PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Postmodernizm Ve Mimari Yapı


Hasret
03-06-2009, 14:30
POSTMODERNİZM VE MİMARİ YAPI
“Bir aşamada yapısalcılık–sonrasıyla(post-strüktüralizm), post-endüstriyalizm ile ve bütün bir “yeni fikirler” cephaneliğiyle bağıntılı görünen postmodernizm, gittikçe artan ölçüde, bir takım yeni duygu ve düşüncelerin bir bileşimi olarak ortaya çıkmaya başladı. Sırf toplumsal eleştirinin ve politik pratiğin standartlarını tanımlayış tarzı bile, toplumsal ve pratik gelişmeleri belirleme ve yaşamsal bir etki yaratmaya aday olduğunu gösteriyordu. Son yıllarda da tartışmaların ölçütlerini belirtiyor, “söylem” tarzını tanımlıyor, kültürel, politik ve düşünsel eleştirilerin parametrelerini düzenliyor.” (Harvey, 1997:9).
Öyleyse bu kadar geniş bir vizyona sahip olan postmodernizm kavramı nedir? 1970’li yıllardan beri dünyamızda yaşanan değişmeleri postmodernizm kavramı olarak tanımlamak doğru bir yaklaşım mıdır? Postmodernizm, modern olandan mı doğmuştur, yoksa modernizme, modern olana bir tepkiyi mi ifade eder?
Aslında postmodernizm terimi hakkında kimse bütünüyle anlaşmaya varamıyor. David Harvey’in de belirttiği gibi; kimileri postmodernizmi, modernizmin insanları, toplumları, kültürleri homojenleştirmesine bir tepki olarak görürler. Genellikle pozitivist, teknolojik merkezli ve rasyonalist eğilimli olarak algılanan, evrensel modernizm, doğrusal gelişmeye ve mutlak doğrulara inançla, toplumsal düzenin rasyonel biçimde planlanmasıyla ve bilgi ve üretimin standartlaşmasıyla özdeşleştirilir. Buna karşıt olarak, postmodernizm, “kültürel söylemin yeniden tanımlanmasında, heterojenliği ve farklılığı özgürleştirici güçler olarak” öne çıkarır. Parçalanma, belirlenemezlik ve bütün evrensel “bütüncül” söylemlere karşı derin bir güvensizlik, postmodern düşüncenin temel özellikleridir (Harvey, 1997: 21).
Bir başka tanımlanış tarzı ile postmodernizm; toplumsal teori, düşün küresi ve yaşam alanlarını bulanıklaştırır, varolan gerçeklik ve çelişkileri örtbas eder, böylece de eleştiri kanallarının başat olan kapitalizme yönelimini engelleme işlevi yüklenir. Her şeyden önce “çok kesinliğin çağı” olarak görülen modernizenin aksine kaotik ve “belirsizlikler” ile yüklü bir dünya inşa etmek için çaba gösteren, eş deyişle kesinliklerden kuşku duyan ve hiçbir yaşantı vaad etmeyen, bunun içinde “her şey gider” sloganı ile her türlü farklılıkları eleştirmeksizin teşvik etmeye özen gösteren postmodernizmi masum bir entelektüel çaba olarak kavramak gerekir (Kızılçelik, 2001: 10).
Postmodernizm; birbirleriyle düz ve çaprazlama ilişkiler kuran imgeleri ele alır ve göstergebilimcinin sabit ve tek açılı görüşünün yerine, parçalanmış ve sık sık kesintiye uğrayan yapısı “bakış”ın konması gerektiğini savunur (Mcrobbie, 1999: 25).
Ve Orhan Türkdoğan’ın anlatımıyla postmodernizm; marksizme, kapitalizme, pozitivizme ve modernliğin tüm değerlerine adeta bir başkaldırmadır. Postmodernizm, batının modernlik zihniyetine batıdan kaynaklanan bir protestodur. D. Falk’ın yerinde tespitiyle, “post-modernizm; bilim, rasyonalizasyon, hakikat, evrensellik, üretimde faydanın maksimizasyonu ve lâiklik ilkelerine dayanan ve modernist söylemin bir parçası olan kapitalist ve sosyalist modellerin iflasının bir sergilenmesidir (Türkdoğan, 1999: 204).
