sonforum.org

Anasayfa Facebook Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   sonforum.org > EĞİTİM - ÖĞRETİM - KARİYER > SonForum Makale Arşivi > Diğer Dersler
Kayıt ol Google Üye Listesi Market Girişi


Yeni Konu aç  Cevapla
Seçenekler Stil
Okunmamış 01-11-2012, 14:09   #1
Kullanıcı Adı
denizci
Exclamation dünyadaki su sorunu ve nedeni

Siyasi bir kavram olarak karşımıza çıkan Orta Doğu’nun diğer birçok kavram gibi batı merkezli ve sübjektif bir kavramlaştırmanın eseri olduğunu ve Avrupa’yı dünyanın merkezi olarak ele alıp, diğer bölgelerin bu merkeze olan uzaklıklarına bakılarak “yakın”, “orta”, “uzak” şeklinde kategorize edildiğini görürüz. ile Yakındoğu

Orta Doğu coğrafyasının tarih boyunca hemen her açıdan bakıldığında önemli bir coğrafya olduğu görülmektedir. Orta Doğu dünyanın en önemli medeniyetlerine kaynaklık eden medeniyetin doğduğu yerdir. İlk yerleşim alanlarının ortaya çıktığı coğrafya Mezopotamya’dır. İlk devlet, ilk siyaset, ilk toplumlar, ilk askeri düzen, ilk buluşlar ve nehir eksenli ilk medeniyetlere örnek teşkil etmektedir. İlk yazılı hukuk belgeleri, tarım, ticaret ve şehircilik burada ortaya çıkmıştır. Medeniyet denildiğinde akla gelen en önemli unsurlardan biri de yazıdır ve yazının bulunduğu coğrafya da Orta Doğudur. İlk alfabe, ilk rakamlar ve ilk yazılı anlaşma* Orta Doğu coğrafyasının birer ürünüdür. Özetlemek gerekirse de tarih bu coğrafyada başlamış ve bu coğrafyada da yazılmaya başlanmıştır.

Petrol kaynaklarının büyük bir bölümünü barındıran coğrafya olması, çok önemli bir geçiş noktası olması, kutsal toprakların bulunduğu coğrafya olması ve önemli suyollarının bu coğrafyada yer alıyor olması bölgeyi dünya açısından çok önemli kılmaktadır. Bu da tüm dünyanın gözlerinin bu bölge üzerinde yoğunlaşmasına sebep olmaktadır.

Orta Doğu için, yukarıda belirttiğimiz nedenlerden ötürü, hem “kimsesiz” hem de “hısımı” çok olan antimonik (paradoksal) bir coğrafyadır ve tarih boyunca “Orta Doğu adına Orta Doğu için” söylemi bu hısımların mottosu haline gelmiştir, diyebiliriz. Bu kadar hısım akrabanın bu kimsesizin sahip olduğu mirasa göz koyması da Orta Doğu denilince akla sorunların gelmesine neden olmaktadır. “Küresel ve bölgesel seviyede de, Orta Doğu her an yüksek derecede ve geniş kapsamlı sorun potansiyeline sahip bir bölge olarak önümüze çıkıyor.” Bu Bölgedeki hemen her sorun için de “karışanı da karıştıranı da çoktur” dememiz uygun düşecektir.

Orta Doğu’da tarihten günümüze gelen sorunlara baktığımızda ise iktisadi anlamda öne çıkan üç sorun vardır;

* Kalkınma Sorunu
* Petrol Sorunu
* Su Sorunu

Dünyanın en önemli suyollarının bulunduğu coğrafya olması açısından büyük bir öneme sahip Orta Doğu için de su, çok büyük bir öneme sahiptir. “Su, hayat verir” sözü sanki bu bölge için söylenmiş olup, bölge ulusları için –insan için de olduğu gibi- tabiri caizse bir nimet niteliğindedir ve yaşamak için olmazsa olmazdır. Temizliğin temel simgesi bölgeyi “pisletmiş”, o “köprülerin altından çok sular geçmişse” de “içtikleri su ayrı gitmeyen” Orta Doğu Halkları şimdilerde, su için birbirlerini “bir kaşık suda boğacak” hale gelmişlerdir. Dinler ve ideolojiler gibi su meselesi de halk yığınlarını ayaklandırabilir. Sınır aşan sular da bölge için canlı bomba niteliğinde olan potansiyel bir sorundur.

B. SU SORUNU

Günümüzde sürekli büyüyen nüfus, su kullanımının her geçen gün artması ve iklim değişikliği gibi nedenlerden dolayı mevcut ve sabit su kaynaklarının ihtiyaçları karşılayamayacak hale gelmesi üzerine akarsuları paylaşan devletlerarasında yaşanan soruna su sorunu denilmektedir. Genellikle iki veya daha fazla devletin topraklarından geçen akarsular (bir diğer deyişle sınır aşan sular) üzerinde yaşanır.[3] Bu durumu, dünya üzerinde zaten az olan su kaynaklarının, küresel ısınma nedeniyle daha da zayıfladığı ve ülkeler arasında çatışmalara neden olabileceği şeklinde açıklamak da mümkündür.

