PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Yoksulluk Ve TÜrkİye`de Yoksulluk Sorunu


alfonzo28
03-02-2008, 10:44
YOKSULLUK VE TÜRKİYE`DE YOKSULLUK SORUNU

Yoksulluk Genel Olarak İki Kavramla Değerlendirilir:

1- Göreceli yoksulluk
2- Mutlak yoksulluk
___________________
1- Göreceli yoksulluk

Toplumun ortalama refah düzeyinin belli bir oranının altında olma durumunu tanımlar. Yoksulluk çizgisinin belirlenmesinde referans noktası, birey veya hane halklarının ortalama refah düzeyidir Refah . Ölçüsü olarak tüketim düzeyi veya gelir düzeyi seçilebilir. Fakat yoksullukla ilgili gelişmiş ülkelerdeki çoğu araştırmada yoksulluğun belirlenmesinde tüketim yerine toplam gelir alınır.

2- Mutlak yoksulluk

n Hane halkı veya bireyin yaşamını sürdürebilecek asgari refah düzeyini yakalayamaması durumudur.

n Mutlak yoksul oranı , bu asgari refah düzeyini yakalayamayanların sayısının toplam nüfusa oranıdır. Bu nedenle mutlak yoksulluğun ortaya çıkarılması, bireylerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan minimum tüketim ihtiyaçlarının belirlenmesini gerektirir. Bu değer üzerinden yoksulluk çizgisi hesaplanır.

n Türkiye'ye bakıldığında uluslararası işbölümüne katılım çabaları 1800'ler ile başlamaktadır. Cumhuriyet ile birlikte bu çaba yeni bir nitelik kazanmıştır. 1940'lara olan süreç ülke üretiminin devlet öncülüğünde toplumsal bir ittifak ile artırılmasına yöneliktir. Marshall yardımı ile uluslararası ekonomiye katılım çabaları farklı bir düzeye sıçramıştır. 1940'lar Türkiye'nin bütün tarihi üzerinde belirleyici olacak bir sürecin başlangıcıdır. Bu sürecin genel özellikleri şunlardır;

1- Türkiye diğer gelişmekte olan ülkeler gibi hammadde ve yiyecek ihracında uzmanlaşmayı hedeflemiştir.

2- Sanayileşme süreci ülke içi tüketim artırılması ile başlamıştır.

n Kalkınma sürecinde sermaye birikiminin yetersizliği dış borcun ekonomide yapısal bir unsur olarak doğmasına neden olmuştur. Bunun sonucu olarak ekonomiyi dışardan ikame eden dış
borç ne zaman kesilse veya azalsa ya da ödemeler dengesi bozulsa ekonominin krize girdiği, bu krizinde politik karmaşayı ürettiği görülmüştür. Diğer bir deyişle "her bir stratejinin sonunu belirleyen bunalımın bir döviz darboğazı biçiminde yansıdığı ve strateji değişiklerinin de bir devalüasyon ve dış ticarete ilişkin düzenlemelerle birlikte yer aldığıdır. Bu ilişkinin önemi, dünya sistemini oluşturan birimlerin, yani ülkelerin ulusal paralarının varlığı nedeniyle, dünya sistemine katılımlarının ödemeler dengesi aracılığı ile gerçekleştirdiği ve düzenlediği olgusunda yatmaktadır

Konuya gelir dağılımı açısında bakılırsa Türkiye özelinde şunlar söylenebilir.

1- 1940-1970 arası toplumsal sınıfların modern anlamda oluştuğu dönemdir.

2- İthal ikameci büyüme modeli sermaye ve çalışan sınıfların ittifakı üzerine kurulmuştur. Gelir dağılımı açısından bunun anlamı gelir eşitsizliğinin kısmen giderilmesine yönelik politikaların uygulanmış olduğudur.

3- 1950'lerdeki bölüşüm ilişkilerinin temeli; büyük toprak sahibi ile tüccarlardan oluşan sermaye kesimi ile ağırlıklı olarak küçük köylülükten oluşan çalışan sınıf ittifakından oluşmaktadır. Bu dönem ithal ikameci büyüme modelinin tamamen kabul edildiği ve ileride ekonomide yapısal bir hal alacak olan dış borç mekanizmasının başlangıcıdır

4- 1950'lerde sanayi sermayesinin büyümeye başlaması bu dönemin temeli olan küçük köylü ve tüccar ile büyük toprak sahibi arasındaki ittifakın bozulmasına neden olacaktır.

5- Burada gelir dağılımı açısından dikkat edilmesi gereken nokta gelirin fonksiyonel bölüşümün değişmeye başlamasıdır. Sermaye birikim süreci geliştikçe (derinleştikçe) herhangi bir sermaye birim modelinin ve bu modelin herhangi bir stratejisinin dayanmak zorunda olduğu toplum içindeki sınıfsal ittifak da değişmektedir.

6- Dolayısıyla 1940-1980 arası ithal ikameci dönem içinde farklı dönemlerin olduğu görülmektedir. Çünkü her on yıllık zaman dilimi içerisinde değişen sınıfsal ittifaklar ve fonksiyonel gelir bölüşümü oluşmaktadır.

7- Yukarıdaki ilişkilerin ekonomik oluşumu şu şekilde olmaktadır. " İthal ikameci sanayileşmenin temel mekanizmalarından enflasyon ve aşırı değerli döviz politikaları, siyasal olarak güçlü olan geleneksel kesimlerden sanayi kesimine dolaylı olarak kaynak aktarımını sağlanır.

8- Gelir dağılımı açısından bakıldığında ithal ikameci dönem gelir dağılımı eşitsizliğinin kısmen iyileştiği bir dönemdir. Fakat ayrıntılı olarak bakıldığında gelir dağılımı açısından birçok unsurun değiştiği görülmektedir. Örneğin; ücretlilerin tarımsal yapıdan kaynaklı ağırlığı sanayi ve hizmetlere dayalı ücretlilere geçmekte ve kar toprağa dayalı sermaye yerine sanayiye dayalı sermayeden üretilmeye başlanmaktadır.

