PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Dünden Bugüne İstanbul (büyük arşiv)


alfonzo28
01-23-2008, 20:48
İstanbul Şehrinin Kuruluşu

Rivayetlere göre Megara’dan gelen koloninin reisi Bizas/Buzas, şehri terk etmeden önce, kâhinler yeni şehrini nereye kurması gerektiğini sorar. Onlar da;
—Körler ülkesinin karşısına, diye cevap verirler. Bizas kolonisi ile yola çıkar. Bir akşam Saray Burnu’nda karaya çıkan koloni burada kamp kurar. Sabah Bizas buranın denizi, yeşilliği ve arazisine hayran olur. Tam karşıda, Khalkedon (Kadıköy) de koloni kuranları aşağılamak için;

—Bunlar kesin kör ki bu güzel yeri bırakıp, o dağın başına şehir kurmuşlar, der ve kâhinlerin sözünü hatırlayarak şehrini burada kurmaya karar verir. Tarih yaklaşık olarak MÖ 660 yılıdır.
Ama Heredot’a göre Khalkedonlulara "Körler" diyen Meğaralı Buzas değil Pers Kralı Dara'nın generali Megabyzos’tur.

İstanbul’un İsimleri
İstanbul’un bilinen ilk adı Bizantion idi. Şehri yerle bir eden Septimius Severus daha sonra şehri imar ederek oğlu Antonia’ya izafeten şehre Antonia ismini vermiştir. Şehir İdare merkezi olduktan sonra ismi Secunda Roma (İkinci Roma) adını almış bunun yanında Nova Roma (Yeni Roma) Bizans Roma’sı isimleri ile de anılır oldu. Resmi yazışmalarda (Türkçe Mamur’un karşılığı) Anthusa ismine de rastlanır. Şehrin ikinci banisi kabul edilen Kostantinden sonra şehre Konstantine Polis ismi verilmiştir. Slavlar Tsarigrad (imparator şegri), Vikingler, Mihail isimli bir imparatordan dolayı Miklagrad/Miklagord, Ermenicede Konstandinu Kalak, Arapçada Kustantina, Kostantiniyye isimlerini kullanmışlardır.

Fetihten sonra ise İstanbul'u ifade etmek üzere, İslambol, Der Saadet (Saadet kapısı), Der-i Devlet (Devlet kapısı), Asitane-i Saadet, Ümm-i dünya, Darü’s- Saltanat, Dar’ü-l İslam, İslambol gibi çeşitli isimler ve sıfatlar kullanılmıştır.

İstanbul’un yaş günü
İstanbul’un megaralılar tarafından kuruluşu efsanelere dayandığı için kuruluş tarihi tam olarak bilinemez. Ancak İstanbul’u Roma İmparatorluğunun başkenti yapan Konstantin’in şehri büyülterek yeniden kurduğu tarih bilinmektedir; 324 tarihinde başlayan şehri genişletme çalışmaları 330 yılında bitmiş ve şehir resmen 11 Mayıs 330 yılında açılmıştır.

Kimler geldi kimler geçti
İstanbul şehri çeşitli kavimlerin egemenliği altına girmiştir. Şehir MÖ 513 yılında Pers, 405 yılında Sparta, daha sonra Atina egemenliğine girmiştir. İ. Ö. 74 yılında Roma egemenliğine giren şehir İ. S. 73 tarihinde artık Roma İmparatorluğunun toprağıdır.

İSTANBUL’UN HÜKÜMDARLARI

Bizans İmparatorları
I. Contantinus 324–337 (İstanbul’un başkent olması 330)
Constantius 337–361
Julianus 361–363
Jovian 363–364
Valens 364–378
I. Theodosius 379–395
Arcadius 395–408
2. Theodosius 408–450
Marcianus 450–457
I. Leo 457–474
II. Leo 474
Zeno 474–491
I. Anastasius 491–518
I. Justinus 518–527
I. Justinianus 527–565
II. Justinus 565-578
II. Tiberius 578-582
Maurice 582-602
Phocas 602-610
II. Contantinus 641
Heracleonas 641
III. Contantinus 641-668
IV. Contantinus 668-685
II. Justinianus 685-695
Leontius 695-698
III. Tiberius 698-705
II. Justinianus 705-711
Phillipicus Bardanes 711-714
II. Anastasius 714-715
III. Theodosius 715-717
III. Leo 717-741
V. Costantinus 741-775
IV. Leo 775-780
VI. Costantinus 780-797
Eirene 797-802
I. Nicephoros 802-811
Stauracius 811
I. Mikhail 811-813
V. Leo 813-820
II. Mikhael 820-829
Theophilus 829-842
III. Mikhael 842-867
I. Basil 867-886
VI. Leo 886-912
Alexsander 912-913
VII. Costantinus Porphyrogenitus 913-959
I. Romanus Legapenus 919-944 (VII. Costantinus Porphyrogenitus ile aynı anda)
II. Romanus 959-963
Nicepheros II. Phocas 963- 969
Ioannes I. Tzimisces 969-976
II. Basil 976-1025
VIII. Costantinus 1025-1028
III. Romanus Argyrus 1028-1034
IV. Mikhael 1034-1041
V. Mikhael 1041-1042
Thedore ve Zoe 1042
IX. Costantinus 1042-1055
Theodora 1055-1056
VI. Mikhael 1056-1057
Isaac I. Commenus 1057-1059
X. Costantinus Ducas 1059-1067
Eudoxia Macrembolitissa 1067
IV. Romanus Diogenes 1068-1071
VII. Mikhael Ducas 1071-1078
III. Nicepheros Boaniates 1078-1081
I. Alexius Comnenus 1081-1118
II. Ionnes Comnenus 1118-1143
I. Manuel Comnenus 1143-1180
II. Alexsius Comnenus 1180-1183
I. Andronicus Comnenus 1183-1185
II. Isac Angelus 1185-1195
III. Alexsius Angelus 1195-1203
II. Isac Angelus 1203-1204
IV. Alexsius Angelus 1203- 1204 (II. Isac Angelus ile aynı anda)
V. Alexis Ducas 1204
Latin Kralları
Baudouin I de Flandre 1204- 1205
Henri de Hainault 1206-1216
Pierre de Courtenoi 1217
Yolanda 1217-1219
Baudouin II. de Flandre 1228-1261
Jean de Brienne 1231-1237 (Baudouin II. de Flandre ile birlikte)
VIII. Mikhael Palaeologus 1261-1282
II. Andronicus Palaeologus 1282-1328
IX. Mikhael Palaeologus 1294-1320 (II. Andronicus Palaeologus ile birlikte)
III. Andronicus Palaeologus 1328-1341
V. İoannes Palaeologus 1341-1347
VI. İoannes Cantacuzenus 1347-1354
V. İoannes Palaeologus 1354-1376
IV. Andronicus Palaeologus 1376-1379
V. İoannes Palaeologus 1379-1391
VII. İoannes Palaeologus 1390 (V. İoannes Palaeologus ile aynı anda)
II. Manuel Palaeologus 1391-1425
VIII. İoannes Palaeologus 1425-1448
9. Constantinus Dragases 1449-1453

Osmanlı Padişahları
Fatih Sultan Mehmed 1451-1481
II. Bayazıt 1481-1512
I. Selim 1512-1520
I. Süleyman 1520-1566
II. Selim 1566-1574
III. Murat 1574-1595
III. Mehmet 1595-1603
I. Ahmet 1603-1617
I. Mustafa 1617-1618
II. Osman 1618-1622
I. Mustafa 1622-1623
IV. Murad 1623-1640
Sultan İbrahim 1640-1648
IV. Mehmet 1648-1687
II. Süleyman 1687-1691
II. Ahmet 1691-1695
II. Mustafa 1695-1703
III. Ahmed 1703-1730
I. Mahmud 1730-1754
III. Osman 1754-1757
III. Mustafa 1757-1774
I. Abdulhamid 1774-1789
III. Selim 1789-1807
IV. Mustafa 1807-1808
II. Mahmut 1808-1839
Abdulmecid 1839-1861
Abdulaziz 1861-1876
V. Murad 1876
II. Abdulhamid 1876-1909
V. Mehmet Reşat 1909-1918
VI. Mehmet Vahideddin 1918-1922

İki Roma
Atilla Hem Doğu Roma’yı hem Batı Roma’yı egemenliği altına almıştı. Fatih ise İstanbul’u aldıktan sonra hedef Roma’yı seçmişti. Hatta Gedik Ahmed Paşa komutasında bir Osmanlı ordusu İtalyan çizmesindeki Piyemento şehrini almış, Papa Vatikan’ı terk ederek Fransa’ya kaçmış, İtalyanlar "Doğu ve Batı Roma İmparatoru Fatih Sultan Mehmed" yazan bir madalyon bastırmışlardı. Fatih hedefini açıklamadığı son seferine çıktığı sırada (Muhtemel hedefler Mısır veya İtalya idi) zehirlenerek öldürüldü.