Orta Doğu da yukarıda belirttiğimiz nedenlerden ötürü sorunu en fazla yaşayan coğrafyaların başında gelmektedir. Çok önemli suyollarının bulunduğu bir coğrafya olmasının yanında mevcut ve sabit tatlı su kaynaklarının dağılımının dengeli olmaması suya muhtaç ülkeler için yakın vadede çok önemli bir sorun oluşturmaktadır.

Orta Doğu’da su sorunları 1. Dünya Savaşı’ndan yani Osmanlı Devletinin yıkılışından sonra küçük ve batıya bağlı ülkelerin ortaya çıkarılması ile 19. yüzyılın sonlarında ve özellikle de 20. yüzyılda başlamıştır. Merkezi otoritenin coğrafya üzerinde etkili olduğu, bir başka deyişle bölgedeki son istikrarlı dönemde var olmayan bu sorun Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra yani bölgeye hâkim yapının değişip, ulus-devletlerin türemeye başlamasıyla kendisini göstermiştir. Bölge de yeni oluşan sınırlarda nehirler temel alınmış ve böylece sorunun tohumları 20. yüzyıl başlarında atılmıştır.

Bilindiği gibi bölge, sanayileşmesini tamamlayamayan ve ekonomisi halen tarıma endeksli olan bir yapıya sahiptir. Geleneksel yöntemlerle yapılan tarım endüstriyel kullanımdan çok daha fazla su tüketimine neden olmaktadır. Bölgede Suriye[4], Irak[5], Ürdün[6], Mısır, Yemen gibi tarım kesiminin ağırlıklı olduğu ülkelere ek olarak tarih boyunca topraklarında tarım yapılmamış bulunan Suudi Arabistan gibi ülkeler de yüksek maliyetlere rağmen devletin petrol gelirlerinden kaynaklanan teşvikiyle sulu tarıma yönelmektedirler. Buradan da su sorununun artan talep ve “sorunlu ve sonlu” sulardan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bölge “susuz” devletleri de ihtiyaçları dolayısıyla çekinmeden “sululuk” yaparak ve dahası bölgede çıkarı olan küresel güçler de soruna müdahale ederek bölgedeki suyu çamura bulamaktadırlar. Bölgenin çetrefilli meselesini daha net ortaya koyabilmek için kavram ve tanımlama sorununu ele aldıktan sonra bölge akarsularının durum ve yapısına göz atmak gerekmektedir.

C. KAVRAM VE TANIMLAMA SORUNU

Türkiye'nin dâhil edildiği savaş senaryolarında sorunun temel dayanağını uluslararası su veya sınır aşan sular oluşturmaktadır. Her iki kavramı açıklamakta yarar vardır. Birincisi, iki farklı devletin topraklarında yer alıp, bu devletler arasında sınır oluşturan ve her iki ülke arasında paylaşıma tabi olan sulardır. İkincisi ise, bir devletin sınırları içinde doğarak, akan ve başka devletin sınırlarına geçip buralarda aktıktan sonra denize dökülen sulardır. Ancak son dönemlerde uluslararası su kavramı, sınır aşan su şeklinde kullanılmaya başlamıştır. Daha ziyade ulaşım amaçlı kullanım dışında sulama, içme ve enerji için kullanımı söz konusu olan, iki ya da fazla devlet arasında sınır oluşturan veya farklı ülkelerde doğup akan sulara sınır aşan su tabiri kullanımı yaygınlaşmıştır. Birleşmiş Milletler Teşkilatı Uluslararası Hukuk Komisyonu'nun hazırladığı ''Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlı Kullanımları Kanunu Hakkındaki Sözleşmesi'' tasarısı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda 1997 Mayıs'ında oylanarak kabul edilmiştir. Tasarı, sınır aşan veya sınır teşkil eden suların yer aldığı havzaları uluslararası suyolları olarak tanımlamaktadır. Böylece bir anlamda sulara kıyısı olan ülkeler dışında, söz konusu ülkelerle ekonomik anlaşmaları olan devletlerin de sularla ilgili görüşmelere katılmaları mümkün olacaktır. [7]

Ancak sorunun uluslararası hukuksuzluk halinin sona ermediği de bir gerçek olarak gözümüze çarpmaktadır. İdealde var olan ancak gerçekte henüz oluşturulmamış olan uluslarüstü bir otoritenin bulunmaması her ülkenin karşılıklı güvensizlik içerisinde kendi su stratejilerini geliştirmesine sebep olmaktadır. Uluslararası hukukta söz konusu suların kesin bir tanımı dahi bulunmamaktadır. Bu nedenle her devlet kendi çıkarına göre bir tanımlama yapmıştır. Sınır aşan akarsuların geliştirilmesi hususunda, su hukuku açısından tavsiye kararından öteye gidemeyen ve birbirleri ile tezat oluşturabilen dört yaklaşım söz konusu olmuştur;[8]

* Mutlak Ülke Egemenliği Doktrini
* Doğal Durumun Bütünlüğü Doktrini
* Sınır aşan Suların Adil Kullanımı Doktrini
* Ön Kullanım Üstünlüğü Doktrini

Orta Doğu’da sorunlu olabilecek altı tane uluslararası nehir bulunmaktadır. Bunlar; Nil, Ürdün, Litani, Asi, Dicle ve Fırat nehirleridir. Bu nehirleri kısaca inceledikten sonra sorunu Türkiye açısından ele almaya başlayabiliriz.

