PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Yoksulluk ve işsizlik kader değil tercih!


nehir
01-11-2008, 12:11
Yoksulluk ve işsizlik kader değil tercih!
Evrensel’in 21 Haziran tarihli ekonomi sayfasındaki veriler; Türkiye’nin içine itildiği açmazı açıkça ortaya koyan mahiyetteydi.
Bu sayfanın manşeti olan “Türkiye fakir, aç ve işsiz!” haberinde yer alan rakamlar elbette ki; işçilerin emekçilerin gerçeğini yansıtıyordu. Eğer bir avuç patronu ve “haramzade”yi Türkiye’den saymazsak bu rakamlalar aynı zamanda “Türkiye’nin gerçeğini” de yansıtıyordu. Arkadaşlar da böyle düşünerek; “Türkiye fakir, aç ve işsiz!” saptamasını bu haberin başlığı olarak tercih etmişlerdir.
Yoksa Türkiye zenginlerin en kestirme ve kolay yoldan zenginliklerine zenginlik kattığı bir ülkedir.
Ve elbette son üç yıldır, ortalama yüzde 8 gibi, dünyadaki en hızlı büyümelerinden birisini gerçekleştiren ülkenin fakirlerinin hele hele “işsizlerin ülkesi” olması akla uygun görünmüyordu. Ama biraz daha yakından bakıldığında; işsizliğin, açlığın, yoksulluğun nedeninin Türkiye’nin az büyümesi; yeraltı ve yerüstü servetlerinin yetersizliği, gelirlerin azlığı değil tam tersine bu servetlerin, bu gelirlerin çalışmayan; rantla, faizle, kârla geçinen küçük bir azınlığın cebine gitmesinden olduğu açıkça görülür. Sorunun bu yanı, 21 Haziran tarihli Evrensel’in aynı sayfasında yer alan “Hükümet vergiyi bordrolulardan alıyor” haberi ve “sayfanın köşesi”nde Tahir Şilkan’ın yazısında yer alan “Vergi yükü üzerine” yazısında bu yoksulluğun nedeni de açıkça ortaya çıkıyordu.
Bu yazılarda ortaya konan verilere göre; son üç yılda (2002-2005 arası) ücret ve maaşla geçinenlerden alınan vergi 10.64 puan artarken aynı dönem içinde asgari ücretle geçinenlerin vergideki payı ise yüzde yüzden fazla artarak yüzde 5.58’den yüzde 10.23’e yükselmiştir. Yine 2002-2005 döneminde gelir vergisi içinde, faizle geçinenlerden alınan vergi payı, yüzde 100’den fazla azalarak, yüzde 28.52’den yüzde 14.24’e gerilemiştir. Bu da yetmemiş olmalı ki, hükümet hafta başında Meclis’ten geçirdiği bir yasayla “Kurumlar Vergisi”ni yüzde 30’dan yüzde 20’ye düşürerek, en zenginlere pastadan aldıkları büyük payı daha artırmaya yönelmiştir.
Türkiye’nin son üç yıldaki büyüme hızları abartılı mıdır?
Hayır!
Türkiye’nin dünyanın en büyük 18. ekonomisi olduğu yalan mıdır?
Hayır!
Peki öyleyse Türkiye neden Avrupa’nın en fakir, işsizliğin en yüksek, açlık sınırının altında yaşayanların en çok olduğu ülkesidir?
Yanıtı çok açıktır! Çünkü düzen öyle kurulmuştur ki; bir avuç zengin her gün daha zengin olurken yoksulların daha yoksullaşması; çalışanların, üretenlerin sürekli olarak işsizlik-yoksulluk kıskacında tutulması, zenginliğin biriktirilmesinin yolu olarak tercih edilmiştir. Şimdi devir; daha çok işçiyi çalıştırarak daha çok kazanma devri değil (çeyrek yüzyıl öncesi kapitalizminin tutumu buydu); “daha az işçiyi daha uzun zaman ve daha yoğun bir biçimde çalıştırarak; işçilerin, emekçilerin kazanılmış haklarını gaspederek kazanma devri”dir.
Bunun için; sendikacıların, “istihdam artırılsın” diye hükümet ve patronların kapısını aşındırması eğer “saflık”tan, “eski alışkanlık”tan değilse; işçileri, emekçileri boş vaatlerle oyalayan sermayenin politikacılarıyla işbirliği içine girmiş olmalarındandır.
Çünkü; bugün teknolojinin gelişmesinden yasalara (iş yasaları, vergi yasaları, sendikal haklar yasları...) kadar her şey; her olanak patronların daha çok kazanması, daha az işçiyle daha çok kâr edecekleri biçiminde düzenlemektedir. “Sistemin yeniden yapılandırılması”, “eğitim reformu”, “sağlık reformu”, “sosyal güvenlik reformu”, “vergi reformu”... gibi bütün “karşı reform girişimleri” buna; zenginler devasa zenginleşirken yoksulların daha da yoksullaşması doğrultusunda çalışan “emme basma tulumba”nın sorunsuz işlemesi için yapılmaktadır.
En son çıkarılan “Kurumlar Vergisi”nin ve onunla ilintili düzenlemelerse; hükümetin büyük patronlara destek verirken ne kadar pervasız davranabildiğini göstermektedir. Çünkü kurumlar vergisindeki büyük düşüş; en zenginlere yapılan “büyük bir kıyak”tır. Ama, bu kıyak açlık, yoksulluk ve işsizlik kıskacında sıkıştırılmış işçilerin, emekçilerin cebinden alınarak yapılmaktadır.
Hükümet sonuçta zenginlerin hükümetidir ve her fırsatta onlara hizmeti her şeyin önüne koyacaktır. Ama bunca kepazelik yapılırken, sendikacıların sanki bu olanlar Patagonya’da oluyormuş gibi, serin koltuklarında oturmaları anlaşılır değildir. Çünkü sendikalar bu soruna el atıp; zenginlere aktarılan bu büyük meblağın kendi ceplerinden çıkmasını önleyen taleplerle harekete geçmezlerse; ek zammı, ücret ve sosyal hak taleplerini buna göre belirlemezlerse; asgari ücretin yeniden belirlenmesi için gerekli baskıyı yaparken “kurumlar vergisiyle” emekçilerden alınanı gözetmezlerse, kendi görevlerini yapamamakla da kalmayıp; hiçbir adalet, ahlak, vicdan duygusuyla açıklanamayacak olan bu vergi hırsızlığının suç ortağı da olurlar.

İ.Sabri Durmaz