İstanbul’un Köy olması
İmparator Sebtimius Severus, rakibi Pescennius Niger’i destekleyen İstanbul şehrini affetmemiş ve 194 yılında rakibi alt ettikten sonra, şehrin surlarını yıktıktan sonra, Polis (Şehir) olma yetkisini elinden almış, onu Komes (Köy) ilan etmiş ve Marmara ereğlisine bağlamıştır. Daha sonraları oğlu Antonius Caracalla’nın isteği ile İstanbul’u yeniden inşa etmiş ve ismini Antonia olarak değiştirmiştir.

İstanbul’u Kurduran Rüya
Konstantin kendine doğuda yeni bir başkent aramaya başladığı zaman, daha önce Sezar’ın yaptığı gibi bu şehri Troya/Truva şehrinin üzerinde kurmaya karar verir. Çünkü efsanelere göre Roma’nın kurucusu Aeneas Truva’dan yola çıkmıştı.

İmparator, Truva’ya gelir ve inşaatı başlatır ancak tarihçi Sozomenos’a göre bir rüya görür ve bu rüyasında Tanrı, kentini başka bir yerde kurmasını söyler, imparatora. İmparatorda inşaatı durdurur ve İstanbul’un yeniden inşasını emreder.

Köylüyü İmparator Yapan Rüya
İmparator Justinus’un (518-527) hayatı ilginç olaylarla doludur. Onun bir köyde başlayıp imparatorluğa yürüyen hayat hikâyesini Prokopius’un Bizans’ın Gizli Tarihi isimli eserinden okuyalım;

İmparator Leon (457-474) Bizans’ta İmparatorluk tahtına otururken İlliryalı Zimarkus, Ditivistus ve Justinus adında üç genç çiftçi, memleketleri olan Vederiana’da sürekli yoksulluk içinde yaşıyorlardı. En sonunda memleketlerinden uzaklaşmaya ve orduya katılmaya karar verdiler. Memleketleri ile Bizans arasındaki yolu yaya aştılar, sırtlarındaki torbaları ile yürüdüler. Bizans’a ulaştıklarında, torbalarında, memleketlerindeyken koydukları kuru peksimetlerinden başka bir şey kalmamıştı. Adları ordu listesine yazıldı ve görülmemiş güçte ve yapıda kişiler olduklarından İmparator Leon onları saray muhafızı olarak ayırdı.

Bir süre sonra Anastasius imparator olunca kendine karşı ayaklanan İsauriyalılarla savaşa girişti. Kambur Yohannis komutasında büyük bir orduyu onların üzerine yolladı. Yohannis, kötü bir davranışına kızarak Justinus’u ertesi gün öldürmek üzere hapse attı. Kararını yerine getirecekti ki, o gece gördüğü bir düş onu engelledi. Komutanın anlattığına göre, o gece düşünde çok güçlü, insana benzemeyen dev gibi bir yaratıkla karşılaştı. Yaratık ondan, o gün hapsettirdiği adamı serbest bırakmasını istemişti. Komutan uyanınca gördüğü düşü kafasından silmişti hemen. Ama ertesi akşam da aynı düşü görmüş ve aynı sözleri işitmiş ama düşünde verilen emri yerine getirmemişti. Üçüncü akşam aynı görüntü karşısına dikilip söyleneni yapmazsa onu yok edeceğini belirtmiş, ayrıca bir gün büyük bir gazaba uğradığında kendisini korumak için, hapse attırdığı adama ve ailesine ihtiyacı olacağını söylemişti.

Bu olay Justinus’u kendisini bekleyen tehlikeden kurtardı ve zamanla ilerledi. İmparator Anastasius ona Saray muhafızlarının komutanlığını verdi. Anastasius sahneden çekilince, Justinus komutanlığı sayesinde tahta geçti.

İstanbul’un 7 Tepesi
İstanbul Roma örnek alınarak yapıldığı için tepeler üzerinde kurulmuştu ve 7 tepesi vardı. Bu tepeler şunlardı;

1. Tepe: Üzerinde Ayasofya bulunan Akropolis tepesi, (Rakım 40 metre)
2. Tepe: Forum Constantini; bugünkü Çemberlitaş (Rakım 50 metre)
3. Tepe: Forum Theodosii; bugünkü Üniversite (Rakım 60 metre)
4. Tepe: Fatih (Rakım 60 metre)
5. Tepe: Sultan Selim Camii’nin bulunduğu Aspar tepesi (Rakım 50 metre)
6. Tepe: En yüksek tepe (Rakım 78. 5) ise Harisios (Edirne Kapı) tepesi.
7. Tepe: Bu günkü Çukurbostan semtinin bulunduğu tepe

İmparatorluk; Ateşten Gömlek
395 ile 1453 arasında Bizans 65 ihtilal ile sarsıldı ve 107 imparatordan 65’i tahtlarını bırakmaya zorlandı, boğuldu, kör yâda kötürüm edildi, karnı deşilerek, erkeklik uzuvları koparılarak, kafası kesilerek öldürüldü.

Artamius isimli bir kişi ihtilalle İmparator yapılır. O’da büyük bir sefere çıkarak halka yaranmak ister ama bu isteğine donanma karşı çıkar, onu tahttan indirir ve yerine Theodosius isimli bir vergi memurunu imparator ilan eder. Theodosius’un ilk tepkisi kaçmak olur. Kırlara gidip saklandı. Askerler ise onu izleyerek buldular ve zorla tahta çıkardılar.

Dramatik bir ölümde Andrinikos Kommenos’un ölümüdür. Hakaret olsun diye uyuz bir deveye yüzü kuyruğuna dönük olarak bindirilerek alayla dolaştırıldı. Bu esnada kurbanlarının yakınları, tırnakları ile etlerini parça-parça yolmakta idiler, gözleri patlatılmıştı. Onu iki sütun arasına baş aşağı asmışlardı. Bu sırada o hazin bir sesle "Allah’ım bana merhamet et" diye mırıldanıyordu. . . Bu sırada karnını bir kasap bıçağı ile deştiler.

ARTIK İMKÂNSIZ
Bizans devletinde sık sık ayaklanmalar olur, ayaklananlar başarılı olursa makamları ele geçirirler başarısız olursa çeşitli cezaları beklerlerdi. Cezaya çarptırılanlar için, Bronz Ellerin altından geçinceye kadar af imkânı vardı. Günümüzde var olmayan Bronz Eller, Bizans İmparatorunun bağışlama gücünün sınırını simgeliyordu. Yasalara göre, Bronz ellerin altından geçen tutsakların bağışlanması olanaksızdı. Bronz Ellerin yeri kesin olarak bilinmemektedir. Kaynaklar, bugünün Sultan Ahmed Meydanı’ndan söz eder. Jak Deleon’a göre, Bronz Ellerin Bizans’ın Büyük Sarayının bronzla döşeli ana giriş koridorunun önündeki Bronz kapı olduğu düşünülebilir.

