PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Ahmet Muhip Dıranas Hayatı, Biyografisi ve Yaşamı Hakkındaki Yazılar


prensisa
02-21-2010, 23:14
Cumhuriyet dönemi şairlerinden Dıranas, 1909 yılında Sinop'un Salı köyünde dünyaya geldi. Ortaöğrenimini Ankara Erkek Lisesi'nde tamamladı. Lisedeki edebiyat öğretmenleri Faruk Nafiz Çamlıbel ve Ahmet Hamdi Tanpınar, şiir sevgisinin gelişmesinde etkili oldular. Ankara Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde çalıştı (1930-1935). Ankara Hukuk Fakültesi'ne iki yıl devam ettikten sonra İstanbul'a gitti, Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne girdi ve burayı bitirdi. Bu arada Güzel Sanatlar Akademisi'nde kütüphane memurluğu yaptı. Dolmabahçe Resim ve Heykel Müzesi resim yardımcılığında bulundu.


1938'de Ankara'ya döndü ve CHP Genel Merkezi'nde Halkevleri Kültür ve Sanat Yayınları'nı yönetti. Ağrı dolaylarında askerlik görevini yaptıktan sonra, Ankara'da Çocuk Esirgeme Kurumu Yayın Müdürü, Kurum Başkanı (1957-1960), daha sonra İş Bankası Yönetim Kurulu üyesi oldu. Devlet Tiyatrosu Edebî Kurul Başkanlığı, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Politikaya atılarak Zafer gazetesinde yazılar yazdı. Birkaç kez DP'den milletvekili adayı olduysa da seçilemedi. Yayımlanan ilk şiiri, "Ankara Lisesi’nden Muhip Atalay" imzasıyla Milli Mecmua'da çıkan "Bir Kadına" adlı şiirdir (15 Eylül 1926).

Hece şiirinin son kuşağı denilebilecek şairler arasında Ahmet Muhip Dıranas, çağcıl Batı şiirine (Baudelaire, Verlaine) en yakın, kendinden bir iki kuşak sonrası şairler üzerinde, az sayıda şiirle bile olsa, uzun süre etkili olan bir şairdir. O da hocası Tanpınar gibi az yazmış, seyrek yayımlamış, şiirlerini şiire başladıktan nerdeyse elli yıl sonra (1974) kitaplaştırmıştır. Gerek Fransız şiiri, gerekse kendinden önceki kuşaktan ustaları Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi Tanpınar'dan aldığı etkileri sanatına yedirerek özgün bir şiire ulaşmıştır. Hece ölçüsü sınırlarında kalarak ama durak ve vurgu yerlerini değiştirerek gelenekselde çağdaşlığı yakalayan, çağrışım gücü yüksek, yurdu, insanı ve doğası ile barışık, alışılmadık deyiş örgüsüyle unutulmaz şiirler yazdı. Şiirlerinde aşk, tabiat, ölüm, hatıralar, sığ olmayan bir anlatımla ve düşündürücü boyutlar içinde verilmiştir.

Ahmet Muhip Dıranas, 21 Haziran 1980 yılında Ankara’da öldü.

FAHRİYE ABLA
Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla,
Ne vefalı komşumuzdun sen, Fahriye Abla!



16-11-2005, 14:25 #2
ilkers

Kayıt Tarihi: 20-09-2005
Mesajlar: 150
Karizma Gücü: 0


Hediyeleri
Ahmet Muhip Dıranas(1908-1980)
Ahmet Muhip Dıranas, 1938-1942 yılları arasında C.H.P. Genel Merkezi’nde Halkevleri kültür/sanat yayınlarını yönetir. Cumhuriyet ideolojisinin kültür/sanat sözcülüğünü üstlenir. Dıranas, bu yıllar içinde “Ülkü”, “Güzel Sanatlar” dergileri, “Ulus” gazetesinde resim sanatı üzerine, kritikleri, eleştirileri, sergi haberleri yayımlanır.
İdealist duygu ve düşüncelerinden yola çıkarak yerel izleklerden ulusal sanata yönelme tartışmalarını gündeme getirir. Sanatçıların Anadolu’ya açılmaları ve “Anadolu Sergileri”nin sürekliliğini ister. Amaç, “…sanatı halka benimsetmektir” der. Dıranas içinde yaşadığı dönemin ruhuna ve idealizm’ine inanarak kendi içsel yöneliş ve bireyleştirici ilkesini coşkulu bir biçimde aktarmıştır. Bir ömür boyunca şiirle, resmi birbirini bütünleyen, çağrıştıran görsel “leit-motifler” olarak görür ve düşünür.
Ahmet Muhip Dıranas (1908-1980) idealist duygu ve düşüncelerinden yola çıkarak yerel izleklerden ulusal sanata (kendi söyleyişiyle: “millî karakteristik” tarz Ş.Ö.) yönelme tartışmalarını gündeme getirir. Kendi bakış açısıyla Cumhuriyet dönemi resim sanatının evrelerini, sorunlarını irdeler. İdealist, yerel ve ulusal resim anlayışını yurt düzeyinde geliştirerek, özümseyerek o yönde eserler verilmesini arzu eder. Resim sanatımızı yurtiçinde ya da yurtdışında tanınması yolunda çaba gösterir. Şairin “millî karakteristik” sözü bir leitmotiv olarak sürekli tekrarlanan ana fikirdir. Başka bir deyişle idefiks (idee fixe) halinde düşüncesinde yer eder. Ona göre ressamların yurtiçinde düzenledikleri “gezici sergiler” halkımızın resim sanatını yakından tanımasını ve ilgilenmesini sağlamıştır. Resim sergilerindeki gözlemlerini, izlenimlerini yoğun bir duygu ve estetik aktarımını gerçekleştirme çabası içindedir. Yazılarını, yorumlarını bu noktaya odaklandırır. Anadolu bozkırlarının, yaylalarının manzaraları; insanımızın yaşam kesitleri tuvaller (d) e yansıtılmalıdır.
Ruhun içsel bir gereksinimiyle ilgili her şey güzeldir. İçsel duygulanımlarla yapılan her sanat eseri güzeldir, değerlidir. Çünkü o, duygu ve güzelliklerin insanıdır. Cumhuriyetle birlikte gelen idealist duygu ve düşünceler, heyecanlar, yeniden var olma kavgası veren Türkiye Cumhuriyeti’nin amaç ve ilkeleri şunlardır: Düşünmek, çalışmak, derinleşmekle birlikte, “sanat”ı da her türlü toplumsal dönüşüm ve değişimin öncüsü olarak görüyor. “Sanat yapma” bireysel heyecanların yoğunlaşmasıdır, bütün güzel sanatlar, hareket ve etki yaratan veya yaratır gibi olan faaliyetlerdir.
A.M. Dıranas’la şiir yazmayı özendiren, ona yeni ufuklar açan, yol gösteren “sanatı bir aşk mesafesinde” gören, seven, estet yönüyle Türk resim sanatına yeni düşünceler ve boyutlar kazandıran Ahmet Hamdi Tanpınar da sanat felsefesinin kriterlerini sentezci bir yaklaşımla şöyle dile getiriyordu: “Bizim sanat tutumumuz ve davranışlarımız, teklif ettiğim şey ne türbedarlık ne de mazi hırdavatçılığıdır. Bu toprağın macerasını ve kendi maceramızı bilmek, onun içinden tabiî şekilde yetişmek ve Batılı anlayışla, Batılı ustaları severek eser vermeleridir” der.
Bütün bu düşüncelerin ruhu, ideali, geleceğin Türk resim sanatına yön verecek, sanat eseri kazandıracak genç kuşak sanatçılarımıza duygu akışı ve bilinç aktarımıdır. İnsan, toplum (çalışma düzeni), doğa üçgeninde var olan konular gerek yaşamdan bir kesiti bütün gerçeği ile yansıtmak, gerekse canlı karakterler yaratarak tuvallerde biçimlendirmektir. Diğer bir deyişle, sanat penceremizi açık tutarak bütün ışığıyla, havasıyla, turkuaz maviliğiyle deniz; gökyüzünün sonsuzluğunu simgeleyen ak ve gri bulutlar, mor dağlar, yeşilin her tonunu üzerinde taşıyan ağaçlar vb. ressamların duygu pınarlarını coşturan nesneler evrenidir.
A.M. Dıranas sanat konusunu özellikle resmi sistematik disiplin içinde sanat ontolojisi, sanat felsefesi yönünden ele alıp işleyen “sanat eseri dediğimiz var-olan’ı somut bir varlık olarak ele alıp çözümlemez”. (İ.Tunalı, Sanat Ontolojisi, 1965, s.III) bir ideolog ya da sanat eleştirmeni değildir şüphesiz… Ama o, hep bir sanat gönüllüsü, deyim yerindeyse “sanat havarisi” olarak kalır. Ressamlarımızın İstanbul-Ankara ya da çeşitli yurt köşelerinde düzenledikleri “gezici sergiler”in yararlarından söz eder. Toplumun resim sanatını yakından tanıması ve ilgi duymasını sağlayan tanıtım yazıları yazmıştır. Yazılar içerik yönünden derinlikli değildir. Ama kalın çizgiler halinde özlü bir biçimde dile getirilen konu: şiirsel, akıcı bir üslûpla düşüncelerini nakleder.
O, “estetik haz” ve estetik algı” arasında gidip/gelen duygulanımlarını okuyucuya aktarır. Ona göre estetik haz, insanın kendi dışında bulunan bir objede kendi kendinden haz duymasıdır: Şiir, müzik, resim, heykel ve mimarlık yapıtları birer gerçek varlık olarak gerçek dünyanın içinde yer alır. Öte yandan estetik algı, bize estetik objeyi veren kavrama tarzıdır. Resim sanatını ve sanat eserini estetik algı + estetik obje = estetik haz düzeyinde görür. Estetik algı, bize görünüşü, diğer bir deyişle biçimi veriyor. Görünüş kavramı ise estetik’in en önemli fenomenlerinden birini dile getiriyor: O da güzel(lik)…
Kandinsky’nin (1866-1944) sözüyle: “Sanatta güzel, her yerde var olduğunu gösterdiğimiz iç değer prensibine göre aranmalıdır.” (…) Yine sanatçının amacı insan esprisinin ifadesidir… biçimlerinin ve saf renklerin dilini ortaya çıkarmaktadır.” (Kandinsky, Sanatta Manevilik Üzerine…, 1981, ss. 94-14.)
Sanatçının resim yapmakla, sanat yapmakla, aslında nesneleri olduklarından daha güzel olarak resmetmelerine bağlıdır. Sanatçı da nesneleri (****morfozlara)kendi özel anlamının dışında bir başka gözle ,bir başka anlam verilmesini ister.Bununla yetinmez şair ruhunun coşkun derinliğinde Aristoteles’in (M.Ö. 384-322) “şairler ve ressamlar” üzerine o nefis tanımlamasında “şairimizde” yerini bulur: “….şairler konu ararken kendi maharetlerinden çok tesadüfler tarafından yönetilerek hikâyelerde bu gibi durumları yaratmaya varmışlardır.” Aristoteles “şairi” tekrar ele alır ve şu değerlendirmeyi yapar: “….şair tıpkı bir ressam veya diğer herhangi bir şekil- verici bir sanatçı gibi taklit edici bir tasvircidir.” (Aristoteles, Poetika, 1963, ss.42-75.)
Şairin imgesel dünyası zengindir. Pastoral betimlemelerinde, tabiat sevgisinde bir ruh ürpertisi ve içli bir ahenk çeşnisi vardır: “İnek Gözleri” başlıklı yazısında: “….tabiat sevgimi baba köyümde aldım…tabiatı gözlerimle fotoğrafını çektim.” diyen A.M. Dıranas, tabiat izlenimlerini, en gizli iç gerçeğinde başka bir yere koyarak tranpoze ederek şunları söylemektedir:
A.M. Dıranas’ın yaradılışından gelen bir eğilimle, resim tutkusu (passion) gençlik yıllarından beri getirdiği özel bir uğraşı alanıdır. Onun dikkatini ilk çeken resmin sihirli dili ve resim sorunları oldu. Ama sanat üzerinde filozofça değil de, eleştirmen olarak düşünüyordu. Pek genç yaşta şiir denemeleri… İlk okuduğu Baudelaire’in, Mallarme’nin şiirlerinin etkisinde kalır.
A.M.Dıranas’daki “tutku” derecesindeki sanat (resim) tutkusu, sevgisi, merakı ve ondan aldığı duyusal veya mânevî sevinç duyma, coşku, hoşlanmanın diğer bir deyişle “haz” alma psikozunun ardında ne var diye düşündüğümüzde Jean-Baptiste Du Bos (1670-1742), estetik sistemini, “Şiir ve Resim Üzerine Eleştirmeli Düşünceler”de (Reflexions Critiquesesur la Poésie et la Peinture) açıklar: “(…) Du Bos kitabına şu sorularla başlar: İnsanı güzel sanatlara yaratmaya iteleyen sebep nedir?Başka deyişle, sanatın varlık sebebi ve amacı nedir? Bu sorulara verdiği cevap şudur: Bütün hazlar bir ihtiyacın tatmininden gelir. İhtiyaç ne kadar zorlu olursa, tatmininden doğan haz da o kadar büyüktür. Beden gibi ruhun da ihtiyaçları vardır. Sıkıntıdan kaçmak için insanlar tutkular ardından koşarlar.” Şairimiz gençlik yıllarında bohem hayatı (Şişli/Bomonti yılları) yaşar.Edebiyat ve sanat ortamında arkadaşlıkları (Cahit Sıtkı Tarancı, Peyami Safa) onun belli bir döneminin yaşam kesitleridir.
Du Bos, tutkunun öteki yüzünü de şöyle açıklar: “… bu tutkunun hareketleri, ruhu heyecanlandırır, onu meşgul eder.” der. Sanatın kurtarıcı rolünü ve insan üzerindeki rehabilite etkisinin olduğunu söyler: “…Tutkuların tehlikeli olabilecek yönlerini savuşturarak, onların hazlarını verir. Sanat, insanda yapma (artificielles) tutkular meydana getirerek hem onu meşgul eder, hem gerçek acılardan korur” der. (S.K. Yetkin, Estetik Doktrinler, 1972, ss.78-79.)
Öte yandan “Sanatta sezginin rolü pek büyük. İnsan önce duyuyor, sonra düşünüyor” diyen “Resim ve Terbiye” (1932), “Sanat Estetik ve Yaratma” (1934) vb.kitaplarıyla sanat eğitimine pedagojik yönden katkıları olan çok yönlü pedagog ve düşünür. I.H. Baltacıoğlu (1886-1978), bu konuda bir hayli ilgi çekici görüşler öne sürer: tiyatro ile resim yapmayı “insan kişiliğini yaratan sanatlar” olarak görür. Ve bu konuda şu önemli tespiti yapar: “Tiyatro ile resim insana insan kişiliğini kazandıran sanatlardır. Tiyatro oynayarak içimizde uyuklayan kişilikleri uyandırırız. Resim yaparak da bizde biz olanı arar buluruz.” (I.H. Baltacıoğlu, “İnsan Kişiliğini Yaratan Sanatlar”, Tercüman, 31.5.1965, s.2.)
A.M. Dıranas da Halkevleri’nde geleceğe adanmış yetenekli, birikimli gençlerin etkinliklerini: “resim, fotoğrafçılık , tiyatro” gibi güzel sanatların her bölümünün bir yaşam biçimi ya da yaşamla bütünleşme yolu olarak görür. Bu nedenle etkinlikleri Anadolu sergilerinin devamlılığı diye tanımlar ve üzerinde fikir yürütür.
Onun odak noktasını belirleyen düşüncesi: Türk resminin oluşum ve gelişim koşulları dikkate alınarak amatör genç kuşak yeteneklerin ve profesyonel anlamda sanatçıların (ressamların) Anadolu’ya açılmaları… ve Anadolu sergilerinin devamlılığı…Anadolu yöresinin doğasını, insanını, yaşam biçimini gözlem-izlenimlerini, gördüklerini, yaşadıklarını tuvallere yansıtmak, aktarmak sanatçılarımızın amaçları olmalıdır. Kendi sanat poetikalarını yorumlarını gün ışığına çıkartmaları gerekir. Başka bir deyişle her sanatçı kendi yaşam ve birikim koşulları doğrultusunda gerçekleştireceği özgün üslûp çizgisine ulaşmak. Yöresel üslûplardan, ulusal sanata kendi deyişiyle “milli karakteristik” tarzda Anadolu’ya yönelik duyarlıkla , özgün bakış açısını ortaya çıkarmak. Sanat eserinin bu ölçütlerde yapılması ve bu konuda yoğunlaşma (condensatio) içindedir. Bunun en son evresi de geleceğe yönelik değişim kaçınılmaz ve evrensele ulaşma kaygısını taşır. İleri sürdüğü sanatta yaratıcılığı sui generis (kendine özgü) bir yetiye bağlar. “Sanat, insan etkinliklerinin hiç biriyle karışmayan özgür bir etkinliktir.”
A.M. Dıranas’a göre sanatçı gözlerini eğitmeli; özellikle ruhunu, zengin ince dengelerini tatmaya, bir eserin doğuşunu hazırlayan ön koşulları hazırlamalı: Kendi yaşam biçiminin derinliklerinde ve estetik objenin bir resim ya da sanat eseri olabileceğini varsayarak bir varlık yorumunu dile getirmelidir. Başka bir deyişle iç ve dış dünya zenginliklerini görmek, gördüklerimizden anlam çıkarmak… Ona göre “biçim”, sanatın asıl öğelerinden biridir. Biçim, “mükemmeliyet”le ‘lirizm’in kolkola yürümesidir. Ta uzaklardan davudî sesiyle okura şöyle seslenmek ister: “Ey okur! Hayatınızda resme yer ayırın, sanatın düş gücünden yararlanın!...”
Yine bu bağlamda sanatçı, ilkin sanata, yani kendisinin bu erdemli kavramdan neler çıkarabileceğini, nelerin ve hangi konuların işleneceğini, her bilginin bir suje/obje bağlılığına dayandığını; kendi kültürünü, özünü, kültürün sosyal yapısını araştırmalı, irdelemeli ve yüksek bir idealin yorumcusu olduğunu kendini inandırmalıdır. Dahası, kültür birikimlerinden esinlenmeli, ama her şeyden önce, imgelem’in, algılama’nın etkeni, gizil gücü bizatihi sanatçının “yaratma”, “yorumlama” eyleminin sırları içindedir. Sanatçı gören insandır. O düşüncelerin ve sanatın sonsuzluğunda gök kuşağını bütün renkleriyle seven bir estettir.
Kaynakça:
turkishartists.com