PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : DÜNYAYI AĞLATANLAR :HASAN SABBAH (sebatayistlerin lideri)


kayısıkentli
01-30-2008, 02:52
Kan Dökmeyi Çok Seven , Sapık Görüşlü Zalim

HASAN SABBAH

Saf ve muhtaç insanları kullanarak kanlı bir saltanat süren Hasan Sabah , 1059 yılında İran’ın Kum şehrinde doğdu. Çok zeki ve siyasete yatkın bir karakteri vardı. Din alimi olmak için çalıştı , kısa zamanda önemli başarılar elde etti.


Yaşı henüz 17 iken İsmailiye görüşüne mensup bir kişinin etkisinde kaldı. İsmailiye görüşü şu anlama geliyordu :
Bilindiği gibi hilafet – bir diğer ifadeyle imamet – konusunda farklı görüşe sahip üç siyasî mezhep vardır : Şiilik , Haricilik ve Ehl-i Sünnet. Şiiler , Hazreti Ali’nin bizzat Hazreti Peygamber tarafından seçilmiş imam olduğu konusunda birleşirler. Onlara göre Hazreti Ali sahabenin en faziletlisidir ; imamet ancak Hazreti Ali’nin çocuklarına intikal eder , etmelidir.


Şia , ilk çıktığı şekliyle fazla sürmemiş ve kısa zamanda şubelere ayrılmıştır. Bunlardan sade Ehl-i Beyt sevgisiyle yetinmeyen ve Gulat (aşırılar) denilen bazı fırkalar , Hazreti Ali’nin peygamberliğini ve hatta uluhiyetini iddia edecek kadar ileri gitmişlerdir.
Günümüzde , başta İran ve Irak olmak üzere bazı İslâm ülkelerinde mevcut olan Şiîlerin ekserisi , imamiye Fırkasının İsnaaşeriye kolundandır. Bu mezhep mensupları imamın masum olduğuna diğer bir kolu ise İsmailiye fırkasıdır. İsmaililer , halen çeşitli İslâm ülkelerinde dağınık vaziyette yaşamaktadırlar. Genel olarak İsnaaşeriye mutedil Şiîliği , İsmailiye ise aşırı görüşü temsil eder.


İsmaililer , Mısır’da yönetimi ele geçirince Hasan Sabah da oraya gitmiştir. Daha sonra Hasan Sabah İsmaililer’in davetçisi olarak İran’a gelerek , baştan başa dolaşır.

İsmaililiğin Mısır’da yıldızının sönmeye yüz tuttuğu bir sırada Hasan Sabah , İran’da yeni bir dinamizm kazandırmıştır. Babası İsnaaşeriye mezhebinden olan mezhebinden olan Sabah , genç yaşta Batıni davetçilerin tesirş altında kalarak Mısır’a gitmiş ve orada İsmaili olmuştur. Dönüşünde Alamut kalesine yerleşerek halkı İsmailiye mezhebine davet etmeye başladı.


Batıniler İslâm toplumunda daha rahat faaliyette bulunmak ve halkı kandırmada başarılı olmak için fikir ve inançlarını Kur’an’ın içine yerleştirmek lüzumunu hissetmiştir. Onun için de her mertebede ayetleri çok garip bir şekilde tevil etmişlerdir. Böylece Kur’an’a dayanarak Kur’an’ı yıkmak , İslâm perdesi altında dinsizlik yapmışlardır. Bu tevillerin bazıları şunlardır:
Hasan Sabah , Mısır’dan İran’a davetçi olarak gelince Selçuklu Devleti ile mücadelesini sürdürebileceği uzak ve ele geçirilmez bir kale , yeni tip bir genel karargah bulmak için araştırmıştı. Sonunda tercihi Elburz Dağ çemberinin tam ortasında , dev gibi bir kayanın zirvesinde , 1800 metreden fazla bir irtifada kurulmuş olan Alamut kalesi oldu. Kale , dışa kapalı ve verimli bir vadiye hakim bulunuyordu. Uzunluğu 54km.olan bu vadiye , Alamut ırmağından , dik ve çıkıntılı kayalar arasındaki dolambaçlı bir yol , vadinin üzerinde , onlarca metre yükseklikte oturmuş olan kaleye ulaşıyordu.