9- Bu dönüşümler sürecinde baskı rejimlerinin ortaya çıkması rastlantı değildir. Nasıl ki gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri uluslararası kalitede her tür mal ve hizmet üretmede yetersiz düzeyde ise politik yapıları da toplumsal dönüşümleri parlamenter rejim çerçevesinde gerçekleştirmekte yetersiz kalmaktadırlar. Baskı rejimlerinin oluşumunun bir diğer açıklaması ise şu şekilde olabilir. Uluslar arası iş bölümünde avantajsız olan bu ülkeler genellikle kapalı bir ekonomi içerisinde yaşamaktadırlar. Hatta ülke ekonomisi dışa açıldığında bile kapalı ekonominin birçok özelliğini sürdürürler. Böyle bir ekonomide ülke içerisinde üretilen mal ve hizmetlerin fiyatı uluslararası mal ve hizmetlerin fiyatından düşük ya da yüksek tutulur. Yani ekonomiye sürekli politik müdahalede bulunulur. Bu politik müdahale bir süre sonra oluşacak olan ekonomik krizin önemli bir nedenidir. Yukarıda görüldüğü gibi her ekonomik kriz hemen arkasından politik bir bunalımı getirmektedir. Kısacası ekonomiye olan her tür politik müdahale sonuçta politik yapı içinde oluşan sorunları çözmek için parlamenter yapı dışında olan bir politik yapılanmayı gerektirmektedir.

İharacata dayalı büyüme modelinin gelir dağılımı açısında genel özellikleri şunlardır:

1- 1980 ve 1990'lı yıllar önceki dönemden oldukça farklı bir dönemdir. İthal ikameci politikalar terk edilip ulusal ve uluslararası ekonomik değerlerin eşitlenmeye çalışıldığı ve ekonominin dışa açıldığı ihraca dayalı bir büyüme modeline geçildiği dönemdir. Ekonominin dışa açılması öncelikle ücretler ve politik yapılar üzerinde bir baskı oluşumunu getirmiştir. Politik sınırlamalar 1983 ile birlikte kısmen kalkmış fakat ücret üzerindeki sınırlamalar günümüze kadar devam etmektedir

2- 1980 ve 1990'lı yıllar önceki dönemden oldukça farklı bir dönemdir. İthal ikameci politikalar terke dilip ulusal ve uluslararası ekonomik değerlerin eşitlenmeye çalışıldığı ve ekonominin dışa açıldığı ihraca dayalı bir büyüme modeline geçildiği dönemdir. Ekonominin dışa açılması öncelikle ücretler ve politik yapılar üzerinde bir baskı oluşumunu getirmiştir. Politik sınırlamalar 1983 ile birlikte kısmen kalkmış fakat ücret üzerindeki sınırlamalar günümüze kadar devam etmektedir döneminden gelen kazanımları nedeniyle 1980'lerin sonuna kadar devam etmiş, yeni büyüme modelinin gelir dağılımına olumsuz etkileri 1990'larda açığa çıkmıştır. Gelir dağılımı eşitsizliği 1973-1987 arasında azalırken 1987-1994 arasında yükselmiştir. İhraca dayalı büyüme modelindeki krizde de önceki modelin krizi gibi kaynağını ödemeler dengesinden almıştır. 1994'deki kriz yine bir devalüasyon ile birlikte gelmişti

3- Bu dönemin en belirgin özelliği ticari ve finans sermayesinin öneminin ve gelir içindeki payının artması olmuştur.

4- Kaynakları ve oluşumları resmi olarak belirlenemeyen servetlerin üretim sürecine sermaye olarak girmesidir.

5- Gerek kentsel gerek finans piyasalarında oluşan rantların ve faizlerin kayıtlı hale getirilmesinden uzak durulmasıdır.

6- İç borç aracılığı ile sermaye kesimine sürekli ve önemli miktarlarda bir transferinin oluşturulmasıdır.

7- Tüm bu değişimler çalışan kesimlerin sermaye birikim modelinde hesaba katılmadığını göstermektedir. Yeni sermaye birikiminin gerektirdiği ittifak, sermaye kesiminin çeşitli fraksiyonları arasında yapılmaktadır.






TÜRKİYEDE YOKSULLUĞUN DAĞILIŞI

Türkiye'de fertlerin;

% 1,35'i gıda harcamalarını içeren yoksulluk sınırının altında iken, % 26,96'sı gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.Yoksulluk, insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamama durumudur. Yoksulluğun ölçülmesinde, ülkelerin istatistik kapasitesine göre farklı veri kaynakları ve hesaplama yöntemleri kullanılmaktadır.
Bu haber bülteninde, 2002 Hane halkı Bütçe Anketi verileri kullanılarak, Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından ilk kez yoksulluk göstergeleri kamuoyuna sunulmaktadır. Bu konudaki çalışmalar, periyodik olarak sürdürülecek olup, 2003 Hane halkı Bütçe Anketi üzerindeki yoksulluk çalışmaları devam etmektedir.



Yoksulluk Sınırları

2002 yılında Türkiye'de yaklaşık olarak 926 bin kişi gıda yoksuludur. Gıda yoksulluğu, gıda harcaması maliyetinin gıda yoksulluk (açlık) sınırı olarak kabul edildiği durumda, hane halklarının toplam tüketim harcamasının bu sınırın altında olmasıdır. Gıda yoksulluğu oranı ise, bu sınırın altında yer alan hane halklarının oluşturduğu nüfusun, toplam nüfus içindeki payı olarak hesaplanmaktadır. Bu oran Türkiye geneli için % 1,35 iken, kırsal yerleşim yerlerinde % 2,01'e çıkmakta, kentsel yerleşim yerlerinde ise % 0,92'ye düşmektedir. 2002 yılında Türkiye'de 18,4 milyon kişi, gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altındadır.Gıda ve gıda dışı yoksulluk ise, gıda ve gıda dışı harcamaların maliyetinin hane halkının toplam tüketim harcamasından az olduğu durumdur. Gıda yoksulluğuna benzer yapı burada da karşımıza çıkmaktadır. Kırsal yerleşim yerlerinde, kentsel yerlere göre daha yüksek oranda yoksul yaşamaktadır. Türkiye geneli için bu oran % 26,96 iken, kırsal yerleşim yerleri için % 34,48, kentsel yerleşim yerleri için ise % 21,95 olarak tahmin edilmiştir.
Uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan yoksulluk sınırlarına bakıldığında; satın alma gücü paritesine göre kişi başına günlük 1 $'ın yoksulluk sınırı olduğu durumda, Türkiye geneli için yoksulluk oranı % 0,20 olurken, sınır 2,15 $ olarak belirlendiğinde bu oran % 3,04 ve sınır 4,3 $ olarak belirlendiğinde ise, % 30,3 olarak gerçekleşmektedir. Yine kırsal yerleşim yerlerinde yoksulluk kentsel yerlere göre daha fazladır (Tablo 1).
Yoksulluk, kırsal yerlerde, kentsel yerlere göre daha fazladır. Göreli yoksulluk, eşdeğer kişi başına tüketim harcaması medyan değerinin % 50'sinin yoksulluk sınırı olarak belirlendiği durumda, Türkiye geneli için yoksulluk oranı %14,74, kırsal yerleşim yerleri için %19,86 ve kentsel yerleşim yerleri için % 11,33 olarak tahmin edilmiştir.


