PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kemaleddin Bey Hayatı, Biyografisi ve Yaşamı Hakkındaki Yazılar


prensisa
02-21-2010, 23:14
Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında gelişip, Cumhuriyet’in ilk 10 yılında da etkisini sürdüren I. Ulusal Mimarlık akımının en önemli uygulayıcılarındandır.Kemaleddin Bey’in çocukluk ve gençliği, emperyalizmin en güçlü yılları olarak bilinen ve buna koşut olarak ulusal bağımsızlık savaşlarının yoğunlaştığı 19.yy’ın son çeyreğini kapsar. Alman İmparatorluğu’nun yeni bir güç olarak Avrupa sahnesine çıktığı, Doğu politikası ve ulusçuluk hareketleri nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki baskıların arttığı ve Abdülhamid yönetimine (1876-1909) karşı ilk tepkilerin görüldüğü bu çalkantılı yılların, mimarın daha sonra ortaya atacağı “ulusal mimarlık” düşüncesinin biçimlenmesinde etkili olduğu anlaşılmaktadır.Kemalleddin Bey, babasının Girit’in Suda kentinde üslenen Osmanlı donanmasındaki katiplik görevi nedeniyle, öğrenimine 1881’de Girit’te başlamıştır. Ailesinin 1882’de İstanbul’a dönmesi sonucuŞems-ül-Marif ve Numune-i Terakki’de eğitimine devam etmiş ve yüksek öğrenimini 1887-91 arasında Hendes-i Mülkiye Mektebi’nde (İTÜ Mühendis Mektebi) tamamlamıştır. 1884’te kurulmuş olan bu okulda genel yapı derslerini Alman Kos, köprü ve hidrolik konularını Avustuyalı Forcheimer, mimari tasarım dersini de Alman Jachmund vermekteydiler. Osmanlı mimarlığını incelemek için Alman hükümetince İstanbul’a gönderilmiş olan Jachmund, Kemaleddin Bey’in öğrenciliği sırasında Sirkeci Garı’nın (1889-90) tasarımıyla görevlendirilmişti. Mezun olur olmaz Jachmund’un yanına asistan atanan Kemaleddin Bey’in bu yapıyı yakından tanıdığı, biçimlenmesinden etkilendiği, hatta , yıllar sonra tasarladığı Evkaf-ı Hümayün Nezareti ve Edirne Garı gibi yapıların, bu etkiyi kanıtlayacak derecede Sirkeci Garı’ndan izler taşıdığı görülmektedir.Kemaleddin Bey, 1891-1905 arasındaki asistanlığı sırasında bir yandan da açtığı özel bürosunda ilk yapıtlarını tasarlamaya başlamış, Rumelihisarı’nın tepelerinde, eski Berlin büyükelçisi Galip Bey için yaptığı köşkü İstanbul’un çeşitli yerlerinde gerçekleştirdiği köşk ve konutlar izlemiştir. Çoğu ahşap olan ilk konutlardan başka Nişantaşı’nda Halil Paşa ve İsmail Paşa Konakları’yla Ortaköy’de, koru içindeki Sultan Reşad Köşkü’nü tasarlamıştır.Kemaleddin Bey’in 1895’te mimarlık eğitimi için devlet tarafından Berlin2e gönderilmesi yaşamının dönüm noktalarından biri olmuştur. 19.yy sonlarında dünyanın en büyük başkentlerinden birine dönüşmüş olan Berlin’de Charlottenburg Teknik Yüksekokulu’nda iki yıl mimarlık eğitimi gördükten sonra, iki buçuk yıl da çeşitli mimarların yanında çalışan Kemaleddin Bey’in, bu arada “Osmanlı Devlet Mimarı” ünvanıyla , İstanbul için genel tutukevi tasarımıyla da uğraştığı anlaşılmaktadır.
1900’de yurda döner dönmez Hendes-i Mülkiye’deki görevinie yeniden başlamış, ertesi yıl Harbiye Nezareti Ebniye-i Askeriye (askeri yapılar) mimarlığına ek görev atanmıştır. Ulusal mimarlık konusundaki düşüncelerini de ilk kez bu yıllarda geliştirmeye başlamış ve bu yöndeki ilk yapılarını bu dönemde gerçekleştirmiştir. 20.yy’ın ilk yıllarında yoğunlaşan özgürlük çabalarıyla birlikte gelişen Türkçülük, mimarın bu dönemdeki yapılarına, Ahmed Cevad Paşa ve Gazi Osman Paşa Türbeleri’nde görüldüğü gibi, Klasik Dönem Osmanlı mimarlığından esinlenmiş yapı öğelerinin yüzey düzenlemelerinde kullanılışı biçiminde yansımıştır. Kemaleddin Bey’in en verimli yıllarını oluşturan II. Meşrutiyet döneminden önce tasarladığı en son yapı Ahmet Ratip Paşa için Çamlıca’da gerçekleştirdiği büyük konak olmuştur. Aynı zamanda mimarın son ahşap yapıtı olma özelliğini taşıyan Ahmet Ratip Paşa Konağı, özellikle büyüklüğü ve görkemli merdiven holüyle dikkati çekmekte, ancak, biçimlenmesinde, o yıllarda Batı’da ve istanbul’da moda olan Art Nouveau akımından izler taşımaktadır.Kemaleddin Bey’in II. Meşrutiyet öncesi dönemde en büyük etkinliği eğitim alanında olmuştur. Jachmun’un Hendes-i Mülkiye’den ayrılmasından sonra tüm mimarlık derslerini üstlenen ve ayrıca Sanay-i Nefise Mektebi’nde (Güzel Sanatlar Akademisi, MSÜ) “Nazariyat-ı Mimariye” adlı bir ders vermeye başlayan Kemaleddin Bey, bu okullarda ulusal mimarlık konusundaki düşüncelerini işleyecek ortamı bulmuş ve öğrencilerini bu doğrultuda yetiştirmiştir. Bir mimar olarak, osmanlı İmparatorluğu’nun geçmişteki gösterişli yaşantısına özlem duymakla beraber bu çöküntünün nedenini, o yıllarda birçok aydının yaptığı gibi, kültür yozlaşmasında aramıştır. Bu nedenle, Batı mimarlığıyla geçmişteki Türk mimarlığını karşılaştırmak gereğini duyarak, artık günün koşullarına ters düşen bu mimarlıktan yanlızca biçimsel olarak yararlanıp yeni bir sentez oluşturmaya, ulusçuluk akımına koşut bir ulusal mimarlık anlayışı yaratmaya çalışmıştır.Kemaleddin Bey’in mimarlık açısından en verimli dönemi 1909-19 arasındaki 10 yıl olmuştur. 1909’da II.Abdülhamit’in tahttan indirilmesinin ardından Türk ulusçuluğu düşüncesi hızla gelişmeye elverişli, daha özgür bir ortama kavuşmuştur. Çağdaşlaşmaya yönelik bir atılımla, tüm devlet kurumlarında yenileştirme ve düzenleme girişimlerinin olduğu bu dönemde, Evkaf Nezareti’ne bağlı, Vakıf yapılarının onarımıyla uraşacak bir inşaat ve tamirat sermimarlığı (müdürlüğü) kurulmuş ve başına Kemaleddin Bey getirilmiştir. Kemaleddin Bey’in iş olarak başlattığı İstanbul’un eski yapılarının onarım çalışmaları onun ulusal mimarlık anlayışını geliştirmesine yardımcı olan bilgileri edinmesini sağlamıştır. II.Meşrutiyet boyunca (1908-18) süren bu çalışmalar arasında Sultan Ahmed, Fatih, Ayasofya, Yeni Camii gibi büyük külliyelerin yanı sıra birçok küçük cami ve mescidin de onarımı bulunmaktadır. Öte yandan, evkaf gelirlerini arttırmak amacıyla yeni yapılar gerçekleştirilmesi düşünülen nezarette, Kemaleddin Bey’in önerilerine uygun olarak, İnşaat ve Tamirat Heyet-i Fenniyesi’nin kadroları genişletilmiş, çeşitli uzmanlık dallarından alınan teknisyenlerle örgütün büyük bir mimarlık ve inşaat bürosu biçiminde çalışması sağlanmıştır. “Kemaleddin Okulu” diye adlandırılabilecek bu büro, ulusal mimarlık anlayışını ülkenin tüm yörelerinde uygulayan bir dizi mimar, mühendis ve yapı ustasının yetişmesine olanak tanımış, böylece Evkaf Nezareti İnşaat ve Tamirat Heyet-i Fenniyesi, 1. Ulusal Mimarlık akımının odak noktasına dönüşmüştür.

Kemaleddin Bey yine bu dönemde, günümüzdeki Mimar ve Mühendis Odaları’nın benzeri bir örgütün kurulması için çaba göstermiş; 1908’de kurulan Osmanlı Mimar ve Mühendis Cemiyeti adındaki örgütte yer almıştır. Bu tarihte cemiyetin 21 üyesinin bulunduğu, mimar olarak kayıtlı 11 kişiden yalnızca üçünün Türk asıllı olduğu, bunların da Kemaleddin Bey ve Vedat Tek’le Asar-ı Atika Müzesi (İstanbul Arkeoloji Müzeleri) müdürü Halil Edhem Eldem oldukları görülmektedir. Geri kalan 10 mühendis üyenin yanlızca ikisi azınlıklardan olduğundan, bu yıllarda mimar çoğunluğun azınlıklardan, mühendis çoğunluğunsa Türkler’den oluştuğu anaşılmaktadır. Kuruluşundan bir yıl sonra, 15’i mimar 48 üyesi olan örgüt, I. Dünya Savaşı sonunda, büyük olasılıkla 1919’da dağılmıştır.
Yazılı belgelerden, Kemaleddin Bey’in tüm yaşamı içindeki en verimli yılların 1910-1911 olduğu, yapıtlarının çok önemli bir bölümünü, Osmanlı İmparatorluğu için sonun başlangıcı sayılabilecek 1991’de tasarladığı anlaşılmaktadır. Bunların arasında, Vakıflar’ın yaptırmayı düşündüğü yedi büyük iş hanı, Bebek (1913), Bostancı Kuloğlu (1913) ve Bakırköy Kartaltepe (1923-24) Camileri ile Bostancı İbrahim Paşa (Bostancı İlkokulu; 1913), Ayazma (Ayazma İlkokulu; 1917) ve Eyüp Reşadiye (Ebussut Ortaokulu; 1911) Mekteb-i İbtidaileri bulunmaktadır. Vakıf hanlarından beşi İstanbul’da (Eminönü, Sultanhamam, Beyoğlu, Bahçekapı, Şehzadebaşı), ikisi Ankara’da (I. Vakıf Hanı, Anafartalar Caddesi’nde; II. Vakıf Hanı, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, 1928) uygulanmıştır. Aynı yıllarda mimarın çeşitli yapım ve onarım işlerini yürüttüğü, ülkenin çeşitli kentlerinde uygulanmak üzere okul, cami vb tasarımları gerçekleştirdiği de bilinmektedir.
1913-17 arasında, Osmanlılar’dan kopma eğilimi gösteren Araplar’ı hoşnut etmek amacıyla, Arap vilayetlerinde girişilen bayındırlık işlerinde görevlendirilen Kemaleddin Be’in bu nedenle hazırladığı tasarımların büyük bir bölümü, I. Dünya Savaşı nedeniyle gerçekleşememiş, İstanbul için tasarladığı yapıların bazıları da yarım kalmıştır. Bunlardan Yeşilköy ve Bakırköy’deki camilerle Bahçekapı’daki IV Vakıf Hanı (1916-26) ancak Cumhuriyet’in ilk yıllarında tamamlanabilmiş; Şehzadebaşı’ndaki V. Vakıf Hanı (Vefa Erkek Lisesi; 1911-30) gene Cumhuriyet döneminde bitirilmeden kullanıma açılmış; VI ve VII Vakıf Hanları ile başka birçok tasarımsa yapıya dönüştürülememiştir. 1914’te Evkaf Nezareti’ndeki görevine ek olarak İstanbul Şehremaneti Heyet-i Fenniye müşavirliğine (Belediye Fen Kurulu danışmanlığı) atanan Kemaleddin Bey’in, bu yeni görevinde, Şehremaneti Heyet-i Fenniye müdürü olan Vedat Tek’le birlikte kenti ilgilendiren çalışmalar yaptığı anlaşılmaktadır. Kemaleddin Bey, İstanbul’un işgali sırasında (1919) nezaretteki işine son verilince çalışmalarını yanlızca şehremaneti’nde ve özel atölyesinde sürdürmüştür. 1919 – 23 arası mimarın yaşamındaki en bunalımlı yıllar olmakla birlikte, 1918 Fatih yangınında evlerini yitiren dar gelirli aileler için tasarladığı, Laleli’deki Harikzedegan Apartmanları (Tayyare Apartmanları, Ramada Oteli, Merit-Antik; 1919-22) ününü pekiştiren bir uygulama olmuştur. 124 konut birimiyle 25 dükkan içeren ve birer avlu çevresinde düzenlenmiş altışar katlı dört bloktan oluşan bu yapı grubu Türkiye’deki çok katlı sosyal konut uygulamalarının ilki olmasının yanı sıra, donatılı beton iskeletle gerçekleştirilmiş ilk yapılar olmasıyla da önem taşımaktadır.
Kemaleddin Bey 1919’da İngiliz yönetimine geçen Kudüs’te, islam dünyasının en kutsal yapılarından Mescid-i Aksa’nın ve Kubbet-üs Sahra’nın onarımlarını gerçekleştirmiş ve gösterdiği başarıdan ötürü Britanya Kraliyet Mimarlık Enstitüsü’ne (RIBA) üye seçilmiştir. Kemaleddin Bey’in Kudüs’te bulunduğu sıralarda, Ankara’da gerçekleştirilmesi düşünülen bazı yeni yapıların tasarımı vedat Bey’e verilmiş, sonradan Büyük Millet Meclisi Binası olarak kullanılan Halk Partisi genel Merkezi 1924’te tamamlanmış, ancak gene Vedat Bey tarafından yapımına başlanan Vakıf Oteli (Ankara Palas, Dışişleri Bakanlığı Yabancı Konuklar Evi; 1924-27) anlaşmazlıklardan ötürü yarım kalmıştır. Kemaleddin Bey, bu otelin tamamlanması için Ankara’ya geri çağırılınca sürmekte olan Mescid-i Aksa onarımını mimar Nihad ve Hüsnü Beyler’le mühendis Şükrü Bey’e bırakmıştır.
1925’te Evkaf Müdüriyet-i Umumiyesi İnşaat ve Tamirat müdürlüğüne atanan Kemaleddin Bey, bundan sonra Ankara Palas’ın tamamlanması için çalışmalarını sürdürürken, başkentte gerçekleştirilmesi düşünülen bir genel kütüphane, Gazi Çiftliği için Atatürk’ün parasıyla yaptırılacak bir çiftlik evi ve Vakıflar’ca yaptırılacak yeni konutlar üzerinde de çalışmıştır. Bu konutların bir bölümü Ankara Palas’ın alt tarafında gerçekleştirilmişlerse de, kütüphane ve çiftlik evinin yapımından vazgeçilmiştir. Aynı yıllarda Kemaleddin Bey Türk Ocağı Binası’nın tasarımıyla görevlendirilmiş, ancak belirsiz nedenlerle yapı daha sonra sınırlı bir yarışmaya açılmış, Vedat Bey, Kemaleddin Bey, Arif Hikmet Koyunoğlu ve Mongeri arasından Arif Hikmet Bey’in tasarımı birinciliğe değer görülmüştür.
Kemaleddin Bey 1926 içinde Evkaf Müdüriyet-i Umumiyesi’ndeki görevi gereğince çeşitli vakıf evleri, iki vakıf hanı, Yenişehir’de, ölümünden sonra kendi adının verildiği bir ilkokul gerçekleştirmiş; ayrıca Atatürk’ün isteği üzerine, Çankaya’da yapılmak üzere, çağdaş gereksinimlere cevap verebilecek nitelikte bir cami tasarlamış, Nafia Vekaleti adına da Ankara Garı yanında yapılması düşünülen Devlet Demir Yolları Umum Müdürlüğü Binası’nın (TCDD 2. İşletme Başmüdürlüğü; 1928) tasarımına başlamıştır. 1927’de Maarif Vekaleti adına tasarladığı Gazi İlk ve Orta Muallim Mektebi (Gazi Eğitim Enstitüsü, Gazi Ün. Eğitim Fak.; 1927-30), aynı yıllarda kentin biçimlenmesinde etkin olmaya başlayan Uluslar arası Üslup nedeniyle yoğun eleştrilere yol açmıştır.

Mimarın ölümünden sonra, 1930’da tamamlanan bu yapı ile I. Ulusal Mimarlık dönemi kapanmış, bundan sonra Türk Mimarlığına yurt dışından gelen yabancı mimarlık hocalarının etkisinde uluslar arası bir biçimleme anlayışı egemen olmuştur.