KUTSAL HAÇ
Hıristiyanlık açısından en önemli olay Hz İsa’nın ilk günaha karşı kendisini feda etmesi diğer bir deyişle Romalılar tarafından haça gerilmesi olayıdır. Bu haç Hıristiyanlık açısından kutsaldır. Peki, bu haç nerededir? İşte bu konu tartışmalı bir konu. Bu tartışmaya katılanlardan biri de Tarih-i Devlet-i Rumiye’nin yazarı olan Hüseyin çelebi. Hüseyin Çelebi, Hz İsa’nın gerildiği haçın, İstanbul’a getirilerek Çemberlitaşın altına konulmuş olduğunu söylüyor. İmparator Konstantinus’un annesi Helena Kudüs’te bulduğu bu haçı İstanbul’a getirmiş ve taştan bir hücrenin içine konulmuş, Çemberlitaş sütunu de bunun üzerine inşa edilmiş (Prof. Dr. Beynun Akyavaş’ın, "Sultanîyegâh İstanbul" Sh. 97)

Bazı kaynaklara göre Haçlıların İstanbul’u kuşatma sebeplerinden biri de bu kutsal haçtır. (Jak Deleon -Anıtsal İstanbul)
Semavi Eyicenin naklettiklerinden batılıların buna ciddi bir biçimde inandıklarını anlarız. Semavi Eyice anlatıyor;

-Anıtın kaidesinin içinde Hz İsa’nın bazı kutsal kalıntılarının olduğu yolundaki bir söylenti üzerine, İstanbul’un 1919-1923 arasındaki işgali sırasında, çevredeki bir kahvehaneden anıtın içine girmek için kaçak bir kazı yapılmıştır. Benzer bir girişimde 1929’da Danimarkalı Teosof (Dini hatıralar araştırıcısı) C. Vett tarafından E. Mamboury’nin yardımı ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmacılar kaidenin içine ulaşamamışlar ama önceki kaçak kazının izlerine rastlanmıştır.

Çeşitli yarışların ve eğlencelerin yapıldığı Hipodrom, Bizans’taki hayatın merkezidir. İstanbul yeniden inşa edilirken Roma örnek alınmıştı. Roma’dan örnek alınanlar arasında Faction (Hizipler)larda vardı. Bu Roma’da, hipodromda yapılan yarışlardaki taraftarlar idiler.

Bu hizipler sayısı dörttür. Maviler, beyazlar, kırmızılar ve yeşiller. Ancak Beyazlar maviler içinde kırmızılar yeşiller içinde kabul ediliyordu ve ortaya iki grup çıkıyordu;

MAVİLER ve YEŞİLLER
Bunlar birer Bizans’ta Roma’nın tersine birer spor kulübü şeklinde değil de birer parti şeklinde örgütlenmişlerdi. Listelerde belirlenen üyeler aidat öder, başkanlık divanı seçerler ve spor yarışmalarını finanse ederlerdi. Her grubun başında biri İmparator tarafından seçilen ve Demokrat ismi verilen diğeri ise grup tarafından seçilen ve Demark adı verilen iki şef vardı. Sözleşmeleri kaleme alan görevlilere Notari bunları saklayan görevlilere ise Chartulari ismi verilirdi. Ayrıca şair, şarkıcı, modelciler vb alt dereceli memurları vardı. Yarışçılar ise zamanın en popüler şahsiyetleri idiler.

Meraklı taraftarlar (Aficionados) parti defterlerine kayıtlı olmamakla birlikte, tuttukları takımların renklerini taşıyan ve savunan kitleler idiler. Teşkilatları İmparatorluğun her şehrinde olduğu gibi, bu partiler birbirlerini inanılmaz tutarlardı. Mesela İstanbul mavileri Tarsus mavilerine kötü muamele yapan bir kontu öldürmüşlerdi. İki taraf dini olarak da birbirine karşı idiler. Maviler Kadıköy konsilinde kabul edilen inançlara bağlı iken Yeşiller Monofizit fikirlere sahiptiler. Buradan, bu grupların siyasi ve sosyal grupları temsil ettiklerini çıkarabiliriz.

Partililer, başlangıçta saçlarını öteki Bizanslılardan farklı biçimde kestirip yeni moda bir saç stili edindiler. İranlılar gibi bıyık ve sakallara dokunmadan, mümkün olduğu kadar uzattılar, saçları ise, önleri şakaklara kadar kesip geri kalanını düzensiz biçimde Massagetler ( Avrupa Hunlarından gelme ihtimali olan bir kavim) gibi boylu boyunca uzattılar. Kimi zaman buna Hun modası denildi. (Bizans’ın gizli tarihi - Prokopius - İş Bankası yayınları)
Çoğunlukla yarışlar kanlı biterdi. Çünkü mağluplar galiplerin sevinç gösterilerine dayanamaz elde hançer sahaya girer ve rakiplerine saldırırdı. A. Rimbaud’un işaret ettiği gibi bu kavgalar o kadar kanlı olmuştur ki Bizans, Romanın Gladyatör gösterilerine ihtiyaç bile duymamıştır.

Bunlar kendi milis gruplarını kurmuş ve silahlandırmışlardı. Bütün geçit törenlerine ve büyük törenlere katılan bu gruplar, İmparator karşısında bir çeşit halk temsilciliği görevi yapıyorlardı. Ancak devletin zayıfladığı yıllarda iki tarafın azgınları da işi profesyonel haydutluğa dökmüş halkı soymaya başlamışlardı.

Bizans’ın gizli tarihi isimli eserinde Prokopius bu konuyu şöyle anlatır;
-Önceleri büyük çoğunluk kısa, iki yanı keskin bıçaklarını bellerine asıp pelerinlerinin altına saklar, geceleri ise açıkta taşırlardı. Akşam olunca bir araya gelip, Forumda yâda dar sokaklarda rastladıkları üst sınıftan kimseleri soyarlar, pelerinlerini, kuşaklarını, ziynet eşyalarını ve ne bulurlarsa alırlardı. Kimi zaman ölü kişi masal okuyamaz diye soyduklarını öldürmeyi de uygun bulurlardı. Yapılan bu tür zorbalıklar, eylemci olmayan ama başkaları kadar zarar gören maviler arasında bile bir kızgınlık yarattı. Dolayısı ile güzel giyinmenin ve değerli eşyalar taşımanın yaşamlarına mal olacağı korkusu ile pek çok kimse, bronzdan yapılmış ziynet eşyaları ve kuşaklar takmaya, düzeylerine uygun düşmeyen ucuz pelerinler giymeye başladılar. Daha güneş batmadan koşup evlerine kapandılar. . . . . . . Mavilerin işi böyleydi. Onlara karşı olan topluluktan bir kesim, cezasız kalan suç eylemlerine girişmek arzusu ile Mavilere katıldı, bir bölümü de başka ülkelere kaçtı. . . . Ve bir yığın genç bu partiye doluştu. Daha önce böyle bir şeye ilgi göstermemişlerdi ama iktidar tutkusu ve sınırsız serbestlik onları bu örgüte çekti. . . . Önce karşı partinin üyelerini yok etmekle işe başladılar, sonra gerekçe göstermeden her önüne geleni öldürmeye giriştiler. Bir takım kişiler, onlara para yedirerek satın aldı ve kendi düşmanlarını gösterdi, partizanlar da kendilerine gösterilen kimseleri ortadan kaldırdılar. Sürekli korku yüzünden, herkes ölümün her köşe başında beklediği kuşkusu içinde idi. Güvenilir tek yer, tek saat yoktu; en saygı gören kiliselerde, en önemli genel eğlencelerde bile insanlar öldürülüyordu.

İmparator Justinianus devrinde eski imparatorun yakınları Yeşilleri, İmparatorun mavileri tutmasından yararlanarak ayaklandırdılar. Ancak halk yukarıda anlatılan olaylardan dolayı hayatından o kadar bıkmıştı ki bu ayaklanmaya Mavi-Yeşil farkı gözetmeden bütün halk katıldı ve isyan İmparatorun tahtını sarsmaya başladı. Parola Nika-Zafer idi. (Nike Roma’da Victoria olarak bilinen zafer tanrısı idi) Bu isyan tarihe Nika isyanı olarak geçti. İsyanda yağma başladı, hapishaneler boşaldı. Hatta biri İmparator bile ilan edildi.

İmparator Justinianus’u harekete geçiren eşi Thedora ve kumandanlar askerin hipodroma girmesine karar verdiler. Sonuç 40. 000 asinin cansız bedenleri hipodromu kapladı.

