PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Gözlerimiz Allah'ı anlatıyor


Melancholy
07-22-2010, 20:10
http://www.moralhaber.net/i/haber/295x200/79860.jpg


Gözümüz ve dilimiz Allah'ı anlatıyor. Gözümüz ve dilimiz "Allah var" diyor. İnsanın bizzat kendisi, Allah'ı anlatan bir kitaptır. Nasıl mı? İşte cevabı:

Ali İhsan Er'in yazısı

Gerek gözümüz, gerekse dilimiz bize şu dersi veriyor: "Bizim asıl gâyemiz, bütün organlarınızı hikmetli şekilde yaratan Rabbinizi unutmamanız için, üzerimizdeki ince sanatları ve hikmetleri göstererek, sizi hayrete, takdire ve şükre sevk edici bir tefekkür gayretine girmenize vesile olmaktır."

Gözümüz ve dilimiz Allah'ı anlatıyor
Gözümüz ve dilimiz "Allah var" diyor
İnsanın bizzat kendisi, Allah'ı anlatan bir kitaptır. Bir başka deyişle, etrafımızdaki her şey Rabbimize ait işaretleri taşıdığı gibi, maddi ve manevi hayata sahip olan bizlerde de Allah'a ait, O'nun muhteşem bir sanatı olduğumuzu gösteren işaretler bulunmaktadır. Kur'an bu işaretleri bizlere hatırlatma bağlamında, "Biz ona (insanoğluna) görmesi için gözler, gönlüne tercüman olacak bir dil ve dudaklar, vermedik mi? Ona hayır ve şer yollarını göstermedik mi?" (Beled, 90/8-10) buyurur.
Bu ayette Yüce Allah göz, dil, dudak ve akıl nimetlerine dikkatlerimizi çekmekte, onlar üzerinde düşünmemizi tavsiye etmektedir.
Evet Rabbimiz etrafımızı görebilmemiz için bizlere gözler vermiştir. Kâinatı onlarla müşahede eder, okumayı onlarla yaparız. Bir çift göze sahip olduğumuz için de mesafeleri ölçebilir, dengeyi kurabiliriz.
Gözler çok hassas ve nazik organlar olduğu için kafa kemiklerinden oluşan çukurlara yerleştirilip korunmaya alınmıştır. Korunma mekanizması sadece bundan ibaret olmayıp, ayrıca alt ve üst göz kapaklarının ihtiyaç anında aniden kapanmasıyla da bu korunma kuvvetlendirilmiştir. Göz kapaklarının belirli aralıklarla açılıp kapanmasıyla, arabaların cam sileceklerinin çalışması gibi gözün saydam tabakasının kirlenmesi ve kuruması önlenmektedir.
Gözler öyle orijinal öyle muazzam azalarımızdır ki Darwin bile onlarda yaratılan harika sanatları görünce, onların tesadüfen olamayacağını, kendi kendine veya şuursuz tabiatın bir eseri olmasının da imkansızlığını anlamış, vicdanı rahatsız olduğu için "beyin ve göz gibi kompleks organların tesadüfen evrimleşmelerini izah edemiyor ve çıldıracak gibi oluyorum" deme mecburiyetinde kalmıştır.

EĞER DİLİMİZ OLMASAYDI!
Allah Teâlâ'nın kudretini ve ilmini gösteren, kendisinden işaretler veren bir başka nimeti ise dilimizdir. Evet dil, sayısız meyvelerin, lezzetli yiyeceklerin tadını idrak edebilmek için bir kapıcı ve kontrolörlük vazifesi yapmaktadır. Daha doğrusu yaptığı vazifelerin en meşhuru bu olmaktadır. Eğer dilimiz olmasaydı, karnımızı doyurmak maksadıyla ağzımıza aldığımız birçok şeyden ötürü zehirlenebilecektik.
Hâlbuki o, tadı acı ve lezzeti kötü olan birçok maddenin aynı zamanda zehirli ve zararlı olduğunu daha dokunur dokunmaz anlar ve ağızdakini tükürmek için ikaz eder. Tatlı ve lezzetli yiyecekleri yediğimizde ise onları bize ihsan eden Kudreti Sonsuz Rabb'imizi hatırlayıp şükretmeye vesile olur.