D. ORTA DOĞU’DAKİ SORUNLU ÇOK ULUSLU SULAR

FIRAT: Fırat ırmağı Doğu Anadolu ve Toroslar kaynaklı Karasu ve Murat suyu tarafından doğrulmakta, daha sonra Anadolu’dan Peri suyu, Pülümür çayı, Eskiköprü çayı, Tohma çayı ve Munzur ile desteklenmektedir. Suriye’den Fırat’a katılan Balik ve Habur ırmaklarının da Türkiye’den doğduğu göz önüne alınırsa Fırat’ın %98 oranında Türkiye kaynaklı olduğu söylenebilir. Fırat Basra Körfezi’ne dökülmeden 110 kilometre önce Dicle ile birleşerek Şatt-ül Arap suyolunu oluşturuyor. Fırat yıl boyunca oldukça düzensiz akan bir ırmaktır. Baharda artan suları yazın ve sonbaharda cılızlaşmaktadır.

DİCLE: Dicle’nin Fırat’tan farkı Dicle’ye Anadolu’dan sonra İran ve Irak’tan önemli ırmakların katılmasıdır. Dicle’yi oluşturan kollar, Berkilin çayı, Batman çayı, Bitlis çayı, Ilısu, Botan çayı, Garzan çayı olarak sayılabilir. Dicle’nin akışında da Fırat gibi mevsimsel düzensizlikler gözlenmektedir.

ASİ: Asi nehri Lübnan’da Bekaa vadisinden doğmakta, Suriye’yi geçtikten sonra Hatay’dan denize dökülmektedir. Sularının büyük çoğunluğu Suriye tarafından kullanılan Asi nehrinden Türkiye ancak %2’lik kendi topraklarından kaynaklanan oran kadar yararlanmaktadır.

ÜRDÜN (ŞERİA): Ürdün nehri havzası İsrail-Suriye-Ürdün arasındaki sınır bölgesinde yer almaktadır. Ürdün nehri Fırat ve Dicle ile karşılaştırıldığında oldukça küçük kalmakla birlikte, doğduğu ve aktığı yol boyunca siyasi tansiyonun yüksek olduğu bölgelerden geçtiği için sularının kontrolü konusu yakın tarihe kadar çeşitli silahlı çatışmalara neden olmuştur.

NİL: Nil ırmağı kollarıyla birlikte dünyanın en uzun ırmağı durumundadır. Afrika kıtası boyunca tam dokuz ülkeye yayılmıştır. Sudan, Etiyopya, Uganda, Tanzanya, Mısır gibi ülkelerden geçen Nil havzasındaki en büyük sulanabilir topraklara sahip olan ülke, ırmağa hiçbir katkısı olmayan Mısır’dır. Mısır kendisi için tarih boyunca yaşamsal öneme sahip olan Nil sularının regülâsyonu* için ırmak üzerine Asuvan barajını inşa etmiştir.

LİTANİ: Litani ırmağı ise uluslararası nehir statüsünde değildir, Lübnan topraklarında doğup gene aynı ülkenin İsrail[9] sınırı yakınlarında denize dökülmektedir. Buna karşın yüksek sayılabilecek su potansiyeli ile İsrail tarafından bölgedeki su sıkıntısına çözüm olarak gündeme getirilmektedir. İsrail, 1982’deki Güney Lübnan işgalinden sonra nehrin aşağı kısmını kontrolü altına almıştır. Golan Tepeleri krizi de hali hazırda gergin olan İsrail ile Lübnan arasındaki krizi tırmandırmaktadır.

E. TÜRKİYE’NİN ORTA DOĞU’DAKİ SINIR AŞAN SULARI SORUNSALI

İlköğretim ikinci sınıfta öğrendiğimiz, hayatımızın geri kalan bölümü boyunca da temel savlarımızdan olan ve afyonumsu bir etki yaratan iki tanı vardır; Bunlardan birincisinde, “Türkiye’nin dört tarafı cennet ve bolluk içinde, her ürünü üretebilen kendisine yeter (daha da ileri gitme hatasını işlersek dışa bağımsız) bir ülkedir. İkinci ve bizi asıl ilgilendireninde ise; “Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili coğrafyasında, içinden binlerce suyun aktığı bir toprak parçasına sahip bir ülkedir”. Bu tanı ışığında hepimiz Türkiye’nin su zengini bir ülke olduğunu, tabiri caizse su bolluğu içinde yüzdüğümüzü düşünürüz. Fakat Türkiye diğer pek çok konuda, bir başka deyişle de diğer pek çok fakirlikte olduğu gibi “Su Fakirliği” yönünden de Orta Doğu ile ortak bir kaderi paylaşmaktadır. Belirttiğimiz üzere Türkiye'nin su zengini bir ülke olduğuna dair afyonun da etkisiyle yaygın bir inanç vardır. Ancak dünyada su zengini sayılan ülkelerle karşılaştırıldığında böyle olmadığı açıkça görülmektedir. Su zengini bir ülkede kişi başına yıllık su tüketimi ortalama 10.000 m3 olarak kabul edilmektedir. Türkiye'de ise bu miktar 1430 m3 civarındadır.[10]

Türkiye’nin Orta Doğu’daki Su Sorunu deyince de 3 rakamı önem kazanmaktadır. Soruna doğrudan konu 3 ırmak, soruna doğrudan taraf 3 ülke ve soruna doğrudan yaklaşımda da soruna taraf olan 3 ülkenin 3 farklı tezi vardır. Asi, Fırat ve Dicle su havzaları soruna konu olan nehirlerdir. Asi’de Türkiye, Suriye ve Lübnan ile sorun yaşarken Fırat ve Dicle’de soruna ortak olarak Türkiye, Suriye ve Irak karşımıza çıkmaktadır.