YOKSULLUĞU ETKİLEYEN FAKTÖRLER

1- Hane halkı Büyüklüğü

Yoksulluk sınırları hane halkı büyüklüğüne göre incelendiğinde, tek kişiden oluşan hanelerde, gıda yoksulluk sınırı 2003 yılı Aralık ayı itibariyle 73 milyon TL iken, gıda ve gıda dışı ihtiyaçlardan oluşan yoksulluk sınırı 171 milyon TL olarak belirlenmiştir. Türkiye'de ortalama hane halkı büyüklüğünün dört civarında olduğu düşünüldüğünde, dört kişilik bir hanenin yoksulluk (açlık) sınırı, gıda için 167 milyon TL, gıda ve gıda dışı harcamaları karşılamaya yönelik yoksulluk sınırı ise 387 milyon TL'dir (Tablo 2).



Türkiye genelinde, hane halkı büyüklüğü 7 ve daha fazla olan hane halkları içinde yoksul hane halklarının oranı % 45,95'tir. Tablo 3a'da da görüleceği üzere Türkiye genelinde hane halkı büyüklüğü arttıkça yoksulluk oranı da artmaktadır. Hane halkı büyüklüğü 1-2 olan hanelerdeki yoksulluk oranı % 16,48 iken, 7 ve daha fazla kişiden oluşan hanelerde bu oranın % 47,38 olduğu görülmektedir.


Tablo 3b'de kentsel yerleşim yerlerinde ise sıralama aynı kalmakla beraber, yoksulluk oranının biraz daha düşük olduğu görülmektedir. 7 ve daha fazla kişinin yaşadığı hanelerdeki yoksulluk oranı % 43,36 iken, 1-2 kişinin yaşadığı hanelerdeki yoksulluk oranı % 7,16'ya kadar düşmektedir.



Tablo 3c'de ise; kırsal yerleşim yerlerinde yoksulluk oranının % 51,18 ile en fazla 7 ve daha fazla kişinin yaşadığı hanelerde olduğu görülmektedir. Diğer bir ifadeyle, kırsal yerlerde 7 ve daha fazla kişiden oluşan hanehalkları ve bu hanehalklarında bulunan kişilerin yarıdan fazlası yoksuldur. En düşük yoksulluk ise 3-4 kişiden oluşan hanelerde gözlenmektedir.



2- Eğitim Durumu

Eğitim durumu yükseldikçe yoksul olma riski azalmaktadır. Hane halkı fertlerinin eğitim durumlarına göre yoksulluk oranlarına bakıldığında; eğitim durumunun yoksulluğu en iyi açıklayan değişkenlerden biri olduğu göze çarpmaktadır. Gerek kır, gerekse kentsel yerlerde eğitim durumunun artması yoksulluk riskini azaltmaktadır. Buna göre; toplam nüfus içindeki oranları da dikkate alınarak eğitim durumlarına göre yoksulluk oranları incelendiğinde, Türkiye geneli için % 11,27'lik nüfus payına sahip okuryazar olmayan fertlerde yoksulluk oranı % 41,07 iken, % 3,79'luk nüfus payına sahip yüksekokul, fakülte ve üstü eğitimli fertlerde yoksulluk oranı % 1,57'ye düşmektedir. Aynı oran, kırsal yerlerde sırasıyla % 46,42 ve % 4,37'ye yükselmektedir. Türkiye genelinde okur-yazar olup bir okul bitirmeyen fertler için yoksulluk oranı % 34,60 olup bu oran kırsal yerlerde % 41,13'e yükselmektedir (Tablo 4).



3- İşteki Durum ve İşsizlik

2002 yılında Türkiye genelinde yevmiyeli çalışanların % 45,01'inin yoksul olduğu görülmektedir. Çalışan fertlerin işteki durumları itibariyle yoksulluk oranlarına bakıldığında; en yüksek risk taşıyan grubun yevmiyeli (geçici, mevsimlik) olarak çalışanlar olduğu gözlenmektedir. Türkiye geneli için bu grup % 45,01'lik yoksulluk oranına sahip iken, en düşük yoksulluk oranına sahip işverenlerde bu oran % 8,99 olarak gerçekleşmiştir. Özellikle kırsal yerlerde oldukça yüksek nüfus payına sahip ücretsiz aile işçileri de ikinci sırada yoksulluk riskine sahip grubu teşkil etmektedir. İşsizlerde yoksulluk riski, Türkiye genelinde % 32,44 iken, kentsel yerlerde % 22,99, kırsal yerlerde ise % 62,56 olarak gerçekleşmiştir (Tablo 5).