ÇEMBERLİTAŞ NE ZAMANDAN BERİ ÇEMBERLİ?
Konstantinus anıtı yani Çemberlitaş sütunu 330 senesinde Büyük Konstantinius tarafından Roma’daki Apollon mabedinden getirtilmiştir. Somaki bir kaidenin üzerinde yükselen ve mermer çelenklerle ve tunç çemberlerle süslenen silindir şeklinde dokuz somaki bloktan meydana gelen sütunun tepesindeki "Güneşi Selamlayan Apollon" heykeli kaldırılarak yerine Büyük Konstantinus’un heykeli konulmuştur. Ancak bu heykel Apollon şeklinde idi. Bu da Konstantinus’un antik inançlardan kopamadığı şeklinde yorumlanabilir.

Heykelin bir elinde haçla taçlandırılmış bir küre, diğer elinde ise mızrak bulunuyordu.

Konstantinus’un Çemberlitaşın temeline Nuh Peygamberin asasını, Musa Peygambere su veren taşı ve Hz İsa’nın dağıttığı yedi ekmeğin kırıntılarını elleri ile gömdüğü yaygın bir Bizans inanışıdır.
Bu heykel 1106 yılında bir kasırgada yıkıldı. Bugüne kadar 7 bloğu kalan sütun 17. Asırda çıkan büyük bir yangında hasar gördüğü için Sultan II. Mustafa döneminde 1701 yılında demir çemberler içine alınmıştır.

İstanbul’da Türkler
Türkler İstanbul’u defalarca kuşatmış olmalarına rağmen VI. asrın ilk yarısında Hunlar Doğu Roma İmparatoruna yardımcı asker temin ediyorlardı.
395 tarihinde Bizans komutanlarından biri Modaris isimli bir İskit Türkü idi. Helhal isimli bir Hun Türkü de 467 senesinde Bizans’ta komutan idi. Kırım’da Kerç Boğazı civarına yerleşen Hun Kralı O uğurda 527 senesinde İstanbul’a gelerek Hıristiyan olmuştur. 530 yılında Bizans Ordusunun komutanlarından olan Simmas ve Sunikas isimli komutanlar ya Arap ya da Türk’tü. 579 yılında Tiberius`un Göktürklere, Valentinius komutasında gönderdiği heyette Bizans’ta oturan Türklerden 106 kişi bulunuyordu. IX. Asra ait kaynaklarda, şehirde çok sayıda Türk bulunduğu görülmektedir. Bizans’taki bu Türklerin çoğu askeri unsurlardı pek azı idari ve mülki hizmetlerde çalışıyorlardı.
V. Konstantin Çiçek isimli bir Hazar prensesi ile evlenmişti. X. Asırda Peçenek ve Tolmaç Türkleri Sarayın en önemli kapılarında muhafız olarak bulunuyorlardı. Bu dönemde şehirde çok sayıda Peçenek reisi vardı ve bunlardan 140 tanesi liderleri Tirek’le birlikte Hıristiyan olarak Bizans emrine girdiler.

1097 yılında Bizans sarayında olan İonnes Aksukhos’un esas adı Akkuş idi ve Bizans’ın Büyük Domestikos’u olmuştu.
XII. Asırda Bizans’ın en gözde komutanlarından biride Porsuk isimli bir Türk komutanı idi.

İstanbul’un Nüfusu
İstanbul 5. Asırda 100.000’i aşan nüfusu ile büyük bir şehir idi. Bu tarihte şehirde 322 sokak, 4388 ev vardı. Ancak 4. Haçlı Seferinde haçlılar İstanbul’u talan edince İstanbul ihtişamından çok şey kaybetti. Fatih İstanbul’u aldığı zaman nüfusu 50. 000 civarında idi. Fetihten sonra bu nüfus yapılan çalışmalar hatta bazen mecburi İstanbul sürgünleri ile 100. 000’i aştı. Mesela Mora Rumları Fener’e Balat şehrinden gelen kıptiler Balat mahallesine, Çarşamba ovası halkı Çarşamba semtine, Yenişehirliler Yeni mahalle(Yeni Kapı semtine)’ye yerleştirilmişlerdir. İstanbul’un nüfusunun Milyonu bulmasına daha çok vardır. 1829 yılı başlarında İstanbul, Galata ve Üsküdar’ın nüfusunun 359. 089 kişi olduğu anlaşılmıştır. 1927 yılında 680. 857, 1935 yılında 741. 148, 1945 yılında 860. 558 idi. 1965 yılında nüfus 1. 742 978 olmuştu. 1980 nüfus sayımına göre İstanbul’un nüfusu 4. 741. 890 kişidir ve bu nüfusu ile İstanbul 77 ülkeden daha kalabalıktır.

Latinler İstanbul’da
Birçok batılı tarihçiye göre Bizans’ı bitiren Fatihin fethi değil Latinlerin 1204 yılında İstanbul’u işgali idi. Bir Bizanslı tarihçi bu nedenle Bütün sitelerin parıltısı, ışığı, Kiliselerin anası, inancın kaynağı. Bilgilerin yatağı olan site Ey İmparatorlara mahsus erguvan rengi ile bezenmiş şehirlerin kraliçesi, bak çamurlar içine çöküp yığıldın. Ne zaman Tanrı sana Yerinden kalk, keder kadehini boşalttın. Gücünü ve şerefini yeniden takın’ diyecek diye acı acı şikâyet eder.

Nikitas Akominatis isimli bir tarihçi olayları bizzat yaşamış ve yazmıştır. Nikitas olayları şöyle tasvir eder;
-Boru sesleri arasında ve yalın kılıçlarını sallayarak evleri ve kiliseleri yağmaya koyuldular. Bu kötü adamların işledikleri dinsizlikleri nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Kutsal tasvirleri kırdılar, din şehitlerinin kemiklerini, adını anmaktan utanç duyduğum, kötü yerlere attılar. . . . Büyük kiliseye karşı gösterdikleri hakaret, derin bir korku duyulmadan tasavvur olunamaz. Baştanbaşa değerli maddelerden yapılmış bulunan ve bütün milletlerin hayranlığına konu olan mihrabı kırdılar. . . Kutsal vazoları, minberden, kürsüden, kapılardan söktükleri gümüş oymaları, altınları ve daha sayısız enkazı yüklemek için katırları ve atları kilisenin içine soktular. . . . Bu hayvanlardan bazıları, pek kaygan olan döşeme üzerinde düştüğünden, onları kılıçlarıyla delik deşik ettiler ve kanları ve pislikleri ile kiliseyi kirlettiler. Zevk ve günah dükkânı genel bir kadın, patrik kürsüsüne oturdu, orada açık saçık bir şarkı söyledi ve kilisenin içinde dans etti. . . Vahşi bir azgınlıkla, bütün kadınlara ve özellikle en erdemli ve en saygıdeğer olanlarına, en masum genç kızlara, kendini Tanrıya adamış rahibelere tecavüz ediyorlardı. . . Bütün şehir umutsuzluk, gözyaşı, feryat ve iniltiden başka bir şey değildi.

Latinlerin İstanbul’da yaptıkları talan Bizans halkının bilinçaltına o kadar yerleşti ki aradan 250 yıla yakın bir süre geçmesine rağmen, Fatih İstanbul’u kuşattığı zaman, Bizans başbakanı, İmparatorun, Avrupa`dan dan yardım isteğini İstanbul’da Latin şapkası görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi yeğlerim’ diyerek önlemeye çalışmıştır.

İstanbul Kuşatmaları
İstanbul stratejik konumundan dolayı kavimlerin hedefi olmuş ve yedisi Araplardan, beşi Osmanlıdan olmak üzere yirmi dokuz kere kuşatılmıştır. İşte bir kaç kuşatma tarihi.

616 Pers kuşatması
626 Avar kuşatması
668 İslam kuşatması Müslümanlar ayrıca 674 - 717 - 722 - 782 - 854 - 869 - 870
813 Bulgar kuşatması
864 Rusların şehri denizden kuşatmaları. Ruslar daha sonra 904 ve 1043 yıllarında da şehri kuşatacaklardır.
1390 Yıldırım Beyazıd komutasındaki Osmanlı ordusunun kuşatması
1422 II. Murat kuşatması
Atilla’nın Büyük Çekmeceye kadar gelmesi Doğu Roma’nın Avrupa Hun Devletinin şartlarını kabul etmesine yetmişti. Surlara kadar gelen ilk Türk kavmi ise Avarlar idi. (626)
Müslümanların ilk kuşatması Muaviye dönemindedir. (668 - 669) İslam kuşatmaları içinde en ilginci 674-680 yılları arasında 7 yıl süren kuşatma idi. Bu kuşatmaya katılanlardan biri de meşhur Battal Gazi idi.
Osmanlı Devletinden ilk İstanbul kuşatmasını ise Yıldırım Beyazıt yapmıştır.

