PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : AY VE GÜNEŞ GEZEGENLER


Kalpsiz_
01-02-2008, 10:39
Ay Güneş'ten yaklaşık 400 kere daha küçük fakat bize Güneş'ten 400 kere daha yakın olduğu için gökyüzünde ikisi de aynı büyüklükte gözükürler. Bir Güneş Tutulması, Ay'ın Güneş ile Dünya arasına girmesi ve bazı özel koşulların sağlanması neticesinde meydana gelir. Tutulmanın olabilmesi için, Ay'ın, Arz etrafındaki yörüngesiyle Arz'ın Güneş etrafındaki yörüngesinin kesişim yerlerini belirleyen düğüm noktalarında veya bu noktalar civarında (Yeniay safhasında) bulunması gerekir. Bilindiği üzere bir yıl içerisinde 12 ay vardır. Yani Ay, Arz etrafında yılda 12 kez dolanır. Dolayısıyla, eğer Ay'ın yörünge düzlemi Dünya'nınkiyle çakışık olsaydı, bir yılda 12 kez Güneş tutulması meydana gelebilirdi. Fakat durum böyle değildir. Ay'ın yörünge düzlemi ile Dünya'nınki arasında yaklaşık 5° 9' lık bir açı vardır. Bu açı nedeniyle Arz, Ay ve Güneş, Ay'ın Arz etrafındaki her dolanımında tam olarak aynı doğrultuda bulunmazlar. Böylece her ay bir Güneş tutulması oluşmaz. Nitekim bir yılda en az iki, en çok beş Güneş tutulması meydana gelebilir.
Tam, halkalı ve parçalı olmak üzere üç tip Güneş tutulması vardır. Bir Güneş tutulmasının tam veya halkalı oluşu Ay'ın Dünya'ya uzaklığı ile belirlenirken, parçalı oluşu Ay, gözlem yeri ve Güneş arasındaki açıyla, bir başka deyişle, her üçünün tam olarak aynı doğrultuda bulunmamasıyla ilgilidir. Bilindiği gibi Ay, Dünya çevresinde basıklığı az da olsa elips şeklindeki bir yörüngede dolanır. Bundan dolayı Dünya'ya olan uzaklığı her an değişmektedir. Eğer tutulma anında Ay Dünya'ya yeteri kadar yakınsa, görünen çapı Güneş'in görünen çapından büyük olur, Güneş diskinin tamamı örtülür ve Tam Tutulma meydana gelir. Aksi takdirde Güneş diskinin tamamı örtülmez, diskin sadece iç kısmı örtülür ve bir Halkalı Tutulma oluşur. Bazan da Ay ve Güneş'in konumları öyledir ki, Ay, Güneş diskinin ancak bir kısmını örter. Bu durumda da Parçalı Tutulma meydana gelir. Tam ve halkalı tutulmaların maksimum örtülme evresinden önceki ve sonraki dönemlerinde de doğal olarak parçalı tutulma evresi bulunur.
Ay'ın yarıçapı Dünya'nınki ile mukayese edildiğinde çok küçük olduğundan, Dünya'nın tamamı Güneş ve Ay diskinin dış teğetlerinin oluşturduğu gölge konisinin içine girmez. Bu nedenle bir Güneş Tutulması Dünya üzerinde ancak belirli bölgelerden görülebilir. Halbuki Ay Tutulması'nda durum böyle değildir. Ay tutulması o anda gece olan yerlerin tümünden gözlenebilir. Ay tutulmalarında Dünya, Ay ile Güneş'in arasına girer ve Dünya'nın gölgesi Ay'ın tamamını perdeleyebilecek kadar büyük olur. Ay tutulması olayı, Ay'ın Dünya'nın gölgesine girmesiyle oluşuyor. Ay'ın, bu gölgenin neresinden geçtiğine bağlı olarak, Ay tutulması farklı adlar alır. Dünya'nın gölgesi iki ana parçadan oluşur ve bunlara "yarı gölge" ve "tam gölge" adı verilir. Ay, tam gölgenin içine tamamen girerse, Tam Ay tutulması, bir kısmı girerse, Parçalı Ay Tutulması gerçekleşir
GÜNEŞ SİSTEMİ: EVRENDEKİ ADRESİMİZÖncelikle, evrendeki adresimizi kendimize hatırlatmakta yarar var: Samanyolu gökadası, Güneş sistemi, Dünya gezegeni... Fevkalade sıradan bir konum ve durum...

