PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Nietzsche Ağladığında (Irvin D. Yalom) Özeti,Konusu,Karakterleri


denizci
03-02-2010, 10:43
Nietzsche Ağladığında/Irvin D. Yalom...

Sahne
Psikanalizin doğumu arifesindeki 19.yüzyıl Viyana'sı. Entelektüel ortamlar. Hava soğuk.
Aktörler
Nietzche: Henüz iki kitabı yayımlanmış, kimsenin tanımadığı bir filozof. Yalnızlığı seçmiş. Acılarıyla barışmış. İhaneti tatmış. Tek sahip olduğu şey, valizi ve kafasında tasarladığı kitaplar. Karısı, toplumsal görevleri ve vatanı yok. İnzivayı seviyor. Tanrıyı öldürmüş. 'Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır,' diyor. Daha sonra 'kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: Önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?' diyecek. Ümitsiz.
Breuer: Efsanevi bir teşhis dehası. Ümitsizlerin kapısını çaldığı doktor. Psikanalizin ilk kurucularından. Kırkında, bütün Avrupalı sanatçı ve düşünürlerin doktoru olmayı başarmış. Güzel bir karısı ve beş çocuğu var. Zengin. Saygın. Hayatı boyunca 'ama' pozisyonunda yaşamış biri.
Freud: Breuer'in arkadaşı. Henüz genç. Geleceği parlak. Şimdi yoksul.
Salomé: Erkeklerin başını döndüren kadın. Çekici. Özgür. Evliliğe inanmıyor.
Bazen aynı anda birçok erkekle beraber oluyor. Sanatçıları ve düşünürleri tercih ediyor. Kırbacı var.
Konu
Ümitsizlik.
Birgün, erkeklerin başını döndüren kadın, Salomé Nietzsche'den habersiz Breuer'e gelir. 'Avrupa'nın kültürel geleceği tehlikede, Nietzsche ümitsiz. Ona yardım edin,' der. Breuer Salomé'yi tekrar görebilmek umuduyla 'peki' der.
Ve varoluşun kader, inanç, hakikat, huzur, mutluluk, acı, özgürlük, irade... ve neden, nasıl gibi en önemli duraklarından geçen bir yolculuk başlar...
Kendisiyle ve hayatla yüz yüze gelmekten çekinmeyenlere...

*Bu roman, Nietzsche ile Breuer'in karşılaşmaları, sonra da Nietzsche'nin Breuer'in hastası olması fantezisi üzerine kurulmuş. Breuer'in, mesleğinde en başarılı olduğu yıllar. Evde zarif eşi ve tatlı çocuklarıyla, okulda da bilimsel gerçeklerin peşinde, mutlu -olması beklenecek- bir hayatı var. Öğrencisi ve arkadaşı olan genç Freud'la birlikte, yeni denemeye başladığı "konuşma terapisi" üzerine kafa yoruyor. Kırk yaşında. Bilimin ve ailesinin ısıttığı hayatı, aslında, başka bir kadına duyduğu arzuyla alak bullak. Tutkusunun peşinden gidip gitmeme konusunda kararsız. Sakınarak yaşamayı seçmiş; şimdi sıkıntısının kökeninde hayatının sterilliğini görebiliyor ama, bunun ölüm korkusuyla bağlantılı olduğunun farkında değil. İşte Nietzsche ile yolları, tam böyle bir zamanda kesişiyor. Nietzsche'nin arkadaşı, eski sevgilisi Salome, Breuer'den randevu alarak Nietzsche'nin ne kadar mutsuz olduğunu anlatıyor. Nietzsche intiharın eşiğinde, Salome yardım etmek istiyor, konuşma tedavisinden de haberdar, gerekenin bu olduğunu seziyor. Gelgelelim, Nietzsche kendisine yardım edilmesini kabul edemeyecek kadar mağrur. Hele ruhsal yardımı, hele bir de aracı Salome olmuşsa...

Breuer, Nietzsche'yi tedaviye almayı kabul ediyor. Salome'nin aracı olduğunu ondan gizlemeyi de. Tedaviyi "sezdirmeden" uygulamayı da. Breuer, başarılı olduğu kadar hırslı bir hekim.

Nietzsche'den, kendi ruhsal acıları için yardım istiyormuş gibi yapıyor, ona kafasının karışıklığını, kararsızlıklarını anlatıyor. Nietzsche, Breuer'e "felsefi danışmanlık" yapmayı kabul ediyor. Bundan sonra, birbirlerine gitgide açıldıkları karşılıklı terapi başlıyor. Yalnız, ikisinin de birer büyük sırrı var: Nietzsche, Salome'ye duyduğu tutkuyu, zaafını kolay kolay anlatamaz, Breuer de bu işe Salome'nin ricası üzerine kalkıştığını. Breuer Nietzsche'nin ağır bir migren krizini tedavi ettikten sonra, danışmanlık daha da karşılıklı oluyor. Güç dengesi, Breuer'in lehine yeniden kuruluyor. Romanın gerilimi, büyük sırların karşılıklı itirafı üzerine kurulu.

