PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Ahmet Vefik Paşa Hayatı, Biyografisi ve Yaşamı Hakkındaki Yazılar


prensisa
02-21-2010, 23:15
Ahmet Vefik Paşa, 3 temmuz 1823’te İstanbul’da doğdu. Molyer’in komedilerinin önemli bir bölümünü dilimize aktaran bu büyük çevirmenin dedesi Yahya Naci Efendi, Divan-ı Hümayun’un ilk müslüman çevirmenidir. Fransızca bilen babası Mehmet Ruhittin Efendi de Tersane ve Serasker kapısı çevirmenliğinde ve Tercüme Odasında çalışmıştır. Dedesinin, Ahmet Vefik Efendi üzerinde doğrudan doğruya etkisi yoksa da uyanık, yabancı dil bilen bir aile çevresinde yetişmesi onu, dede-baba işini sürdürme yoluna yöneltmiştir.
İlk bilgilerini ailesinden edinen Ahmet Vefik Efendi 1831-32 yılında Mühendishane-i Berri`nin ilk bölümünde öğrenimine başladı. Kısa bir süre sonra (1834) Paris Elçiğine atanan Mustafa Reşit Efendi, Ruhittin Efendi`yi de çevirmen olarak beraberinde götürdü. Böylece küçük yaşta babasıyla Paris`e giden Ahmet Vefik Efendi öğrenimini Saint-Louis Lisesi`nde tamamladı. Bu okulda bir Fransız’dan ayırt edilemeyecek kadar Fransızca öğrendi. Fransızcadan başka İtalyan, Latin, Grek dillerine de ilgi duymuş bazı yazarlara göre bu dilleri de kolayca okuyup anlayacak kadar öğrenmiştir.
1837’de istanbul’a dönünce çalışma hayatına, Tercüme Odası`nda haceganlıkla başladı.
Şubat 1840’da Londra Elçiğine atanan Mehmet Şekip Efendi ile Ahmet Vefik Efendi de elçilik kâtibi olarak gönderildi. Böylece ingilizceyi, dilin kendi yurdunda öğrenmek olanaklarından yararlanmış, kültürünü arttırmıştır.
İki yıl sonra Sırbistan’da, İzmir’de, Memleketeyn’de geçici ve özel görevler aldı. Bu arada İstanbul’a döndükçe aşaması yükseltilerek Tercüme Odası’na atandı.
Kısa bir süre pasaport dairesinde müdürlük yaptı. Sonra uyrukluk işlerini çözmek ve sonuçlandırmak için İzmir’e gönderildi.
1845 yılında İzmir’den dönünce görevi yükseltilerek Tercüme Odası Mümeyyiz’i oldu.
1849 yılında Macaristan mültecileri olayını çözmek için görevlendirildi. Aynı yıl içinde mütercim-i evvel oldu.
1849 yılı başlarında Fransız şairi Lamartine sadrazam Mustafa Reşit Paşa’ya başvurarak Türkiye’ye göçetme dileğini bildirir ve kendisine toprak verilmesini ister. Sanat ve politikada önemli bir yeri olan Lamartine’e Aydın dolaylarında bir çiftlik verilmesi kararlaştırılır. Lamartine adına bu işi çözmek ve sonuçlandırmak için Türkiye’ye gelen Challes Ronalt’a 1849 yılı Eylül’ünde hükümet temsilcisi olarak Ahmet Vefik Katıldı.
Aydın'dan dönünce kendisine, Memleketeyn “ fefkalâde komiserliği” görevi verildi.
1851’de önce Ercümen-i Daniş’e üye oldu, sonra da Tahran büyükelçiğine atandı. Tahranda geçirdiği yılları, İran dili ve kültürünü daha köklü bir şekilde öğrenerek değerlendirdi. Aralarında karşılıklı sevgi ve anlaşma kurulamayan Ali Paşa’nın sadrazamlığında bu görevden alındı.