Güneşimiz (Sol), "Güneş Sistemi" nin merkezinde yer alan sıradan bir yıldız... "Sarı Cüceler" sınıfından... Bizim Gökadamızda MİLYARLARCA başka yıldızlar ve -- büyük olasılıkla, önemli bir bölümünün çevresinde gezegen sistemleri -- var...

Güneş sistemimiz, Gökada -- Galaksi -- 'mizin dış mahallelerinde yer alıyor... Biz Türkler, biliyorsunuz, Gökadamıza "Samanyolu" adını vermişiz...

Atalarımız gözlerini göklere çevirdiklerinde neler neler tahayyül etmemişler ki?... Başlıbaşına ilginç bir konudur. Eski Mısırlılar, orada gürül gürül akan bir nehir görürlermiş... Besbellidir ki, Nil Nehrinden bir göksel kavramlaştırma... Eski Yunanlılar ise, gürül gürül akanın su değil -- sıkı durun -- SÜT olduğunu düşünmüşler... Bu sözcüğün Yunanca'da karşılığı "galaktos" tur... Nitekim, bugünkü "galaksi" sözcüğü gibi, İngilizce'deki "Milky Way" deyişi de bu kökenden geliyor.

Evrende bizimkinden başka milyarlarca gökada (galaksi) daha yer alıyor... Bunların bize olan uzaklığına gelince: Çıplak gözle veya güçlü teleskoplarla görebildiğimiz minicik ışık kaynaklarından bize ulaşan ışınlar, onlarca, yüzlerce, binlerce, hatta milyonlarca yıl önce yola çıkmış; saniyede 300.000 kilometre (yılda 9.5 trilyon kilometre) hızla yol almış; bize ancak ulaşmaktadır...
Başka bir deyişle, belli bir bölümü, belki de şu anda çoktan evrenden silinmiş, yokolmuş dünyalardan bize şimdi ulaşıyor...

Evrende uzaklıklar Işık Yılı cinsinde ölçülür. Saniyede 300 bin kilometre yol alan ışığın bir dünya yılı zamanda katedeceği yol... Ki, bu da, yukarda kaydettiğim gibi, 9.5 trilyon kilometre demektir!...
Güneşimiz bize -- sadece -- 93 milyon mil (150 milyon kilometre --daha ayruntılı söylersek: 149,600,000 km) uzaklıktadır ve Güneşten çıkan ışınlar sekiz dakikadan biraz fazla sürede bize ulaşıyor. Güneş sistemine en yakın yıldız olan Proxima Centauri ise bu uzaklığın yaklaşık 270 bin katı uzaklıktadır, ve ışığının bize ulaşması dört yılı aşkın bir süre alıyor...

Sıradan bir gökada olan Samanyolu'muzun büyüklüğü, bir ucundan bir ucuna yaklaşık 100 000 ışık yılıdır...
Evrenin büyüklüğüne gelince, şu kadarını söyleyeyim: Bir futbol sahasına üç adet kum taneciği serpiştirseniz, elde edeceğiniz "kumluk" un yoğunluğu, evrendeki gökadalar arasındaki uzaklıklara kıyasla yine de daha yoğun olurdu...
Düşününüz ki, evrende sayamayacağımız kadar çok gökada - galaksi -- aralarındaki bu akıl almaz uzaklıklarla, Evrenin olanaklarımız ölçüsünde saptayabildiğimiz sınırlarına kadar uzanıyor... Bu sınırlar ise, bizler gözlem olanaklarımızı giderek genişlettikçe, alabildiğine büyüyor...

Bugün için bilim adamlarının çoğunluğunun itibar ettiği "Büyük Patlama" kuramının dayandırıldığı belirlemelere göre, Evren inanılmaz bir hızla genişlemeğe, gökadalar giderek birbirlerinden hızla uzaklaşmağa devam ediyor...

Bu akıl almaz büyüklükteki Evrenin odağına kendi mütevazi gezegenimizi yerleştirip, bütün bu âlemin, Dünya gezegenindeki biz iki ayaklı tüysüz biyolojik tür için yaratıldığını düşünme tuhaflığımıza psikiatride ne ad verilebilir, bilemiyorum.
Ama, mantık açısından ne sıfatın cuk oturacağını söyleyebiliriz: Cahiliyenin daniskası...

