kandırma ve dâhilik doğup meydana gelir, tefritinden ahmaklık, gammare (bönlük), saflık ve delilik çıkar. Gammare´den gayem; hayâlin selâmetiyle beraber, işlerde tecrübenin azlığı demektir. Zira insanoğlu birşeyde tecrübesiz, başka bir şeyde tecrübeli olabilir. Hamâkat ile delilik arasındaki fark ise şudur: Ahmak bir kimsenin hedefi doğrudur, fakat yürüdüğü yol yanlıştır. Bu bakımdan onun hedefe götüren yolda yürümesinde sahih bir düşüncesi yoktur. Mecnun bir kimse ise, o seçilmesi uygun olmayan bir şeyi seçer. Bu bakımdan onun seçişinin temeli bozuktur.

Şecâat ahlâkına gelince, ondan cömertlik, yardım, şehamet, nefsi kırmak, eziyetlere göğüs germek, hilm, sabırlı olmak, öfkeyi yutmak, vekar, sevgi ve benzerleri doğup meydana gelir. Bütün bunlar güzel ahlâklardır. Onun ifratı ise tehevvürdür. Tehevvür´den kibir, gurur, acele kızmak, ucub meydana gelir. Tefritine gelince, ondan rezalet, zillet, üzüntü, hasislik, nefsin küçüklüğü, farz olan hakkı yerine getirmekten kaçınmak gibi rezil ahlâklar meydana gelmektedir. İffetin ahlâkına gelince, iffetten cömertlik, hayâ, sabır, müsamaha, kanâat, verâ, letâfet (incelik), yardım, zariflik ve az tamahkârlık meydana gelmektedir.

Onun ifrat veya tefrite meyletmesine gelince, bundan harislik, oburluk, hayâsızlık, habaset, mubezzirlik, kusurluluk, riyâkârlık, mecnunluk, fuzulî meşguliyet, yağcılık, hased, başkasına isabet eden mu-sibetle sevinmek veya küfürbazlık, zenginlere yağcılık, fakirleri hakir görmek ve benzeri rezil ahlâklar doğup meydana gelir. Bu bakımdan, güzel ahlâkın temelleri bu dört fazilettir: Onlar da hikmet, şecâat, iffet ve adalettir. Diğerleri ise bunların dallarıdır.

Bu dört haslette kemâl derecesine, Hz. Peygamber´den başkası erişememiştir. Hz. Peygamber´den sonra insanlar bu hususta yakınlık ve uzaklıkta çeşitli derecelere ayrılırlar. Bu bakımdan bu ahlâkta Hz. Peygamber´e yaklaşan herkes ALLAH´a yakındır. Bu yakınlığı da Hz. Peygamber´e olan yakınlığı nisbetindedir. Kim bu ahlâkları kemâl derecesinde nefsinde toplamış olursa, halk arasında emrine itaat edilen ve bütün insanların müracaat kaynağı olan bir padişah olmaya hak kazanır. Herkes bütün fiille-rinde ona uyar ve uymalıdır. Bu ahlâkların tamamından uzaklaşan ve zıdlarıyla sıfatlanan bir kimseye gelince, o kimse memleketten ve insanlar arasından sürgün edilip çıkarılmaya müstehak olur. Çünkü böyle bir kimse ALLAH´ın rahmetinden uzaklaştırılmış ve kovulmuş şeytana pek yaklaşmıştır. Bu bakımdan onu uzaklaştırmak uygun olur. Nitekim birincisinin ALLAH Teâlâ´ya mukarreb meleğe yakın olduğu gibi... Bu bakımdan birincisine uymak gereklidir ve ona yaklaşmak uygundur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) ancak güzel ahlâkı tamamlamak için nübüv-vet ile vazifelendirilmiştir. Nitekim kendilerinin de buyurdukları gibi...

Kur´an, mü´minlerin sıfatlarını sayarken bu ahlâklara işaret ederek şöyle buyurmuştur:


Mü´minler ancak o kimselerdir ki, ALLAH´a ve peygamberine iman etmişlerdir. Sonra şüpheye düşmemişler ve ALLAH yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşmışlardır. İşte böyle kimseler sâdıkların ta kendileridir.
(Hucurât/15)

Bu bakımdan şeksiz ve şüphesiz ALLAH´a ve Hz. Peygamber´e iman, yakînin kuvveti, aklın meyvesi ve hikmetin zirvesidir. Malla mücâhede etmek, şehvet kuvvetini zapt u rapt altına almaya dönüşen cömertliktir. Nefisle mücâhede etmek, gazap kuvvetini normal sınırda ve aklın gereğine göre kullanmaya dönüşen şecaattir. ALLAH Teâlâ, ashâb ı kirâmı vasıflandırarak şöyle buyurmuştur:

Kâfirlere karşı şiddetlidirler, aralarında merhametlidirler. (Feth/29)


Bu ilâhî hüküm, şiddet için bir yerin olduğuna, rahmet için de başka bir yerin olduğuna işarettir, Bu bakımdan her durumda şiddette kemâl olmadığı gibi, rahmette de kemâl yoktur. Aksine herbirinin yeri ayrı ayrıdır. İşte bu, ahlâkın güzelliğinin ve çirkinliğinin beyanıdır. Rükûnların, meyve ve dallarının bahsidir.


Saat: 16:54

lisanslı Powered by vBulletin®
Copyright ©2000-2026, Jelsoft Enterprises Ltd.

SonForum.org 2007-2025