NE BÜYÜKSÜN ALLAH'IM!
Ayrıca çiğneme ve yutma hareketlerinde çok önemli fonksiyonlar görür dilimiz. Aldığımız gıdaları ağzımızın içinde evirir çevirir, harç makinesi gibi karıştırır, tükürük bezlerinin salgılarıyla iyice ıslanıp yumuşamalarını temin eder ve onların yutulacak hale gelmesini sağlar. Yutma sırasında da bu lokmaları arkaya doğru iterek midemize kolayca gitmesine vesile olur.
Çok çeşitli tatlar olduğu halde esas olarak dört ana tat grubu vardır. Tatlıya hassas olan alıcılar dilin ucunda toplanmışlardır. Tuzluya hassas olanlar dilin üst kısmında geniş bir alanda düzenli dağılım gösterirler. Acıya hassas olanlar arka kısımda, ekşiye hassas olanlar ise kenar bölgelerinde dağılmışlardır.
Esasında gerek gözümüz, gerekse dilimiz bize şu dersi veriyor: "Bizim asıl gâyemiz, bütün organlarınızı hikmetli şekilde yaratan Rabbinizi unutmamanız için, üzerimizdeki ince sanatları ve hikmetleri göstererek, sizi hayrete, takdire ve şükre sevk edici bir tefekkür gayretine girmenize vesile olmaktır."
Küçücük küreleri başımıza yerleştirip kâinatı görmemize sebep yapan, bir parça eti ağzımıza yerleştirip ona birçok işler yaptıran Rabbimiz, gücü her şeye yeten Yüceler Yücesi'dir.

BİR SORU-BİR CEVAP

Allah bir tek olduğu halde herkesi bir anda nasıl görebiliyor?

Bu soruyu bize İzmir'den yazan okurumuz Seçil Dertli soruyor.
Sorunuzu güneş örneğiyle izah etmeye çalışalım Seçil Hanım. Güneş, bir tane olmasına rağmen yeryüzünün kendine bakan yüzeyindeki bütün cisimlere aynı anda ışığıyla, ısısıyla, yedi rengiyle ulaşıyor. Bununla da kalmıyor evlerimize, odalarımıza giriyor; her şeyi aynı anda aydınlatıyor ve ısıtıyor.
Şimdi, güneşin şuurlu bir varlık olduğunu kabul edelim. Isısı onun gücü, ışığı ilmi ve yedi rengi de işitme, görme, konuşma gibi yedi sıfatı olsun. O zaman güneş bütün cisimleri, ulaştığı bütün varlıkları aynı anda görebilir, duyabilir; onlarla konuşabilir ve onlara hükmedebilirdi. Şuursuz, akılsız, âciz, donuk bir varlık olan güneş, Allah'ın "Nur" isminin tecellisiyle aynı anda milyonlarca yerde olabiliyorsa kâinatın yaratıcısı olan Yüce Allah'ın aynı anda bütün mahlûkatı görmesi ve onlara hükmetmesi yadırganabilir mi?

ALLAH'I KENDİMİZ GİBİ DÜŞÜNEMEYİZ
Aslında Cenâb-ı Hakk'ın, kâinattaki bütün varlıkları aynı anda görmesini ve yönetmesini algılamakta zorlanmamız, Allah'ı kendimiz gibi düşünmemizden kaynaklanıyor. Böyle bir düşünce, bir masa ile ustasını karşılaştırmaktan daha abes, daha mantıksızdır. Bir masa için, odanın içinde hareket etmek, canı sıkılırsa dışarı çıkıp gezip dolaşmak, otomobille veya uçakla başka şehirlere, başka ülkelere seyahat etmek imkânsız bir şeydir. Hatta o, dışarıdan bir müdahale olmazsa yerinden bir milim dahi kımıldayamaz.
Bir an için bu masanın akıl sahibi olduğunu farz edelim. Sonra ona, "Seni yapan usta senin gibi bir yerde sabit durmak zorunda değildir. O, dilediği gibi oturur kalkar, dilediği yere kolayca gider. Şimdi buradayken, biraz sonra başka bir yerde bulunabilir. Otomobille veya uçakla kısa bir süre içinde çok uzak şehirlere, ülkelere gidebilir" diye ustasının yaptıklarını ve yapabileceklerini anlatalım. Masa, ustasını kendisiyle kıyas eder, kendisi gibi cansız, donuk bir varlık gibi kabul ederse; onun otomobille, uçakla seyahat etmesi bir yana, bulunduğu oda içinde dilediği gibi hareket etmesini bile algılamakta zorlanacaktır. İşte insanın kendisiyle Yüce Allah'ı kıyaslaması bundan çok daha büyük bir yanılgıdır.
Neticede bir ve tek olan Allahu Teâlâ, sadece insanları değil bütün mahlûkatı aynı anda görür. Allah; zamanla, mekânla veya başka bir şeyle sınırlı değildir. O'nun ilmi, kudreti sonsuzdur. Allah için hiçbir zorluk yoktur. Her an, her yerde olmak, herkesi ve her şeyi aynı anda görmek Allah'a asla zor gelmez.