Şimdi, dilerseniz, önce kendi mütevazi çevremizle biraz ilgilenelim...
"DÜNYA" VE UYDUSU "AY"Eskiler neden Dünya'nın düz olduğunu düşünürlermiş ki? Ay tutulması sırasında, Dünyanın Aya düşen gölgesinin çember şeklinde olması bile Dünyanın yuvarlak olduğunu göstermeğe yeterdi...
Ama, tabiatıyla bunu düşünebilmek için, önce merkezinde Güneşin, onun çevresinde gezegenlerin, gezegenlerin çevresinde ise kendi uydularının döndüğü bir "Güneş sistemini" kavramlaştırabilmek ve "Ay tutulmasını" cinlerle perilerle değil bir "doğa olayı" olarak açıklayabilmek gerekiyordu.

Dünya gezegeni (Terra), Güneş sisteminin içten dışa doğru üçüncü gezegenidir. 4.5 milyar yıl (4.5x109) kadar önce oluştuğu hesaplanıyor. Güneş sisteminde varlığını saptadığımız tek biyolojik yaşam yuvasıdır.
Hayallerimizde, kendimizi uzayın derinliklerine yol alan bir uzay gemisinde, fantastik serüvenlerin kahramanları olarak canlandırırız. Gerçekte, bizler hepimiz birer uzay yolcusuyuz. Gemimizin adı, Dünya Gezegeni... Uzayda, saatte 108 000 km (67 000 mil) hızla yol alıyoruz.

Ne var ki bu yolculuğu, çevremizdeki gök cisimlerinden bağımsız, kendi seçtiğimiz yönlerde değil; dev bir uçak içinde biteviye dönen bir sinek gibi, Güneş ve Gökada sistemimiz ile birlikte gerçekleştiriyoruz. Daha kendi gezegenimizin çekim alanından bile kurtulup bağımsız bir rota çizebilmemiz için, 11.18 km/sn'lik (ekvatorda) bir kaçış hızı üretebilmemiz gerekiyor.
Gezegenimizin hızla dönmesi ve erimiş nikel-demir çekirdeği sayesinde oluşturduğu manyetik alan, ve yoğun atmosferimiz de eklendiğinde, bizleri Güneş ve diğer yıldızlardan gelen zararlı ışınlardan koruyor. Uzayda serseri gezen göktaşlarına karşı da koruyor; bunların büyük çoğunluğu, hava tabakaları ile sürtünmeden dolayı, yüzeye düşemeden yanıp buhar oluyor... Burası bizim uzay gemimiz ve bildiğimiz tek yaşam yuvası...

Ve düşününüz ki, yol açtığımız çevre sorunları ve kaynaklarınımızı hesapsız harcamamız sonucunda, kendi yaşam yuvasını yok eden farelerden farkımız yok...

Gezegenimiz, Kuzey ve Güney kutuplarını birleştiren eksen çevresinde 23 saat 56 dakika 4.09 saniyede döner... Güneşin çevresinde, saniyede ortalama yaklaşık 30 kilometre (tam olarak, 29.79 km/sn) hızla, turunu 365.2564 günde tamamlar...

Dünya gezegeninin doğal tek uydusu Ay'dır. Ay, Dünyanın çevresindeki bir turunu 271/3 günde tamamlar. Kuzey kutbundan bakıldığında, Dünyanın ve Ayın kendi eksenleri çevresindeki dönüşü saatin ters yönündedir.

Dünyanın ekseni, Güneş çevresindeki yörüngesine göre 23.5 (tam olarak: 23.45) derece eğiktir. Mevsimler bu sayede oluşur...
Dünya-Ay düzlemi de, Dünya-Güneş düzlemine göre yaklaşık 5 derece eğiktir; öyle olmasaydı her ay mutlaka bir kez ay tutulması oluşurdu...