1856’da Reşit Paşa, tekrar sadrazam olunca Ahmet Vefik 1857’de Deavi Nazırlığı’na getirildi. Yine bu yıl içinde Reşit Paşa sadrazamlıktan ayrılınca Ahmet Vefik Efendi de görevinden uzaklaştırılarak tekrar Meclis-i Vâlâ üyeliğine atandı.
1860 Yılında elçi olarak Paris’e gönderildi. Garip yaratılışlı, korkusuz bir gün ulusal onuru yüksek bir kişi olan Ahmet Vefik Efendi’nin Paris elçiğini ilginç olaylar ve davranışlarla doludur.
1861’de Evkaf nazırı oldu. 1862 yılında yeni kurulan Divan-ı Muhasebata başkan seçildi. Bu yıl içinde bir yandan da Darülfünun’da Hikmet-i Tarih okutmaya başladı. Bu ara özel bir görevle Belgrad’a gönderildi. Dönüşte yine Meclis-i Vâlâ üyesi oldu. Aynı yılda, yurt içinde başlayan teftişlerde, anadolu sağ kol müfettişi oldu.
1864’de Bursa halkının şikâyetleriyle müfettişlik görevinden uzaklaştırıldı. Cevdet Paşa Maruzat’ında Ahmet Vefik Efendi’den söz ederek. İcraat’ı hodseranesinden dolayı halkın şikâyeti ayyuka çıktı demektedir. Buna karşılık Fevziye Abdullah Tansel kaynak göstererek “ Vefik Paşa’nın hareketlerinde haklı olduğu, fakat bazı yolsuzlukları meydana çıkardığı için azlolunduğu “ kanısına ulaşıyor.
Fuat ve Ali Paşaların bşbakanlığına rastlayan dönemde Ahmet Refik Efendi açıkta kalır. Bu durum Ali Paşa’nın ölümüne değil sürer. Ahmet Vefik Efendi bu süre içinde bütün gücünü, fikir çalışmalarına verdi.Molyerden yaptığı çevirilerden bazıları basıldı. Rüştiyelerde tarih kitabı olarak okutulacak Fezdeke-i Tarih-i Osmani’yi bu dönemde yazdı.
Ali Paşa’nın ölümünden sonra yerine geçen Mahmut Nedim Paşa başbakan olunca Ahmet Vefik Efendi’ye önemli görevler verdi.1871’de Rüsumat Emini 1872’de Sadaret Müsteşarı oldu. Aynı yıl içinde Maarif Nazırlığına atandı. Bir süre sonra da Şuray-ı Devlet Azası oldu. Fakat birkaç ay sonra işine son verildi, bir süre yine açıkta kaldı.
Bilimsel açıklamalarıyla ün kazanan Ahmet Vefik Efendi 1875’te Petersburg Akademisine üye seçildi. Resmi Görevden uzak kaldığı yılları bilimsel incelemelerle değerlendirerek 1876’da Lehçe-i Osmani’nin ilk bölümünü tamamladı ve bastırdı.
1878’de Millet Meclisi başkanı oldu. Yine 1878 yılında paşalık ünvanı verildi ve ikinci kez maarif nazırlığına getirildi.Birkaç ay sonra Edirne Valisi, daha sonra da Ayan Meclisi üyesi oldu. 4 Şubat 1878’de Dahiliye nazırı ve başvekil oldu.

18 Nisan 1878’ de bu görevlerden uzaklaştırıldı. 1879’da Bursa valiliğine atandı. Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa valiliği gerek bayındırlık, gerekse tiyatro çalışmaları yönünden çok başarılı geçti. Bu arada Molyer’den çevirdiği oyunlar ve Atalar Sözü “Hüdavendigâr Matbaasında bastırılarak yayınlandı. Üç yıl sonra valilik görevinden uzaklaştırılınca İstanbul’a geldi.
30 Ekim 1882’de ikinci kez ve yalnız üç gün için baş vekil oldu. Çalışma hayatı bu görevle son buldu. Bundan sonra kendisini, okuyup, yazmaya, bilimsel çalışmalara verdi. 1888-89 yılında Lehçe-i Osmani’nin ikinci bölümünü de tamamlayıp iki bölümü de birden tek cilt olarak yayınladı.