4- İktisadi Faaliyet

Kırsal yerlerde, tarım, avcılık, ormancılık ve balıkçılık sektöründe çalışanların %36,62'sinin yoksul olduğu tahmin edilmiştir. Yoksul fertler, iktisadi faaliyet kollarına göre incelendiğinde, kırsal ve kentsel yerler ayrımında hemen hemen aynı sektörler göze çarpmakta ancak, kır ve kent ayrımında sektör sıralamalarında değişiklik söz konusu olmaktadır. Türkiye genelinde, tarım, avcılık, ormancılık ve balıkçılık sektörü, çalışanların % 36,19'luk oranla yoksulluk riskinin en fazla olduğu sektör olarak birinci sırayı almaktadır. Bunu,% 35,92 ile inşaat ve bayındırlık sektörü izlerken, kentsel yerlerde ise birinci sırayı inşaat ve bayındırlık sektörü (% 37,62), ikinci sırayı tarım sektörü (% 32,80) almaktadır. Türkiye genelinde en düşük yoksulluk riski taşıyan sektör ise madencilik ve taşocakçılığı sektörüdür (Tablo 6).


YOKSULLUĞUN DAĞILIŞI

Yoksulluğun en önemli sonucu bebek ve çocuk ölümlerini arttırmasıdır. Bebek ölümleri, insani gelişimi ve sosyal farklılıkları yansıtan anahtar parametre olarak kabul edilmekte ve yoksulluğun bebek ölüm hızında dört kata varan farklılıklar yarattığı bilinmektedir.
Yoksulluğun bebek ve çocuk ölümler üzerinde etkisi yetersiz beslenme, enfeksiyon hastalıklarının yaygınlığı, temiz içme suyu ve kişisel hijyen sorunu, kalabalık aile yaşamı ve sigara içimi gibi olumsuz ev içi fiziksel ortam gibi faktörlere bağlıdır.
Yoksulluğun çocuk ölümlerini arttırmasının bir diğer nedeni de çocukların ev dışında ve güvenli olmayan ortamlarda geçen zamanlarının fazla olması nedeniyle "kazalara" bağlı ölümlerin yüksek olmasıdır. Benzer şekilde yoksulların evlerinin küçük ve "düzensiz" olması nedeniyle ilaç zehirlenmeleri daha sık görülmektedir.
Türkiye'de UNDP 2002 Raporu'na göre bebek ölüm hızı yüzde 38, beş yaş altı çocuk ölüm hızı ise yüzde 45'dir(18). Otuz yıl önce (1970) bebek ölüm hızının yüzde 150, beş yaş altı çocuk ölüm hızının yüzde 205 olduğu düşünüldüğünde Türkiye'de çok önemli bir ilerleme sağlandığı görülmektedir.


Alanda Yoksulluk Artıyor

2002-2004 yıllarına ilişkin veriler dikkate alınarak hazırlanan rapora göre, yerleşim yerlerine göre Türkiye'de en yüksek yoksulluk kırsal kesimde yaşayanlar arasında gözleniyor. 2002 yılında yüzde 35.5 olarak hesaplanan Kırsal kesimde yaşayanlar arasındaki yoksulluk oranı 2003 yılında yüzde 37.1'e, 2004 yılında ise yüzde 40'a ulaştı. Eğitim durumuna göre de en yüksek yoksulluk okuryazar olmayanlar arasında yaşanıyor. 2002 yılında yüzde 41.1 oranında bulunan okur-yazar olmayanlar arasındaki yoksulluk oranı 2003 yılında yüzde 42.4, 2004 yılında ise yüzde 45.1 düzeyine çıktı. İktisadi faaliyet koluna göre en yüksek yoksulluğun yaşandığı tarım sektöründe 2002 yılında yüzde 36.4 düzeyinde bulunan yoksulluk oranı 2003 yılında yüzde 39.9'a, 2004 yılında ise yüzde 40.9'a çıktı.

Kadınlar Arasındaki Yoksulluk Geriliyor

Cinsiyet kriterine göre yoksulluğun en yaygın olduğu kesim ise kadınlar. 2002 yılında yüzde 27.2 olarak hesaplanan kadınlar arasındaki yoksulluk oranı 2003 yılında yüzde 28.3'e çıktıktan sonra 2004 yılında yüzde 26'ya düştü.
Aile kompozisyonuna göre ise yoksulluk en fazla büyük aileleri tehdit ediyor. Ataerkil veya geniş aileler arasında 2002 yılında yüzde 34.3 olarak hesaplanan yoksulluk oranı 2003 yılında yüzde 32.7, 2004 yılında ise yüzde 32 oldu.
İşteki duruma göre en yüksek yoksulluk ise yevmiyelilerde gözleniyor. 2002 yılında yüzde 45 düzeyinde bulunan yevmiyeliler arasındaki yoksulluk oranı 2003 yılında yüzde 43.1'e, 2004 yılında ise yüzde 37.5'e düştü.

En Düşük Yoksulluk Oranı İşverenlere Ait

Kır ve kent yoksulluk oranlarının oldukça farklı olduğu belirtilen raporda, 2004 yılı rakamlarına göre kentte gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk oranı yüzde 16.57'yken kırda bu rakam yüzde 39.97'ye çıktı. Kırsal alanda istihdam faaliyetlerinin kısıtlı olması ve ailelerin çok çocuklu olması bu durumun en önemli nedenleri olarak gösterildi. İktisadi faaliyet açısından yoksulluğun en yaygın olduğu kesimin tarımda çalışanlar olduğu belirtilen raporda şu görüşlere yer verildi
Tarımın kırsal alanda yaygın olduğu düşünüldüğünde bu durum şaşırtıcı değildir. Bunun yanı sıra işteki durum itibariyle en yoksul kesimler yevmiyeli çalışanlardır. Söz konusu çalışma biçimi ülkemizde en fazla tarım ve inşaat sektörlerinde yaygındır. İşteki durum itibariyle en düşük yoksulluk oranı yüzde 6.94'le işverenlere aittir. Yoksulluk büyük hane halklarında küçük hane halklarına göre daha yüksektir. Hiç çocuğu olmayan ya da sadece bir tane çocuğu olan hane halklarının yoksulluk oranı ortalamanın çok altındadır. Eğitim seviyesi arttıkça yoksulluğun azaldığı görülmektedir. 2004 yılı rakamlarına göre okur yazar olmayan fertlerde yüzde 45.11 olan yoksulluk oranı yüksekokul mezunlarında yüzde 1.33'e düşmektedir."