Dünya gezegeninin yarıçapı ekvatorda 6,378.14 kilometre; kitlesi 5.976e+24 kg, ortalama yoğunluğu 5.515 g/cm3 olup, böylece Güneş sistemi üyeleri arasındaki en yüksek yoğunluğa sahiptir. En düşük yoğunlukta olan gezegen ise Satürn'dür. (0.69 g/cm3). [Referans için, sıvı suyun 1 g/cm3 kabul edilen değerini düşünün.]
Gezegenimizin ortalama yoğunluk olarak dev Satürn veya Jüpiter'in üstünde olması çok doğal: Biz ayağımızı sağlam kayalara basıyor, gemilerimiz denizler üstünde yol alıyor iken, o dev gezegenler ise büyük ölçüde gaz bulutlarından oluşuyor... Unutmayalım: Evrende bildiğimiz tür teknolojik uygarlıkların oluşması için ilk koşul, birilerinin sağlam bir zemin üzerinde "ayakları" üstünde doğrulup, "ellerinin" serbest kalabilmesi...

Soluduğumuz havanın yaklaşık %21'i oksijen, %78'i azot olup, diğer gazların toplamı geri kalan %1'i oluşturur... (Kimi kaynaklarda, son iki değer, yaklaşık %77 ve %2 olarak verilmektedir.) Oksijenin hemen tamamı canlı organizmaların ürünüdür.
Dünyanın "Hill" alanı 1.5 Gm (930 bin mil) yarıçapındadır ve uydusu Ayın yörüngesi tabiatıyla bu alan içindedir. Hill alanı, bir gök cisminin, çevresinde döndüğü daha ağır bir gökcisminin etkisine rağmen -- burada Güneş -- egemen olduğu yerçekim alanıdır.

Ay, Dünya'dan yaklaşık 234 bin mil (376 bin kilometre) uzaklıktadır. Ayın yerçekimi Dünyanın altıda biri kadardır. Dolayısıyla, Dünyada 95 kilo ağırlığında olan bendeniz, Ay yüzeyinde 18 kiloya düşer, panterler gibi sıçrayabilir, ceylanlar gibi zıplayabilirdim...

Ayın kütlesi, Dünyanın seksende biri kadardır... Dünya ve Ay'ın birbirleri üzerinde yerçekimi etkileri vardır. Tabiatıyla, Ayın Dünyanın kendisine bakan yakın yüzündeki çekim etkisi, o sırada arkada kalan yüzüne göre daha fazladır. Bu çekim karalar üzerinde farkedilebilir pek bir etki göstermez; ama okyanuslar ve denizler Aya doğru yaklaşık 60-65 santimetre "uzarlar"... Sonuçta günde iki kez oluşan gelgit hareketleri meydana gelir...

Ay Dünyanın çevresinde saniyede yaklaşık 800 kilometre hızla dönmektedir. Bu hız giderek yavaşlamakta ve uydumuz giderek bizden uzaklaşmaktadır. Ay, Dünyaya her yıl yaklaşık 3 cm daha uzaktadır...

Gerek kendi ekseni çevresindeki dönüşünü, gerekse Dünya çevresindeki yörüngesini -- her ikisini de -- 27.3 günde tamamladığı için, Ayın Dünyamıza daima aynı yüzü dönüktür...

GÜNEŞBir yıldız olarak, Güneşimiz, kütle, büyüklük, ısı, vb. açısından, gökadamızda ortalama ve sıradan bir yıldızdır. Bu grup yıldızlar "sarı cüceler" sınıfında yer alır.
Yaşının 4.6 milyar yıl olduğu, bir aksilikle süpernova haline filan dönüşmezse bir beş milyar yıl kadar daha parlamağa devam edeceği hesaplanmaktadır!...
Çekirdek ısısının 15 milyon derece santigrad olduğu düşünülmektedir!! Burada hidrojen füzyonu ile helyum oluşurken, sürecin oluşturduğu enerji, atomaltı parçacıklarla çarpışa çarpışa çetin bir yolculuktan sonra yüzeye ulaşır ve bu cehennem fırınını sonunda terkeder; çevreye ısı ve ışık şeklinde yayılır.

Güneşimiz, Güneş sistemi toplam kütlesinin %99.86'ını oluşturur. Başka bir deyişle, dev gezegen Jüpiter dahil, gezegenler, astroidler, vb. hep birlikte sistemdeki toplam kütlenin yalnızca %0.14'ünü oluşturuyor.

Güneş'ten bize ulaşan enerji, aslında binlerce yıl öncesinden bu yıldızın çekirdek bölgesinden yola çıkmış olan enerjidir. Bu sürenin tamamına yakınını, Güneşi oluşturan yoğun atomların arasından geçerken harcamış, Güneş'i terkettikten sonra yalnızca sekiz dakika içinde bize ulaşmıştır...

Güneş lekelerinin koyu renkli görülmesinin nedeni, çevrelerindeki alanlara göre ısının daha düşük olmasıdır. Güneş ortalaması olan 5800 santigrad ısıya karşılık, güneş lekelerindeki ısı 3800 santigrad derecededir... Güneş lekeleri 11 yıl döngülük bir enerji salınım örüntüsü izlerler.

Güneşin, Pluto gezegeninden, Dünyadakine kıyasla 1600 kez daha sönük görüneceği hesaplanmaktadır.
MERKÜR
Merkür, Güneşe en yakın gezegendir. Dünyamızın yaklaşık üçte biri iriliktedir ve -- Pluto dışında -- sistemin en küçük gezegen üyesidir.
Merkür'ün helyum ve sodyumdan oluşan çok ince bir atmosferi vardır. Güneşte 427 dereceye ulaşan yüzey ısısı, geceleri ise -183 dereceye kadar düşer. Yakın yıllarda elde edilen kimi bulgulara göre, Merkür kutuplarındaki kraterlerin diplerinde buz halinde su bulunabileceği varsayımı ortaya atılmıştır. Çünkü, bu gezegen Güneşe en yakın ve yüzey ısısı fevkalade yüksek olmakla birlikte, krater tabanlarının sürekli gölgede kaldığı düşünülmektedir.
VENÜS
Venüs, Güneş ve Aydan sonra, göklerdeki en parlak cisimdir. Bilinen en parlak yıldız olan Siriüs'ün onbeş katına ulaşan parlaklıklarda görülebilir...

Gezegenin yüzeyi kalın bulut tabakalarından dolayı, görülebilir, ultraviole veya enfraruj ışın dalga boylarında görüntü vermez. Bu nedenle, gezegene gönderilen Pioneer ve Magellan uzay araçları vasıtasıyla, gezegen yüzeyi radar kullanılarak görüntülenmiştir.

Venüs gezegeni yüzeyindeki hava basıncı, yaklaşık olarak Dünyadaki bir okyanusun 1 km derinliğindeki basınca eşittir. Yani, Dünyanın yüzeyindeki hava basıncının yaklaşık 90 katıdır...

Bu gezegen kendi ekseni çevresinde fevkalade yavaş hızda döner ve turunu yaklaşık 243 Dünya gününde tamamlar.
MARS
Güneş sistemindeki en yüksek dağın Mars gezegeninde olduğunu biliyor muydunuz? Olympos Mons volkanik yapıda olup 27 kilometre yüksekliğindedir. Kısacası, bizim 8.5 km'lik Everest tepemiz bunun yanında cüce kalır...

Güneş sistemindeki en derin ve uzun kanyon da Mars'tadır. Valles Marineris adı verilen bu kanyon 5 kilomeyre derinliğinde ve 5 bin kilometre uzunluğundadır. Genişliği de yer yer 300 kilometreyi geçer.

Günümüz itibariyle Mars'ta sıvı su bulunmamaktadır. Nedeni de düşük ısı ve düşük atmosfer basıncıdır. Ne var ki, Mars'ta görülen "kanal" ların, daha yüksek ısılar ve daha kalın bir atmosferin var olduğu uzak bir geçmişte gürül gürül akmış akarsu yatakları olduğu görüşü yaygındır.

Mars Dünyaya kıyasla daha küçük bir gezegen olmakla birlikte, yüzey alanı, yaklaşık olarak Dünyadaki karaların yüzey alanına eşittir. Yüzeydeki yerçekimi gücü, Dünya yüzeyindekinin yaklaşık üçte biri kadardır.
Yani, Dünya gezegeninde 95, uydusu üzerine 18 kilo gelen bendeniz, Mars gezegeninde ise 31 kilo çekerdim!..

Mars gezegeni, bize en yakın olduğu konumda, çıplak gözle bir tenis topunun 2.5 kilometreden görülebileceği irilikte görülür.

İnce bir atmosferi vardır ve başlıca karbon dioksitten oluşur. Kışın da özellikle kutup bölgelerinde yüzeyde fiilen buz halini alır.

