PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : türk halk danslarının kökeni ve gelişimi


*fanii*
02-03-2008, 14:32
TÜRK HALK DANSLARI

Anadolu'da günümüzden yaklaşık on bin yıl kadar öncelere uzanan bir dans geleneği vardır. Anadolu insanı da söz konusu bu dans geleneğini en kutsal bir kültür emaneti olarak günümüze kadar ulaştırmıştır, İngiliz arkeolog James Mellart'ın Çatalhöyük'te yaptığı kazılardaki Neolitik Kent'te bulunan M.Ö. 5500-6500 yıllarına ait duvar resimleri bu görüşü açık bir biçimde ortaya koyarak ispatlamış bu?lunmaktadır. İki metre boyunda ve üç dört renkli olarak meydana getirilmiş duvar resim?lerinin bazı bölümlerindeki insan figürleri toplu dansların önemini ve bir bakıma da kutsallığını göstermektedir.

Anadolu'da doğup gelişmiş olan Eti, Lidya, Frigya gibi ulusların zamanımıza kadar ulaşan kültürlerinden ve özellikle plastik sanatlardaki yapıtlarından bu dans geleneğinin aralıksız bir biçimde devam ettirilerek günümüze kadar ulaştığına tanık oluyoruz.

Öte yandan, yazılı Çin kaynakları, kökenleri Orta Asya'da olan Türklerin de çeşitli tören?lerde toplu danslar yaptıklarını göstermektedir. Türkler, zamanımızdan bin yıl kadar önce Anadolu topraklarına gelip oraları kendilerine yurt edindikleri zaman, birlikte getirdikleri Türk halk danslarıyla Anadolu'da yaşamakta olan geleneksel dansları birbirine karıştırdılar. Bu suretle halk danslarında bir sentez meydana getirdiler. Çekinmeden söylenebilir ki Türklerin halk danslarında oluşturduğu bu sentez, diğer kültür birleşimlerindeki başarılarının en önde gelenidir. Bugün Anadolu halk danslarının dünya festivallerindeki büyük beğeni ve başarı sırlarının önemli kısmı bu sentezin temellerinde aranmalıdır. Bunun için Anadolu'daki halk dansları dünyadaki tüm halk dans?larından daha hareketli, daha renkli ve daha anlamlı nitelik ve nicelikler taşımaktadır. Bunun için bugün sayısı binlere yaklaşan Anadolu topraklarındaki Türk halk dansları, yurdumuz yüzeyinde çeşitli gruplar ve genel isimler altında kümelenmiş bulunmaktadır.



Türk halk dansları yurdumuzun dört bir yanında, köyünde kentinde, genç-yaşlı ayırımına bakılmaksızın insanlarımızın tümünün birlikte katıldığı; coşkuyla, sevgiyle, heyecanla oynadığı oyunlardır. Her bir yerleşme merkezinin ortaya koyduğu bir halk kültürü dalıdır. Oralarda yaşayan insanların eseridir, atalarından öyle görmüşlerdir ve hemen hemen aynı figürlerle bu oyunları uygularlar. Oyunu ilk kez kimin düzenlediği, ne zaman bir halk oyunu olarak hangi ortamda o oyuna can verdiğini hemen hemen hiç kimse bilemez. Dolayısıyla yaratıcının adı-sanı unutulmuş, halk tarafından benimsenmiş ve özel günlerde eskiden beri taşıyageldiği çizgilerle oynandığı için, artık anonimlik özelliğini kazanmıştır ve böyle olduğundan genel folklorun bir dalı olmuştur.



Tarihin en eski dönemlerinde dinî inanışlar, büyüsel işlemler, doğayı taklit vb. sebeplerle insanların birtakım hareketler yapması, zamanla bu hareketlere müzik, ritim, ses gibi öğelerin katılması, bir halk eğlencesi türündeki bu olayın gelişmesini ve yaygınlaşmasını sağlamıştır. Daha sonraki yüzyıllarda Türk halk dansları kendi iç ve dış yapısındaki gelişmelerini sürdürmüş, nihayet günümüzde sanat endişesi, estetik kaygı, iletişim sağlama, içinde bulunulan durumu daha iyi vurgulama vb. düşüncelerle renklendirilip sergilenir olmuştur.



Türkiye’nin birbirinden çok farklı coğrafyaya ve mevsim değişikliklerine sahip bulunması, bu bölgelerde yaşayan kişilerin hem halk kültürüne ve hem de bu engin kültürün bir alt dalı olan Türk halk danslarına yansımıştır. Çevrelerinde gördükleri dağları taklit edercesine birbirine omzunu veya sırtını dayayanlar, el ele, kol kola girip sağa-sola yaylananlar böylece hem yerlerinden yurtlarından kopmamayı, hem de komşusuyla, eşiyle, dostuyla, akrabasıyla birlikte bulunup o topluluğun vazgeçilmez bir parçası olduğunu herkese ilân eder... Bu sıkışık düzenin zaman zaman aralanmasına, oyuncuların birbirinden bağımsız gibi hareket etmesine baktığımızda, o oyunların doğuş yerlerinin daha geniş bir alan olduğunu, dağların yerini ovaların aldığını görürüz. Söz gelimi, Sivas, Erzurum, Van, Bitlis, Kars, Hakkari, Şanlıurfa, Gaziantep vb. illerimizin Türk halk dansları işte böyle sıkı bir birliktelik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışmayı ortaya koyar. Orta Anadolu’daki oyun türlerine göz attığımızda ise, bu sıklığın biraz daha gevşediğini, oyun esnasında bile oyuncuların zaman zaman kendi yeteneklerini ekip gösterisinden daha da ileri çıkardıklarını görmekteyiz. Ege’nin zeybek oyunları içinde bir-iki oyunu dışarıda tutarsak, Türk halk danslarına toplumun bütün bireylerinin katılabileceğini söylememiz yanlış olmaz.



Türk halk danslarında var olan hareket öğesini başka bir güzellik içine sokan özellikler arasında giysiler ve takılar ön plâna çıkar. Yaşadıkları coğrafyada doğanın bütün verimkârlığıyla kendini gösteren zengin bitki örtüsünün farkına varan insanlar, bu renkli dünyayı taklit etmiş, giysi ve takılarında onları örnek olarak almışlardır. Başındaki oyalı yazmasından sırtındaki yeleğe veya yağlığına, çarığından çorabına, kasketinden şalvarına kadar bütün giyeceklerin üzerinde bu renkli doğanın güzelliklerini görmek mümkündür.



Türk halk danslarında kullanılan araç ve gereçler de yöreden yöreye değişiklikler gösterir. İnsanların o bölgedeki tutum ve davranışları Türk halk danslarını da etkiler. Geçimsizlikler, kavgalar, savaşlar, vahşi hayvanların saldırısına karşı koyma vb. sebepler insanların bazı araç-gerece sahip bulunmasını mecburî kılar. Bıçak, kama, tüfek, tabanca veya yalnızca kalın bir sopa bile, bu kendini savunma düşüncesiyle insanların yararlandığı birer araç haline dönüşür. Türk halk danslarının doğayı taklit etme öğesinden başka, işte bu tür kavga, savaş, savunma sahnelerini de içinde bulundurması kaçınılmaz olur ve halk oyunu bu araç-gereçlerle daha farklı bir anlatım kazanır. Özellikle birbirinden dil ve kültür bakımından uzak kalmış olan toplulukların bir arada yaşamak zorunda kaldıkları coğrafyalarda, oyunlarda bu tür araç-gerecin daha sık olarak görüldüğünü söylememiz mümkündür. Doğayı sadece cansız varlıklardan ibaret saymayan insanlarımızın, çevrelerinde gördükleri hayvanları da Türk halk danslarına konu olarak aldıklarını görüyoruz. Avcılık ile birlikte yürütülen hayvancılık, çeşitli Türk halk danslarında ya hayvan adlarıyla, ya benzetme ve taklit olarak ya da bazı ilişkilerin sembolleştirilmesi biçimiyle ortaya konur. Söz gelimi, güvercin, horoz, kartal, kınalı keklik, kara kuzu, ördek, pisik (kedi), tavuk, turna vb. hayvan adları, bölgeden bölgeye oyun türleri farklılaşsa bile, yaşatılıp gitmektedir. Bunların önemi, şaman inançlarından kalma bazı özellikler taşımasında yatmaktadır. Ayrıca birtakım özel yapılmış maskeler veya yüz yazma (boyama), halk takviminin belirli dönemlerinin uygulanması veya belirli ritüellerin bugün bile sunulması, özellikle kırsal kesimde daha farklı bir anlam ve anlatım gücüne sahiptir.



Konusunu ait olduğu yörenin adından alan Türk halk dansları arasında, Sivas halayı, Balıkesir bengisi, Gerede zeybeği, Tonya kız sallaması vb. sayılabilir.



Gündelik yaşayışın çeşitli olayları ve uygulamalar da Türk halk danslarına ad oluşturmuştur. Söz gelimi, Arabacı, Gemici, Kasap, Eşkıya, Kasnakçı, Oduncu vb. oyunlar değişik iş kollarını ve toplumumuzdaki farklı oluşumları, meslekleri göstermesi bakımından dikkatleri üzerlerine çeker.



Ayrıca sayı adlarıyla anılan oyunlar vardır: İki Ayak, Üç Ayak, Dört Ayak, Dokuzlu, Yarım Çardak, İkili, İki Parmak zeybeği vb.



Kişi adlarıyla yurdun dört bir bucağındaki Türk halk danslarına örnek olarak şunları verebiliriz: Ayşe Bengi oyunu, Koca Arap, Ata barı, Kamil Bey, Şeyh Şamil, Temur veya Timur Ağa, Hasan Paşa, Haççam zeybeği, Sinanoğlu zeybeği, Hanım Ayşe vb.



Türk halk danslarında çeşitli araç-gereç kullanılır. Söz gelimi, ateş bir yandan kutsal olma düşüncesini sergilerken, diğer yandan hastalıkları iyileştirme işlevi de üstlenmiştir. Hastalığın sebebini veya kötü ruhların yapacağı olumsuzlukları ortadan kaldırabilmek amacıyla insanlar, yanan ot, odun veya çaputlar üzerinden hızla karşı tarafa atlayarak, bu şamanist dönemden kalma inançlarını pekiştirirler. Adıyaman’daki Simsimi oyunu, Ankara’da Sin-Sin, Eflani-Zonguldak’ta Gavur oyunu adıyla karşımıza çıkar.