Kaleye kartal yuvası anlamına gelen Alamut adı verildi. Çeşitli hilelerle ele geçirdiği kaleye yerleşen Hasan Sabah , 1090’dan ölünceye kadar geçen otuz beş yıl boyunca hiç dışarı çıkmadı.
Hasan Sabah , taraftarlarını kendine çok bağlamıştı. Bu konuda Vakanuvis lordu Lübeck şunları yazmıştır :

“Şeyh , ülkesindeki insanların kafasını , büyüsü sayesinde öyle bulandırıyor ki , onun dışında bir tanrıya ne saygı duyuyor , ne de ibadet ediyorlar. Onları öyle umutlara ve ebedi bir cennet içindeki öyle eğlence vaadiyle kendine çekiyor ki , onlar da yaşamaktansa derhal ölmeyi tercih ediyorlar. Hatta içlerinden bir grup , onun emri veya basit bir işareti ile , yüksek bir surun tepesinden atlamaya ve kafası parçalanarak korkunç bir şekilde ölmeye hazır vaziyettedir. İnsan kanı döken ve buna karşılık kendisi de ölümü tadan kişilerin en mutlu kimseler olduğunu ileri sürüyor. Böylece bazıları , birini hile ile öldürüp , sonra sanki cezalandırma ile ermişçesine bizzat kendilerini telef ederek ölmeyi göze aldığı zaman , onlara adeta bu işe mahsus olan hançerleri veriyor. Daha sonra onları , sarhoşluk ve unutkanlık halinde kendinden geçiren bir içkiyle coşturuyor. Bu sayede onlara zevk ve haz , daha doğrusu aldatmacalık dolu bazı tuhaf rüyalar gösteriyor ve bu kabil eylemleri karşılığında onlara bu güzelliklerin sürekli sahipliğini vaat ediyor.”


Meşhur seyyah Makro Polo , Alamut kalesini şöyle tasvir ediyordu :
“O , iki dağ arasında bir vadide , dünyadaki her türlü meyve ile dolu , normale göre çok büyük ve güzel olan bir bahçeyi duvarla çevirmişti. Orada her tarafı yaldızlı ve güzel resimlerle süslü , eşi görülmemiş en güzel evler ve en güzel saraylar bulunuyordu. İçinden şarap , süt , bal ve su akan kanallar vardı. Burası her türlü müzik aleti çalmasını bilen , çok güzel kadınlar ve kızlarla doluydu. Şeyh onları , bu bahçenin cennet olduğuna inandırıyordu. Bundan dolayı bahçeyi , cennetin Kur’an’da tasvir edildiği şekilde şarap , süt , bal ve su kanallarıyla , zevke göre güzel kadınlarla dolu büyük bahçeler şeklinde düzenlemişti.


“Bu bahçeye , Haşişî yapmak istediği kimseler hariç , hiçbir kimse giremezdi. Bahçelerin girişinde , hiç kimsenin ele geçiremeyeceği kadar mustahkem ve bahçeye , ancak kendinden girilebilen bir şato vardı. Şeyh , hükümdarlık sarayında , kendisinin silâhlı adamı olmak isteyen 12-20 yaş arasındaki yöre gençlerini alıkoyuyor ve onlara : `Muhammed, cenneti nasıl benim size söylediğim şekilde tasvir etmiş,`diyordu. Onlar da bütün Sarasinlerin inandıkları gibi ona inanıyorlardı. Gençleri onlu , altılı veya dörtlü gruplar halinde birbiri ardından bu bahçelere sokuyordu , sonra da onları bahçesine taşıyordu. Uyandıklarında ise kendilerini bahçenin içinde buluyorlardı.

“Bulundukları yerde , kendilerini o kadar güzel bir durumda görüyorlardı ki , hakikaten bir cennette olduklarını düşünüyorlardı. Kadınlar ve kızlar bütün gün onların dileklerini yerine getiriyorlardı. Öyle ki her istediklerini elde ettikleri için oradan asla kendi arzularıyla çıkmıyorlardı.
Oysa size söylediğim şeyh efendi , muhteşem ve büyük bir saraya kapanıp , etrafındaki basit insanları kendinin büyük bir peygamber olduğuna inandırıyordu. Haşişilerinden birini bir yere göndermek istediğinde , bahçesindeki Haşişilerinden herhangi birisine içkisinden verdiriyor ve onu sarayına getiriyor. Haşişi uyandığında , kendini cennetin dışında yani şatoda bulur ; buna çok şaşırır ve durumdan pek memnun kalmaz. Şeyh onu huzuruna getirir ve Haşişi , onun gerçek bir peygamber olduğuna inanmış bir kimse olarak huzurunda eğilir. Şeyh ona Muhammed’in kendi dininde tasvir ettiği şekilde düzenlenmiş olduğunu söyler. Cenneti duyan ve fakat onu görmemiş olan kimseler , oraya gitmek için büyük arzu duyarlar ve oraya gitmek için ölmeyi isterlerdi.

“Şeyh , önemli bir kimseyi öldürtmek istediğinde onlara : `Gidin ve filan kimseyi öldürün ; döndüğünüzde sizi meleklerin vasıtasıyla cennete göndereceğim ; eğer iş başında ölecek olursanız meleklerime sizi cennete götürmelerini emredeceğim,` diyordu. Onları buna inandırıyordu. Onlar da tekrar cennete dönmek arzusuyla , hiçbir tehlikeden korkmaksızın onun buyruğunu yerine getiriyorlardı. Şeyh , bu şekilde onlara istediği her kişiyi öldürtüyordu. Hükümdarlar , duydukları aşırı korkudan ötürü , onunla barış ve dostluğun temini için kendisine vergi veriyorlardı.

Bu şeyh , kendisine itaat eden , her hal ve hareketlerine saygı gösteren iki halife seçmişti. Onlardan birini Suriye diğerini Irak bölgesine gönderdi.”
İmam-ı Gazali’ye göre , dinî kültürü zayıf , İslâmiyetin hakimiyetinden zarar gören , çoğunluğu muhalif davranmayı prensip edinen , ashaba dil uzatmakta sakınca görmeyen , suç işlemye eğilimli kişilere , fedai yapmak için kanca atıyordu.

“Nizamülmülk,`Siyasetname` isimli eserinde Hasan Sabah ve Batıniler hakkında şöyle diyordu : `Her devirde , her yerde asiler çıkmıştır. Fakat hiçbir ,Rafızi mezhep , Batıniler kadar kötü olamaz. Zira onların gayesi İslâmiyeti ve devleti karıştırmaktır. Bu sahtekârlar Müslümanlık iddiasında görünürler. Lâkin hiçbir düşman Hazreti Muhammet’in dini ve yüce Sultan’ın devleti için onlar kadar tehlikeli değildir.”
Gerçekten , Nizamülmülk haklı çıktı. Onu da birçok devlet adamı ve İslâm alimi gibi gönderdikleri fedailere öldürttüler. Hasan Sabah , kanı o kadar seviyordu ki var olan iki oğlunu çeşitli bahanelerle katletti.(Saygılı,199:123)
Selçuklu devleti Alamut kalesiyle mücadelesinde başarılı olamadı. Sonunda zalim Hülagü’nün orduları burayı zaptetti. Akıbeti ise kaleden atılarak parçalanmak olmuştu. Yani , bir zalim bir başka zalim tarafından öldürülmüştü.


(Halit ERTUĞRUL'un "dünyayı ağlatanlar" kitabından alıntıdır)