PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Namazda Huşûnun Kaybolmasına Yol Açan Sebepler


kelebek35
12-09-2009, 15:56
Kur’ân, Yüce Allah’ın zalim, fasık, münafık, azgın, kâfir vb kişilere hidayet vermeyeceğini anlatır. Bunun yanında günah diye çevrilebilecek birtakım suç, yanlış, sapkınlık ve azgınlıklara da değinir ve onları olumsuz davranışlar olarak niteler. Bunlar; Allah’a karşı işlenen can sıkıcı cürümler, suçlar, büyük günah, küçük günah, ceza gerektirecek işler, kişiyi sevaptan geri bırakan, hayırdan alıkoyan işlerdir. Günah, isyan, vebal ile kuşatılmış kalbi namazda huşu ile donatmak zordur. Yüce Allah’ın hudûdu çiğnendikçe, emirleri ihmal, tavsiyeleri kulak ardı edildikçe kalp kuşatılır ve gittikçe huşûu azalır. Günahlar çoğaldıkça Yüce Allah’a gerçek manada yönelmek, teslim olmak zorlaşır ve azalır. Bunun çaresi günahları azaltmak ve tövbe istiğfarı çoğaltmaktır. Tövbe istiğfar günahlardan dönüş ve onların bağışlanması için bir yol açılmasına sebep olur. Hayat bir bütündür. Temiz, duyarlı, bilinçli hayat huşûa erişmek için her türlü kolaylığı hazırlar.

Gösteriş, görsünler diye iş yapmak, çalım satmak namaz ile beraber kullanılınca daha hayret verici bir eyleme işaret eder. Gaflet içinde kılınmış bir namazın sahipleri riyakârlık yaparlar. “Münafıklar Allah’ı aldatırlar, hâlbuki onları aldatan O’dur. Namaza kalktıklarında tembel tembel kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar, ama Allah’ı zikretmezler, çok az miktardaki hariç” (4/Nisa.142) Yüce Allah’a yönelmeye isteksizlik, Yüce Allah’a karşı görevimizi yapmak, onu hatırlamak, O’na verilen sözü yenilemek maksadına matuf olan namaza gönülsüz kalkmayı ifade eder. Gösteriş sadece münafıkların değil, kâfirlerin de karakterleridir. (4/Nisa.38) Yüce Allah’a inanmayan ve ahiret gününe inanmayan, malını sırf insanlar görsünler diye harcayıp sonra da minnet ve eziyetle insanların başına kakan kimseler Kur’ân’ın sakındırdığı tiplerdir. (2/Bakara.264)

Bir azgınlık eseri olarak Yüce Allah’ın Yolunu kesmek için, insanlara gösteriş yapa yapa yurtlarından çıkan kâfirlerin bu girişimi de Kur’an’da riyanın nerelerde gösterilebileceğine dair bir misal oluşturmaktadır. (8/Enfal 47) Riya daha çok gösteriş ve görüntü ile ilgili olan bir hal olmasına karşın, Kâfirde de, Müslümanda da kısmen bulunabilen bir davranış bozukluğudur. Temeli ya maslahattır ya da kimi erdemlere sahip olduğu havasında olup insanları buna inandırmaktır. Şan, şöhret, makam, el üstünde tutulmak da öteden beri insanların çok değer verdikleri üstün vasıflar gibi algılanmıştır. Namazda gösterişi mülahaza etmek onun özüne dokunur, kimyasını bozar. “Gösteriş yapanı Allah gösterir.” (Buhari, 84/er-Rekaik 36/er-riyau ve’s-süm’atü, (HN:6234) Müslümanların içine düşebilecekleri riyakârlığı, çeşitlerini, sebeplerini ve çözüm yollarını İmam Gazali İhya’da açıklamıştır.

Sesli cihazları açık tutmak, kapı, saat, telefon zillerinin etkisinde namaza durmak; konuşan, tartışan, kavga eden kişilerin veya uyuyan adamın yanında namaza durmak da öyledir. Namaz kılınan yer rasgele seçilemez. Namaz kılınmaya uygun bir yer aranması çok önemlidir. İnsan uyurken, yemek yerken, misafir ağırlarken, toplantı yaparken, ders verirken veya alırken en uygun yeri ve zamanı ayarlamaya özen gösterir, mekânın sıcaklık veya soğukluğunu ayarlar. Çok sıcak veya fazla soğuk yerde bu tür işler sıkıntı verir. Namaz da bunun gibidir. Uygun zeminde, mutedil hava şartlarında kılınır. Zemin ve hava şartları önemsemeyenin mantığı şudur: “Zaten namaz 3–4 dakikadır, katlanırım, kurtulurum.” Hâlbuki namaz katlanılması gereken bir edimler zinciri değil, eda ettikçe insanın içine sevinç, mutluluk, serinlik veren bir ameldir. Onun böyle dar bir zaman veya mekâna sığdırmaya çalışmak huşûa zarar verir ve namazın etkisini kırar.

Akıl ve zihin bir meseleye dalmışken, bir sorunu incelerken kendini toparlamadan namaza durmak huşûa mani olur. Hûşu ve hudûu kaybetmenin sebeplerinden biri de zihni çok meşgul iken namaza durmaktır. Önce kendi ihtiyacını görüp zihnini sakinleştirdikten sonra namaza durmak daha elverişli olacaktır. Yoksa kişi namaza duracak ama aklında meşgul edecek düşünceler olacak, o düşünceler yüzünden zihnini toparlayamayacak ve kendini namaza, kıraat ve duaya veremeyecektir. “Bin an önce bitse de işime gitsem” diyecektir. O zaman da namazın tadı tuzu kaçmış olacaktır. Namazı korumanın yollarında biri de budur. Kişi zamanı dikkate alır, ona göre hazırlık yapar, abdest alır, namazın diğer şartlarını yerine getirir, huşuu ve hudûu bulmaya gayret eder, namazın hakkını vermeye çalışır. Böylece namazı münafıkların, gösteriş peşinde olan mürâüilerin ve müşriklerin namazından (4/Nisa 142, 8/Enfal35, 107/Mâûn 4-7) ayrılmış olur. Ancak o zaman şekil ve form ile değil, her yönüyle namazını muhkem biçimde ikame etmiş olur. Hassan İbn. Kesir der ki: Namazda huşû ancak kalbini onun için boşaltan, sadece onunla meşgul olup diğer işleri bırakan ve onu diğer her şeye tercih eden kişiler için söz konusudur. O zaman namaz onun için bir huzur ve göz nuru konumuna yükselir.

Gözlerini semaya dikmek, namazda bakılması gereken yere değil de başka taraflara bakmak namazın huşûuna zarar verir. Sağa bola bakmak da bunun gibidir. Kalbini Yüce Allahtan başkasına çevirmek namazın tesirini kırar. Gözleriyle etrafına bakmak veya bakınmak da öyledir. Kişi namazına yoğunlaştığı ölçüde Yüce Allah da onunla yakından ilgilenir. İlk dönemlerin aksine gelen disiplin ve düzen ilkeleri serbest hareketleri kaldırmış ve namaz artık tamamen sükûnet, huşu, hudu, haşyet ve heybet havasının teneffüs edildiği salt bir ibadete dönüştürülmüştür. (Müslim,6/Mesacid 8/Tahrimu’l-Kelam fi’s-salât, HN:1227 İbn Kesir, Tefsir, 2/Bakara 238 AY) Namaz huşû, kalp huzuru, okuduğunu anlama ve onunla beraber olma eyleminden ibarettir. (Gazali, İhya, I,172,335;408.V,257) Büyüğün huzurunda kemal-i edeple duran, kalbini huzurunda bulunduğu zatın azametiyle dolduran, onun her dediğini can kulağıyla dinleyen, tüm sözlerini en doğru biçimde anlamaya çalışan, onun huzurundayken başkasına bakmaktan veya onunla ilgilenmekten hayâ eden biri ise bambaşka bir sonuç alır. Onun durumuyla öncekinin tutumu arasında dağlar kadar fark olur. Yan yana namaza duran bu iki adamın namazları arasında yer ile gök arası kadar bir mesafe vardır. (Hassan. b.Atıyye) Namaz huşû içinde olmalı, gözler ve gönül manevi huzurda bulunuyor olmanın gereği sakin ve canlı tutulmalıdır. Yoksa kişi ile Yüce Allah arasına şehvetler, vesveseler, nefis hicabı girer. Vesvese, değişik düşünce, hayal ve meşgale ile zihni ve gönlü istila edilmiş bir kişinin namaza durduğu düşünüldüğünde şeytan onu dört biryandan kuşatacak ve onu bu yüce makamda, Yüce Allah’a en yakın olduğu eylemde gaflete düşürüp ruh ve zihin açısından uzağa atacaktır. Şeytanın hile ve tuzağından ancak kendini Yüce Allah’a verenler kurtulabilir. (38/Sad 83)

Sürekli hareket halinde olan bir insan namazda rahat duramaz. Elinde tesbih, anahtarlık vb şeylerle daima oynayan, sürekli ayağını sallayan bir kişi namazda huşû ve vakar havasına giremez. Normal hayatında az hareket eden kişi için sükûnet, yavaşlık, vakar ve huşû uygun davranışlardır. Namaz bu havada güzel kılınır. Kişi namazda uzun boylu ayakta durur, sağa sola bakmaz, gözünü semaya dikmez, hareket etmez, edasıyla uğraştığı namazını unutup başka bir tarafla meşgul olmaz. Çünkü huşunun özünde hareketsizlik, sükûnet, boyun eğme ve alçakgönüllülük vardır. Bu nedenle ayakta dururken bir sağ bir sol ayağa yaslanmak, esnemek, öksürmek, kaşınmak, yüzünü, gözlerini, burnunu karıştırmak vb gibi şeyler huşûa münafidir. “Allah’ım sana rükû ettim, sana iman ettim ve sana teslim oldum. İşitme ve görme organlarım, beynim, kemiklerim ve sinirlerim sana karşı huşu içindedirler.” (Müslim,7/Salatu’l-Müsafirin 27/Ed-Dua fi Salati’l ve Kıyamih (HN:1848) Tirizi, Ebu Davut, Ahmed) Bu da bize huşunun kulak, göz, beyin, kol, bacak ve sinirler gibi çok yönlü bir sükûnete şamil olduğunu gösterir gibidir.

Şiddetli korku ortamında veya büyük sevinç anlarında namaz huşûdan mahrum kalır. Uyku hali çöktüğünde, çok aç iken veya yemek hazırken namaza durulmaz. Zira aç iken, bu halde huşûu yakalamak neredeyse mümkün değildir. Namaz kılıncaya kadar yemeğin biteceğine dair endişesi olduğu hallerde de durum aynıdır. Çünkü bu durumda aklı fikri namazdan çok yemekte olur; yemek onun zihnini meşgul eder. Sıkışıklık halinde de namaz kılınması uygun görülmemiştir. “Yemek hazırken ve sıkışmışken namaz olmaz” (Buhari-Müslim. Ebu Abdullah M.b.Fetuh el-Humeydi,.(HN:3213. Hz.Aişe Hadisi) Önce bu ihtiyaçlar uygun zamanda giderilmeli ardından sakin bir gönül ve zihinle namaza durulmalıdır.

Namazın ne denli büyük bir ibadet, nasıl ağır bir sorumluluk olduğunu, dindeki yeri, kulun edimleri arasındaki önemi hakkında bilgisizlik, yeterince bilinçlenmemişlik hali huşûu kazanmaya da onu devam ettirmeye de mani olur. Eğer namaz kılan kıldığı namazın bilincinde olmaz, Yüce Allah’ın huzurunda olduğunu hissetmez, ona gereken tazim, saygı ve ihtiramı göstermezse, ona söylediğini, ondan dilediğini bilinçli olarak zihninde tutmazsa, huşu atmosferini yakalayamaz, onu yitirir. Buhari ve Müslim tarafından aktarılan hadiste Fatiha suresi adeta namaz kılan ile Yüce Allah arasında bir sözleşme ve ahitleşmedir. Kul söyler, Yüce Allah tasdik eder. Kul ister, Yüce Allah verir. Diyalog, yakınlaşma ve sözleşme sonuna kadar böyle sürer gider. (Müslim 5/Salât 11/Vücubu Kıraat’i Fatihati fi Külli Salât (HN:904). Devam ettikçe içtenlik, duyarlılık, haşyet, hudû ve huşû da artar, derinleşir, kişiyi her yönüyle kuşatır ve kaplar. Kişi bu huzur ve yakınlıktan uzaklaştıkça, şuurunu kaybettikçe bu oranda huşûunu da yitirir. Çünkü huşu gaflet ile beraber olmaz.

Kendini toparlamadan, sükûnete ermeden, mutedil bir hava yakalamadan namaza durmak huşûa aykırı düşer. Okuduğu ayetler, dua ve zikirler üzerinde düşünmeden geçmek veya onları okurken başka şeyleri düşünmek, şurada burada dolanmak, aslı astarı olmayan şeylere dalıp gitmek huşûu kaybetmenin bir başka sebebini oluşturur. Namazda kalp, kafa ve beden bütünleşmeli ve birlikte ibadet zeminini paylaşmalıdır. Dağınıklık, parçalanmış fikir ve amel huşûun buharlaşmasını kaçınılmaz kılar. Çoğunlukla namaz bir borç gibi düşünülür, verip kurtulmak gerekir, diye bakılır. Beklenen bizim onu Yüce Allah tarafından verilmiş aziz bir görev, değerli bir randevu ve buluşma saati gibi görmemizdir. İhlâsa uygun biçimde onu eda etmeyi düşünmemiz gerekirken, bir yük gibi algılamamız huşûmuzu yaralamakta ve onun billurlaşmasına sebep olmaktadır.

İnsan aceleden yaratılmıştır. İnsan aceleci bir özelliğe sahiptir. İnsanın özünde aceleye meyleden bir damar vardır. Doğal haliyle insan acil olanı, peşin olan şeyleri, yakın bulduğu şeyleri tercih eder. Uzak şeylerden hoşlanmaz veya onları elde etmek için gereken emek ve himmeti göstermez. Kısa mesafede her istediğini elde etmek ister. Acele işe şeytan karışır, derler. Normal hayatta bile acele etmek, çoğun, insanın aleyhine döner. Teenni Rahman’dan acele şeytandandır, diye bir rivayet de vardır. (Sünenü’lBeyhaki’l-Kübra. Adabu’l Kadi: et-Tesbbut fi’lHukm, X,104 HN:20057) Herhangi bir namaz aceleye getirildiğinde huşûunu kaybeder. Acele mutedil çizgide kalsa da namazın iç dinamiklerine zarar verir ve onu içten çürütür. Özellik bu alışkanlık haline geldiğinde kişi doğru dürüst bir namaz kılamaz. Rasûlullah böyle hızlı namaz kılan bir kişiye üç kere namazını tekrar etmesini söylemiştir.

Namaza ve taşıdığı manaya karşı edebini takınmadan ibadette durmak huşua manidir. Utanma belasına namaza kalkmak, insanlar görsünler diye namaza durmak veya gösteriş için namaz kılmak, ihmalkârlık, tembellik veya uyuşukluk hali içinde namaza kalkmak nifak alametidir. (4/Nisa 142 – 9/Tevbe 54) Namazı cemaatle kılmak samimi mümin ile münafığı ayıran bir kıstas olarak kabul edilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber’in (sas) zamanında, bir kişi düzenli ve vaktinde namaz kılmadıkça İslam topluluğunun bir üyesi sayılmazdı. Her cemiyet ve kuruluş nasıl çok önemli bir neden olmaksızın, bu üyenin toplantıya katılmamasını ilgisizlik kabul eder ve sürekli devamsızlık halinde üyeyi cemiyetten uzaklaştırırsa, bir müminin cemaatle namaz kılmaması da onun İslam’a olan ilgisizliğinin azlığına işaret eder. Eğer sürekli olarak cemaatten uzak olursa, bu da onun İslam’dan döndüğüne bir delil teşkil eder. İşe bu nedenle o dönemde münafıklar da günde beş vakit namaza katılmak zorundaydılar. Aksi takdirde İslam toplumunun birer üyesi sayılmazlardı. Fakat müminlerle münafıkları ayıran nokta, müminlerin mescide büyük bir şevkle vaktinden önce gelmeleri ve namazdan sonra bile orada kalmalarıydı. Bu da onların ne kadar samimi olduklarını gösteriyordu. Diğer taraftan ezan sesi münafığa ölüm habercisi kadar nefret verici geliyordu. Yine de isteksizce cemaate katılmak üzere kalkıyordu, fakat onun tüm davranışları namazı isteksizce kıldığını gösteriyordu. Daha sonra da sanki hapishaneden kaçar gibi mescitten aceleyle ayrılıyordu. Onun bütün davranışları, bir müminin aksine, onun Allah’ı anmaya hiçbir ilgi duymadığını gösteriyordu. (Mevdudi, Tefhim,4/Nisa. AY; AN:172) Namazın amacı Allah’ı anmaktır. Allah’ı anmaya ciddiyetle yönelmek gerekir. Ona karşı gönülsüz olmak çok tehlikeli bir tutum ve duygunun işaretidir. Namaz kendine mahsus hazırlıklar yapılarak ikame edilmesi gereken bir eylemdir. Gerek maddi gerekse manevi hazırlıkları hakkıyla tamamlamadan namaza durmak doğru olmaz. Namazı ikame etmekten çok baştan savmaya bakmak Müslüman yakışmaz. Yüce Allah için bir eylem yaptığını, bu eylemin en büyük tanığının Yüce Allah ve melekleri olduğunu aklında ve zihninde tutmadan sadece hareket ve kıraatle ilgilenmek huşûun zayi olmasına yol açar.

Huşuûn adap ile ilgili bölümüne ilişkin kimi hareket ve davranışlara ilişkin Zemahşeri’nin (v.538) tespitlerinden anlaşılmaktadır ki, namazda elbiselerini toplamak, çekmak, düzeltmek gibi bayağı işlerle meşgul olmak huşûa zarar verir. Gözleriyle sağa sola bakmak, elleri, başı, boynu ile gereksiz hareketler yapmak, ağzını, burnunu hareket ettirmek huşûu kaybetmeye yol açar. Namazda saçını başını düzeltmek, burnuna, yüzüne, bedeninin herhangi bir yerine elini sürmek, dişlerinin arasında kalan şeyleri diliyle kurcalamak vb hareketler huşûa zarar verir. (Dr. Mehmet Yolcu-Kur’an ışığında Namazın Ruhu Huşu 218–235)

...Alıntıdır...