Postmodernizm; yereli, yerel kültürü ve yerelleşmeyi önemseyen, etnik ve dinsel köklere dönüşü öne çıkaran, otantik motif, söylem ve bilgilerle beslenen bir anlatıdır (Kızılçelik, 2001: 5). Bu özelliğiyle postmodernizmin Avrupa’nın dünyanın geri kalanı üzerindeki egemenliğinin sonu ve “yerel” yada azınlık kültürlerine söz hakkı verdiğini göstermektedir. Yerelliği savunan, farklılıkları, parçalanmışlıkları öne çıkaran bu anlatı modernizmin evrenselliğine karşıttır ve dolayısıyla her alanda özgürleşim olan bir toplumu hedeflemektedir. Postmodernizmin yerelliği savunması dünyada sadece bir-iki kültürün egemen olmasını değil de diğer bütün kültürlerin kendini ifade etmesine olanak vermesi bakımından belki bir anlamda kabul edilebilecek bir yaklaşımdır ama günümüz dünyasında geçerlilik kazanması zor bir anlayıştır.
Literatüre 1970’li yıllarda kentsel yaşamın özelliklerinde temel bazı değişiklikler yaşanmıştır. Hemen hemen bütün kentleri cam gökdelenler, yüksek beton apartmanlar, uzun yer altı köprüleri çevrelemiştir. Mimaride bir tür gelenekselliği dönüş başlamıştır. Şimdi akıllarda modern olan nasıl geleneksel olur diye bir soru uyanabilir. Postmodern düşünce bunu şöyle ifade eder: “Çünkü doğa ve akıl bize tek gerçek ve kalıcı modern tarzın, klasik tarz olduğunu gösterir” (Appignanesi, 1996: 7).
Postmodern kenti yenilenmiş, yeniden kullanıma kazandırılmış her türlü çevre kaplıyordu. Tarihsel değeri olan eskimiş binalar yıkılmadan tekrar yapılandırılıyor yani restorasyonlarla kente tekrar kazandırılıyordu.” “Her şey daha tatminkâr bir kentsel çevre yaratma adına yapılıyordu” (Harvey, 1997: 55).
Bu kentsel yapı geleneklere, tarihlere, istek ve ihtiyaçlara duyarlı olmayı amaçlar. Böylece postmordern mimari büyük ölçüde müşterinin zevkine göre hareket eder. Böyle bir mimari anlayışta ne yazık ki zengin olana, güçlü olana hizmet ettiğinden yoksullar, fakirler postmodern kentin bir tarafına itilirler. Bugün çok net olarak görülmektedir ki zengin semtlerde inşa edilen alış-veriş merkezleri, lüks oteller yada deniz manzaralı gece kulüpleri, barlar sadece belli bir kesime daha da açık bir ifadeyle parası olana hizmet etmektedir. Sahil kenarında veya Boğaz’da modern bir restorantta balık yemek fırsatı ancak gelir seviyesi yüksek insanlara sunulmuştur. Postmodernizm, kenti farklılığın ve çeşitliliğin mekanı olarak kabul eder. Kentler bir yandan farklılıkların oluştuğu bir yandan farklılıkların giderildiği çeşitli imajların, reklamların gerçek olmayanı gerçek olanla aynı kıldığı mekanlardır (Bal, 2002: 185).
Kısacası kurgu, parçalanma, ekletizm (birleştirme) bütün bunların dokularına işlemiş bir gelip-geçicilik ve kargaşa duygusu, belki de günümüzün mimari ve kentsel tasarım pratiğinde hakim olan temalardır ve açıktır ki burada sanat, edebiyat, sosyal teori, psikoloji, felsefe gibi çeşitli alanlarda var olan düşünce ve pratikte ortak olan çok şey vardır.” (Harvey, 1997: 119).

