PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : binlerce çanakkale esiri nası kör edildi?


çakır
03-18-2010, 08:07
Savaşta esir düşen binlerce askerimiz, o dönemdeki İngiliz sömürgesi olan Mısır, Myanmar ve daha birçok sömürge devletlerindeki esir kamplarına götürülmüşlerdi. Kendi vatanlarından kökleri toprağa abanmış bir ağaç gibi sökülerek hiç bilmedikleri memleketlerde kurulan esir kamplara götürülür askerlerimiz. Bilinmeyen diyarlarda tel örgülerle çevrili esir kamplarına hapsedilmeyi, hazmedemezler. Kamplardaki askerlerimizin kimilerinin mektuplarından, oralarda yürek burkan hadiseler yaşadıklarını anlıyoruz.
Askerlerimizin kimi, bu bilinmeyen diyarlarda tel örgülere baka baka çıldırmış; kimi yılan sokmasından, kimi sıtmadan, kimi ince hastalıktan, kimisi de işkenceden vatan hasretiyle can vermişler.
Bu esir kamplarındaki acı olayların en dramatik olanı, Mısır’da İngilizlerin kontrolündeki kampta yaşanmıştır. Buradaki kampın sağlık işleri Arsen Khoren ve Leon Samuel adlı iki Ermeni doktor tarafından yürütülür. Bu doktorlar, temizlik bahanesiyle esirlerin gözlerine dezenfekte özelliği olduğunu söyledikleri krizollü su sürerek zarar vermekte, sonra da tedavi bahanesiyle esirlerin gözlerini oyarak kör ederler.
Bu vahşet ,28 Mayıs 1921 tarihinde Edirne vekilleri Faik ve Şeref Beyler tarafından meclisin gündemine taşınır. Vekiller, burada on beş bin esirin kör edildiğini ve hükümetin İngilizler nezdinde gerekli girişimlerde bulunulmasını isterler.
Mısır’daki bu esir kampından sağ salim dönen bir kaç bahtiyardan biri olan Eyup Sabri Bey adında bir gazi, bu zulmü yapanların ermeni doktorlar olduğunu bizzat beyan ederek, bu doktorların tedavi etmek bahanesiyle bir günde onlarca askerimizin gözlerini oyduğunu belirtmektedir.
Bu kamplardaki zulüm, Anadolu’da Milli Mücadelenin kazanılmasıyla sona erer. Çünkü ermeni doktorlar ortadan kaybolmuş, kamptaki kör olma vakaları da son bulmuştur. Bu zulmü, her ne kadar ermeni doktorlar yapmışsa da her olayda maşa kullanmayı marifet edinen İngilizlerin de bu zulmün baş uygulayıcısı olduğu ve ermenilere bilerek göz yumduğu aşikardır.
Sızıntı dergisinin 2010 şubat, 373’üncü sayısında Murat Muhsin’in detaylı bir şekilde ele aldığı bu konunun, o dönemin Kızılhaç görevlileri de dahil, birçok şahitleri olduğu görülmektedir.
Sözde soykırım iddiasında bulunanlar, tarih sayfalarının açılmasından bu ve benzeri hikayelerin çıkacağını tahmin ettikleri için rahatsız oluyorlar olsa gerek.
Bu gerçeklerden bahsederken, iki toplumun arasındaki düşmanlığı körüklemek gibi bir gaye asla olamaz. Başka milletlerin insanına kin duyarak şehitlerimize karşı görevimizi yerine getirmiş sayılmayız. Aslolan şehit dedelerimiz ne uğruna şehit düştüler, ne uğruna bu acıları yaşadılar onu bilmek ve onların ruhaniyetine vefa göstermektir.
Yaşanmış İbretlik Bir Hikaye
Mısır’daki esir kampında bulunan Cemal adında bir Çanakkale gazisinin ise ilginç bir öyküsü vardır.
Gazi Cemal’in Kardeşlerinden birisi Yemen’de esir düşer, diğeri sağ bacağını Çanakkale savaşlarında Seddülbahir’de bırakır.
Gazi Cemal, Mısır’daki bu kamptan kör olmadan sağ kurtulur. Bilinmeyen bir sebeple memleketine dönmez Gazi Cemal. Belki de memleketine dönünce ailesini bulamayacağını düşünüp bu acıyla yüzleşmek istemez kimbilir. Çünkü esir kampında, Anadolu’da yüz Sudan’ın Hartum bölgesine gider ve orada evlenir. Bir daha da Memleketine dönemez.
İki binli yılların başında, Gazi Cemal’in Çanakkale gazisi diğer kardeşinin torunu Halis Bey Hartum’daki Türk kolejine öğretmen olarak gider. Hartum El Kebir camiinin imamıyla dost olması uzun sürmez Halis Hoca’nın. Cami imamı Yousuf Fadel’in büyük amcası Çanakkale gazisi Cemal’in torunu olduğunu öğrendiğinde, ikisi de gözyaşlarına boğulurlar.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında çeşitli cephelerde esir düşen asker ve sivil insanımızın sayısı 360 bin civarındadır. Bunlardan ancak 135 bin kadarının dönebildiği belirtilir.
Vefa abidesi olduğunu düşündüğümüz toplumumuzun, dedelerine vefa göstermek için her yıl binlerce kilometre öteden gelerek Gelibolu sırtlarında şafak ayini düzenleyen Anzaklar karşısında sınıfta kaldığı kesin.
Ancak bugün; Sibirya’da, Myanmar’da ve daha adını dahi bilmediğimiz yerlerde, esir kamplarında tel örgülere baka baka içinde hasret çığlıkları atarak çıldıran, can veren dedelerimizin garip kalmış mezarlarının başına vefa duygularıyla giderek dua okuyan genç belletmen ve öğretmenlerin olduğunu bilmek, insanı bir nebze olsun ferahlatıyor.
Kaynaklar:
- Eyüp Sabri; Bir Esirin Hatıraları, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul-1978
- Kızılhaç Heyeti Mısır Kampları Raporu sh.40-85
Arif Akpınar