Türk dili, tarihi, edebiyatına önem veren bu Türk düşünürü 1891 yoksulluk içinde öldü.
Ahmet Vefik Paşa’nın kişiliği kendine özgüdür; o, çevresindekileri ve çağdaşlarına benzemez. Davranışları, yargıları hep bu düşünceyi doğrular. Bazı olayları anlayışı ve bunlardaki tutumu daha yaşadığı çağda hemen hemen bir anlatı havası yaratmıştır. Çoklukla gerçek yaşantılardan doğan bu anlatılar, gerek ağızdan ağıza dolaşarak gerekse yazılı kaynaklar yoluyla günümüze değin ulaşmıştır. Bu anlatılaşmayı oluşturan çeşitli nedenlerin başında tuhaf giyinişi gelir. Ahmet Hamdi Tampınar, bu konuda: “Edebi faaliyetide aşağı yukarı siyasi hayatının ve bu güne kadar garabeti anlatıla anlatıla bitirilemeyen kıyafetinin manzarasına arz eder.
Mizacında değişikliği yapan başka bir yön: Hiçbir davranışında ılımlı olmayıp aşırılıklar içinde bulunmasıdır. Öfkesi, korkusu, sertliği, geçimsizliliği, hazır cevaplılı, millî onuru koruma çabası hep aşırıydı. Çeşitli özelliklerini Ali Fuat kesin çizgilerle belirtmektedir:
Akraba ve ehlibasına hiss-i hürmetle memzuç havf-ü heras ikâ ederek bunlar adeta etfalîm mektep hocasından korktukları gibi kendisininden korkarlardı. Hiddetlenince kendilerini tekdir ve teblih eder, ve birisini tekdir edeceği zaman “Paşa” ve “Şeyh Balaban” tesmiye eylediği kedilerine hitaben temsin tarikiyle irat-ı kelâm eyler idi.
Bu tuhaf adam için Fuat Paşa haklı olarak Ahmet Vefik Paşa binek taşı cesametinde bir elmastır; ne yüzüğe takılır, ne de sokakta bırakılır demiştir. Tabiyatında tüm bu nitelikler onu resmî görevlerinde başarılı falak katlanılması güç bir kişi durumuna getirmiş. Ve hayatı hareketli, düzensiz, çekişmeli, karışık geçmiştir.
Yaratılışındaki aşırılık, Ahmet Vefik Paşa’da olumlu nitelikler de yaratmıştır; Zekâ, çalışkanlık, namus, millî değerlere tutkunluğa varan düşkünlük. Bu niteliklerini, kensini sevmeyenler ve hatta düşmanları bile doğrulamıştır.
Uzun süre en yüksek memurluklarda bulunmasına karşın yoksulluk içinde ölmesi Ahmet Vefik Paşa’nın gerçekten çok dürüst bir kişi olduğunu kanıtlar. Yurdumuzda uzun süre yaşamış ve Vefik Paşa’yı yakından tanımış bir yabancı; “ birkaç sene evvel fakir bir adam olarak öldü. Sonra sinsilesinden nam ve nişan kalmadı. İçinde yaşadığı ev yıktırılmış odun olarak sattırılmıştır.”
Kırk beş yıllık çalışma hayatında çeşitli görevlerden uzaklaştırılması geçimsiz, başına buyruk davranışlı ve işleri yönetmede merkezi yönetmeyen bir kişi oluşundan doğmuştur.
Garip davranışlı falan zeki ve akıllı olan bir kişi olan Ahmet Vefik Paşa’nın memurluk hayatı başarılıdır. Özellikle, elçiliklerde geçirdiği yıllar, Bursa valiliği görevleri en başarılı dönemleridir. Elçiliklerde bulunduğu yıllarda, Türklük şeref ve onurunu yükseltmesi en başta sayılması gereken başarılarındandır. Bu yoldaki davranışlarını konu alan çeşitli fıkaralar günümüzde bile yeri düştükçe anlatılmaktadır.