YOKSULLUK SORUNUNUN NEDENLERİ

► Yoksulluğun nedenlerine inildiğinde çeşitli faktörler görülmektedir;
n Adaletsiz gelir dağılımı
n Yüksek faiz oranları
n Doğal afetler
n Adaletsiz vergi sistemi
n Bireyler arasındaki yetenek farklılıkları
n Piyasada tekelleşmenin olması
n Siyasi rejimler
n Kayıt dışı istihdam
n Eğitimsizlik vb.
n Yoksulluk ve işsizlikle (veya bunlara yol açan faktörlerle) mücadelede sosyo-ekonomik politikaların yetersizliği (yoksulluğun yapısal sebepleri).
n Siyasî yönden etkilenmesi veya değiştirilmesi zor olan demografik, sosyal ve iktisadî süreçler-değişimler (Seyyar, 2002)

n Gelir Dağılımı Bozukluğu; gelir, mülkiyet vb. anlamında değerlendirildiğinde Türkiye`nin ciddi boyutlarda eşitsizliklerin yaşandığı bir ülke durumunda olduğu görülüyor. Nüfusun ilk %20�lik dilimi milli gelirden %4.86 pay alırken son %20�lik kısmı milli gelirden %54.88 pay almaktadır. Böylece toplumun 16 milyonun açlık sınırı 2.1 doların altında bir gelirle yaşamaya çalışırken,32 milyonluk nüfus ise 1 doların üstünde yoksulluk sınırında yaşam savaşı vermektedir.

n Ücretlerin Düşüklüğü; gerek kamu gerekse özel sektörde ücretlerin yıllar itibariyle reel olarak düşüş trendine girdiği görülmektedir. Kamu kesiminde 100 olan reel ücret endeksi süreç içinde 73.9�a düşerken, bu durum özel kesimde ise 100 olan reel ücret endeksinin yüzde 70�lere kadar gerilediğini göstermektedir.

n Bölgelerarası Farklılıklar; Türkiye�de coğrafi olarak dezavantajı, yatırım önceliklerine ilişkin politikalardaki eksiklikler, kesintisiz enerji kaynağı, kalifiye işgücü vb. sanayinin yer seçiminin temel belirleyicilerinden pazara yakınlık veya güvenli ulaşılabilirlilik gibi etmenlerin yanı sıra, yatırıma dönüşebilir sermayenin yetersiz birikimi tarihsel olarak bölgeler arasında dengesiz gelişme sorununu gündeme getirmiştir.

n Kayıt-dışı İstihdam; Türkiye�de hızlı nüfus artışı, göç ve kentleşme ile istihdam yapısı işsizliğin artmasına neden olmaktadır. Kayıtlı sektörde iş bulamayan işgücü ise, kayıt-dışı istihdama yönelmektedir. Bir anlamda işsizlik ile kayıt-dışı istihdam arasında doğrudan bir ilişki vardır. İşsizlik arttıkça kayıt-dışı istihdamın boyutları da genişlemektedir. Türkiye�de çalışabilir nüfusun yüzde 55�i kayıt-dışı çalışmaktadır. Kayıt-dışı çalışma ise düşük ücret, sosyal güvenlikten yararlanamama ve netice olarak yoksulluğu getirmektedir.

n Ülke ticaretinin büyük kısmı yabancı tekeller tarafından idare edilmektedir.
n Tarımsal faaliyetlerle uğraşan kesimin %70`ten fazlası yoksuldur. Ayrıca en yoksul kesim tarım kesimidir.
n Tunceli, Kars, Erzurum, Siirt, Muş, Şırnak en fazla fakirleşen illerdir. Türkiye�de yoksulluğun en az yaşandığı bölge % 8,1 ile Marmara bölgesidir. Marmara Bölgesi�ni % 7,5 ile Ege Bölgesi, %16,2 ile Akdeniz,%14,4 ile Karadeniz Bölgesi, %11,0 ile İç Anadolu Bölgesi, %10,3 ile Doğu Anadolu Bölgesi takip ederken %34,5 ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi Türkiye�nin en yoksul bölgesidir.
n Türkiye`de yoksulluğun en önemli nedenlerinden biriside doğal ve sosyal kaynakların kullanılamaması ile üretilen artı değerlerin sağlıklı paylaşılamamasıdır.
n Hakim neoliberal düzenin zihniyet ve politikaların toplumsal eşitsizlikleri ve yoksulluğu derinleştirdiği ortadadır. Uluslar arası ilişkilerde sivil siyasal haklara gösterilen duyarlılık (görecelide olsa) sosyal haklar için gösterilmemektedir.
n Tüm bu veriler yoksulluk ve sefaletin kaynağının burjuva kapitalist sistem olduğunu gösteriyor.

YOKSULLUĞUN SONUÇLARI

§ Yoksulluk ve dışlama/dışlanma: Yoksulluğun niteliksel dönüşümünü belirleyen merkezi bileşen dışlamadır. Yoksulluk yoku ve yokluğu ifade eder. Bu açıdan baktığımızda geçmişte daha çok insanların belli nesne ve araçlardan yoksun olması anlamında olan yoksulluk, günümüzde esas olarak bizzat insan olma niteliklerden yoksunluk şeklinde tezahür etmektedir. Üstelik bu olgu doğal ve nötrmüş gibi sunulmakta ve gözlerden, zihinlerden uzak tutulmak istenmektedir. Bu itibarla, yoksulluğun günümüzde "yok-etme" ve "yok-sayma" mekanizmaları üzerinden işlediği söylenebilir.
v Hayattan dışlama/dışlanma: Yoksulluğun en doğrudan sonucu açlıktır ve açlık, bir yandan kelimenin en ilkel anlamında hayatın dışına atılmayı ifade eden ölüme yol açarken, diğer yandan hayatın çeşitli alanlarından ve anlamlarından uzaklaştırılma sonucunu doğuracak şekilde insan biyolojisinin kalıcı hasarlara uğramasına neden olmuştur. Bu durumdan en yakıcı biçimde etkilenenler ise çocuklardır. Günümüzde çocuk ölümlerinin en önemli nedeni olan yoksulluk, aynı zamanda çocukların bedensel ve zihinsel kapasitelerine zarar vererek yoksulluğun süreğenleşmesine, kalıcılaşmasına ve meşrulaştırılmasına yol açmaktadır. Yoksulluk her şeyden önce bizzat insan yaşamına yönelik bir saldırıdır. Yoksulluk insan ölümlerine neden olmakta, insanı direk olarak yaşamın dışına atmaktadır.insanlığın ürettiği ortak zenginliğin yoksulluğu ve açlığı ortadan kaldıracağına şüphe yoktur.
Kapitalist dünya ekonomisi dünya nüfusunun önemli bir kısmını yoksulluğa mahkum ederken, bir yandan da insanları tüketime kışkırtarak yoksulluğun dışlayıcı etkisini daha da yakıcı hale getirmektedir.
v Manevi dışlama/dışlanma: Yoksulluk benlik saygısını ve dolaysıyla insan onurunu tahrip eden bir olgudur.değerlerin yokluğu, hiçleştirmenin ve dolaysıyla nihilizmin kaynağıdır. Bu nihilizmin temelinde egemen sistemin dışladığı alanlara yöneltilen yoksullar, ahlaksal olarak değersizleştirilmekte ve aşağı türden, toplumun ortak değer dünyasından mahrum edilmiş olan işlere zorlanmakta ve tehlikeli sınıflar, riskli gruplar gibi toplumsal kategoriler içinde tanımlamaktadır.
v Siyasal/toplumsal ve kültürel dışlama/dışlanma: Fırsat eşitsizliğini hükümsüz kılmaktadır. Toplumların tahribine yol açmaktadır. Kapitalizmin geldiği aşamada üretim kültüründen tüketim kültürüne geçişle birlikte ortaya çıkan ve emeği değersizleştiren bu kültürel ortam, yoksulluğu değer-dışı, dolaysıyla insani olmayan bir yere yerleştirerek, bu olguyu tümüyle insani dünya dışında bırakmaktadır.
v Ekonomik dışlama/dışlanma
§ Açlık
§ İşsizlik vb. Yoksulluk özne olamama halidir.

n Bu dışlama mekanizmaları sonucunda yoksulluk, insanı özne olmaktan çıkarıp nesneleşmesi sonucunu doğuruyor ve yeni zamanların ideolojisi bu nesneleştirme yoluyla yoksulluğun tümüyle insani alanın dışında, neredeyse doğaya ait bir olgu olarak görülmesini sağlayacak bir körlük yaratmayı hedefliyor. Bu anlamı, yoksulluğun, insani bir durum olarak algılanmasının önlenmek istenmesindendir. Bunun sonucunda; yoksullar, sanki insan olmayı hak etmeyen kişilermiş gibi sunulmaya; toplumsal alan, insan olmayı hak edenlerle yoksullar arasındaki ilişkiler ağı olarak kurulmaya ve giderek yoksulların varoluşu, insanla diğer canlılar arasındaki ilişkiye benzer bir hale sokulmaya çalışılıyor.
n Yoksulluğun yol açtığı dışlamanın yanı sıra, egemen sistemin tektipçi bakış açısı nedeniyle dışladığı grupların da dışlanma nedeniyle yoksullaşması söz konusudur ki, bu olgu özellikle ülkemizde yoksulluk ve dışlamanın birbirine özdeş hale gelmesine neden olmuştur. Türkiye'ye özgü zorunlu göç, yerinden etme gibi siyasal dışlama mekanizmaları, yeni yoksulların yaratılmasına yol açmış ve bu durum toplumsal yaşamın tektipçi bir değer üzerinden yeniden tesis edilmesi şeklindeki totaliter çabanın en önemli besleyicisi olmuştur.
n Kapitalist üretim tarzlarındaki teknolojik gelişmeye bağlı olarak ortaya çıkan değişimin insani olanı insana karşı hale getirmesiyle pekişen bu dışlama mekanizmaları, yoksulluğun yaşamın her alanından dışlanmasına yol açmaktadır. O halde yoksulluğu, maddi kaynaklardan yoksunluğun ve ekonomik süreçlerin dışında olmanın çok ötesinde, insanlığın ortak mirasının insanlığa karşı kullanılması durumu olarak görmek gerekiyor. Yoksullukla mücadele, insana ve insani olana sarılma bilinciyle, tam da bu duruma müdahale etme iradesi olarak görülmelidir. Çünkü gelinen nokta insanı yok etmeye yönelmiştir.
n Dizginsiz serbest piyasa egemenliği altında �kanun önünde eşitlik� ilkesinin altı oyulmakta, hatta angarya ve kölelik gibi aşıldığı zannedilen �ilkel� hak ihlalleri hortlamakta, kitlesel kronik açlık tehdidi altında �yaşama hakkı� ilkesi, �öldürülmeme hakkı� ile sınırlı bir sinizme dönüşmektedir.

n Yoksulluk kadınları ve çocukları daha çok etkilemektedir. Türkiye'de beş yaşın altında olup da yetersiz beslenme yüzünden normal kilosunun (boyunun) altında olan çocuk sayısı oranının % 16 olduğu belirtilmektedir. Ülkemizde, anne adayının yeterli ve kaliteli beslenememesinden dolayı da doğumda normal kilosunun altında dünyaya gelen çocukların oranı % 15'tir. Yetersiz beslenme, özellikle çocukların fizikî-zihnî gelişimlerini olumsuz yönde etkilediği de açıktır.
n Yoksulluk, bir ülkenin sosyo-ekonomik koşullarından kaynaklanan bir sorundur.
n Yoksullaşan sosyal kesimler, sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınamadıkları sürece, ücretsiz sağlık hizmetlerinden de yararlanamazlar. Yeteri derecede beslenemeyen ve kendilerini değişik hastalıklara karşı koruyamayan yoksul insanlar, sağlıklı bir hayat idame ettiremedikleri gibi, yeni kalıcı hastalıklara da maruz kalabilirler. Nitekim tüberküloz gibi hastalıklar, Türkiye'de Avrupa ülkelerine nispeten çok yüksektir.18 Uygun ve kaliteli sağlık imkânlarına erişim oranı, temel ilaçlara ulaşım oranı, sağlıklı içme ve kullanma suyuna ulaşım oranı ile ilgili göstergelerin hâlen arzu edilen noktaya ulaşamamasından dolayı Türkiye'de, 2000 yılı itibariyle dünyaya gelen her canlı bin bebekten 38'i hemen doğum sonrası ölmekte, 45'i ise ilk 5 yılda hayatını kaybetmektedir. Diğer taraftan memleketimizde her yüz bin canlı bebek doğumunda 130 anne doğum esnasında hayatını kaybetmektedir.
n Yoksulluk bir göstergesi olan eğitimsizlik, birbirini besleyen iki olgudur. DPT'nin 2001 yılında hazırladığı bir rapora göre, Türkiye'de. fakirlerin % 27'si okur yazar değil, % 23'ü okur yazar, ancak herhangi bir okulu bitirememiş, % 42.5'i ilkokul, % 5.1'i ortaokul, % 2.7'si lise ve dengi okul, % 0.14'ü yüksekokul ve % 0.01'i ise üniversite mezunu. Görüldüğü gibi, eğitimsizlik, yoksulluğun hem önemli bir unsuru, hem de sebebidir.
n Yoksulluk sebebiyle sosyal hayattan uzaklaşan ve gerekli sosyal destek gör(e)meyenler, arkadaşlık ve komşuluk bağlarını da koruyamazlar. Gittikçe marjinalleşen bu insanlar, topluma da yabancılaşır ve insan hayatına yaraşır onurlu bir hayat tarzı geliştiremezler.

ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Dolaylı Politikalar
n Gelir Dağılımı Dengesizliğini Azaltmak: bunun için yapılması gereken düşük gelirli grupların gelir seviyesini yükseltmek ve bu gruba kamu aracılığıyla gelir transferleri yapmaktır.
n Ulusal Gelir Artışı: Tek başına gelir dağılımını düzeltmemektedir. Ulusal gelir artışı sermaye birikim modeline bağlıdır.
n Ekonomik Büyüme: Ulusal gelir artışının tek yolu ekonomik büyümedir. Ekonomik büyüme getirisinin tüm kesimleri kapsaması önemlidir.

n İnsan Kaynaklarına Yatırım: Eğitim seviyesi arttıkça, yoksulluk seviyesi tüm toplumsal yapı içinde azalmaktadır.

Kırsal ve Kentsel Kalkınma Projeleri: Kentte, gecekondu özelinde oluşan sosyal yapı ve kırsal yapının geleneksel gelişmemişliği, yoksulluğun iki ana damarıdır. Kır-kent dengesizliği yoksulluğu besleyen diğer bir noktadır(Dansuk, 1997: 98).

Dolaysız politikalar
Ø Yoksulluğa karşı uygulanabilecek bazı özel politikalar vardır. Bunlar:
n Yasalar çerçevesinde yoksullara yapılan yardımların arttırılması
n S.Y.D.T.Fonu kaynaklarının gerçek amacıyla ve etkin şekilde kullanılması
n Yoksullukla ilgili özel kamu kuruluşlarının eşgüdümlü çalışması ve yoksulluk için oluşturulan kaynakların genel bir politika çerçevesinde kullanılması gereklidir(Dansuk, 1997:100).

Uluslararası Politikalar
BM`nin Mart 1994 Cenevre`de yapılan toplantısında yoksulluğun azaltılmasında, yoksulluğun azaltılması ile ilgili temel politikalar belirlenmiştir. Bunlar;
1. Ekonomik programlar
2. Sosyal programlar
3. Makroekonomik politikalar
4. Kurumsal örgütlenme
5. Kaynakların hareketliliği
6. Uluslar arası ticaret
7. Çevre politikaları
8. Nüfus ve göç politikaları

1. Ekonomik Politikalar: Üç unsur ileri sürülmektedir; birincisi, üretken ve emek yoğun iş olanaklarının gelişmesini sağlamak. İkincisi, altyapı, sermaye, toprak ve teknoloji yatırımlarında alt gelir gruplarını göz önünde bulundurmak. Üçüncüsü ise, üretici faaliyetleri desteklemektir.

2. Sosyal Politikalar: Sosyal hizmetlerin arttırılması, yatırımların ve uygulamaların genişletilmesidir. Sosyal güvenlik hizmetlerinin
kapsamı şu unsurlardan oluşmaktadır; yiyecek, konut, sağlık, eğitim, altyapı, çocuk,
gençlik, kadın ve özürlü insanlara yapılan yatırımların ve uygulamaların
genişletilmesidir.

3. Makroekonomik Politikalar: Üç ana politik seçenek vardır. Birincisi,
stabilizasyon ve bütçe oluşumunda yoksulluğu göz önüne almak; örneğin; bölgesel
kalkınma projeleri. İkincisi, yapısal uyum politikalarında, yoksullar üzerindeki sosyal
maliyetin azaltılması; örneğin; alt gelir grubuna yönelik ücret artışlarının reel gelir
kayıplarına yol açmayacak şekilde düzenlenmesi. Son olarak ise, büyük gelişme
projelerinin oluşturulmasıdır; örneğin; GAP gibi projelerin hazırlanması ve hayata
geçirilmesidir.

4. Kurumsal Örgütlenme: Yoksullukla ilgili yönetimsel organların kurulmasıdır bunlar resmi ve/veya gayrı resmi kuruluşlar olabilir; örneğin; Türkiye'deki SYDT Fonu ve özel Vakıflar gibi. Kurumsal örgütlenmenin ikinci ayağı ise, yoksulların alt gruplar olarak toplumsal gelişim sürecine dahil edilmesidir; örneğin; Türkiye'deki Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın bir çok kadın örgütü ile ilişki içinde olması ve özellikle kadınlara yönelik politikalar oluşturması.

5. Kaynakların Hareketliliği: Yoksulluk ile ilgili kurumsal örgütlenmelerinyerli kaynakların hareketliliğini sağlaması; örneğin; SYDTF'nun işlevlerinin genişletilmesi.

Dış kaynaklardan gelen sosyal amaçlı yardımların geniş bir tabana
yayılması.

6. Uluslar arası Ticaret: Emek-yoğun mal ve hizmetlerin ihracının teşvik
edilmesi, küçük ölçekli işletmelerin uluslararası ticarete katılımının sağlanması, dış
koşullara karşı destekleme alımları ve korumacılık ve ihraç mal ve hizmetlerinin
çeşitlenmesi temel politikalardır.

