PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Küllerinden doğan siyasetçiler


kayısıkentli
01-02-2008, 11:23
Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Kürşat Tüzmen, Mehmet Şimşek… AK Parti’nin “yenilgi yenilgi büyüyen” isimlerinin hikâyesi. Mustafa Baş, 'yenilgi defterini' bir başka açıdan anlattı.

Zafer Özcan'ın haberi

Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekilliği 11 gün sürdü. Üçlü ittifakın İstanbul birinci sıra adaylarından Refah Partisi İl Başkanı Erdoğan, 6. bölgeden aday olduğu seçimi kazandı ve mazbatasını aldı. Ancak daha sonra, aynı partinin 6. bölgeden ikinci sıra adayı Mustafa Baş’ın itirazını haklı bulan Yüksek Seçim Kurulu, Erdoğan’ın milletvekilliğini iptal etti. YSK’dan yapılan açıklamada, “Baş, Erdoğan’dan daha fazla tercih oyu aldığı için milletvekilliği hakkı kazanmıştır” denildi.

Yakın siyasi tarihin en ilginç gelişmelerinden birini özetliyor yukarıdaki satırlar. Son 5 yıldır Türk siyasetinin en önemli aktörü olan Başbakan Erdoğan’ın siyasi hayatındaki büyük hayal kırıklığını da anlatıyor aynı zamanda. Bunun, sonraki yıllarda belediye başkanlığıyla başlayıp, cezaevi ve hükümetle devam edecek bir iktidar yürüyüşünün başlangıcı olacağını kim bilebilirdi ki o zamanlar! Zaten öngörmüş olsalar; muhtemelen gazeteler, vekillik iptalini manşetlere taşırdı. Ama olay kısa bir siyaset haberi olarak geçiştirildi.

ÜÇ KEZ SEÇİLEMEDİ

12 Eylül döneminde ara vermek zorunda kaldığı siyasi hayatına, 1984’te henüz 30 yaşındayken Refah Partisi Beyoğlu ilçe başkanlığına getirilmesiyle tekrar başlayan Erdoğan, buradaki performansının ardından 1985’te İstanbul il başkanı olur. İlk vekillik denemesini de 1986 ara seçimlerinde yapar; ancak kazanamaz. 1989 yerel seçimlerinde bu kez Beyoğlu belediye başkanlığına adaydır; yine seçilemez. Nihayet emeline 1991 genel seçimlerinde ulaşır; lakin bu kez de 11 günlük vekilliğin ardından yine il başkanlığına dönmek zorunda kalır. Onun, sonradan büyük başarılarla devam edecek siyasi hayatı, üst üste gelen bu kayıplarla başlamıştır aslında.

Erdoğan’ın siyasi hayatının yeni filizlenmeye başladığı, 12 Eylül’ün ağır baskı ortamının etkilerinin hâlâ hissedildiği 80’li yıllar, ülkede Turgut Özal ve Anavatan Partisi fırtınasının bütün gücüyle estiği dönemdir. Bugün nasıl Erdoğan “halk adamı lider” sıfatıyla milyonları etkiliyorsa, o yıllardaki Özal imajı da aynıdır. Tayyip Bey, aradan yaklaşık 20 yıl geçtikten sonra aynen Özal gibi kabineyi ikinci kez kuracağını ve kendini Özal’la yan yana ‘milletin adamları’ afişlerinde bulacağını bilemezdi belki; ama bunu idealize ettiğine şüphe yoktu!

