![]() |
Kayışzade Hafız Osman daha hayatta iken yazıları aranan, bedestende yapılan artırmalı satışlarda çok rağbet gören hatların sahibi idi. O’nun her yazısı yüksek fiyatlara satılıyordu. Bir gün Beşiktaş’tan bir dolmuş kayığa binip Üsküdar’a geçiyordu. Kayık iskeleye yanaşınca müşteriler paralarını çıkarıp vermeye başladılar. Hafız Osman üstünü arayıp para bulamayınca kayıkçıya döndü: -“Hemşeri, benim param yok, sana bir “Vav” yazıvereyim olmaz mı?” dedi. Kayıkçı homurdanarak: -“Paran yoktu da ne diye bindin kayığa? Senin yazacağın vavı ne yapayım ben?” dedi. –“Satarsın” dedi Hafız Osman ve hemen imzalı bir vav yazıp kayıkçıya uzattı. Günün birinde kayıkçının yolu Bedesten’e düştü. Baktı ki kargacık burgacık yazılar, karalamalar mezat edip duruluyor. Hatırlayıp cebinden vavı çıkardı, Tellal –“Hafız Osman Vav’ı...” dedikçe fiyat durmadan arttı. Kayıkçı hiç ummadığı kadar para kazanınca pek sevindi. Bir gün yine Hafız Osman’ı kayığına binmiş gören kayıkçı: -“Para istemez hoca, sen yine bir vav yazıver ban...” deyince Hafız Osman: -“Hemşeri, o vav her zaman yazılmaz, sen al paranı” diye cevap verir."Yukarıdaki anekdot, bir toplulukta anlatılıyormuş. Kayıkçıya geçiş ücreti yerine, alelacele çiziktirdiği bir VAV’ın sahaflarda bir kayık parası ettiği anlatılmış. O mecliste bulunan kulağı küpeli, Amerikanvâri giyimli bir genç; hayret ve şaşkınlığını şöyle ifade etmiş:-VAAAVVVVVVVVVV !!!!!!!!! ”-VAV ya ![]() __________________ __________________ |
[IMG]file:///C:/DOCUME%7E1/Aysegul1/LOCALS%7E1/Temp/moz-screenshot-1.png[/IMG]
![]() ![]() __________________ |
![]() ![]() __________________ |
![]() |
![]() Vav Vuslatıyla Yürüyen Sevgili… “ İş bu yazı, Kalem’in dirilişi ve Hz. Zekeriya Peygambere kanlı gözyaşları içinde yürüyüşünün yorumudur…” Ey Vav Vuslatıyla Yürüyen Sevgili, ‘Kün’ kaleminin ucundaki zerrelerle yazılmıştı kâinat... Galaksilerin kavislerinden, kelebeklerin kanatlarına kadar aynı mühür vurulmuştu;’Vav’ Sen, kalbinin gözbebeğinden, göğün göğsüne bir elif misali çekilen servi endamlı Hak peygamberi... Süleyman Mabedi'nin güvercin bakışlı küçük hizmetkârına ‘Hu’yu okutan ak saçlı muallimi… Su üzerine ak elleri değmeden yazı yazan sevgili... Sen dururdun; kalemler senin ‘vav’ vuslatınla yürürdü… Ey Vav Vuslatıyla Kelimelere Yürüyen Sevgili, Eylül’ün kırdığı bir gül gibiyim... Eylül’ün kırdığı bir dal kalem… Kırık bir kalbin çatlak yakaza tüpünden sızan ilhamla kokunu duyuyorum Celile sokaklarından... Taş kapın sessizce aralanıyor ve sessizce kapanıyor sonra… Süleyman Mabedi’nin merdivenlerinden inişini, ayak seslerini duyuyorum, elinde asan… Yüreğindeki sıkıntıyı, Meryem’in o ürkek yorgunluğunu, Kudüs’ün karanlık göğüne akan ruhunun telaşlı sancısını hissediyorum… Bizim de sancılarımız var… Bizim de kalemlerimiz var... Yazarız, çizeriz karagülleri, ak gülleri… Biliriz kıssalarından Hz. Hacer’i, Hz. İsmail’i ve Hz. İbrahim’i… Biliriz de, Ortadoğu’nun kan kokan çöllerine kalemlerimiz yürür sevgili, biz gidemeyiz!.. Oysa sen Mesih’in sesini, beşikteki sözlerinden bile önce, Meryem’in gözlerindeki o ıssızlıktan dinlemiştin. Sonra, Meryem’e inen sofralara, Yahya’yı müjdeleyen mihraba ve sana; "Sadece kalemlerimiz yürür sevgili, biz gelemeyiz!.." Ey Vav Vuslatıyla Aşka Yürüyen Sevgili, Sevgili, senin vuslatınla yürümüyor bizim kalemlerimiz. Aşkımız korumuyor bizi. Eksik, kaçak, korkak mı yaşıyoruz bilmem ki, birbirimizden bile gizli duygularımız… Yusuf’la kuyulara atılır, gömleğini Züleyha gibi kalbimizle yırtarız! İçimizde binlerce yüz olur Yusuf! Yaşadığımız hayat bize nasıl acımasız davrandıysa, biz de kendimize ve aşkımıza Züleyha’nın Yusuf’a davrandığı gibi davranırız. Yusuf gibi zindana attıklarımız bir gün gelir bizi bağışlar sanırız! Bilsen ne kadar suçluyuz bunun için, bilsen ne nasıl acı çekeriz. Aşklar sahiplerine, onların hikâyelerine benzer. Yusuf’un düştüğü derin kuyulara ve kopkoyu zindanlara; "Sadece kalemlerimiz yürür sevgili, biz gidemeyiz…" Ey Vav Vuslatıyla Ölüme Yürüyen Sevgili, Meğer ‘Vav’ vuslat kristaliymiş kalemlerimizin… Şimdi kelimelerimizin tesellisiz hüznünden anlıyoruz bunu. Ölüm vuslatsa ve hazırsak o büyük mahkemeye; üzerine acılarımızın gölgesi vuran, dava uğruna yazdığımız kalemlerimizle Hakk’a yürümek isteriz. Bir Ashab-ı Kehf gibi… Ölüm ki ah kar tanesi… Ölüm ki ah yalnızlık… Biz şehirden ayrılırken yanımızda götürdüğümüz; oturduğumuz çay bahçelerinden, yürüdüğümüz sokaklardan, ıslandığımız yağmurun damlalarından topladığımız ilhamlardır... Vitrinlerde unuttuğumuz bakışlarımız ve hiç tanımadığımız bir sevgilinin su yeşili gözlerindeki mısralarımızdır... Arkada bıraktığımız kitaplarda Ashabı-ı Kehf gibi mağaralara biz değil; "Yalnızca kalemlerimiz yürür Sevgili" Biz gidemeyiz... Biz gidemeyiz... Yalnızca kalemlerimiz yürür... Yalnızca kalemlerimiz... Kalemlerimiz… Biz yürüyemeyiz… Biz çiğiz. Utanıyorum Sevgili... Ağlıyorum... Utanıyorum... Utanıyorum... Uzat ellerini... Uzat ak ellerini Sevgili, Koy mahzun başıma ki; Hz. Meryem mahcubiyeti ilkem olsun İşte susuşum, susmalarım bu uğurda Yazmak, beyazlar içinde bir yolculuk fakat Kurtulmalıyım hayatımı ören siyah ağlardan Beyazdan da beyazları giyerek Elimde bir beyaz gül Gönülden duanı almak için Celile sokaklarında Meryem gibi Koşayım nur kucağına... İsyansız, ağıtsız masumca Bir kaç damla göz yaşım düşsün Buruşuk akça ellerine Beni beyazlar içinde terbiye et Beyazlar içinde uğurla… Kalemim; sabahın ilk beyazı gibi Vav’ın vuslatına yürüsün Sevgili Vav'ın vuslatına yürüsün... |
Saat: 07:46 |
lisanslı Powered by vBulletin®
Copyright ©2000-2026, Jelsoft Enterprises Ltd.
SonForum.org 2007-2025