Yüzey yapısı, kraterleriyle, kanyonlarıyla, toz fırtınaları ile, "kanalları" ile ve meteor çukurlarıyla gerçekten karmaşık bir yapı gösterir.

Mars gezegeninin iki küçük uydusu vardır: Phobos (= korku) ve Deimos (= panik)... Bu isimler, Savaş Tanrısı Ares'in (Roma kozmolojisindeki karşılığı "Mars") savaş arabasını çeken iki atın adlarından alınmıştır.

Bu iki uydu, dış astroid kuşağında yer alan astroidlere benzer yapıdadır; dolayısıyla kimi gökbilimciler bunların Mars'ın yerçekimine sonradan yakalanmış iki iri astroid olduğunu düşünüyorlar.
ASTROİD KUŞAĞIAstroid: Güneş sistemi'nde, çoğunlukla Mars ve Jüpiter arasındaki astroid kuşağında bulunan, ama bazıları (örneğin Apollo astroidleri) Dünya'nın yörüngesiyle kesişen yörüngelerde ilerleyen, kaya parçaları...

"Astroid" denilince, birkaç yüz metreden birkaç yüz kilometre genişliğe kadar olabilen kayal gök cisimleri anlaşılır. Bunların, Güneş Sisteminin oluşumundan arda kalmış döküntüler olduğu düşünülmektedir. Büyük bölümü, Mars ve Jüpiter arasında yer alıyor.

Bir başka teoriye göre ise, bunlar bir zamanlar Mars ve Jüpiter arasında yer alırken, bir kuyruklu yıldızla çarpışarak dağılmış bir gezegenden kalan parçalardır.

Ancak ilginç olan nokta, bu astroid kuşağının, güneşin çevresinde belli ölçüde eliptik bir yörünge izlemesidir. Turlarını 3-6 dünya yılı içinde çeşitli sürelerde tamamlarlar.

İşte bu nedenle, astroidler seyahatleri sırasında yaklaştıkları gezegenlerin çekim etkisiyle yörüngelerinden çıkabilir ve bu durum iki şeye yol açabilir: O gezegenin çevresinde yeni bir yörüngeye oturarak onun uydusu haline gelebilirler, veya gezegen yüzeyine düşerek büyük bir enrji patlamasına ve meteor krateri oluşumuna yol açabilirler.

Birincisi için örnek, çoğu gökbilimcinin düşüncesine göre, Mars gezegeninin iki uydusu Phobos ve Deimos'un tarihçesini yansıtır.

İkincisi için örnek ise, günümüzden yetmiş milyon yıl önce, Meksika körfezindeki bugünkü Yukatan Yarımadası yöresine düşen dev göktaşının başlattığı olaylar dizisinde, o zamanki pekçok canlı türünün -- ve bu arada sevgili dinozorların -- tüm dünyada hızla değişen iklim koşullarına ayak uyduramayarak yeryüzünden silinmiş olmalarıdır...

Bilim adamları, astroid kuşağının ötesindeki dev Jüpiter'in çekim etkisine şükrediyorlar... Bu dizginleyici etki olmasaydı, Güneş sisteminin iç gezegenleri -- Dünyamız Terra dahil -- hergün binlerce büyük göktaşının saldırısına uğrardık...