BEN KADERE İTİRAZ ETMEM

Üst üste gelen bütün bu kayıpların, Erdoğan gibi bir siyasetçiyi yıldırması düşünülemezdi elbette. Zaten o da, 1991’den sonra bütün mesaisini 1994 yerel seçimleri için harcamaya başlamıştır. Muhafazakâr bir partinin mensubu olmasına rağmen, siyasi hedeflerini anlatmak için meyhanelere bile girmekten çekinmez. Örgütçü ve halk adamı özellikleri onu beklentilerin ötesine taşır ve favoriler arasında bile olmadığı 1994 yerel seçimlerinden, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak çıkmayı başarır. Hem de Zülfü Livaneli (SHP), İlhan Kesici (ANAP), Ertuğrul Günay (CHP) gibi güçlü adayların arasından sıyrılarak… İşte şimdi herkesin kabul ettiği gibi, onu Türk siyasetinin zirvesine taşıyan iktidar yürüyüşünün miladı 1994 yerel seçimleri ve devamında belediyedeki performansıdır. Peki ya Erdoğan’ın 1991’de kazandığı vekillik iptal edilmeseydi!

22 Temmuz 2007’deki seçim zaferinin ardından, memleketi Manisa’daki kutlamalara katılarak bir konuşma yapan Meclis Başkanı Bülent Arınç, uzun yıllardır beraber siyaset yaptığı Erdoğan’ın 1991’deki olayla ilgili bakış açısı hakkında ipuçları veriyordu: “Akşamüzeri haber geldi, ‘Mustafa Baş’ın tercih oyları sizin önünüze geçti, siz milletvekili olmadınız’ dediler. Tayyip Bey çok üzüldü. Sonra kendisine bir haber daha geldi. ‘Şöyle bir itiraz yaparsanız, Mustafa Baş da şöyle bir dilekçe verirse sizin milletvekili olmanız mümkün.’ dediler. Tayyip Bey ise ‘Ben kadere itiraz etmem. Hem nasipte yok hem de arkadaşıma karşı bir takım itirazlarda bulunuyorsunuz, bunların hiç birini yapmam’ dedi ve çok güzel bir anlayış gösterdi. İşte o seçimi böyle kaybeden Erdoğan, daha sonra İstanbul Belediye Başkanı oldu ve bugünlere geldi.”

1991’den, 2007’ye aradan 16 yıl geçti. Bu süreçte İstanbul’daki başarılı çalışmaları ile yıldızı parlayan Erdoğan önce, okuduğu bir şiir yüzünden başkanlık koltuğuna veda etmek zorunda kaldı. Sonra hapse girdi. Devamında iki kez kapatılan partisindeki yenilikçi harekete liderlik yaptı. İçerideki mücadele başarısız olunca, yeni bir parti kuruldu. Siyasi yasaklı olduğu için, partisi seçimi kazanmasına rağmen, başbakanlığı yakın arkadaşı Abdullah Gül’e devretti. Siyasi yasağı sebebiyle bazılarının “muhtar bile olamaz” dediği Erdoğan, siyaset yasağının kalkmasıyla başbakanlık koltuğuna oturdu. 2007 genel seçimlerinde ise bir önceki oy oranının çok üstüne çıkarak, Adnan Menderes’in rekorunu kırdı. Peki, bütün bu sürecin en başındaki aktör Mustafa Baş şimdi ne yapıyor? 2002 seçimlerinde AK Parti’den 4. kez Meclis’e giren Baş, 2007’de kendi isteğiyle aday olmadı; ancak partideki çalışmalarını sürdürüyor.

ERDOĞAN, ADAY OLMAYAYIM TEKLİFİNİ DİNLEMEDİ

Mustafa Baş, Tayyip Bey’in köylüsü. İkisi de Rize’nin Güneysu ilçesine bağlı Dumankaya köyünden. Aralarında kan bağı yok; ama kız alıp vermelerle oluşan akrabalıkları var. Baş, imam hatibi Rize’de, Tayyip Bey İstanbul’da okumuş. Özellikle yaz aylarında Tayyip Bey köye ziyaret için geldiğinde görüştüklerini söylüyor Baş: “Tayyip Bey ile yaz geceleri İspir dağına balık avlamaya giderdik. Gece yarılarına kadar dağda kalırdık ve uzun sohbetlerimiz olurdu.” Sohbetlerin konusu elbette memleket meseleleri.

İki hemşerinin lise ve Milli Türk Talebe Birliği yıllarındaki arkadaşlığı, siyasette de devam eder. Erdoğan’ın Beyoğlu il başkanı olduğu dönem, Mustafa Baş Refah Partisi Eyüp ilçe başkanıdır. 1991 seçimlerinde adaylıktan çekilmeyi istediğini ancak bunu kendisine kabul ettiremediğini söylüyor: “Reis, ikimiz de Rizeliyiz ve aynı köydeniz. Bu bölgede Karadenizli var; ama iki Rizeli fazla gelir. Ben adaylıktan çekileyim ve ilk yerel seçimde Bayrampaşa ilçesinden belediye başkanlığına aday olayım. Milletvekilliğini size bırakayım dedim. Fakat bu teklifim kabul görmedi. Sonuçta ikimiz de aynı bölgeden aday olduk.”

O MESELEYİ BİR DAHA HİÇ KONUŞMADILAR

1991 seçimlerinin bir özelliği de ilk kez tercihli oy sisteminin uygulanmasıdır. Seçim bölgesinde iyi tanınan ve bir önceki yerel seçimlerde Bayrampaşa Belediye Başkanlığını kıl payı kaçıran Mustafa Baş’a 13 bin tercih oyu çıkarken, Tayyip Bey’in tercih oyları 9 binde kalır. İlçe seçim kurulu da zaten Baş’ın milletvekilliğini ilan eder. İkilinin konu hakkında yaşadığı ilk ve son diyalog bu ilk sonuçtan sonra olur: “Onu evinden aradım ve sonucu konuştuk. Bana, ‘halk sizi tercih etti, sizin hakkınızdır’ dedi. Ancak il seçim kurulu, ilçeden gelen sonuca rağmen beni değil Tayyip Bey’i milletvekili olarak ilan etti ve mazbatasını da verdi. Çünkü il seçim kuruluna giden sonuçlarda bana ve Hikmet Özdemir’e verilen tercih oyları karışmıştı. Bunun üzerine son sözü YSK söyledi ve seçimi benim kazandığım ilan edildi.” Bu gelişmelere rağmen, ikili milletvekilliği meselesini bir daha hiç konuşmaz. Mustafa Baş, aradan yıllar geçmesine ve onlarca gazetecinin konuyla ilgilenmesine rağmen bu mevzunun aralarında hiç gündeme gelmediğini belirtiyor.

Mustafa Baş, 10 yıl boyunca Refah Partisi’nde seçim işleri başkanlığı yapmış ve Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan’a çok yakın çalışmış bir isim. 1994’te Tayyip Erdoğan’ın adını, Erbakan’ın talimatıyla Büyükşehir adayı olarak yazan ve kendisine tebliğ eden de o. Baş, Refah ve Fazilet partilerindeki önemli rolünü, AK Parti ile sonuçlanan yenilikçi hareketin kuruluşu esnasında da sürdürecektir: “Bu süreçte yenilikçi hareketin toplantıları, Ankara Oran’daki milletvekili lojmanlarındaki evimde yapıldı. Yüz toplantı yaptıysak en az 60’ı benim evimde yapılmıştır. Evim adeta yenilikçilerin karargâhı gibiydi.” Aslında onun, 1991 seçimlerinden yenilikçi harekete, oradan da AK Parti iktidarına uzanan çizgide, fazla bilinmeyen; ama son derece etkili bir siyasi geçmişi var. Yenilikçi hareketin ilk basın toplantısını yaptığı günün gecesindeki hazırlıkları yürüten isim de Mustafa Baş. Ertesi gün Abdullah Gül’ün Mayıs 2000’deki FP kongresi için başkan adaylığını açıkladığı konuşma metnini de Murat Mercan’la birlikte Mustafa Baş hazırlamış.

GÜL DE KAYBEDEREK KAZANDI

Yenilikçi hareketin başlangıcına dair anılar bu kadarla sınırlı değil elbette. Büyük kongre öncesi Anadolu’yu il il dolaşır, yenilikçilerin ileri gelenleri. Bütünüyle genel merkezin belirlediği delegeyi etkilemek için en iyi yol, yerinde ziyaretlerdir. Her gittikleri yerde kucak açılmaz tabii ki yenilikçilere. Mesela Gaziantep il teşkilatına sokulmazlar. Buna rağmen Türkiye turunun ne kadar faydalı olduğu daha sonra büyük kongrede görülecektir. Teşkilat turundan sonra kongre için son hazırlıklar Ankara’daki Politik Araştırmalar Merkezi’nde (PAM) sürdürülür.

AK Parti’nin lider kadrosu veya öne çıkan isimleri diye nitelendirebileceğimiz pek çok ismin, Erdoğan ile benzer bir siyasi kaderi paylaştığını söylemek mümkün. Yani kaybetmiş göründüğünde kazanan bir siyasi kadrodan bahsediyoruz. Aynı süreç Cumhurbaşkanı Abdullah Gül için de geçerli. Onun siyasi çizgisindeki hızlı yükseliş, o meşhur kongreyi kaybettiği zaman başladı. Milli Görüş’ün doğal; ama yasaklı lideri Necmettin Erbakan’ın desteklediği aday Recai Kutan ile FP’nin birinci olağan büyük kongresinde yarışan yenilikçilerin adayı Gül, beklenenin çok üzerinde oy almayı başardı. 633 oyla başkan seçilen Kutan’a karşılık, Gül 521 oy aldı. İşte o kongreden sonra AK Parti doğdu, iktidara geldi; Gül’e başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yolu açıldı.

ALLAH BENİ VESİLE KILDI!

Mustafa Baş, kongreyle ilgili olarak, “Türk siyasi hayatında parti içi demokrasinin en güzel örneklerinden biridir” diyor. Daha çok Bülent Arınç’ın müthiş konuşmasıyla hatırlanan kongrede, yenilikçilerin önde gelen bütün isimlerine söz hakkı verildiği ve muhalefetin engellenmediğini belirterek, en otoriter görünen partide böyle bir ortam oluşmasının, Türk demokrasisinin geldiği nokta açısından önemli olduğunu vurguluyor.

Mustafa Baş, artık dört dönem üst üste görev yaptığı parlamentoda değil. Bugünden 16 yıl öncesine baktığında, Erdoğan’ın siyasetin ilk yıllarında yaşadığı seçim kayıplarının onun için ne kadar önemli olduğunu daha iyi görebildiğini söylüyor. Bu süreçte farkında olmadan oynadığı rolden ise son derece memnun: “Tayyip Bey seçilse 94’te başkan adayı olmayacaktı ve belki bugünlere gelmeyecekti. Onun bundan sonra yapacağı hizmetlere Allah beni vesile kıldı. Çünkü onu halkın gözünde efsaneleştiren ve başbakanlık koltuğuna oturtan, belediyedeki hizmetleridir.”

BÜROKRAT OLAMADILAR AMA…

60. Hükümet’in iki önemli bakanı, Kürşat Tüzmen ve Mehmet Şimşek, bürokraside istenmedikleri için bugünkü makamlarındalar. Yani onlar da kaybetme kuşağında kazananlardan. Bakan Tüzmen’in hikâyesi 2002 seçimleri öncesinde başlıyor. Kabinenin en sportif bakanı, Anasol-M Hükümeti (57. Hükümet) döneminde Dış Ticaret Müsteşarı idi; ancak MHP’li Bakan Tuncay Toskay ile yıldızları hiç barışmadı. Bakan ile bürokratı, aylarca konuşmadı. Hatta bakan bürokratına, “demeç” yasağı dahi getirdi. Sonuçta bu çekişme, bürokratın görevden alınmasıyla sonuçlandı. 2002 seçimlerinde AK Parti’den Meclis’e giren Tüzmen, 58. Hükümet’te devlet bakanı oldu. Üstelik bürokrat olarak görevden alındığı dış ticaret müsteşarlığı da kendine bağlandı. Daha sonra bu olayı yorumlarken, “Dönüşüm muhteşem oldu” diyecekti, espriyle karışık…

Tüzmen’i görevden alan 57. Hükümet, onu Japonya’ya ticaret müşaviri olarak atamıştı. O ise bu görevi kabul etmeyerek emekliliğini istedi. Veda toplantısında, görev süresince, e-Türkiye’ye geçmek ve ticareti elektronik ortama taşımak için çalışma yaptıklarını da hatırlatan Tüzmen, espri yapmayı da ihmal etmiyordu: “Bundan sonra ben de e-müsteşar haline geleceğim. Bu e, eski müsteşar, emekli müsteşar veya elektronik müsteşar anlamına gelebilir.”

Tüzmen’in veda toplantısındaki bir ifadesi son derece çarpıcı aslında. 2002 başlarında Türkiye’nin toplam ihracatı 31 milyar dolardır. Tüzmen bu rakamın 33 olabileceğini düşünmektedir: “Dış ticarette yapı taşları oturdu. Artık geriye dönüş yok. Türkiye 31 milyar dolar ihracat barajını aştı. 33 milyar dolar ihracat yapabilir.” Aradan sadece 5 yıl geçti ve ülkenin yıllık ihracatı, 100 milyar doları aştı. ‘E müsteşar’ ise bütün bu gelişmeye ‘bakan’ sıfatıyla nezaret etmenin gururunu yaşıyor bugünlerde.

BATMAN’IN KÖYÜNDEN KABİNEYE

Mehmet Şimşek ismini, ünlü yatırım bankası Merrill Lynch’teki görevinde duyduk önce. Batmanlı, 9 çocuklu bir ailenin en küçük ferdi sıfatıyla, her türlü zorluğun üstesinden gelerek okumuş ve uluslararası bir kariyer yapmayı başarmıştı. Bu başarı hikâyesi Türk medyasında yer almaya başladıktan sonra bürokrasideki önemli makamlar için ismi geçmeye başlamıştı. Anasol-M hükümetinin Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’nin görev süresinin dolmasıyla, Mehmet Şimşek ismi başkanlık için kulislerde dolaşmaya başladı. Hatta ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın, 3 ay öncesinden Şimşek ile konuyu görüştüğü de kulislere yansıdı. Ancak hükümetin Cumhurbaşkanı Sezer ile birçok alanda yaşadığı sorun burada da nüksetti. Şimşek’le birlikte birkaç ismin daha ekonomi bürokrasisini yönetmesi, Sezer engeline takıldı. İşin ilginç yanı, Merkez Bankası Başkanlığı’na Durmuş Yılmaz atandıktan sonra, Şimşek’in adı bu kez iki başkan yardımcısından biri olarak geçti. Ancak Sezer vetosu devam etti ve Şimşek başkan olamadığı kuruma, yardımcı da olamadı.

Kaderin ne garip cilvesidir ki, Merkez Bankası’na başkan yardımcılığı için bile uygun görülmeyen Şimşek, şimdi ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı. Merkez Bankası’nın da içinde olduğu ekonomi bürokrasisi, artık ona bağlı çalışıyor. Batman’ın Gercüş ilçesine bağlı Arıca köyü doğumlu Şimşek, liseyi Gercüş’te tamamladı. Ankara Siyasal iktisat bölümünden dönem birincisi olarak mezun olduktan sonra İngiltere’deki Exeter Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı. 2005 sonunda dünyanın sayılı yatırım bankalarından Merrill Lynch’in Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Bölgesi Ekonomik ve Stratejik Araştırmalar Bölümü Başkanlığına getirildi. AK Parti’den gelen teklifi değerlendirerek, 22 Temmuz 2007’de Gaziantep’ten aday oldu ve parlamentoya girdi.

Mehmet Şimşek de Tüzmen gibi şimdi devlet bakanı. Peki ya Sezer, Şimşek’in atama kararnamesini imzalasaydı? Şimdi bir ekonomi bürokratı olarak görevini sürdürüyor olacaktı normalde. Oysa o da aynen Erdoğan gibi, kaybetmiş göründüğü yarışta, sonradan çok öne geçmişti. AK Parti örneğinde görüldüğü gibi, siyasette ve hayatta kaybetmek her zaman kötü değil aslında. Bazen, en başarısız olduğunuz nokta, kariyerinizin en önemli çıkış noktası haline gelebiliyor. Yakın tarihimiz, küllerinden doğan siyasetçi örnekleriyle dolu… Ama her şeye rağmen şunu da unutmamak lazım; ne oldum dememeli, ne olacağım demeli…

TAYYİP BEY’İN ADAYLIĞINI HALK İSTEDİ

Tayyip Erdoğan’ın siyasi kariyerinde, halkla kurduğu sağlam diyalog büyük rol oynadı. Önce siyasi yasağı kaldırıldı, sonra başbakan oldu ve çok partili dönemde üst üste büyük seçim başarısı yaşayan iki liderden biri unvanını kazandı. Halkın, onun siyasi kariyerini nasıl şekillendirdiği noktasındaki en ilginç örneklerden birini Mustafa Baş aktarıyor: “1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi için iddialı hale gelen Refah Partisi’nde güçlü aday adayları vardı. Prof. Adem Baştürk, Ali Coşkun, Prof. Nevzat Yalçıntaş ve Prof. Veysel Eroğlu gibi… Bu isimler arasındaki yarışta genel başkan Erbakan, kamuoyundaki beklentinin aksine sonuçta Tayyip Bey’i tercih etti. Biz o dönem adaylarımızı belirlerken doğrudan halka soruyorduk ve yaptırdığımız anketlerde onun ismi öne çıktı. Halk açık ara onu istedi ve bu sayede aday oldu.”

TURGUT ÖZAL KIL PAYI KAZANDI!

AK Parti yöneticilerinin başına gelenlerin bir benzerini, 1977 seçimlerinde Turgut Özal’ın yaşadığını hatırlatmakta yarar var. 12 Eylül darbesinden üç yıl önce gerçekleşen seçimlere Özal, Erbakan’ın Milli Selamet Partisi’nden İzmir milletvekili adayı olarak katıldı; ancak seçimi az farkla kaybetti. Özal, seçimi kıl payı farkla kaybetmişti. Aslında bu durumun onun için kıl payı farkla kazanılan büyük bir kariyer adımı olacağı daha sonra ortaya çıkacaktı. Bilindiği gibi Özal, 1979’da Süleyman Demirel liderliğinde kurulan azınlık hükümetinde Başbakanlık Müsteşarlığı ve DPT müsteşar vekilliği görevine getirildi. Bir bakıma ekonomi yönetimi ona bırakıldı. Onu, 12 Eylül döneminde Başbakan Yardımcılığı’na taşıyacak 24 Ocak kararları o dönem hazırlandı. Askerlere ekonomi brifingleri verdi. Darbeden sonra kurulan Bülent Ulusu teknokrat hükümetinin de en önemli ismi oldu. Devamı herkesin bildiği bir mevzu. Askerlerden ‘olur’ alan Özal, ANAP’ı kurdu ve 83 seçimlerinden büyük bir zaferle çıkarak önce başbakan, devamında ise cumhurbaşkanı oldu. Peki ya 77’de MSP’den Meclis’e girseydi? Muhtemeldir ki o da Demirel, Türkeş, Erbakan gibi 12 Eylül darbesiyle siyasi yasaklı duruma düşecek ve Türkiye’yi dünyaya açan, yakın tarihin en etkili lideri sıfatını kazanamayacaktı!

(Aksiyon)

nehir
01-02-2008, 12:37
teşekkür gerçek ve güzel bilgiler.

kayısıkentli
01-02-2008, 12:41
birşey degil....:a065: