PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Zekât ve Fitre


NOYAN
08-16-2010, 19:09
Zekât ve Fitre (1)


http://ramazan.mynet.com/images/stories/ramazan/dini-bilgiler/hayreddin-karaman.jpg



En tartışılmaz insan hakkı yaşama hakkıdır; yaşama hakkından maksat yarı aç yarı tok sürünmek değildir, tabîi ihtiyaçlarını gidererek yaşamaktır. Bugün dünya üzerinde yaşayan insanların inançları, dünya görüşleri ne olursa olsun bütün insanlar için böyle bir yaşama imkânını sağlamak ödevleri vardır; bu her şeyden önce bir insanlık ödevidir, ödevin ihmâl edilmesi, umursanmaması, bu yüzden milyarlarca insanın yarı aç ve ihtiyaç içinde yaşamaya mahkûm olmaları, namus ve özgürlüklerinden feragat etmek mecbûriyetinde kalmaları bir insanlık suçudur. Zengin toplulukların ve fertlerin, başkalarının giderek daha da yoksullaşmaları pahasına servetlerini arttırmaya devam etmeleri vicdanlarını sızlatmıyorsa Allah onlardan bunun hesabını soracaktır. “Ben O’na inanmıyorum ki...”diyenler de öte dünyadan önce burada, ya yoksullar eliyle veya başka yollardan cezâlarını çekebileceklerini unutmasınlar.

İslâm ilk günlerinden itibaren yoksulluk meselesi ile ilgilenmiş, mensuplarına, yoksulların durumlarını iyileştirmek üzere kimi mecbûrî, kimi ihtiyarî bir çok ödev vermiş, yol göstermiştir. Zenginlerin muhtaç akrabaya bakma (nafaka) mecbûriyeti, komşu hakkı, devam eden hayırlar (sadaka-i câriye, bu çerçevede vakıf kurumu), zekât, fitre, kurban, yoksulluk maaşı (son kapı olarak devlet yardımı) bu yolların ve ödevlerin başlıcalarıdır. Bu konuda genel İslâmî ölçü şudur “Muhtaç olanların, kime ait olursa olsun ihtiyaçtan fazla malda hakları vardır; servet belli ellerde toplanmamalıdır, her şahıs için ekonomik olarak da fırsat eşitliği bulunmalıdır; sebebi ne olursa olsun yoksulluk, yaşama hakkını temin edecek ölçüde yardım sebebidir” (Zâriyât: 51/19; Me’âric: 70/25; Tevbe: 9/60; Haşr: 59/7).

Eğer belirlenmiş ölçüde zekât ödendiğinde yoksulluk derdine çare bulunuyor; yani temel ihtiyaçlar karşılanıyorsa zenginlerden, bu maksatla başka bir şey istenmez, ama zekât ödendiği halde ihtiyaç devam ediyorsa kırkta bir ile yetinilemez; çünkü farz olan yalnızca belli malın, belli şartlarda kırkta birini vermek değildir, yaşama hakkının gerçekleşebilmesi için gerekli bulunan mâlî yardımın yapılmasıdır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) ve dört halifesinin yaşadığı çağda, normal bir ailenin yıllık geçim ihtiyacı göz önüne alınarak bir miktar (çeşitli mallardan birer miktar, nisâb) belirlenmiş, kişinin temel ihtiyaçlarına (havâic-i asliyyesine; çünkü bu miktar zekâttan muaftır) ek olarak nisap denilen miktarda artıcı malı olursa bundan zekât vermesi gerektiği bildirilmiş, uygulama da buna göre olmuştur. Fitre borcu için malın artıcı, gelir getirici olması da şart değildir. Ancak bu ölçüleri; yani belli miktarlarda olup o güne göre değerleri birbirlerine eşit bulunan malları günümüzde değerlendirdiğimiz; paraya çevirdiğimiz veya birbiri ile değiştirmek istediğimiz zaman karşımıza bazı problemler çıkmaktadır. Meselâ bugün kırk koyun, otuz sığır, 200 dirhem (640 gr.) gümüş, 20 miskal (85 gr. altın), değer, satın alma ve mübadele gücü bakımından birbirine eşit değildir. Gümüşü ölçü olarak alsanız –fakiri zengin sayacağınız için- ödeme yükümlüsü, koyunu esas alsanız zengini fakir sayacağınız ve zekâttan muaf tutacağınız için- yoksullar sıkıntıya düşeceklerdir. Gümüşe göre 50-60 milyonu olan zengin sayılacak, zekât alamayacak, aksine ödeyecek, fitre verecek, kurban kesecek, yoksul akrabasına bakmaya mecbûr olacaktır... Bu sıkıntıları ortadan kaldırmak için iki yola başvurmak, iki çözüm teklif etmek mümkündür:

1. Lâfızdan, şekilden hareket edip belirlenmiş malların miktarı (nisap) değişemez diyenlere göre altın, gümüş, deve, sığır, koyun nisapları teker teker TL. ye çevirilir, toplanır ve tür sayısına bölünür, çıkan miktar TL. cinsinden nisap olarak kabûl edilir. Bu malların aynına mâlik olanlar, diğer şartlar da bulunduğunda zaten her bir malın belli miktarını vereceklerdir, esas borçları budur. Para, ticaret malı vb. ne sahip olanlar ve yükümlü olup olmadıklarını öğrenmek isteyenler de yukarıdaki usûle başvururlar.

2. Amaçtan ve temel ölçüden (ailenin bir yıllık geçim karşılığı olma ölçüsünden) hareket edebilenlere göre –ki bizce de bu ölçü kullanılabilir- yıllık ortalama geçim indeksleri esas alınabilir. Buna (indeks miktarına) ek olarak bu kadar parası, ticaret malı vb. olanlar malın kırkta birini zekât olarak öderler. Bir daha tekrar edelim ki, bu ölçüler, ödenen zekâtın, yoksulların temel ihtiyaçlarını karşılaması halinde geçerlidir. Bu miktar ödendiği halde yoksulluk/ihtiyaç devam ediyorsa, bundan belki tek başına bir zengin sorumlu tutulamaz (çünkü bir kişi bütün servetini dağıtsa bile problem çözülmeyecektir) ama bu zengin de dahil bütün toplum sorumlu olur.

Prof. Dr. Hayreddin Karaman


http://ramazan.mynet.com/dini-bilgiler/135-zekat-ve-fitre-1.html

Zekât ve Fitre (2)


http://ramazan.mynet.com/images/stories/ramazan/dini-bilgiler/hayreddin-karaman.jpg



Bir müslümanın zekât vermekle yükümlü olabilmesi için ne kadar mala, servete (nisap) sahip olması gerekir?

Dünkü yazıda bunu, günümüzde anlaşılır, uygulanabilir ve amaca uygun bir formüle sokabilmek için iki yol ve ölçüden söz etmiştik:

1. Hadîslerde ve fıkıh kitaplarında, belli mallar (deve, koyun, sığır, altın, gümüş...) için verilen miktarları (nisapları) teker teker kuruşlandırmak, yani bugünkü para ile karşılıklarını tesbit etmek, sonra bunların ortalamasını almak ve “günümüzde nisap budur” demek. Bu durumda dînin hedeflediği zenginlik sınırını yaklaşık olarak tesbit etmek mümkündür. Çağdaş âlimlerden Kardâvî “altını esas alalım” diyor, buna göre nisap 500 milyon civarında olur. Gümüşü alalım diyenlere göre 60 milyon olur. Kırk koyunu 30 milyonla çarpsanız 1.2 milyar eder. Hem 55 milyon sahibini hem de milyar sahibini eşit derecede zengin saymak âdil değildir, İslâm bunu hedeflemiş olamaz.

2. Bu nisaplar, tesbit edildiği zamanda birbirine eşit ve normal bir ailenin bir yıllık geçiminin karşılığı olduğu için, buradan hareket ederek günümüzde ailenin yıllık asgarî geçim indeksini esas almak ve temel ihtiyaçları karşılayan malvarlığı dışında bu kadar zekâtlık mala sahip olanların “nisaba mâlik olduklarını” söylemek. Her iki çözüme göre de “gümüşü esas alarak 50-60 milyonu olanın zengin olduğunu, zekât alamayacağını, aksine zekât vermesi gerektiğini” söylemek yanlıştır. İkinci formüle göre, asgarî aylık geçim indeksinin iki yüz milyon olduğunu varsayarak kaba bir hesap yapacak olursak yıllık geçim tutarı 2.4 milyar eder. Birinci hesap şeklinin de bu rakama yakın bir sonuç vereceğini sanıyorum. Her iki şekilde de dinî metinlerin belirlediği zenginlik ölçüsünü (nisabı) değiştirmek sözkonusu değildir; yapılan şey nisabın, günümüz ölçülerine göre tesbit ve ifade edilmesidir. Geçen yazıda söylediğimiz gibi bu hesaplar ve ölçüler, yoksulun ihtiyacının böylece karşılanır olması durumunda geçerlidir. İhtiyaç devam ediyorsa yükümlülük ölçüleri de değişir.

Zekât konusunda iki husus sıkça sorulmaktadır:

1. Kadınların örf ve âdete göre normal ölçülerde edinip kullandıkları altın ve gümüş zînetlerden, takılardan zekât verilecek midir? Hanefîler dışındaki üç mezhebin de dahil bulunduğu çoğunluğun ictihadına göre zînet, kadının temel (aslî) ihtiyaçlarından sayılır ve zekâta tâbî değildir; yani bunlardan zekât ödenmez. Ben de bu ictihada katılıyorum.

2. Bir temel ihtiyacı karşılamak (meselâ ev almak, ameliyat olmak, ihtiyaç halinde araba, okumak için kitap, işinde kullanmak içini makina, âlet vb. almak) için biriktirilen para birçok Hanefî fıkıhçıya göre zekâta tâbî değildir; ben de bu görüşü tercih ediyorum.

Prof. Dr. Hayreddin Karaman


http://ramazan.mynet.com/dini-bilgiler/134-zekat-ve-fitre-2.html

Zekât ve Fitre (3)


http://ramazan.mynet.com/images/stories/ramazan/dini-bilgiler/hayreddin-karaman.jpg



Zekâtın kimlerin, hangi derecede zengin olanların verecekleri konusu daha önce açıklanmıştı. Zekâtı belli bir zenginliğe, servet fazlasına sahip olanlar, geliri olmayanlara veya geliri olsa bile giderini karşılamayanlara, temel ihtiyaçlarını kendi imkânlarıyla gideremeyenlere vereceklerdir. Zekât verecek kadar zengin olmayanlar, “zekât almaya hak kazanmış yoksu” sayılmaktadır. “Allah’tan bir farz olarak yoksullara, düşkünlere, (zekâtı toplama ve dağıtma işinde çalışan) memurlarına, kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenenlere verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolculukta ihtiyaç içine düşenlerin ihtiyaçları için sarfedilir” (Tevbe: 9/60)

“Allah yolunda olanlar”dan maksat kimlerdir? Yorumcuların çoğuna göre bunlar İslâm askerleridir; Allah’ın dînini ve müslümanları korumak, İslâm’ı insanlara ulaştırmak için gerektiğinde savaşanlardır. Bazı yorumcular bu kavramı geniş tutarak içine, savaş dışındaki bir kısım çalışmaları ve hizmetleri de sokmuşlardır. Buna göre dîne ve millete faydası dokunacak ilmin taliplerine (öğrencilerine) ve hayır kurumlarına da zekât verilir.

Kölelere zekâttan pay ayırılmış olması, İslâm’ın köleliğe karşı olduğunu, onu zaman içinde ortadan kaldırmak için tedbir aldığını göstermektedir.

Fitre, hicretten sonraki ikinci yılda oruç ile birlikte farz (Hanefîlere göre vacip) kılınmıştır. Borç olarak tahakkuk etmesi Ramazan bayramının birinci günü tan yerinin ağarması ile başlar, ancak daha önce ödemek de câizdir. Zekât verecek kadar serveti olanlar hem kendileri, hem de bakmakla yükümlü oldukları aile fertleri için fitre öderler. Türkçe’de fitre denilen “fıtra”, hem oruç açmak mânâsındaki iftarın köküdür hem de yaratılış mânâsındaki fıtrattır. Fitre, oruç ibâdeti ile geçirilmiş bir ayın teşekkürü ve insan olarak yaratılmış olmanın minneti olarak ödenir, bayramda yoksulların da sevinmelerini sağlar.

Hurmadan, üzümden, buğdaydan... şeklindeki farklı maddeler ve bunlara bağlı farklı para miktarları kafaları karıştırmaktadır. İşin esası şudur: Her ailenin temel beslenme maddesi ne ise onun orta kaliteli olanından, bir yoksulun bir günlük yiyeceğini karşılayan miktardır. Bir aile bayram günü bir yoksulu yemeğe çağırsa, uğurlarken de –akşam karnını doyuracak kadar bir diş kirası verse fitreyi ödemiş olur. Bunu karşılayacak parayı vermekle de fitre borcu ödenir. Aylık, yıllık mutfak masrafınızı fert başına günlük olarak hesap edebiliyorsanız fitre miktarını da bulmuş olursunuz. Bir başka ölçü de şudur: İçi (2176) gram arpa alacak bir kabı dolduracak kadar arpa, buğday, kuru üzüm, hurma kaç lira ediyorsa fitra miktarı da odur; bunların mal olarak verilmesi de, birinin veya ortalamasının bedelinin verilmesi de câizdir.

Zekât ve fitre verilen kimseye bunun zekât veya fitre olduğunu açıklamak gerekli değildir.

Prof. Dr. Hayreddin Karaman


http://ramazan.mynet.com/dini-bilgiler/133-zekat-ve-fitre-3.html