Bir konuya daha değinelim: Astroid kuşağında yer alan binlerce bilinen göktaşlarının toplam kütlesi, Dünyanın uydusu Ay'ın kütlesinin topu topu onda biri kadardır...
"YILDIZ KAYMASI"Dünyanın çekimine kapılarak, atmosferimize giren her boyuttan gök cismi (ister bir toz zerreciği, ister ****lik veya kayal bir göktaşı) yanarak yok olurken, arkasında bıraktığı ışıklı iz için "yıldız kaydı" deyimini yakıştırırız!... Aslında İngilizce terimlerde bile belli bir kavram kargaşası vardır. Genel çizgileriyle:Meteoroid: Toz zerreciklerinden astroidlere değin, yeryüzünün çekim alanına kapılan hertürlü gök cismi...
Meteorite: Bu "meteoroid" lerden, atmosferde tamamen yanıp yok olmaksızın yeryüzüne kadar ulaşabilen kaya veya ****l kütlesi... "Meteor taşı"...
Meteor: Dünyanın atmosferinde hızla yol alan bir "meteoroid" in tamamen yanıp yok olarak ışıklı bir iz bırakması şeklinde ortaya çıkan olay... Halk dilinde "yıldız kayması" deyimi ile bilinen ve çoğunlukla toz zerreciklerinin yanması ile oluşan olaylar bu grupta yer alır.
Günbegün, yaklaşık 3000 metrik ton toz zerreciği halinde uzay maddesi Dünya gezegeninin çekimine yakalanır.
Çoğu çakıl taşı iriliğindeki, kayal veya ****lik yapıda meteoroid'ler, Güneşin çevresinde çeşitli yörüngelerde çeşitli hızlarda dönerler. Bu hızın saniyede yaklaşık 42 kilometreye ulaşabildiği bilinmektedir.
En parlak "kayan yıldız" olayları ise "ateş topu" adıyla bilinir ve bir şimşeğin ardından gök gürlemesi niteliğindeki bir ses patlaması eşliğinde oluşur.
Gezegenimiz, dağılmış bir kuyruklu yıldızın döküntülerinin içinden geçerken, meteor ("kayan yıldız") olaylarında büyük bir artış olur ve bu fenomen "yıldız yağmuru" adıyla bilinir...

JÜPITER

Bu dev gezegen kendi ekseni çevresindeki turunu sadece 10 dünya saatinde tamamlar. Yani bir Jüpiter günü, bizim ölçülerimizle sadece 10 saattir... Bu müthiş hızından dolayı kutuplarda basık, ekvatorda ise şişkindir.

Güneşten aldığı ısının iki katını kendisi çevresine yayar, ki bu da kendi iç ısısı olduğunun göstergesidir. Çekirdek ısısının 20 bin derece santigrad dolayında olduğu hesaplanmaktadır.

Atmosferi hidrojen, helyum, sülfür ve azottan oluşuyor. Çekirdeğinde ise başlıca ****lik hidrojen bulunduğu düşünülüyor. Atmosferindeki kuşaklar doğudan batıya ve batıdan doğuya ardarda yön değiştirerek hareket ederler. Bu atmosfer içinde, Dünya'da oluşan örneklerine göre çok daha güçlü şimşek olaylarının yer aldığı bilinmektedir.

Jüpiter atmosferinde çembersel rüzgarlara işaret eden oval yapıda görünümler de vardır. Bunların en ünlüsü ise, 1600'lü yıllarda teleskobun icadından hemen sonra keşfedilmiş olan güney yarıküredeki Büyük Kırmızı Leke'dir. Bunun tayfun boyutlarında bir fırtına olduğu sanılmaktadır. Dünya gezegeninin iki kere sığacağı büyüklüktedir.

Jüpiterin en az onaltı uydusu vardır. Uyduların sayısı 28'in üzerinde olabilir.

Örneğin Amalthea uydusu üzerinde olsaydık, Jüpiterin gökyüzünün yarısını kaplayacak derecede yakınımızda olduğunu görürdük. Diğer bir uydu, Ganymede ise Güneş sistemindeki en büyük uydu olup, gerek Merkür gerekse Pluto gezegenlerinden bile daha büyüktür. Callisto, İo, ve Europa, Pluto'dan büyük, fakat Merkür gezegeninden küçüktürler.

Europa ise çoğunlukla su bazlı buzlarla kaplıdır ve Güneş sisteminde bilinen en pürüzsüz yüzeye sahiptir. 1 km'yi aşacak hiçbir yükseltiye rastlanmamıştır. Ancak buzlarla kaplı yüzeyinde boydan boya çizikler halinde çatlaklar görülür. Buz tabakasının altında sıvı halde sudan oluşan bir okyanus bulunduğunu düşünenler vardır.

Dünyamızın yaklaşık üçte biri büyüklüğündeki İo uydusuna gelince, kesinlikle Güneş sisteminde bilinen en aktif volkanik yapıya sahiptir. Aktif haldeki yanardağların varlığı, Voyager uzay aracı ile saptanmıştır. Dünyadan küçük olmasına karşın, çevresine Dünyanın iki katı ısı yayar. Bunun nedeni ise, Jüpiter'in çok büyük olan yerçekimi gücünün İo'da oluşturduğu sürekli "büzüşme" ve "genişleme" etkisi ile oluşan ısıdan kaynaklandığı düşünülmektedir. Volkanik aktivite bu ısı salınımının bir göstergesi olsa gerektir.
SATÜRN
Güneş sistemindeki dört büyük gezegenin (Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün) çevrelerinde kuşak sistemleri vardır. Ancak Satürn'ün kuşakları bunların en büyüğüdür, ve 1980'lere kadar diğerlerini çevreleyen kuşaklar henüz saptanmamıştı bile.