Rum Ateşi
İstanbul’u kuşatmalarını başarısız kılan iki önemli faktörden biri güçlü surları ise diğeri de Rum ateşi (Grajuva ateşi) adı verilen silahtır. Bu silah 7 yıl süren İslam kuşatması sırasında ortaya çıktı. Özelliği suda da yanabilmesi idi. Bu Bizans’a düşman gemilerini yakma imkânı sağlıyordu. Oysa İstanbul’un fethi için hem denizden hem karadan kuşatılması gerekiyordu. Bu silahı Suriyeli Kalllinikos isimli bir kişi bulmuştu ve muhtevası sır gibi saklanıyordu. Hususi tarzda imal edilmiş borulardan fırlatılan ve düşman gemilerine çarpınca patlayan bu patlayıcının muhtevası IX. Yüzyılda yazılmış olan Liber ignium a Marco Greco Descriptus isimli bir mecmuada mahfuzdu. Bu ateşli /patlayıcı silahların atalarındandır denebilir.

İstanbul’a Giren ilk Türkler
Latinler İstanbul’u alınca Kuman Türkleri 1206 yılı Şubat ayında Latinlere karşı saldırıya geçtiler. Surlara kadar ilerlediler ve bunlardan az miktarda Kuman şehrin içine girdilerse de ancak Latin muhafızları öldürmekten başka bir şey yapmadan geri döndüler. İşin ilginç tarafı Kuman Türkleri de Fatihin şehre girdiği kapıdan şehre girmiş olmaları.

İstanbul’a Giren İlk Türk Hakanı
1162 yılında Sultan II. Kılıçaslan Manuel ile bir barış anlaşması imzaladıktan sonra İstanbul’a üç ay süren bir seyahat yaptı. İlk olarak bir Müslüman hükümdar, İstanbul’a İmparatora müsavi olarak ayak basıyordu.

İlk Cami
716 yılında vuku bulan İslam kuşatması sırasında Bizans muhtemelen Sirkeci-Sultanahmet civarında içinde cami bulunan bir Müslüman mahallesinin kurulmasını kabul ettiler.

Dünyanın tam ortası
Bizans’ta resmi binalar ve Mese (Merkez ) denilen cadde Milliarium denilen noktadan başlıyordu ve Romalılar, günümüzde haritalarda sıfır noktasının Grenech’ten başlatılması gibi Sıfır noktasını Milliarium’dan başlatılıyordu ve burasını belirlemek için bir taş konulmuştu ve buranın dünyanın ortası olduğunu inanıyorlardı. Milliarium taşı denilen bu taş günümüzde Yerebatan Sarnıcı yakınlarında hala durmaktadır.

İstanbul’un tam ortası
Evliya Çelebi’ye göre Mimar Sinan İstanbul’un (Sur içi) ortasını bulmak için çalışmalar yapmış ve İstanbul’un tam ortasını bularak oraya bir işaret koymuştur. Bu işaretin bulunduğu yer yani İstanbul’un tam ortası Şehzadebaşı Camii’nin caddeye bakan yüzünde, Vefa Semtine dönen köşesinde halen durmaktadır.

İstanbul Muhakkak Fethedilecektir
Mekkelilerin topladıkları büyük bir ordu ile Medine üzerine yürüdükleri öğrenilince bazı tedbirler alınır. Bu tedbirlerden biri de şehrin savunmasız kalan yönünün bir hendekle kapatılmasıdır. Bu nedenle çalışmalar başlar. Başta Peygamber olmak üzere günlerce çalışılarak bu hendek açılır. Bu sırada Müslümanlar günlerce bir şey yiyememiş hatta Hz Peygamber açlık duygusunu gidermek için midesinin üzerine taş bağlamıştı. Hendek açılırken büyük bir kayaya rastlanır ama bu kaya kırılamaz. Hz Resul-ü Ekrem’e haber verilir. Peygamber (S. A. V) gelir, eline aldığı bir balyozla bu kayaya üç defa vurur ve üçünde de etrafı aydınlatan bir ışık yayılır. Hz Peygamber her seferinde Tekbir getirir. Bunun sebebi sorulduğunda Hz Peygamber İlk ışıkta Kisra diyarı (İran) saraylarının, ikinci vuruşta Rum diyarının saraylarının, üçüncü vuruşta San’a (Yemen) diyarının saraylarını gördüğünü, Cebrail’in de gelerek Ümmetinin oralara hâkim olacaklarını haber verdiğini bildirir.
Bu müjdeler üzerine münafıklar;

-Siz, korkudan meydana çıkmayıp korunmak için hendekler kazmaya çalıştığınız bir sırada, Peygamberin Medine`den Hire köşklerini, Kisranın Medaini’ni gördüğünü, oraların tarafınızdan feth olunacağını söyleyip size boş vaatlerde bulunmasına ve sizi ümitlere düşürmesine şaşmaz mısınız, diyerek müminlerin maneviyatlarını bozmaya çalıştılar. Ama Hz peygamberin müjdelerinin hepsi gerçekleşti ve son noktayı İstanbul’un fethi ile Fatih koydu.

Olayla ilgili ilginç bir anekdotta, Olayı nakleden kaynak (Taberi Tarihi) olayın başlangıcını anlatırken Resulullah o sırada bir Türk çadırının içinde dinleniyordu demesidir.

Dün Gece Sana Bir Kuleden Baktım Aziz İstanbul
Tepeler şehri İstanbul’u seyretmenin bir yolu da kulelerdir. İstanbul’un meşhur kuleleri şunlardır;

Galata Kulesi
Kızkulesi; Atinalı alkibiades, Isparta savaşlarının ardından buradaki kayanın üstüne bir kale yaptırmıştır (MÖ 411). Buraya ilk Bizans kalesini 12. Yüzyılda I. Manuel Commanos yaptırmıştır. Fatih fetihten sonra buraya yeni bir kule yaptırarak içine asker ve top yerleştirir. Çeşitli depremler ve afetlerden sonra kule tamir edilir. Bunlardan Damad İbrahim Paşa döneminde kulenin üstüne camlı bir köşk yapılır ve kubbesi kurşunla örtülür. Cumhuriyetten sonra burası İstanbul Liman idaresi Fenerler ve tahlisiye Şefliğine bağlı olarak fener görevi görür. 1980 yılında ulaştırma bakanlığına bağlanan kule, 1992 yılında boşaltıldı. Günümüzde ise özel bir şirket tarafından turizm amaçlı işletilmektedir.
Beyazıt Kulesi;
Tophane Saat Kulesi
Fener Kulesi
Dolmabahçe Saat Kulesi
Diğer kuleler şunlar;
Topkapı Sarayı Gözetleme kulesi,
Kasımpaşa deniz hastanesi kulesi,
Selimiye kışlası kulesi,
Çamlıca televizyon kulesi,
Kandilli rasathanesi,
Hidiv köşkü kulesi,
Yeşilköy havalimanı kulesi,
Etfal hastanesi kulesi,
Fenerbahçe feneri,
Şile Fener kulesi,
Kuleli Askeri lisesi kuleleri.

İlk Müze/Müzeler
Topkapı Sarayı içinde kalan Aya İrini kilisesinde Mecma-i Esliha-i Atika (Eski Silahlar Koleksiyonu) ve Mecma-i Asar-i Atika (Eski Eserler Koleksiyonu) toplanmış ve burası ilk Osmanlı Müzesi olmuştur.
Bir açık Müze olan İstanbul’un başlıca müzeleri şunlardır;
Fatih Belediye müzesi
Topkapı sarayı müzesi
Türk İnşaat ve sanat eserleri müzesi
Arkeoloji müzesi
Ayasofya Cami/Müzesi
Çinili köşk müzesi
Türk-İslam eserleri müzesi
Sağlık Müzesi
Yahya Kemal müzesi
Atatürk müzesi
Askeri müze
Deniz müzesi
Tanzimat müzesi
Resim ve heykel müzesi
Divan edebiyatı müzesi
Halı ve Kilim müzesi
Basın Müzesi
Mozaik müzesi
Eski Türk yazıları müzesi

İstanbul’da bulunan en önemli özel müzeler :
Sakıp Sabancı Müzesi ve Sadberk Hanım müzesi.