TEFEKKÜR ATLASI

Hayali bile insana harikulade bir lezzet veriyor

Bir gül düşünelim. Yaprak yaprak ve ortasında simsiyah püskülcükler gonca hâlinden açılmış hâle gelmekte. Sonra da yapraklar açılıp kapanarak tekrar gonca hâline geçmekteler.
Hep taptaze kalan bu gül gibi, şehir ve köylerin anası yani yerin göbeği olan Mekke'nin ortasında siyah peçeli Kâbe... Etrafında iç içe daireler hâlinde dünyanın her tarafından saflar dizilmiş. Her an dünya üzerinde beş vakit eksik olmuyor.
Bütün Müslümanlar içe doğru eğilen gül yaprakları gibi Kâbe'ye doğru yönelerek namazın o narin ve zarif hareketleri ile eğilip bükülüyorlar.
Hayali bile insana harikulade bir lezzet veriyor.

BİR DUA

Günahlarımı bağışla ya Rabbi!

Nasıl tövbe etmemiz gerektiğini Peygamberimiz bize şöyle öğretiyor: "Estağfirullah el'azîm el-kerîm ellezî lâ ilâhe illâhû tövbete abdin zâlimin lâ yemlikü linefsihî mevten velâ hayâten velâ nüşûrâ - Kendisinden başka ilah olmayan Rabbimden, ne ölme, ne yaşama, ne de yeniden dirilme kararını veremeyen aciz bir kul olarak günahlarımdan bağışlanma diliyorum."

ÖRNEK HAYATLAR

Cömertliğiniz dilinizde mi, elinizde mi?

Geçmiş zamanın birinde bir adam vardı. Her fırsatta, cömertlikte bulunduğunu anlatır ama gerçekte hiç de o kadar cömertliğinin olmadığı bilinirdi. Bir gün İbrahim Edhem Hazretleri'nin yanında otururken dedi ki:
- Ey Belh'in büyüğü! Herkese nasihat ediyorsun, bana da nasihat eyle. İbrahim Edhem:
- Nasihat edersem tutar mısın, dedi. Adam, söz ver*di. Bunun üzerine şöyle dedi İbrahim Edhem:
- Senin işin bağlıyı açmak, açığı da bağlamaktır!
Bir şey anlamadı bundan. Sordu:
- Bu ne demek?

BAĞLIYI AÇ, AÇIĞI BAĞLA!

Şöyle izah etti İbrahim Edhem:
- Bağlı olan kesenin ağzıdır. Onu açacaksın, açık olan da senin ağzındır, onu da kapayacaksın. Çünkü yap*madığı cömertliği yaptığını söylemektedir.
Gerçekten de bazılarımızın dilinde cömertlik vardır. Ama tatbikata gelince durum değişir, iş veresiyeye kay*maya başlar. İşte böyleleri için darb-ı mesel olmuştur İb*rahim Edhem'in bu sözü:
- Senin işin, bağlıyı açmak, açığı bağlamaktır!
Peki siz hiç düşündünüz mü bu konuyu? Cömertliğiniz dilinizde mi, elinizde mi?


Bugün