Asi Nehri, Asi havzasının toplam 2,8 milyar m³/yıl civarındaki su potansiyelinin 0,3 milyar m³/yıl kadarı Lübnan'dan, 1,2 milyar m³/yıl kadarı Suriye'den gelmekte; Türkiye'den ise, 0,2 milyar m³/yıl Afrin'den Suriye geçen sular dâhil olmak üzere, 7.796 km² alandan 1,3 milyar m³/yıl kadarı kaynaklanmaktadır.[11]

Bilindiği üzere Suriye, Hatay ilini kendi topraklarından saymakta ve dolayısıyla Asi Irmağı’nı da kendi ulusal suyu olarak görmektedir. Bu yüzden Türkiye’nin bu sudan yararlanamaması için yazın azaldığı için kestiği suyu, kimyasal atıklarla da kirleterek, suyu Türkiye açısından kullanılamaz hale getirmektedir.[12] Asi Irmağı’nın Türkiye açısından önemi büyük olmasına ve sorunun tartışılmaya açık birçok yönü olmasına rağmen, Suriye suların kullanımını görüşmeye yanaşmamaktadır. Böylece bölge topraklarının sulanması açısından Asi suyunu talep eden ve talebine karşılık bulamayan Türkiye’nin omuzlarına büyük bir ek külfet yüklenmekte, bölge tarımı Suriye’nin bu tutumundan dolayı zarar görmektedir. Siyasi arenada çeşitli nedenlerle gerilebilme potansiyeline sahip Türkiye-Suriye ilişkileri önümüzdeki yıllarda Su meselesi ile de gerilmeye oldukça müsait bir yapıdadır.

Fırat ve Dicle Nehirlerinin yol açtığı kriz ise bu nehirlerin taşıdığı su miktarının Asi’den çok daha fazla olması nedeni ile kat be kat daha büyüktür.

Türkiye-Suriye ve Irak arasında sınır aşan suları kapsayan ilk uluslararası anlaşma, Lozan Anlaşmasıdır. Anlaşmanın 109. Maddesinde, anlaşmanın imzalandığı tarihte yeni bir hudut çizilmesi yüzünden bir devletin su sistemi diğer bir devletin ülkesinde yapılacak işlere bağlı kaldığı veya bir devletin ülkesinde, harpten önceki teamül gereğince diğer bir devletin ülkesinde bulunan sular veya su kuvveti kullandığı takdirde, ilgili devletlerarasında birbirinin menfaatlerini ve müktesep haklarını muhafaza edecek bir anlaşma yapılması belirtilmektedir. Ancak bugüne kadar böyle bir anlaşma imzalanmamıştır.[13] 1946 yılında imzalanan Türk-Irak Dostluk Anlaşmasının 1 No.lu protokolünde Fırat ve Dicle nehirleri ile kolları sularının düzene konması için Türkiye tarafından yapılacak tesislerin her iki ülkenin yararına olacağı kabul edilmekte, Türkiye’nin inşa edeceği tesislerden Irak’ı haberdar etmesi gereği belirtilmektedir.[14]

Ancak bu durum Türkiye’nin Fırat üzerine yapmaya karar verdiği Keban Barajı’nın inşasına kadar uzanmaktadır. Bu tarihe kadar Türkiye’nin Fırat ve Dicle üzerine yapılmış herhangi bir tesisi yoktur. Keban’dan sonra Türkiye’de Fırat ve Dicle üzerinde toplam 21 baraj ve 19 hidroelektrik santralini kapsayan GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) gündeme geldi. Irak ve Suriye suyun miktarının azalacağı ve sulama sularının drenajı nedeniyle kalitesinin düşeceği gerekçesiyle projeye karşı çıktılar ve sorunu Arap Birliği Zirvesi gibi uluslararası platformlara taşıdılar.[15] Türkiye’nin konumu gereği Mutlak Egemenlik görüşünü savunuyor olması ile patlak veren sorunda ülkelerin taleplerinin sorunu oluşturan temel etmen olduğu görülmektedir. Buna karşın yukarıdaki tabloda görülmektedir ki, Türkiye kendi topraklarından doğan ve kullanımın hakkına sahip olduğu ırmaklardan potansiyelinin çok daha altında bir talep sunmaktadır. Bu noktada GAP bütünüyle tamamlandığında Dicle Sularının Türkiye’den doğan kısmının %65’inin, Fırat Sularının ise Türkiye’den doğan kısmının %40’ının mansap[16] ülkelere akmaya devam edeceği de göz ardı edilmemelidir. Türkiye’nin GAP dolayısıyla kuracağı tesisler nedeniyle suların kirleneceği, tuzlanacağı ve kalitesinin düşeceğini savunan mansap ülkeler, Suriye ve Irak bu konuda çeşitli ve çıkarları eksenli tezler ortaya koymaktadırlar. Bu durum zaten “sorunlu ve kirli” olan uluslararası politika açısından normal bir davranış olarak görülebilinir. Bu noktada Türkiye, Suriye ve Irak arasında gelecekte daha büyük sorunlara gebe olan hususun çözümüne yönelik, tabiri caizse; bir kap pilavda onlarca kaşığın olduğu görülmektedir. Sorunsalın devletleri rolünü üstlenen Suriye, Irak ve Türkiye’nin ise öne attıkları tezler de çıkarlarının gereğini yerine getirdiklerini görmekteyiz.

