PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : söylentisi bile yetti arka kapıdan kaçtı


çakır
11-11-2009, 08:05
‘Şapkayı alıp gitmek’ denilince siyasi literatürde nedense akla Sayın Süleyman Demirel gelir...
Sayın Demirel’in şapkayı ilk alıp gittiği günlerde henüz başbakan bile olmadığını, sadece askerle ilgili bir söylenti üzerine ürküp önemli bir toplantı ortamını terk ettiğini biliyor muydunuz?
46 sene öncesine ait olan ve ülkede asker sivil ilişkilerinin gelişmiş demokrasilerdeki gibi raylı rayına oturmamasına neden olan o tarihi kareyi aşağıda aktaracağım.
Çok da gündemi değilken bu konu nereden çıktı diyebilirsiniz. Aslında bu anekdotu hatırlatmanın tam da vakti şimdi. Bu örnek aynı zamanda, son cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde DYP ve Anavatan liderlerini Meclis’e girmekten alıkoyan şuuraltını da anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Başbakan Tayyip Erdoğan pazar günü partisinin İstanbul İl Danışma Kurulu Toplantısı’nda konuşurken sözü bir ara Türkiye’de darbelere, askeri müdahalelere getirdi. “Milletten aldıkları gücü demokrasi dışı güçlere teslim eden siyasetçi profili”nin bu ülkede çok görüldüğünü belirtti. Adını zikretmeden Sayın Demirel’i ima etti ve şunları söyledi (http://yenisafak.com.tr/Politika/Default.aspx?t=09.11.2009&i=221968):
“Fötr şapkalarını alıp kaçanları çok gördük. Biz bu tip kirli siyaseti elimizin tersiyle ittik. Milletin emaneti kutsaldır dedik. Yıllarca bu ülkede çetelere, mafyaya, kirli ilişkilere, kirli örgütlenmelere, cuntalara göz yumdular, faili meçhullere göz yumdular. Biz elimizi taşın altına koyduk, her türlü örgütün üzerine gittik ve gitmeye devam edeceğiz.”
Şimdi gelelim, ‘fötr şapkasını alıp gitmek” sözünün literatüre hangi olayla girdiğine...
CHP’lileri çıldırtan olay
27 Mayıs darbesi sonra idama çarptırılan ancak yaşı nedeniyle cezası affolan Celal Bayar, 1963 yılı Mayıs ayında Kayseri Hapishanesi’nden tahliye edilir ve otomobille Ankara’ya yola çıkar.
Celal Bayar Ankara’ya geldiğinde, CHP’liler büyük bir arbede çıkarır. Kayseri’den gelirken yollarda çok büyük ilgi görmesi CHP’lileri çıldırtır. Darbe sonrası Demokrat Parti’nin devamı olarak kurulan Adalet Partisi’nin Kızılay’daki Genel Merkezi’ni işgal (http://www.suvaridergi.org/component/option,com_frontpage/Itemid,1/limit,12/limitstart,96/) ederler ve sürekli taş yağdırırlar.
Gün batarken, CHP’liler dağılmaya başlar. Adalet Partisinin o dönem önde gelenleri Genel Merkez’den çıkıp durumu değerlendirmek üzere Mehmet Turgut Bey’in evinde toplanırlar. Aralarında Süleyman Demirel de vardır. Bu sırada Celal Bayar da kızının evindedir.
Toplantıda Partinin Genel İdare Kurulu Üyesi Süleyman Demirel olan biten karşısında paniğe kapılır ve birden ayağa kalkarak şunları söyler: “Bu ülkede daha elli yıl demokrasi olmaz! Ben istifa ediyorum!” der.
Herkes hep bir ağızdan “Yahu senin istifa etmen bütün partiyi etkiler, bunu yapma, etme..” diye uyarırlar. Süleyman Bey şapkasını alır ve arka kapıdan çıkar gider.
O akşam orada olan ve daha sonra Meclis Başkanlığı da yapan (http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=342) (1965-1970) Ferruh Bozbeyli, ‘Süleyman Bey şapkasını aldı kaçtı...’ gibi söylentilerin başlangıcı bu olaydır der (http://www.stargazete.com/gazete/yazar/aziz-ustel/menderes-i-rahmi-koc-mu-idam-etmis-209929.htm).
Eğer DYP lideri Sayın Mehmet Ağar ile Anavatan lideri Sayın Erkan Mumcu biraz cesur davranıp Sayın Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde sadece Meclis’e girebilmeyi göze alsalardı, bugün Türk demokrasisi daha güçlü olurdu. Fakat onlar, 46 yıl evvel Sayın Demirel’in panikleten söylentilerin benzerini yıllar sonra yaşadılar ve gürültüye papuç bırakarak millet iradesine amade olmak yerine kulislerin oyunlarına kendilerini kurban ettiler.
27 Mayıs’ı, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı görmüş ve yaşamış olanlar, bugün Sayın Erdoğan’a daha cesur ol ve demokratik yetkilerini kullanmakta tereddüt etme derken, boyun eğersen, boynundan sürüklenmeye rıza göstermiş olursun demek istiyorlar.
Sayın Erdoğan’ın şu an ki durumu, evinin ortasında şüpheliyi gecevakti suçüstü yakaladığı halde, güvenlik birimlerine, “ben zanlıyı yakaladım ama, bakın bakalım ıslak parmak izleri buna mı ait” demeye benziyor.” Kaldı ki aynı zanlı, kaç defa (27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat’ta) haneye tecavüzden sabıkalı olduğu halde.
Gereğini yapmakta tereddüt edersen, gerekeni yeniden yapmaktan imtina etmeyecekler Sayın Başbakan.
Kapatma davaları hangi ocaklarda pişiriliyordu sanıyorsunuz?
İzlemeye devam ediyoruz. Bakalım finalde ne olacak?
Prof. Dr. Osman ÖZSOY