Eğitim alanındaki çalışmaları da başarılıdır. Milli eğitim bakanı ve Bursa valisi iken öğretmen okulları açmış, özellikle kız öğretmen okullarına önem vermiştir. Ayrıca öğretim methotları üzerinde okullara yönerge göndermiştir. Bursa valisiyken kızların on, erkek çocukların on-on üç yaşına kadar okula devamlarını zorunlu kılmıştır.
Vefik Paşa’nın bayındırlık çalışmaları çok verimlidir. Bursa’da yeni yollar, caddeler açtırmış; eskilerini genişletmiş, hemen hemen hiç çıkmaz sokak bırakmamıştır. Bir yıkıntı ve toprak yığını durumundaki Yeşil Cami, temizletip onartılarak Bursa’ya ve sanat dünyasına kazandıran Vefik Paşa’dır. Hastaneler yaptırmış, bu hastanalere çeşitli gelir kaynakları bulmuştur. Bu arada Çitli maden suyunu işleterek bir hastane için gelir sağlamıştır.
Adalet işlerinde tarafsızlığı temek öğe almış, kayırma yoluna giden yargıçları şiddetle cezalandırmıştır. Çoklukla adaletli ve olumlu yolu bulabilen Vefik Paşa, adalet işlerini bazen kişisellikle çözümlemiştir.
Başarılı çalışmalarından biriside, il bütçesine çeşitli gelir kaynakları saylamasıdır. Çok yönlü ve kararlı çalışmaları konusunda bir çok eseri vardır.
Bütün bu olumlu ve yararlı işlerine karşı sert ve geçimsiz karakteri Vefik Paşa’ya pek çok düşman kazandırmış; bunun sonucu olarak boşuna yıpranmış, çalışmaları iyilikle karşılanmamıştır.
Yaşadığı dönemde etkisi ne olursa olsun Ahmet Vefik Paşa Türk kültürüne eserleriyle değer katmış bir kişidir.

Ahmet Vefik Paşa günlük yaşantılarının, resmi görevlerinin yanında bir ülkü taşıyan kişiydi. Bu: Türkçülük ülküsüydü. Türkçülük nedir? Ziya Gökalp şöyle tanımlar: Türkçülük Türk milletini yükseltmek demektir. Ahmet Vefik Paşa bu ülküyü, davranışları; çok yönlü çalışmaları; eserleriylle gerçekleştirmiştir.

O, öğrenimini Fransa’da Saint-Louis lisesinde yapmıştı. Köklü bir batı kültürü kazanırken bu kültürün körü körüne hayranı olmamış, tersine, Batı dünyasından Türklükle ilgili bazı etkiler almıştı. Bu düşünceyi Ziya Gökalp’ın aşağıdaki sözleri desteklemektedir: “Türkçülüğün memleketimizde zuhurundan evvel , Avrupa’da, Türlüğe dair iki hareket vücude geldi. Bunlardan biri Fransızca Turquerie denilen Türkperesliktir. Türkiye’de yapılan ipekli ve yünlü dokumalar, halılar, kilimler, çiniler, demirci ve marangoz işçileri, mücellitlerin tezhipçilerin yaptıkları techidler ve tezhibler, mangallar, şamdanlar... gibi Türk san’atının eserleri çoktan Avrupa’daki nefaispereslerin dikkatini celbetmişti. Bunlar Türklerin eseri olan bu güzel eşyayı binlerce liralar sarfederek toplarlar ve evlerinde bir Türk salonu, yahut Türk odası vücude getirirlerdi.