Suriye’nin sorunda, sınır aşan sular yerine uluslararası sular kavramlaştırmasını tercih ettiğini görmekteyiz. Yani Suriye, suların dağılımının üç ülke arasında eşit olması gerektiğini kendisine sav etmiş durumdadır. Asi nehri için tartışmaya açmadığı konuyu Fırat ve Dicle’de tartışılabilinir bulmaktadır. Türkiye’nin su meselesinde, zaman zaman suyu kesme tehdidinde bulunduğunu da öne sürerek, sorunun uluslararası arenada çözümlenmesinden yana bir tavır ortaya koymaktadır.

Irak bu konuda kazanılmış bir takım haklarının olduğuna dair bir tez savunmakla birlikte, tezini savunurken de bu iki ırmağının binlerce yıldır Mezopotamya halklarının yaşam kaynağı olageldiğini ve bu nedenle de sulardan talep ettiği miktarın kendisine verilen tarihsel bir hak olduğunu ileri sürmektedir.

Suriye ve Irak’ın bu konuyla ilgili olarak ortak bir tutum içinde olduklarını söylemek mümkündür. İki ülke de “ortak paylaşım hakkı” savına vurgu yaparak Türkiye’nin bu suları sınır aşan sular statüsünde ele alamayacağını ifade etmektedirler. Türkiye ile imzaladıkları protokollerin işlevsiz kaldığını ve yeni bir düzenlemenin yapılması gerektiğine inanmaktadırlar.

Türkiye ise sorunun çözümüne yönelik bölge devletleri gibi çıkarı göz etse de bir nebze daha barışçıl bir çözüm arayışında görünmektedir. Türkiye’nin çözüme dair yaptığı önerilerin başında sorunun uluslararası çapta, yani küresel bağlamda değil bölgesel, yani soruna taraf ülkeler arasında çözülmesi gereği gelmektedir. Sorun, Irak ve Suriye’nin talebinin aksine sadece Fırat ve Dicle ele alınarak değil, tarafları bağlayan bütün su kaynakları hesaba katılarak çözümlenmelidir. Dicle için ayrı, Fırat için ayrı çözüm politikaları geliştirilemezdir. Bunun nedeni de gerektiğinde bu nehirlerden birbirine su transferi yapılabilinecek olmasıdır. Son olarak da Türkiye, bir komite kurularak, tarafları bağlayan su sorunsalın çözümüne yönelik “Üç Aşamalı Plan” dâhilinde çalışılmaya başlanmasını savunmaktadır. 1984’te ortaya atılan bu plana göre havza ülkeleri hidrojeoloji uzmanları ile ilk aşamada havzanın hidrolojik verilerini çıkartacak, genellikle birbirinden çok farklı olan veriler böylece bir paralellik kazanacaktır. İkinci aşamada, havzanın toprak envanteri (dökümü) çıkarılacak; üçüncü ve son aşamada ise, elde edilen bu bilgilerin doğrultusunda su verimliliğini en üst düzeye çıkaracak şekilde su kaynaklarının kullanımına çalışılacaktır.[17] Soruna taraf ülkelerin, çıkara endeksli realist politikalar üretmelerinin yanında küçük çapta da olsa barışçıl çözüm arayışları da göze çarpmaktadır.

F. TÜRKİYE’NİN “KANTÇI” ÇÖZÜM ARAYIŞLARI VE SONUÇ

Türkiye de dâhil bölge devletlerinin su sorununa dair çıkara dayalı politikalar gütmelerinin bir çözüm ya da uzlaşma getirmemesi üzerine Türkiye’nin bazı dönemlerde Suriye ve Irak’a zeytin dalı uzattığını görmekteyiz. Türkiye’nin Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın gündeme getirdiği “Barış Suyu”[18] Projesi de uzatılan ilk zeytin dalıdır. Orta Doğu’daki su sıkıntısını önemli ölçüde gidermesi mümkün olabilecek bu proje daha çok siyasi sebeplerle ve tahmin edilebileceği gibi küresel güçlerin bölgede aktif bir gücünün olmasından ötürü Arap ülkelerinden gerekli ilgiyi görmeyerek hayata geçirilememiş ancak yine de Bölge için bir umut ışığı olmaya devam etmekteyse de 1986 yılında girişilen bu projeye göre Ceyhan ve Seyhan nehirlerinden ihtiyaç fazlası suların Arap ülkelerine ihracı söz konusu olacakken, 2007’ye gelindiğinde bu suların ihtiyaç fazlası halinin ortadan kalktığını görmekteyiz. Zira birbirleriyle sorunları olan ve taşıma suyla değirmenin dönmeyeceğini bilen bu devletler diğer konumunda olan bir devletin toprağından geçen bir suya bağımlı olmak istemeyecektirler. Sonuç olarak bu proje teknik açıdan yapılabilir olsa da siyasi (istikrar ve barış ortamının sağlanamaması) ve ekonomik (maliyetin deniz suyunun arıtılarak kullanılmasına nazaran az ancak yine de külfetli olması) açılardan an itibariyle neredeyse olanaksızdır diyebiliriz.

Türkiye’nin ikinci zeytin dalını da Süleyman Demirel’in fikir babası[19] olduğu Manavgat Suyu Projesiyle uzattığını görmekteyiz. Bu projeye göre ile Manavgat Çayı'nın sularının bir kısmı Akdeniz Belen mevkiinde toplanarak tankerler veya ''dev plastik galonlarla (torbalarla)'' Orta Doğu ülkelerine gönderilmesi öngörülmektedir. Günde 4 milyon m3 lük suyu denize dökülen Manavgat Çayı sularının 500.000 m3 lük kısmı depolanarak yarısı tarımda kullanılırken, diğer yarısı içme suyu olarak kullanılmak üzere deniz üzerinde yapılacak iki platformda depolanacak ve dağıtılacaktı.[20] Gelinen son noktada Türkiye, İsrail'e tankerlerle yılda 50 milyon dolarlık su satacak. Taşıma bedeli de dâhil olmak üzere, suyun metreküpü 1 dolara gelecektir.[21]

Projeye alternatif olarak sunulan ''Küçük Barış Suyu'' projesinin mimarı John Kolars'tır. Buna göre yine Ceyhan ve Seyhan gibi Türkiye'nin güneyinde bulunan Göksu ve Manavgat sularının Ürdün'e kadar taşınması öngörülmektedir. ''Küçük Barış Suyu Projesi''nin ikinci alternatifi ise suyun boru hattı ile Suriye'ye ulaştırılması, Suriye'nin ise Yarmuk Nehri'nin sularını kullanmayıp Taberiye Gölü'ne akıtması, buradan İsrail'e ya da Golan Tepeleri'ne kadar uzanacak bir su bankası kurarak Suriye, Ürdün, Filistin ve İsrail'in su ihtiyacını karşılamaktır. Barış suyu projesi Türkiye'ye nüfuz kazandıracağı ayrıca İsrail'in de faydalanması söz konusu olduğundan dolayı Suriye ve diğer bölge ülkelerince kabul görmemiştir. Ürdün ise Manavgat Suyu'nu sembolik bir fiyatla hatta bedava istemekte Türkiye haklı olarak buna yanaşmamaktadır. [22]

Bölgede ne ile ilgili olduğu fark etmeksizin bir sorunda veya alınacak kararlarda, uygulanabilinecek politikalarda, bölge üzerinde nüfuzlu olan küresel güçlerin onayı alınması gerektiğinden ülkeler bağımsız hareket edememektedirler.

“Kendi aklını kullanma cesaretini göster…”

İmmanuel KANT

Bu açıdan çözüm olarak; devletler sınır aşan su politikasında bilimsel ve objektif ölçülerde tutarlılığını sürdürürken, ABD, İsrail ve AB'nin su stratejilerini, iyi analiz ederek kendi stratejilerini çizmek zorundadırlar. Bir başka deyişle bölge devletleri kendi gerçekliklerini görüp, kendi akıllarını kullanma cesaretini –hadlerini de bilerek– göstermelidirler. “Değerler” Coğrafyasında “Çıkarların” savaşına dönüşebilecek bir manzara ortada durmaktayken bölge halklarının “içtikleri suda fırtına kopması” an meselesi gibi gözüküyor. “Su testisi suyolunda kırılır”, ancak burada, yani Orta Doğu söz konusu olduğunda kırılması olası testi bir casus bellidir, savaş nedenidir, silah kuşandırandır. Kavganın pınarı “sudan sebepli” olabilir ancak kuşanılması muhtemel silahlar da asla ama asla su tabancaları olmayacaktır.

Türkiye, bölgedeki su sorununa yaklaşımı konusunda iyi niyeti elden bırakmayarak, konuyu iyice sulandırmamalıyken, konuda Türkiye’ye en tepkisel ve söylemde; “gerçekler yalan, politikalar gerçek” mottosundaki ısrarcı tutumundan vazgeçmeli, Asi’ye bırakın dokunmayı, konuşmaya kalkana olurum ben de “asi” nidalarını terk etmeli, Irak ise kendisine temeli sağlam, sürü psikolojisinden ya da çoban güdümünden uzak politikalar belirlemelidir. “Su uyur, düşman uyumaz” sözünü aklımıza tabiri caizse zorla getiren küresel ve kapitalizmin bekçisi egemen güçler[23] ise ateşe körükle değil de su ile giderlerse eğer “su gibi azizdirler”. Yok, öte türlü davranarak, yani “pişmiş aşa su katarak” hareket ederlerse de “Suyu bulandırmış” olurlar.

Son olarak, bölgede sorunu çözmek için kantçı (değere vurgu yapan) bir tutuma vurgu yapmak gereklidir ki, orta da olsa ortada da olsa yine de çok değerli doğu değerine sahip olan bir coğrafyadan söz etmekteyiz. Pek değerli bir sudan pek değersiz bir sorun elde etmek ancak ve ancak sidik yarışından kaynaklanabilir ve bölge devletlerinin gerçekliklerini bulmaları durumunda “taşı sıkıp suyunu çıkartacak” güçleri de vardır. Bildiğiniz üzere esaslıları ortaçağda yapılan meydan savaşlarında suyu ele geçiren savaşı büyük ölçüde kazanırdı. Eğer bölge de kendi öz suyunun kontrolünü elinde tutabilirse ve kendi sorunsalıyla yüzleşip, çözümünü de yine kendisi üretirse “saman altından su yürütmeye” çalışanlara da büyük bir gözdağı vermiş olur.