İlk Kadı
Fetihten sonra Fatih’in İstanbul’a atadığı ilk kadı Hızır Bey idi. Fatih, fethin hemen ertesi günü 30 Mayıs Çarşamba sabahı bu atamayı yaparak şehre verdiği önemi ve titiz kişiliğini ortaya koymuştur. İşin ilginç tarafı Hızır Bey anne tarafından Nasreddin Hoca’nın soyundan geliyordu. Kadı efendi İstanbul’un karşısında bir semtte oturuyordu ve ondan dolayı oturduğu köy ondan sonra Kadıköy olarak anılmaya başlanmıştı.

İstanbul’da İlk Tütün
Peçevi tarihinde tütünün İstanbul’a ilk kez İngilizler tarafından 1609 yılında getirildiği yazar. Başka kaynaklarda buna dair bir bilgi yoksa da, o tarihte bir İngiliz donanmasının İstanbul’u ziyaret ettiği bilinmektedir. Naima ise tütünün geliş tarihi olarak 1606 yılını verir.

İşin ilginç tarafı Peçevi’ye göre İngilizler bazı emraz-ı tıbba şifa olmak namına sattılar Yani ilaç namına. Tam İngiliz işi, zehri şifa diye satmak.
Ancak sigara o kadar yangına sebep olur ki sonunda 1633 yılında IV. Murad döneminde tütün yasağı konuldu ve 5 yıl olanca şiddeti ile uygulandı.
İstanbul’da ilk Kahvehane

Kanuni dönemine kadar İstanbul’da kahvehane yoktu. İlk kahvehane 1554 yılında Kanuni döneminde açıldı. Peçevi diyor ki;

-Sene-i Mezkûr hududunda Halep’ten Hakem namında bir herif ve Şam’dan Şems namında bir zarif gelüp Tahtel’kale’de birer kebir dükkân açub kahve furuşluğa başladılar. Keyfe mübtela bazı yaran-ı sefa hususa okuryazar makulesinden nice zürafa cem’ olur oldu. Yirmişer ve otuzar yerde meclis durur oldu. Kimi kitap ve haseniyat okur, kimi satranç ve tavla ile meşgul olur kimi nevgüfte gazeller getürüp maariften bahsolunur. Nice akçeler ve pullar sarfidüp yaran cemiyetine sebep olmak içün tertibi ziyafetden, bir iki akçe kahve baha vermekle andan artık cemiyet sefasın ider oldular.

İstanbul’da ölen ilk Sultan
İstanbul’da ölen ilk Sultan II. Selim (Sarı Selim) dir. Fatih yeni bir sefer için yola çıkmıştı ve İstanbul dışında ordugâhında vefat etti. II. Bayezit tahtı oğlu Sultan Selim’e terke mecbur olduktan sonra Dimetoka’ya giderken yolda, I. Selim Çorlu’da, Kanuni Zigetvar kalesi kuşatması sürerken vefat etmiştir. İstanbul’da ölen ilk sultan da II. Selim olmuştur.

İstanbul’da türbelerinde tek başlarına yatan üç padişah vardır; Fatih, II. Bayezid, Sultan Selim. Diğer türbelerde hükümdar sandukalarının etrafında hanedana ait sandukalar görülür.

4. Muratın tütün yasağı
IV. Murat tütün yasağı ile meşhur olan bir padişahımızdır. Ancak bu tütün yasağın sebebi çokta incelenmeden es geçilir. Peki, Sultan Murad niçin böyle bir yasak koymuştur? Sebebi İstanbul’u korumaktır. Çünkü İstanbul Depremleri ile meşhurdu. Depremlere karşı alınan önlemlerden biri de binaların ahşaptan yapılması idi. Bu ise İstanbul’u başka bir belalısı ile baş başa getirmiştir; Yangınlar. Tütünde yangınların bir sebebi idi. İstanbul yangınlarını buraya almak sayfalar alacağından sadece bir kaç yangını etkisini söyleyerek geçelim;

1633 yangınında İstanbul’un 1/5’i yanmıştı. 1683yangınında 2. 000’den fazla ev yanarken, 1774 yangınında 20. 000 ev yandı.

Bunun üzerine 1696 tarihinde bir fermanla bundan sonra evlerin ahşap değil kargir yapılması istenmiştir.

Yangınlar sonucu ustalara olan ihtiyaç artınca onlar da belirlenenden daha fazla para istemeye başlarlar. Şikâyetler üzerine Divan-ı Hümayun’dan karar çıkar;

-Hatta bazı neccar tayifesi istihkakına göre tayin olunan ücretle kanaat itmeyüp izdiyad talebi ile cevir ve eziyet ve dilediğü mertebe ücret almak fikri ile yapulardan aletlerin kaldurup halkı ta’ciz eyledikleri anlaşıldı. Fimabaad hilaf-ı ferman vaz’u harekete cesaret idenler ahiz ve tersane-i Amire’de küreğe vaz’olunmak musammem ve mukarrerdir.

İstanbul dışında tahta çıkan ilk sultan
İstanbul’un fethinden sonra Padişahların Payitaht olan İstanbul’da tahta çıkmaları bir gelenek haline geldi. Bu geleneği bozan ilk sultan, 1695 tarihinde Edirne’de vefat eden amcasının yerine tahta Edirne’de çıkan II. Mustafa olmuştur.

İlk Mahya
Rivayete göre, 1614 yılında Fatih Camii müezzinlerinden Hattat Hafız Kefevi, iki minare arasında ortası yazılı çok sanatkârane bir çevre işler ve zamanın padişahı I. Ahmede hediye eder. Padişah, çok hoşuna giden bu hediyeden ilhamla, ramazan gecelerinde minareler arasına çevredeki gibi mahyalar kurulmasını irade buyurur. İlk defa 1617 yılı ramazanında yeni tamamlanan Sultanahmet Camiinde tatbik edilen bu yenilik, sonraki yıllarda bir sanat ve anane haline gelir.

Cellât Çeşmesi/İbret Taşı
Topkapı Sarayı’nda Bab’üs Selam ile Bab-ı Hümayun arasında kalan Dolap ocağının duvarındaki kemerli ve dilimli mermer çeşme, Cellât Çeşmesi (Siyaset Çeşmesi) olarak bilinir. Cellât Meydan-ı Siyaset ustası’ olarak da bilinir. Cellâtların ellerinin ve kanlı aletlerini yıkadıkları ilk çeşme (Tarihçi İ. Atis’e göre) Alay Meydanı’ndaki Kâğıt Emini Kulesi’nin önünde idi. Kanuni devri yapımı olan çeşme Damad İbrahim Paşa tarafından günümüzdeki yerine alınmıştır diyenler vardır.

Cellât Çeşmesinin önündeki sütunumsu taş, Tarihte İbret taşı (Seng-i İbret) olarak anılır. Keşik başların teşhir edildiği İbret Taşı’nın tek olmadığı, ikincisinin Tanzimat sırasında ortadan kaldırıldığı yâda gömüldüğü söylenir. (Anıtsal İstanbul)

İstanbul’un tahtından ettiği hükümdar
II. Mustafa’nın Edirne’de oturması ve bunun böyle devam edeceğinin anlaşılması İstanbul halkının tepkisine sebep olmuş ve şikâyetler padişaha ulaştırılarak, başkente dönmesi kendisinden istenmişti. Ancak padişahın çevresi bu isteklerin padişaha ulaşmasına engel olunca halk ayaklanmış ve II. Mustafa 1703 yılında tahttan indirilerek yerine III. Ahmed Padişah olmuştur.

Haliç Dondu
Haliç’in donması bize acayip gelse de Haliç defalarca donmuştur.
Bizans döneminde;
401 yılında Boğaziçi ve Haliç 20 gün donmuştur
755 yılında Boğaziçi ve Haliç donmuştur
763 yılında sular, kıyıdan 100 adım ileriye kadar donmuş, karadenizdeki buzulların çözülmesi ile Boğaziçi’nin girişi buzullarla kaplanmış, insanlar ve hayvanlar bunlar üzerinden karşı kıyıya geçebilmişlerdir.
1222 yılında Boğaziçi ve haliç buz tutmuştur
Osmanlılar devrinde de haliç buz tutmuştur.
1621 tarihinde şiddetli soğuklar yüzünden haliç dondu. Soğuklar gittikçe arttığından, 6 Şubatta Üsküdar ile İstanbul’un arası da buz bağlayıp, halk bir yakadan karşı yakaya yaya olarak geçti.
1658 yılında Boğaziçi’ni buz tuttuğunu Ayvansaraylı Hüseyin Efendini Topkapı Hazine Dairesindeki şu nottan anlıyoruz;
-Buz üstünden bir kimse geldi dedi tarihin deniz dondu 1068(Miladi 1658) de buzdan (deniz) geçtim
Haliç 1698 yılında bir kere daha donmuştur.
1875 tarihinde Haliç’in donması üzerine Mekteb’i Berri Hümayun hocalarından biri Tarihe kayıt düşmek’ amacıyla uşağını Halıcıoğlundan, Eyyub’e geçirmiştir.

İstanbul’un taşı toprağı altın
1679 yılı haziran ayı içerisinde, İstanbul’da Eğrikapı çöplüğünde, yuvarlak bir taş bulan kişi bunun değerini anlamadığı için bu taşı bir yaymacı ve üç normal kaşığa değişti. Sonra kuyumculardan biri bu taşı kaşıkçıdan 10 akçaya aldı ve bir arkadaşına gösterdi. Elmas olduğu anlaşılınca aralarında tartışma çıktı. Bu olay Sarayın Kuyumcu-başı’sının kulağına gidince, her birine 50. 000 akçe vererek elması aldı. Ancak mesele dal-budak salınca Sadrazam bu elması almak istedi ise de olaydan haberdar olan Padişah elmasın parasını ödeyerek elması alır.

KIYAMET-İ SUÄRA
İstanbul’un iki belalısı vardı, yangın ve deprem. Bu depremlerden bazılarının yılları şöyledir;
358-402-447-478-483-483-487-527-533-558-582-611-732-740-865-869-986-1010-1034-1064-1086-1291305-1344. . .

Osmanlı tarihinde de meşhur depremler vardır. Bu depremlerden sadece birini göreceğiz;

II. Beyazıd döneminde 13 Eylül 1509’de meydana gelen bir depreme büyüklüğünden dolayı Kıyamet-i Suğra adı verilmiştir. Fetihten 56 yıl sonra meydana gelen ve Payitahtı harabeye çeviren bu depremin değişik aralarla 30 veya 45 gün sürdüğünden bahsedilir. Tuhaf bir rivayete göre II. Beyazıd İstanbul’un muhtelif semtlerine dört yüz kuyu kazdırmış ve güya bunun üzerine sarsıntıların önü alınmıştır.

Bu müthiş zelzelede İstanbul’da beş bin insan yok olmuş, 109 cami ve mescit, 1300 ev temelinden yıkılmış, İstanbul surları ve Topkapı sarayının birçok yerleri harap olmuştur. İstanbul’un medrese, hastane, imaret, çarşı v. s umumi yerleri harap olduğu gibi deniz suları kabarıp İstanbul ve Galata surlarından aşarak birçok mahalleleri sular içinde bırakmıştır.

Aynı deprem Anadolu ve Rumeli’nde de etkisini göstermiş, Çorum şehrinin birçok yerleri yıkıldığı gibi ahalisinin üçte ikisi toprağa göçmüş. Rumeli’de ise Gelibolu, Silivri, istihkâmları ile Edirne ve Dimetoka şehirleri harabeye dönmüştür.

İstanbul’da ahali 45 gün bahçelerde, açık yerlerde yatmış, Padişah için saray bahçesinde çatma odalar kurulmuştur. Padişah İstanbul’un bu feci halini görmemek için Edirne ve Dimetoka’ya gitmişse de oraların hali de farklı değildi. Kargaşa geçtikten sonra İstanbul’un inşasına başlanmıştır. Ev başına yirmişer akçe toplanarak 77. 000 işçi ve 3. 000 usta ile İstanbul’un yeniden inşasına başlanmış 2 ay 4 gün (65 gün) süren bu faaliyet ile İstanbul yeniden imar edilebilmiş. Tamirat 1 Haziran 1510 tarihinde sona ermiştir. Bu İstanbul’a Osmanlı damgasının tam olarak vurulduğu tarih olarak da kabul edilebilir. Depremlere karşı ahşap bina inşası o dönemlerde başlar ki bu da şehri meşhur yangınları ile baş başa bıraktı:

1650, 1653, 1655, 1658, 1660 Yani zelzeleye karşı ahşap binalar yapılmış ancak bu seferde İstanbul, yakasını yangınlardan kurtaramamıştır. Bunun üzerine 1696 tarihinde bir fermanla bundan sonra evlerin ahşap değil kargir yapılması istenmiştir.

Gâvur Sultan
Sultan II. Mahmud İstanbul’da en çok dini yapı yapan kişi olmasına rağmen, halk arasındaki yaygın sıfatı Gâvur Sultan olmuştur. Hatta yaptıkları o kadar tepki çekmiştir ki muhalifler gizli bir örgütlenme ile bir araya gelmiş, Abdulmecid döneminde ortaya çıkarılan bu yapı Kuleli Askeri Lisesi’nde yargılandığı için olay Kuleli Vakası diye meşhur olmuştur.

İlk saray
Fatih Sultan Mehmed Fetihten sonra ilk sarayı Bugün İstanbul Üniversitesi Merkez Binasının olduğu alanda yapılmıştı ve Saray-ı Atika(Eski Saray) diye maruftu. Topkapı Sarayının inşasından sonra eski önemini kaybetmiş ve 1541 yangınından sonra ölen padişahların eşlerine ve kızlarına tahsis edilmiştir.

İlk Selâtin Camii
İlk Selâtin(Sultan tarafından yaptırılan) Cami Fatih Camii, Sur içinde yaptırılan son Selâtin Cami ise III. Mustafa tarafından yaptırılan Laleli Camii’dir.

İlk Cuma
Fatih İstanbul’u aldıktan sonra ilk Cuma Namazını 1 Haziran 1453 günü Ayasofya Camiinde kılmıştır.

İstanbul Tarihçileri
İstanbul hakkındaki ilk bilgilere, İlk İstanbul tarihçisi diyebileceğimiz Bizantionlu Dionisios’un(MÖ 3. asır)Anaplus Bosphori isimli eseridir.
Amasyalı yazar Strabon, Geographika isimli eserinde, Anadolu kentlerine dair bilgiler aktarırken Bizantion’dan ve Bizantonlulardan da söz eder. Çanakkale Boğazı’nı ve Marmara’yı geçip Karadeniz’e açılan gemicilerin, sol yanda Trakyalılara ait toprakları göreceklerini, Bizantion’a komşu bu kıyıların Pontus’un sol tarafındaki kısımlar, sağ yakanında Khalkedona komşu kısımlar olarak anıldığını yazar.

Latifi, Evliya Çelebiden evvel İstanbul’u geniş olarak anlatan ilk yazardır. Gelibolulu Mustafa Ali’nin Mavaid’ül Nefais Fi Kavaidü’l-Mecalis isimli eseri İstanbul yaşantısını, zevklerini, yemeklerini anlatır.

İstanbul deyince aklımıza ilk gelen müellif elbette ki Evliya Çelebidir.
Ahmed Refik Altınay İstanbul eğlencelerini anlatan kitapları ile meşhurdur. Özellikle 1718- 1730 arasına Lale Devri denmesi, onun meşhur Lale Devri isimli kitabından sonra fenel kabul görmüştür.

Reşat Ekrem Koçu ise bitiremediği İstanbul Ansiklopedisi ile İstanbul üzerine yazan önemli bir müelliftir.

Misk Kokan Harfler
Hattatlar hat sanatına, yazı çeşitlerine uygun olan kâğıtları evvela çay yaprağı, ayva yaprağı, soğan kabuğu vs ile boyarlar, sonra da terbiye görmemiş bu kâğıtları üzerinde kalemin iyi kayması için nişasta ve yumurta akı ile cilalarlar, aharlarlar. Süleymaniye Camii gibi bir caminin muhteşem yazılarını yazan Ahmed Karahisari yumurta akının içine misk attırdığı için yazılardan etrafa güzel bir koku yayılırmış (Prof. Dr. Beynun Akyavaş -Sultanîyegâh İstanbul- TDV. )

Domates, Biber, Patlıcan
İstanbul’un her semtinin meşhur olan ürünleri vardı. Abdulhak Şinasi Hisar bunları şöyle sıralıyor;

-Yedikule’nin marulu, Langa’nın salatalığı, Bayrampaşa’nın enginarı, Çukurçeşmenin turşusu, Vefa’nın bozası, Eyüp’ün kaymağı, Karaköy’ün poğaçası, Çengelköy’ün ayvası, şeftalisi, vişnesi, Arnavutköy’ün midyesi, Göksu’nun mısırı, Kanlıca’nın yoğurdu, Çubuklunun suyu, Beykoz’un paçası, gözlemesi, sırmakeş suyu, Kavak’ın inciri, Büyükada’nın barbunyası, ıstakozu, Alemdağ’ın Taşdelen suyu. . . .

İlk Avrupa Seyahati
Abdulaziz, Milletler-arası Paris sergisinin açılışı münasebeti ile Fransız İmparatoru III. Napolyon’un davetini kabul ederek, 21 Haziran 1867 yılında Paris’e gitmek üzere gemiye bindi. Ve 7 Ağustos Çarşamba günü geri döndü. Bu bir Osmanlı Padişahının ilk Avrupa seyahatiydi.
Fatihin bahtsız şehzadesi Cem Sultan’da Avrupa’nın çeşitli şehirlerini gezmişti. Ancak o, Avrupalıların elinde bir esir şehzade idi.
İlk tünel

Galata (Karaköy) ile Beyoğlu arasında 17. 1. 1875 tarihinde işletmeye açılmıştır. 1863 Londra, 1869 Newyork şehirlerinden sonra Dünyanın en eski 3. metrosudur. Vagonlar buharla işletiliyordu, 3 Kasım 1971 tarihinde elektrikli hale getirildi.

KÂTİBİMİN SETRESİ UZUN ETEÄİ ÇAMUR
Bu şarkıyı hepimiz biliriz de, gönül çelen bu kâtibin kim olduğunu zannederim pek azımız biliriz. . Bu konuda, Prof. Dr. Beynun Akyavaş’ın, Sultanîyegâh İstanbul’ kitabında bilgiler verilmektedir. Buna göre, Şarkının kahramanı olan kâtibin ismi Aziz Mahmud Bey’dir ve Üsküdar Adliyesinde başkâtip olarak görevi varmış. Evi’deÜsküdarda Solak Sinan mahallesinde eski adı, Tekke içi, yeni adı Kâtibim Aziz Bey olan sokaktadır. Evin tam karşısındaki harap olup gitmiş tekkenin yanında bir aile kabristanı varmış. Kabristanın altı mahzenmiş ve bu mahzene artık yeri belli olmayan bir kapıdan girilebiliniyormuş. Burada Aziz Mahmud Bey ve yakınları medfun imiş. . . . . Bu kabristana yetmiş - seksen sene evvel, son olarak Aziz Mahmud bey defnedilmişse de, onun mezartaşı daha sonra alınarak oğlu Sadi Sarp yalçının Karacaahmed’deki kabrinin başına konulmuş.
Elli altı yaşında bu dünyadan ayrılan Aziz Mahmud Bey boylu boşlu, burma bıyıklı, yakışıklı mı yakışıklı bir zat imiş. Hele o yeşil gözleri. . . . . Aziz Mahmud Bey yakışıklılığının ve yeşil yeşil bakan gözlerinin kurbanı olup tam
17 kez evlenmiş.

Ünlü şarkının güftesini yazan Seyyide Hanım isimli eşi imiş. Bu hanım bir paşa ile evli ve Yoygar Hamza’daki köşklerinde otururken Aziz Mahmud beye sevdalanmış ve kâtip benim, ben kâtibin el ne karışır’ diyerek eşinden boşanır ve Aziz Mahmud beyle evlenir.

Belediye Başkanları
Yukarıda Fetihten sonraki ilk Belediye başkanının Hızır Bey olduğunu görmüştük. O tarihten bu yana yüzlerce Belediye Başkanı geçmiştir. Osmanlı arşivi dünyanın en büyük arşivlerinden biri olduğu için bu Belediye Başkanlarını kolaylıkla izleyebiliyoruz. Önemli bir rakam olarak 500. Belediye Başkanı Ecmel Kutay 1981-1982 yılları arasında bu makamda bulunmuştur.

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ
İstanbul Ansiklopedisini yazmaya başlayan kişi, Tarihçi A. Refik Altınay’ın (1881-1937) Darul Funun’dan asistanı olan Reşat Ekrem Koçu’dur. 1933 Üniversite Reformu sırasında tasfiye edilen koçu daha sonra İstanbul Ansiklopedisini yayınlamaya karar verir ve Kasım 1944 yılında ilk fasikül yayınlanır. 24 cilt olarak düşünülen ansiklopedi 1973 yılında yayınlanan Gökçınar maddesinden sonra yayın hayatına son verir. Çıkan kısım 7076 sayfadır.

İlkler
İlk Posta Teşkilatı; 1834 yılında İstanbul-İzmit arasında açılmıştır.
İlk köprü; 1837 yılında Azapkapı ile Unkapanı arasında yapılmıştır
İlk Vapur Seferleri;1850 yılında Şirket-i Hayriyye kurulmuş ve boğaz seferleri başlamıştır.
İlk Telgraf hattı; 1855 yılında İstanbul, Edirne, Varna arasında açılmıştır.
İlk Atlı Tramvay; 1869 yılında seferlere başladı
İlk Elektrikli Tramvay; 1914 yılında seferlere başladı.

İstanbul Sözleri
Bana göre İstanbul sultanlardan Fatih, velilerden Eyüp Sultan, şairlerden Nedim, makamlardan Sultanîyegâh, harflerden elif, kuşlardan martı, ağaçlardan çınar, sevdalardan kara, renklerden mavi, çiçeklerden mor lale, ışıklardan pembe güldür. (Beynun akyavaş)

Boğaziçi bir âlemdir. Tabiatla tarihin, sanatla medeniyetin kol kola girdiği bir âlem. Üsküdar’dan, Paşalimanı’na, Kuzguncuk’a doğru şöyle bir yürüyün. Tabiatın güzelliği, tarihin sırları, sanatın büyüsü, medeniyetin zarafeti nasıl da sarar insanı (Beynun akyavaş)

Revanü değil revani
Vaktiyle bir Cerrahi dergâhının şeyhi evinde oturmuş pencereden sokağı seyrederken köşe başından Revanüüü’ diye bas bas bağıran bir sokak satıcısının geldiğini görmüş. Eski bir İstanbullu olan ve herhalde tasavvuf musikisini iyi bilen şeyh efendi hemen cama vurup satıcıyı çağırmış ve satıcıyı karşısına oturttuktan sonra;

-Oğlum burası İstanbul, burada buna, Revanüü demezler, revani derler, demiş ve ondan sonra da satıcıya hüseyni makamından revani demeyi öğretmiş. Revani makamında revani

kAcAhK
01-23-2008, 21:05
bilgiler için teşekkürlwer alfonso....

alfonzo28
01-23-2008, 21:10
bişey değil cilmeli

kAcAhK
01-23-2008, 21:33
cidden güzel bir paylaşım olmuş....

alfonzo28
01-23-2008, 21:42
saol:)

greendewil
01-23-2008, 21:42
bizi bilgilendirdiğin için sağol

alfonzo28
01-23-2008, 22:04
bişey değil arkadaşım

NOYAN
06-15-2009, 11:43
güzel konu olmuş.

teşekkürler.