Ahmet Vefik Paşa’nın Türklüğe ve onun özelliklerine verdiği değeri yaşantısının her yönünde bulabiliriz. Yine Ziya Gökalp bu konuda: “Ahmet Vefik Paşa’nın ilmi Türkçülükten başka bir de bedii Türkçülüğü vardı. Evinin bütün mobilyeleri, kendisi ve aile fertlerinin elbiseleri umumiyetle Türk mamulatındandı. Hatta çok sevdiği kerimesi Avrupa tarzında bir terlik almak için çok ısrar gösterdiği halde, “Evime Türk mamulatından başka bir şey giremez” bu arzunun husulune mümanaat göstermişti der. Mehmet Zeki Pakalında “Milli adetlere riayet eder, haremine ferace ve çedik papuç giydirir” dmektedir.
Türkoloji incelemeleri, Molyer’den edebiyatımıza kazandırdığı çeviri ve uyarlamalar Ahmet Vefik Paşa’nın verimli çalışmalarının ürünleridir.
Özellikle, memurluklardan uzaklaştırıldığı yılları bilimsel incelemeler ve oyun çevirileriyle değerlendirmiştir.
Özel hayatının en küçük ayrıntılarını bile etkileyen Türkçülük akımı, onu asıl türkoloji araştırmalarına yöneltmişti. Çalışmalarının iki koldan geliştiği görülür.
1- Tarih
2- Dil
Ahmet Vefik Paşa doğu ve batı dillerini çok iyi bilirdi. Bu diiler ona geniş bir kültür kazandırmıştı. O, çağının en aydın kişilerinden biriydi. Bilimsel ünü, daha çok Batı dünyasında yaygındı. Türkiye’ye gelen yabancı devlet ve bilim adamları, gazeteciler Vefik Paşa’yı ziyaret ederler; kendisinden çeşitli konularda bilgi alırlardı. Bütün bunlara karşın o, Tnzimat yıllarının tipik bilim adamıdır. Yaşadığı çağda “uzmanlık” kavramı henüz gelişmemişti. Ahmet Vefik Paşa da çağına ve çevresine uyarak çeşitli alanlara yöneldi: Tiyatro, dil, tarih, istatistik,gazeticilik. Bütün bu çalışmalar bugünkü anlamıyla derin değil yüzelseldir. Buna Krşın tarihsel rolü herzaman için önemlidir. O, türkoloji ve tiyatro konularında çağına yön veren öncüdür. Bilinçli Türkçülük Ahmet Vefik Paşa ile başlar.

MİTHAT PAŞA
Osmanlı devlet adamı. İdare, Maliye ve eğitim alanında çeşitli reformlar yaptı. Mutlak monarşiden, anayasalı monarşiye geçişte önemli rol oynadı. Asıl adı Ahmed Şefik' dir. 18 Ekim 1822'de İstanbul'da doğdu. Çocukluğunu İstanbul'da ve babasının naip olarak bulunduğu Vidin ve Loveç'te (Lofça) geçirdi. Özel eğitim gördü. 1834'te Divan-ı Humayün kaleminde görev aldı. Burada kendisine Midhat mahlası verildi . Daha sonra Arapça ve Farsça öğrendi. Divan-ı Humayün'ün görevlerini üstlenen Meclis-i Vükela'nın katipleri arasında yer aldı. 1840'ta Sadaret Mektubi Kaleminde yer aldı. 1842-46 arasında tahrirat katibi yardımcısı olarak Şam ve Sayda'da, 1846'dan Kastamonu'da görevyaptı.1849 İstanbul'a
1852'de Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye'nin Anadolu Kalemi'nin ikinci katipliğine atandı. 1854'te sadrazam olan Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa tarafından Rumeli'de yaygınlaşan isyan ve eşkiyalık olaylarını bastırmak gibi, yerine getirilmesi güç bir işle görevlendirildi. Bulgaristan'da düzeni sağladıktan (1857) sonra, Avrupa'nın başlıca kentlerini kapsayan altı aylık bir inceleme gezisine çıktı. İstanbul'a dönüşünde Serasker Rıza paşa ile birlikte Kuleli Olayı(1859) olarak bilinen ve Abdülmecid'i devirmeyi amaçlayan suikast girişiminin soruşturmasını yürütmekle görevlendirildi. Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa'nın ikinci sadrazamlığı sırasında, 1861'de vezir rütbesiyle Niş Valiliğine atandı. Başarılı reformlarından dolayı, Abdülaziz tarafından uygulamaları doğrultusunda genel bir reform programı hazırlamakla görevlendirildi. 1864'te Silistre, Vidin ve Niş'in birleştirilmesiyle oluşturulan Tuna Vilayeti'nin başına getirildi ve Osmanlı idari düzenini yeniden belirleyen Vilayet Nizamnamesi'nin uygulanmasına (1864-67) öncülük etti. Vilayet merkezinden köylere kadar yeni meclisler, bayındırlık, fen ve eğitim işlerine bakacak daire müdürlükleri oluşturdu. Ziraat Bankası'nın çekirdeğini oluşturan Memleket Sandığı'nı kurdu. Vergi türlerini ve yükümlülüğünü azaltan düzenlemeler yaptı. Niş valisiyken açtığı ıslahhane adlı sivil
1868'de İstanbul'a çağrılarak Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye'yi yeniden düzenlemekle görevlendirildi. Meclisin idari ve yargısal işlevlerini birbirinden ayırarak Şüra-yı Devlet ve Divan-ı Ahkam-Adliye'yi kurdu. Şüra-yı Devlet başkanı olarak eğitim ve maliye gibi alanlarda yeni nizamnameler hazırladı. İstanbul Emniyet Sandığının ve ilk sanayi mektebinin kurulmasına öncülük etti. 1869'da vali olarak bulunduğu Bağdat'ta da başarılı reformlar yaptı
Temmuz 1872'de Abdülaziz tarafından Mahmud Nedim Paşa'nın yerine sadrazamlığa getirildi. Fakat saraydan bağımsız, bir tutum izlediğinden, bu makamda yalnızca üç ay kalabildi. 1873 başlarında adliye nazırlığına getirildi. Temsili meclisin gerekliliğine ilişkin layiha hazırlaması üzerine Eylül 1873'te Selanik valiliğine atanarak merkezden uzaklaştırıldı.

II.Abdülhamid tarafından 17 Aralık 1876'da sadrazamlığa atanan Midhat Paşa, uzun süreden beri üzerinde çalıştığı ve Ziya Paşa ile Namık Kemal'in katkılarıyla tamamladığı anayasa taslağını Padişaha sundu. "Kanun-ı Cedid" adlı bu taslağı geri çeviren II. Abdülhamid, Fransız Anayasası'nı çevirterek yeni bir taslak hazırlattı ve Padişaha "tehlikeli kişileri" sürgüne gönderme yetkisi veren, ünlü 113. maddeyi de ekletti. Kanun-i Esasi olarak bilinen anayasa, kesin biçimini aldıktan sonra, padişahın hatt-ı hümayunuyla kabul ve ilan edildi Midhat Paşa'nın saraya karşı tutumundan rahatsız olan II. Abdülhamid, Midhat Paşa'yı
Midhat Paşa'nın saraya karşı tutumundan rahatsız olan II. Abdülhamid, Midhat Paşa'yı 5 Şubat 1877'de sadrazamlıktan alarak ülkeyi terk etmesini emretti. Bir süre Avrupa'da kalan ve ertesi yıl Girit'e dönmesine izin verilen Midhat Paşa, Aralık 1878'de Suriye valiliğine atandı. Abdülaziz'in öldürülmesi ile suçlanarak, Mütercim Mehmed Rüşdi Paşa ile birlikte sorguya çekilmesi kararı alınınca İzmir'de Fransız Konsolosluğu'na sığındı (1881). Ama kısa bir süre sonra hükümetin güvence vermesi üzerine teslim oldu. Yıldız Mahkemesi olarak bilinen yargılamada, Abdülaziz'in ölümüne neden olmaktan suçlu bulundu ve ölüme mahkum edildi. İngiltere'nin müdahalesiyle cezası ömür boyu hapse çevrildi ve Taif'e gönderildi. Orada vefat etti.