“Citius Altius Fortius…”

"Daha hızlı, Daha yüksek, Daha güçlü…"

Olimpiyat Sloganını oluşturan üç Latince sözcük!

Orta Doğu gibi zengin ancak bir o kadar da fakir bir coğrafya için en temel ilke söz daima “Daha hızlı, Daha yüksek, Daha güçlü…” olmalıdır ki Libya’nın tek başına 27 milyar Dolar harcayarak, çoğu kısmı Fizan çöllerinde yer alan 1900 km mesafeye 4 metre çapında çift boru hattı ile dünyanın en büyük suni nehrini inşa etmeyi başardığı bir bölgede, Libya’dan “Daha hızlı, Daha yüksek, Daha güçlü…” yaklaşık dokuz/on ülke, Libya’nın başardığından çok daha iyisini gerçekleştirebilecektir.

Kabil’in Habil’i öldürmesiyle kardeşkanına bulanarak lanetlendiğine inanılan bu topraklarda, dökülen kardeşkanını, paylaşılan su paklayabilir mi bilinmez ancak, bölge devletleri “suyu görmeden paçayı sıvamamalı”, “aralarından su sızdırmamalı” ve hali hazırda “su akarken de testiyi doldurmalı…”

Özge Furtuna

YARARLANILAN KAYNAKLAR

1. Stradigma E-Dergisi
2. TOMANBAY, Mehmet, Dünya Su Bütçesi ve Orta Doğu Gerçeği, Gazi Kitabevi, Ankara, 1998
3. ŞEN, Zekai, SIRDAŞ, Sevinç, Orta Doğu’da Su Meselesi ve Türkiye Bildiri Kitabı, Su Vakfı Yayınları, İstanbul, 2004
4. SÖNMEZOĞLU, Faruk, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Der Yayınları, İstanbul, 2005
5. VURMAY H. Miray, Orta Doğu Araştırmaları Masası, Makaleler, Türkiye Ulusal Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi, Eylül 2004.
6. İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Haber Bülteni, Şubat 2004
7. http://tr.wikipedia.org/wiki/Vikipedi
8. www.suvakfi.org.tr
9. www.dsi.gov.tr
10. www.wwf.org.tr/
11. www.dunyasugunu.org
12. http://www.radikal.com.tr/haber
[1] Uzak Doğu tanımı, Dünya Savaşları'ndan önce İngilizlerin Hindistan'daki topraklarına işaret etmekteydi. Ancak Dünya Savaşları'yla bölge ülkelerine verilen genel isim halini almıştır. Kavramın temelinde Avrupa kıtasının merkez olarak kabul edilmesi yatmaktadır. Avrupalılar, Dünya savaşları dönemi başta olmak üzere, kendilerinin doğusunda yer alan Osmanlı İmparatorluğu’na Yakın Doğu, Güney ve Orta Asya'daki topraklara Orta Doğu ve daha uzakta kalan alanlar için de Uzak Doğu kavramını kullanmışlardır.
[2] 20. yüzyılın başlarına kadar Fransızlar Osmanlı toprakları için Yakın Doğu kavramını icat etmişlerdir. Bu kavram Osmanlının başladığı yerde başlar, fakat nerede bittiği tam olarak belirlenmemiştir.

* Kadeş Anlaşması.
[3] "Su sorunu." Wikipedia, Özgür Ansiklopedi. 24 Kas 2007, 11.02.
[4] Suriye, kullandığı tatlı su miktarının yüzde 80'ini, elektrik enerjisinin de yüzde 60'tan fazlasını Fırat'tan sağlıyor. Sovyet mali ve teknolojik desteğiyle 1974’de hizmete giren, Suriye'nin en büyük barajı, 8 türbini Tabka, Fırat üzerinde. (Su Vakfı)

[5] Irak'ta kişi başına düşen su miktarı Türkiye ve Suriye'den fazla ancak 15–20 yıl sonra bu miktar, 'daha hızlı bir şekilde' ve yüzde 50 oranında azalacak. Irak'ın mevcut planları bile, Dicle'nin tamamını; Fırat'ın ise yüzde 43'ünü kullanmayı öngörüyor. (Su Vakfı)

[6] Ürdün, Ürdün Nehri'nin kıyıdaşı olmasına rağmen, su fakiri bir ülkedir. Yıllık 870 milyon m³'lük suyuna karşılık, 1,1 milyar m³ su tüketiyor. Ülkede 2 büyük baraj var. Ürdün 2000'li yıllarda su açığını kapatabilmek için, yarı yarıya su kaybettiren Amman şehir şebekesini yenilemek; yılda 200 milyon m³ su kazandırmak üzere, kullanılmış atık suyu yeniden temizlemek ve deniz suyunu arıtarak kullanmak gibi çeşitli projeler peşinde. (Su Vakfı)

[7] Zülal KELEŞ, Türkiye'nin Sınırları Aşan Sular Sorunu Tarihçesi ve Soruna Yaklaşımı, Stradigma E-Dergisi, Temmuz 2003 (İlgili paragraf Cumhuriyet, 01.05.1997 sayısından alıntılanmış)

[8] H.Miray VURMAY, Orta Doğu’da Alevlenen Sular, Tusam, Orta Doğu Araştırmaları Masası, Eylül 2004, http://www.tusam.net/makaleler

* Yönetmelik, tüzük.

[9] Bölgede en büyük su stresi yaşayan ülkelerden biri olan İsrail, bunun bilinciyle dünyanın en modern su tekniklerini kullanıyor. Toprak altından damlama metodu ile çölün ortasında çok parlak sonuçlar alıyor, yaz-kış Avrupa'ya taze sebze meyve ve çiçek ihraç ediyor ve bu özelliğiyle Avrupa'nın 'sera'sı olarak niteleniyor. Ancak bunda, işgal altında tuttuğu Filistin topraklarının su kaynaklarını adaletsizce kullanmasının önemli rolü var. Filistinliler, İsrail'in kaynakların yüzde 90'ını kullandığını, kendilerinin ancak yüzde 10 kadarından faydalanabildiğini belirtiyor. Bir İsrailli’nin su tüketimi 375 m³. İşgal altındaki topraklardaki İsrailliler bu bakımdan daha şanslı; onlar 640 ila 1.480 m³ su kullanabiliyor. Buna karşılık bir Filistinlinin kullandığı su miktarı 107 m³. (Su Vakfı)
[10] http://www.wwf.org.tr/wwf-tuerkiye-h.../su-kaynaklari
[11]Ünal ÖZİŞ, Ferhat TÜRKMAN, Türkay BARAN, Yalçın ÖZDEMİR, Yıldırım DALKILIÇ, Güneydoğu Anadolu Projesi ve Su Siyaseti, İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Haber Bülteni, Şubat 2004, Sayı:115, ss: 34–41, s: 37, http://www.imoizmir.org.tr/dosyalar/...cerik/d115.pdf
[12] Zülal KELEŞ, Türkiye'nin Sınırları Aşan Sular Sorunu Tarihçesi ve Soruna Yaklaşımı, Stradigma E-Dergisi, Temmuz 2003
[13] İsmail Kapan, Büyük Orta Doğu Kavramı ve Bölgemizde Su Meselesi, 2004, Erişim tarihi: 15 Ekim 2007,www.dunyasugunu.org/2004/ismail_kapan.doc
[14] Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Der Yayınları, İstanbul, 2005, s:608.
[15] Ünal ÖZİŞ, Türkay BARAN, Türkiye'nin Sınır - Aşan Sularının Su Hukuku ve Su Siyaseti Açısından Durumu, Erişim Tarihi: 15 Ekim 2007, http://www.afyontarim.gov.tr/su/suurunleri/turkiye2.htm
[16] Bir ırmağın denize veya başka bir ırmağa döküldüğü veya kavuştuğu yer, ırmak ağzı, kavşak, munsap. Bir başka deyişle de akarsuyun, akarsu üzerine kurulan tesislerden sonraki kısmına verilen addır.
[17] H.Miray VURMAY, Orta Doğu’da Alevlenen Sular, Tusam, Orta Doğu Araştırmaları Masası, Eylül 2004, http://www.tusam.net/makaleler
[18] Türkiye, bu projenin her şeyden önce Orta Doğu’daki siyasi istikrara katkıda bulunacağı görüşündedir. Dokuz ülkeye yarar sağlayacak olan bu proje, söz konusu ülkelerin aralarındaki sürekli işbirliğinin unsurlarından biri olacaktır. Proje gerçekleştirildikten sonra, taraf ülkelerden hiçbirinin bu kadar çok yanlı yarar sağlayan bir işbirliğini zorlaştıracak tutum içine girmesi beklenemez. Projeye “Barış Suyu” Hattı ismi verilmesinin sebebi de esasen budur. Yani Özalizm formatında gerçekleştirilmesi amaçlanan bu proje beklendiği üzere neo-fonksiyonal bir yapıdadır.
[19] 1955 yılında Devlet Su İşleri Genel Müdürü olarak görev yapmıştır.
[20] Mehmet TOMANBAY, Dünya Su Bütçesi ve Orta Doğu Gerçeği, Ankara 1998, s: 126–127
[21] http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=89797
[22] Zülal KELEŞ, Türkiye'nin Sınırları Aşan Sular Sorunu Tarihçesi ve Soruna Yaklaşımı, Stradigma E-Dergisi, Temmuz 2003, (İlgili Paragraf için alıntı; Ali SİRMEN, Orta Doğu'da Su Sorunu, Cumhuriyet, 10.03.2000)
[23] Bu kapitalizm bekçisi egemen güçlerin yan etkilerinden en barizi de insanı aynı anda hem uyutup hem de paranoyak ya da şüpheci yapabilmesidir.
denizci isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Sonforum'un önerileri

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz aktif değil dir.

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı


Saat: 16:32


lisanslı Powered by vBulletin®
Copyright ©2000-2026, Jelsoft Enterprises Ltd.
Forum SEO by Zoints
SonForum.org 2007-2025

2007-2025 © SonForum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " İletişim " kısmından bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı