PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Atatürk'ü Tanımak...


nehir
01-11-2008, 12:23
ATATÜRK’Ü TANIMAK…



Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları!

Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... Dinlenmemek

üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar.

Mustafa Kemal ATATÜRK



“Atatürk’ü ilk defa Erzurum’da gördüm. Onunla tek konuşmam da Erzurum Lisesi’nde oldu. Sakin, kibar, daima dikkatli ve her şeye alâkalıydı. O günü, Erzurum Lisesindeki hocalara, talebelere, orada rastlayacaklarına vermişti. Ne pahasına olursa olsun sözünü tutacaktı.

Kendisine söylenenleri son derece rahat bir dinleyiş tarzı vardı. Bununla beraber araya garip bir mesafe koymasını da biliyordu. Bu mesafe, yalnız yaptığı işlerden veya mevkiinden gelmiyordu, Mustafa Kemalliğinden geliyordu.

Atatürk, her şart içinde kendisini empoze edenlerdendi. Bakışında, jestlerinde, ellerinin hareketinde, kımıldanışlarında ve yüzünün çizgilerinde bütün bir dinamizm vardı. Bu dinamizm, etrafını bir çeşit sessiz sarsıntı ile dolduruyordu. Öyle ki birkaç dakikalık bir konuşmadan sonra bu mütevazı ve rahat adamın, bu öğreticinin anında bir uçtan öbür uca geçebileceğini, meselâ en rahat ve kahkahalı bir sohbeti keserek en çetin bir kararı verebileceğini ve deha gücü bu kararı verdikten sonra yine aynı noktaya dönebileceğini düşünebilirsiniz. İyisi mi bir harp gemisi gibi çevik, harekete hazır bir dinamizm diyelim.”

Cumhuriyet devri edebiyatının usta kalemi Ahmet Hamdi TANPINAR, “Beş Şehir” adlı eserinde Mustafa Kemal Atatürk’ü bu satırlarla anlatır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile sonuçlanan Kurtuluş Savaşımızda Erzurum Kongresi’nin önemini göz önünde bulundurarak Atatürk ile ilgili yazıma bu anıyla başlamak istedim.

Atatürk’ü yazmak, daha doğru bir ifadeyle yazmaya çalışmak, yalnız bir ülkenin değil dünyanın örnek aldığı bir lideri her yönü ile anlayabilmek ve anlatabilmek bence olanaksızdır. Bundan dolayı Büyük Önder’i yalnızca bir iki yönü ile anlatmaya çalışacağım.

Atatürk’ün bana göre en çarpıcı yönü, onun önce kendine sonra Türk halkına olan sonsuz inancıdır. Bu inancın ve özgüvenin sonucudur ki herkese çözümsüz görünen en zor koşullarda dahi akılcı kararlarla hep bir çıkış yolu bulmuş ve çevresindeki pek çok kişiyi şaşırtarak başarıya ulaşmıştır. Norveç’te, “Atatürk gibi düşünmek” diye bir deyim kullanıldığını ilk öğrendiğimde çok gurur duymuştum. Norveçlilerin içinden çıkılması olanaksız gibi görünen durumlarda, “Mutlaka bir çıkış yolu vardır.” anlamına gelen “Bir de Atatürk gibi düşün.” deyimini kullanmaları, Atatürk’ün dünyaya mal olmuş bir lider olduğunu gösteren küçük bir örnektir. Deyim açısından zengin bir dil olan Türkçemizde neden bu ya da buna benzer bir deyim yok diye şu an sizin de aklınıza takılmıştır. Bir başka ülkenin halkı Atatürk gibi bir dehanın üstün bir meziyetini keşfetmiş ve bunu günlük yaşamındaki deyimlere bile yansıtmışken, biz millet olarak elimizdeki değerin yeterince farkında mı değiliz acaba?

Atatürk’ün bir diğer üstün özelliği, tarihsel olayları, aralarındaki sebep-sonuç ilişkisine dayalı olarak nesnel bir yaklaşımla değerlendirebilmesidir. Bundan dolayıdır ki yaşadığı dönemi ve genel olarak tarihsel süreci doğru yorumlamış, kendince dersler çıkarmış ve buna bağlı olarak sağlıklı kararlar almıştır. 19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlayıp zorlu bir mücadele ile devam eden ve 29 Ekim 1923’te Ankara’da genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile son bulan zafer, verilen bu doğru kararların bir ürünüdür.

Büyük Önder, öğrenmeye ve öğretmeye tutku derecesinde bağlıdır. Ele aldığı konu ile ilgili kaynakları en ince ayrıntısına kadar araştırır, okur, yakın çevresi ile paylaşır ve fikirlerini olgunlaştırdıktan sonra geniş halk kitlelerine yayardı. Onun Çankaya’da politikacıların yanı sıra döneminin ünlü yazar, bilim insanı ve sanatçıları ile uzun ve hararetli toplantılar yapması, öğrenme ve öğrenilenlerden faydalanma tutkusunun bir sonucudur. Peş peşe gelen inkılâpların ilk filizleri bu toplantılarda yeşerir. Hedefe ulaşmak için hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmaz. Bu ayrıntıcılığı, okumalarına çok somut bir biçimde yansır. Anıtkabir’deki Atatürk Müzesi’ni gezmiş olanlar, onun okuduğu kitapların üzerine Türkçe ve Fransızca olarak yazdığı küçük notları görmüşlerdir. Türk dilinin geliştirilip zenginleştirilmesine yönelik çok ciddi çalışmalar yapar. Pek çok yeni sözcük türetir ve önce kendi kullanır. Özellikle matematiksel sözcükler üretir. Zaten çocukluğundan gelen bir matematik sevdası vardır. Bu konudaki bilgisi, 1936-1937 yıllarında bir geometri kitabı yazacak kadar fazladır. Bu kitap, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 1937’de isimsiz olarak basılır. Bugün hâlen kullanılmakta olan pek çok geometri terimini dilimize kazandıran Atatürk’tür. Açı, bölüm, bölme, çember, dikey, yatay, sadeleştirme, çarpan, çarpı, limit… bunlardan yalnızca bazılarıdır.

Atatürk’ü kısacık bir köşe yazısı ile anlatmak mümkün değil… Ben yazımı yine Atamızın adını taşıyan üniversitenin de bulunduğu ilden, Nene Hatun’un diyarı Erzurum’dan, bu kez kendime ait bir anıyla bitireyim: Erzurum’a bu yazın ilk günlerinde görevli olarak gittim ve üç gün boyunca görevli olduğum sürenin dışındaki vaktimi Atatürk ile geçirdim. Zira görev süresince kalacağım Erzurum Öğretmen Evi’nin hemen karşısında Atatürk’ün tam elli iki gün konakladığı ev vardı ve bu mekânda bulunmak, büyük bir keyifti. O eve bir değil üç kez gittim. Erzurum Kongresi’nin yapıldığı binadan, Aziziye, Mecidiye Tabyalarına, Çifte Minareli Cami’den Yakutiye Merdesesi’ne kadar pek çok özel yerini gezme olanağım oldu Erzurum’un. Bu tarihî mekânların her biri ayrı birer yazı konusu olacak kadar derin iz bıraktı bende. Ancak asıl anlatmak istediğim Erzurum’da karşılaştığım ilginç durumdu. Olay kahramanı, fındık satan bir seyyar satıcıydı. Şaşırdınız… Hemen anlatayım: Erzurum’da ilk gün öğretmen Evi’ne yerleştikten sonra diğer görevli arkadaşımla birlikte öğleden sonra şehrin sokaklarında dolaşıp çevreyi biraz tanımak istedik. Henüz şehrin ana caddesinde birkaç adım atmamıştık ki el arabası ile fındık satan birinin, müşterilerine fındığın yanı sıra bir de kağıt uzattığını fark ettik. Biraz yaklaşınca bunun bilgisayar çıktısı bir şiir olduğunu gördük. Merakımız artmıştı. Yaklaştık ve daha çok da dağıttığı şiirlerin ne anlama geldiğini öğrenmek için fındık satın aldık. Satıcı parasını alırken diğer eliyle birer şiiri özenle aldı ve bizlere uzattı. Şairi kendiymiş. Destansı bir temayı işleyen şiirinin altında bir de elektronik posta adresi vardı. Bu kişinin iş bulamamış bir üniversite ya da lise mezunu olmasından korktum. Değilmiş. Şiir yazmanın eğitim işi değil yürek işi olduğunu biliyordum ama bilgisayar da kullanıyor olması, bende bu satıcının eğitim aldığı yönünde bir tahmin oluşturmuştu. Gösterdiğimiz ilgiden memnun olmuş ki bize birer şiirini daha armağan etti. Uzaklaşırken şaşkınlık içinde şiiri okumaya çalışıyordum. Bilgisayar önünde şiiri yazan bir seyyar satıcının hayalini de zihnimde taşıyarak…

Seyyar satıcıları bilgisayar üzerinden dünya ile iletişim kurabilen bir ülke… Erzurumlu fındıkçı, açıkta sattığı fındıklarla ne kadar arabesk bir görüntü çiziyorsa şiirleriyle de bir o kadar çağdaştı. Atatürk’ün ideali olan çağdaş uygarlık düzeyini bir yönü ile yakalamıştı. Bize yeni ufuklar açan Atamızı saygı ile anarken, Erzurumlu fındıkçıya selam olsun.

ALINTI