YENİLİK YANLISI CALIŞMALARI

Mithat Paşa’nın yenilik yanlısı fikirleri tamamen kendisine özgüdür. Fakat yapmayı düşündüğü ıslahatlarında ihtilalci bir yapıya bürünmek istememiştir. Tasarladığı ıslahatı gerçekleştirebilmek için, Padişahı bir taahhüt altına sokmanın daha hayırlı olacağı, bu suretle bir saltanat değişikliğine lüzum kalmadan, doğru yola girilebileceği fikrini ileri sürmüştü. Fakat Abdülaziz’in ıslahat kabul etmeyeceği kanaati geniş çevrelerde ve arkadaşları arasında okadar yerleşmiştiki, sonunda, Mithat Paşa, bunların baskısı önünde, cezri hareket taraftarlarına boyun eğdi.
Böylece, meşru Veliaht Murat Efendi ile, gerekli temaslar yapıldıktan ve meşruti bir idare kurulmasına engel olmayacağına dair, kendisinden söz alındıktan sonra, Abdülaziz’in tahttan indirilmesi kararlaştırıldı. Ancak, ihtilalciler, Padişahın, olup bitenleri haber almış bulunmasından kuşkulanarak, daha çabuk davranma ihtiyacını duydular ve planlarını, kararlaştırdıklarından iki gün önce, Murat Efendiye de haber vermeye vakit bulamadan uyguladılar. Böylece, 1876 yılı Mayısının 29/30 gecesi, Şeyhülislam Hayrullah Efendiden alınan bir fetvaya dayanılarak ve Mithat Paşanın özellikle istediği şekilde, kan dökülmeden, Sultan Abdülaziz tahttan indirildi. İşin böyle gürültüsüz ve kansız bitmesinde Serasker Hüseyin Avni Paşanın büyük rolü vardı.
Fakat ne yazıkki, yeni Padişah Sultan beşinci Murat’ın sıhhi durumu, Mithat Paşa ve arkadaşlarının umutlarını boşa çıkarıyordu. Sultan Murat, kendisine bildirilenden daha önce tahta çıkmaya davet edilince, tertibin Abdülaziz tarafından duyulduğunu sanmış ve can korkusundan buhranlar geçirmişti. Mithat Paşa, bu davaya, can ve başla sarılmıştı ve kendisini, ülküsünü gerçekleştirmenin eşiğinde görüyordu. Mithat Paşa 1875 yılı sonlarında İstanbul’daki İngiliz elçisine, memleketin kurtulması için, tek çarenin idare usulünü değiştirmek olduğunu, bunun için, evvela bir Millet Meclisi teşkil edilerek, vekillerin, bu meclise karşı sorumlu tutulması, ikincisi bu meclise cins ve din ayrılığı gözetilmeksizin, tam bir milli meclis hüviyeti verilmesi ve üçüncüsü, vilayetlerde adem-i merkeziyet e dayanan denetli bir idare sistemi uygulanmasının gerektiğini söylemişti. Görülüyor ki Mithat Paşanın, öteden beri tasarladığı ve planlarını çizdiği bu devrimi yapmak için gerekli hazırlıkları tamdır ve hemen faaliyete geçebilecek durumdadır. Bir süre sonra Sultan Murat, Thttan indirildi ve yerine, yine meşru Veliaht Abdülhamit geçirildi
Mithat Paşa ile Veliaht arasında şu üç konu üzerinde mutabaka saglandı; Anayasanın ilanı, Devlet işlerinde, yalnız sorumlu danışmanların oylarına başvurulması, beinci Murat zamanında ayrı ayrı memurlıklarla Saraya alınmış olan Sadullah, Ziya ve Nmık Kemal Beylerin yerlerinde bırakılmaları.
Fakat bir kere tahta oturduktan sonra, Abdülhamit’in bütün vait ve garantilerine rağmen, sözünde durmak niyetinde olmadığı, çok çabuk meydana çıktı. Gerçekte o, anayasa ve meşrutiyetin ilanına engel olmak, veya hiç olmazsa mümkün olduğu kadar geciktirmek için her çareye başvuruyordu.