7. Çevre Politikaları: Ekolojik dengenin korunması ve doğal kaynakların rasyonel kullanımını sağlamak.

8. Nüfus ve Göç Politikaları: Gelişmekte olan ülkelerin temel sorunlarından
olan nüfus ve göçün planlanması ve kontrol edilmesi için yasal ve idari ekonomik ve
sosyal altyapının hazırlanması ve uygulanması gereklidir.
Türkiye’ye bakıldığında bu politikaların kısmen olduğunu görülür. Fakat bu
politikalar eşgüdümden uzak ve etkinlikleri geçici olmaktadır. Politikaların yasal yönü
mevcut, fakat uygulaması sorunludur(BM kalkınma programı).

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde yoksullukla mücadele;

n Yoksulluk yapısal dinamiklerin ürettiği bir gerçekliktir. Bu yüzden yoksullukla mücadele yoksulluğu üreten toplumsal mekanizmaların dönüşmesi perspektifinden yürütülmelidir. Sosyal hizmetler ve yoksullukla mücadele eden kurum ve örgütlerin işlevleri bu perspektif üzerinden tanımlanmalı ve yürütülmelidir.

n Yoksullukla mücadele, yoksulları ilgiye, korunmaya muhtaç “zavallılar“ olarak tasarlayan ve yardım bağışla sınırlı olan projelerle değil yoksulların kendilerini eyleyici ve yapabilir kılması ile mümkündür.

n Yoksullukla ilgili kurum ve kuruluşların faaliyetleri, yoksulların kendi talep ve istekleri üzerine kurulu ve onların kendi girişimlerini ve örgütlenmelerini destekleyici, onları aktif hale getirmeye yönelik şekilde olmalıdır.

n Çocuk ve Gençlik Merkezleri, Toplum Merkezleri ile Kadın Konuk Evleri toplumun okul kadar olağan merkezleri olarak kabul edilmeli ve sayıca arttırılmalıdır. Bu bakımdan devletin sosyal işlevleri sürekli gündemde tutulmalı ve ayrıca sivil inisiyatiflerin daha etkin kılınması sağlanmalıdır.

n Sağlığın ticarileşmesi küresel bir eğilim olarak güç kazanmakta ve bu eğilim sağlığı bir hak olmaktan çıkarmaktadır. Sağlık hizmetleri tüm yurttaşlara, temel ve eşit bir hak olarak sunulmalıdır.

n Yoksullukla mücadele adına yürütülen çalışmalarda yerel yönetimler ve yerel inisiyatiflerin etkin katılımlarıyla daha iyi sonuçlar alınabilecektir.

n Kendisi görünmezleşen yoksulluğun içinde daha da görünmez bir konumda olan kır yoksulluğunun gündeme alınması gerekmektedir.

n Çalışma hakkı, ücret hakkı, sosyal güvenlik hakkı, ücretli izin hakkı gibi çalışmaya dayalı hakların vatandaşlık perspektifinden çıkarılıp, evrensel özellikleri ile yeniden tanımlanmalıdır.

Ø Türkiye`ye bakıldığında bu politikaların kısmen olduğu görülür. Uygulanan bu politikalar eşgüdümden uzak ve etkinlikleri geçici olmaktadır.
Bu politikalara göre Türkiye`de yoksulluğun giderilmesi için önerileri şöyle sıralayabiliriz:
→Kamu harcamalarının bölüşümünün alt gelir gruplarını hedeflemesi gereklidir. Bu çerçevede;
§ Kadın nüfusunun eğitim seviyesinin yükseltilmesi, ekonomik yaşama çekilmesi,
§ Kentlerde gecekondu ıslah ve önleme projelerinin gerçekleştirilmesi(toplu konut gibi)
§ Sosyal güvenlik şemsiyesinin genişletilmesi ve etkinleştirilmesi, yoksulları korumayı hedeflemesi ve,
§ Sağlık hizmetlerinin tüm toplumu kaplaması gerekmektedir(zorunlu sağlık sigortası olmalı).
→Yeni istihdam alanları oluşturulmalı, mevcut işgücünün yetenekleri arttırılmalıdır.
→ Yoksulluk sınırında yaşayan vatandaşların alım güçleri arttırılmalıdır.
→ Yoksulluğa karşı geliştirilen programları sürdürülebilir olmalıdır.
→ Uzun dönemde sürdürülebilirliği sağlamak için kalkınma planları kaynakların
korunması ile ilgilenmelidir.
→ İşsizliğin önüne geçecek politikalar uygulanmalıdır.
→ Tarımla uğraşan kesime destek programları uygulanmalıdır .
→ Temel eğitim, lise ve yüksek okul düzeylerinde uygulanan eğitim sisteminin içeriği, ezberleme yoluyla öğrenimi kapsadığından, öğrencilerin siyasal, sosyal ve zihinsel gelişimine engel teşkil etmektedir. Eğitim ve öğrenim yöntemlerinde nitel değişiklik gereklidir.
→ Sosyal kalkınmayı hızlandırmak ve yoksulluğun halk üzerindeki etkilerini azaltmak için, yoğun ve ücretsiz meslek eğitim programları düzenlenmesi ve genç nüfusun eğitim sistemi içine daha geniş çapta katılması şarttır.

· Doğrudan yardım politikaları burada önerilmemiştir. Nedeni ise yoksulluğu azaltmaya yönelik etkisinin az olmasıdır.

· Yoksulluğu oluşturan ekonomik ve sosyal etkenler kaldırılmadan yoksulların sorunları çözülemeyecektir.
Yoksulluk, şiddetle mücadele edilmesi gereken bir sosyal ve ekonomik hadisedir. İnsan, yapısı gereği daima gelir ve refahtan adil pay almak, daha iyi ekonomik ve sosyal konuma kavuşmak ister. Bu ise insanları diğer canlılardan ayıran çok doğal bir davranış biçimidir.

nehir
03-02-2008, 12:31
bu ne yaf okumayla bitmiycek ben yoruldumsa okumaya başkasını bilemem gerekli güzel bilgilerde ..saol paylaşım için.

alfonzo28
03-02-2008, 12:46
bişey değil abla
bak yoksulluk sorunu okumakla bitcek gibi değil dimi