Narin DİKER
Sosyoloji III (İ.Ö.)


EĞİTİM
Bir çocuğu, bir kimseyi eğitmek, okutmak, yetiştirmek eylemi. İnsan topluluklarında kültürün geliştirilmesi için yararlanılan araçların tümü. Eğitmek amacıyla verilen dersler, bilgiler. Eğitimli bir kimsenin bu yanını meydana getiren bilgiler.
Eğitimle ilgili olarak, toplumların gelişme süresi içinde yavaş yavaş beliren ayırımlar, antik çağlarda görülmez. Eski çağda eğitim, çağımızdaki gibi aile eğitimi, din eğitimi ve okul eğitimi diye farklılaşmamış, tek bir eğitim anlayışına dayanarak, ana babalar, büyükler ve din adamları, toplumun gelenek ve görgü kurallarını çocuklara öğretmekle yetinmişlerdir. Eğitim aracılığı ile çocuk, yavaş yavaş, bir ruh yetkinliğine varır; aile, bölge ve milletin kültürünü, giderek ön yargılarını edinir. Nesiller arasındaki sosyal sürekliliği sağlayan, eğitimdir.
Çağdaş devletlerde fertlerden her birinin, kişisel onurunun ve topluma karşı olan ödevlerinin şuuruna varmış bir yurttaş kılacak kültür, ahlak ve uygarlık eğitimine hakkı olduğu, tartışmasız kabul edilmektedir.
Bugün eğitimle ilgili çeşitli problemlerin bir milletin yaşamasında kapladığı önemli yer, çağdaş dünyada birbirinden farklı derecelerde görülen devlet müdahalesini açıklar. Şüphesiz bu müdahale, din kurumlarının muhalefetiyle karşılaşmamış da değildir. Din kurumları, kendilerini devletten önce ve aile ile birlikte gençliğin eğitimi ile yükümlü sayarlar. Eğitim alanında devletle din kurumları arasındaki bu çatışma çeşitli şekillerde görünür. Günümüzde devlet bazen aile dışı ve din dışı bir eğitimi tekelinde tutmak, bazen de pluralist bir sistem uygulamak yolunu seçmiştir. Pluralist sistemde, devlet kurumlarının yanı sıra, özel eğitim kurumlarına da verilir. Bu durumda devlet; üniversiteler, okullar patronajlar, gençlik kuruluşları, kültür ve sanat dernekleri, kitaplıklar, müzeler, spor kulüpleri gibi özel eğitim kurumlarını, ülkelere ve zamana göre, mali bakımdan destekleyip desteklememe yetkisini elinde tutar. Öte yandan iktisadi ve sosyal gelişmelerin çabukluğu hayat şartlarını o kadar değiştirmiştir ki, eğitim düzeni de fertlerin çevrelerindeki dünyaya ayak uydurabilmelerini sağlayacak duruma gelmek zorundadır.

Yeni devletlerde eğitimin geliştirilmesi için hazırlanan planlar, gitgide, iktisadi ve sosyal kalkınma planları da daha büyük ölçüde koordine edilir olmuş; eğitimde reformlar, gelecek yıllarda ülke sanayii ve tarımının ihtiyaçları göz önüne alınarak düzenlenmeye başlamıştır.
Buna karşılık iktisadi ve sosyal kalkınma planları da, artık, eğitim kalkınması planından ayrı düşünülmemektedir. Eğitim görgü ölçülerinin hayatta rahata erme yollarının ve nezaket kurallarının öğrenilmesi gibi basit bir kavram olmaktan çıkmıştır; bugün eğitim, ferdin yetişmesi ve insan zihninin gelişmesi ile ilgili her şeyi kapsamaktadır. Eğitim, okulla da sınırlı değildir: öncelikle aile, din ve okul eğitimi olsa bile eğitim, modern milletlerde okul öncesi, okul dışı ve okul sonrasına da uzanır. Eğitimin örgütlenmesi işinin karmaşıklığı, eğitimi en varlıklı sosyal sınıfların imtiyazı olmaktan çıkarmış ve çok sayıda insanın yararlanmasını sağlayacak bir kurum niteliğini kazandırmıştır. Erkeklerle kadınların bir tutulması anlamında sosyal eşitlik, eskiden kız çocuklarla erkek çocukların ayrı ayrı eğitilmelerini gerektiren farkların azalması sonucunu doğurmuştur. Bununla birlikte karma eğitimin ülkelere göre değişik ölçülerle uygulandığını da belirtmek gerekir.
Eğitim kurumları insan hayatında gitgide büyük bir yer kaplamaktadır; okullar, kitaplıklar, müzeler, radyo ve televizyon eğitimin etkin araçlarıdır. Geçmişin değerlerinin özenle korunması, bunların gelecek nesillere gereken saygılılıkla iletilmesi ile sınırlı değişmez bir kültür anlayışı varlığını devam ettirmektedir. Bu kültür mirası bütün zenginliği ve değeri ile durmakta, bu kültürü iletme eğitimle mümkün olmaktadır. Eğitimin görevi sadece bu değildir: çocukları, yetişkinleri, erkekleri, kadınları milli kültürü kapsayan, ama bu sınırları aşarak evrenselliğe veren bir kültür ve tekniğin değişik görünümleri konusunda bilinçlendirmek, geçmişe neler borçlu olduğu, bugünün ne olduğu ve geleceğin nasıl olacağı konusunda bilinçli kılmak; bu eğitimin temel uğraşı da insana geleceği kendi ellerinde tuttuğu güvenini vermek ve buyruğu altına aldığı güçler üzerindeki egemenliğini devam ettirerek bu güçlere tutsak olmamanın ona bağlı olduğunu öğretmektir.


alıntı