Bu durum karşısında Mithat Paşa, daha çetin bir mücadeleye girmek zorunda kalıyordu. Sadrazam Mehmet Rüştü Paşa, bir anayasa değil, sadece, cezri ıslahat yapılmasını istiyordu. Ahmet Vefik Paşa, Meşrutiyetin büsbütün karşısındaydı.
Fakat bütün bütün bu direnmeler ve engeller, Mithat Paşayı yıldırmıyor, anayasayı bir an evvel çıkarmak için var gücü ile çalışıyordu. Paşa bu arada kaleme aldığı bir anayasa layihasını gayri resmi olarak Padişaha sundu. Lakin bunu inceleyen Abdülhamit bunun mecliste görüşüleceğini söyleyerek işi yin yokuşa sürmüştür. Bunun üzerine, Mithat Paşa, Padişaha, gayet acı bir arize sunmaktan kaçınmadı. Bu yazısında, o, bütün devletlere vaat ve ilan olunduğu üzere, anayasanın, İstanbul’da toplanacak olan büyük devletler elçileri konferansından önce ilan edilmesi gerektiğini, aksi taktirde konferansın yapacağı ağır teklifleri kabul edip, ilelebet onların vesayeti altında yaşamaya mahküm edileceğimizi, birincisi yapılmazsa, ikincisine katlanmaktan başka çare kalmayacağını belirmekte idi.
Mithat Paşayı, bu derece sert bir çıkış yapmaya sevkeden amillerin başında devletin o zamanlar içine düşmüş bulunduğu siyasi buhran geliyordu. Gerçekten de o sıralarda”şark buhranı” diye anılan gaile, en had safhasına girmiş bulunuyordu. Önce Hersek’de çıkan bir ayaklanmanın, dal budak salması ile çok tehlikeli bir hale giren bu meseleye, bir çözüm bulmak amacıyla, İstanbul’da bir “sefirler konferansı” yapılmasına karar vermişlerdi ve bunun toplanmasına da, üç, dört gün gibi çok az bir zaman kalmıştı. Konferansta, başta Rusya olmak üzere; Avrupa devletlerinin, Osmanlı devletinin hükümranlık hakları ve bağımsızlığı ile bağdaşmayacak bazı tekliflerde bulunacakları öğrenilmişti. Gayeleri, Rumeli’deki Hıristiyan tebaayı Osmanlı hakimiyetinden koparmaktan ibaretti. İşte bu sıkışık durum içinde, Mithat Paşa, hiç olmazsa, Fransa ve İngiltere gibi Batının hürriyet sever devletlerini kazanmak ve bu sayede , buhrandan en az bir zararla sıyrılmak yollarını aramaktan başka bir çare görmüyürdu. Bununda ancak Meşrutiyeti derhal ilan etmek ve bu sayede Avrupa devletlerine, Rumeli’nin bir kısmı için istedikleri ıslahatı memleketin bütününe şamil olmak üzere, kendiliğimizden yaptığımızı fiilen göstermek suretiyle, mümkün olabileceğine inanıyordu. Konferansın yapılacağı gün yaklaştıkça, Mithat Paşanın ısrarları artıyordu. Sadrazam Rüştü, Ahmet Vefik, Ethem ve Saffet Paşalar da yegane çıkar yolun, Mithat Paşanın arkasından gitmek olacağı kanaatine vardılar ve nihayet Padişahı bu hususta ikna etmeye muvaffak oldular. Bu şartlar altında idi ki Padişah boyun eğdi. Kendisinden pek beklenmeyen bir kararla, içinde bulunulan ağır buhranı anlatacak bir kudrette görmediği Rüştü Paşayı azletti. Yerine Mithat Paşayı geçirdi. Nihayet Mithat Paşa hedefine erişmiş, siyasi olayların yardımıyla olsa da, her türlü mukavemeti kırarak anayasa ve meşrutiyetin ilanını sağlamıştı.

Kaynakça:
Meydan Larousse Ansiklopedisi