Nietzsche Ağladığında, Yalom'un daha önceki kitaplarında yazmış, öğretmiş olduğu, yukarda özetlediğim görüşlerini, kurgusal bir metinle tekrar söyleme çabası gibi. Yazara aşina olanlarda, iyi bir romandan çok, daha önce anlatmış olduklarının pekiştirilmesi, iyice öğrenilmesi için yazdığı bir metin olduğu izlenimini bırakıyor. Tabii o da iyi olabilir de, kitabı roman diye okumaya başlayınca, geride öğretmenimizin sesini sürekli işitir gibi olmak biraz sıkıcı.

Yalom, bir söyleşide, üniversiteden ayrılmasında psikiyatrinin gidişinden duyduğu hoşnutsuzluğun etkili olduğunu anlatıyor; psikiyatride, yeni çıkan ilaçlardan başka öğretecek pek bir şey kalmayacağından yakınıyor. Bu doğru ama, psikiyatrinin pozitivizme -biyolojik paradigmayı kullanarak- ayak uydurmaya çalışması pek yeni bir gelişme değil. Kaldı ki, psikoterapide ampirik araştırma yapma iddiası da zaten pozitivizmi psikoterapiye taşımak anlamına geliyordu. İşte bu nedenle, Yalom'un roman yazmaya başlamasını, yalnızca kendisindeki yazarlık cevherini keşfetmesine değil, varoluşçu terapi ile ampirik araştırma arasındaki uyumsuzlukla hesaplaşmaya başlamasına bağlamak akla yatkın görünüyor. İlaçların egemenliği bahane.

Yalom'un roman yazmaya başlamadan, üniversiteden ayrılmadan önce, yorumsamacı tarzıyla bağdaştırılması güç bir araştırmacılığı da vardı. Hemen her fırsatta, psikoterapide araştırma yapmanın güç olduğunu ama olanaksız olmadığını yazdı. Akademideki yayın listesi tamamen psikoterapi araştırmalarından oluşmuyor tabii; terapiye yönelik eleştirel bakışından vazgeçmediği, tekniği ardındaki felsefeyle değerlendiren, böylelikle uygulamacının da işine yarayan birçok değerli yazısı var. Ama, çeşitli "standart" ölçeklerin yardımıyla, örneğin "sekiz haftalık grup terapisi alkoliklerde de nörotiklerdeki kadar, yani yüzde şu kadar fayda sağlamaktadır" gibi sonuçlara vardığı araştırmaların sayısı da az değil.

Varoluşun temel çatışmalarından söz ederken özgürlüğün karşısına sorumluluğu da koyması, böyle yapmayı ihmâl eden hümanist psikolojiyi varoluşçu psikoterapiden ayrı tutması, terapide her şeyi mübah sayan Rogerian terapistleri şiddetle eleştirmesi... bütün bunlar kendi içinde tutarlı da, terapist olarak tıbbın pragmatizmini kaldıramayacak bir duruşu olduğundan, terapinin nasıl daha "verimli" olabileceği yolundaki araştırmaları beni hep şaşırtmıştır. Psikoterapide hiç araştırma yapılamayacağını herhalde iddia edemeyiz ama, ampirik araştırmanın varoluşçu terapinin bakış açısıyla (terapiyi, düzeltmekten çok onarmaya yönelik bir etkinlik olarak gören anlayışla) uyumsuz olduğunu da kabul etmek gerek. Nesne ilişkileri kuramcılarının tekniğindeki kişiliği -yeniden- düzenleme iddiası, ya da davranışçı terapinin "belirtilerden" kurtarmaya soyunmuşluğu ampirik araştırma yapmaya daha uygun alanlar açar belki. Oysa varoluşçu psikoterapinin ya da sözgelimi kendilik psikolojisinin anlama ve onarmaya dayalı tarzı araştırmadan çok anlatmaya uygundur. Tıbbın pragmatizminden uzak duruşlarıyla, babalığından çok bilgeliğiyle varolan terapistler gerektirmeleriyle... Yalom'un psikiyatri profesörlüğünden ayrılıp kendisini roman yazmaya vermesinde, belki bu çelişkiden duyduğu rahatsızlığın da payı vardır.

Romanı bu çelişkiyi -ya da kararsızlığı- da hesaba katarak okuyunca, Yalom'un aslında kendi iki parçasını yazmış olabileceği aklıma geliyor. Breuer ile Nietzsche'nin yarı kurgusal kişiliklerinde birçok çatışmayı (birçok çatışmasını) somutlaştırmış oluyor çünkü. Mutlak-bilimsel gerçeklere karşı kişinin kendi hakikati; ampirik-deneysel bilime, pozitivizme karşı yorumsama; sorumluluğa karşı özgürlük; açıklamaya karşı anlama; modernizme karşı Nietzsche.

Yalom romanın sonunda iki kahramanı da okurun gözünde eşit kılmaya özen göstermiş. İkisini de anlamamızı, sevmemizi bekliyor. Kendisi de öyle yapmak zorunda. Modern hekim-bilim adamı Yalom'la postmodern yazar-felsefeci Yalom'u nasıl ayrı tutsun? Ne de olsa o da ölümlü.

Çeviren: Aysun Babacan