Öte yandan, Satürn'ün Güneş sistemindeki en düşük yoğunluğa sahip gezegen olduğunu daha önce not etmiştik. Kısacası, 0.69 g/cm3 yoğunluğu ile Satürn gezegenini suya batırmağa çalışsanız, batıramazdınız. Batmamakta direnir, suyun üzerinde mutlu mutlu yüzerdi...

Atmosferi hidrojen ve helyumdan oluşur. Gezegen, tıpkı Jüpiter gibi kendi ekseni çevresinde büyük bir hızla dönerken, atmosferindeki rüzgarlar saatte 1800 kilometre hızlara yükselir. Ve tabii ayrıca kutuplarda yassılaşma ve ekvatorda ise şişkinlik de vardır.

Çevresindeki kuşakların buz halinde su ve toz zerreciklerinden oluştukları ve birbirinden ayrı binlerce kuşak bulunduğu anlaşılıyor. Bu kuşakların herbirisinin kalınlığı 10 ila 100 metre arasında değişir, parlaklıkları da birbirinden farklıdır.

Saturn'ün uydusu Titan, Jüpiter'in Ganymede'sinden daha küçük olmakla beraber, yine de gerek Pluto gerekse Merkür gezegeninden daha büyüktür.
URANÜS
Uranüs 1781 yılında ünlü İngiliz astronom William Herschell tarafından keşfedilmişti. Herschell önceleri ona o zamanki kral III. George onuruna, "George" adını vermeyi düşünmüş... Bu adla anılan bir gezegene sahip olmak herhalde ilginç olurdu...

Tıpkı Jüpiter ve Satürn gibi, Uranüs ve Neptün'ün de atmosferleri başlıca hidrojen ve helyumdan oluşur. Ancak bu iki gezegendeki ****n gazı içeriği ilavesi ile bunlar mavimsi bir ışık yayarlar. (Çünkü ****n gazı kırmızı ışığı emer.)
Uranüs'ün en büyük özelliği ise, dönüş ekseninin yörüngesine 98 derece eğik olmasıdır. Öyle ki, dünyadan bakıldığında "yanlamasına" dönüyormuş görüntüsü verir ve hatta bazen, yörüngesindeki konumuna göre kutuplarından biri veya ötekisi dünyadan görülebilir.

Uranüsün 20'nin üzerinde uydusu saptanmıştır.
NEPTÜN
Neptün'ün keşfi, Uranüs yörüngesinin beklenen çizgide olmadığının farkedilmesi ve bir başka gök cisminin çekim gücü etkisinden şüphe edilmesi ile gerçekleşmiştir.

Neptün de, tıpkı kendisinden önceki üç büyük gezegen gibi, Güneşten aldığının iki katı enerjiyi çevresine yayar. Bu da kendi iç ısı kaynağı bulunduğunun kanıtıdır.

En az sekiz uydusu vardır. En büyükleri Triton olup, Pluto'dan büyük, fakat Merkür'den küçüktür. Triton'un yüzeyi kaya ve buzlarla kaplıdır ve yüzey ısısı -245 derece olarak ölçülmüştür. Azot ve ****ndan oluşan çok ince bir atmosferi vardır.
PLUTO
Ortalama olarak, Pluto'nun Güneşe olan uzaklığı Dünya-Güneş mesafesinin 40 katıdır. Başka bir deyişle, bir model kuracak olsaydık, Güneşi İzmir'e yerleştirirsek, Dünyamız yüz küsur kilometre uzaklıkta Salihli'yi biraz geçince yer alacak; Pluto'ya ulaşmak için ise o doğrultuda herhalde Dış Moğolistan'a filan gitmek zorunda kalacaktık...

Pluto'nun ekseni yörüngesine 122.5 derece eğik, Güneş çevresindeki yörüngesi ise ileri derecede elips şeklindedir. Yörüngesinin bu şeklinden dolayı, her 248 dünya yılı sürede bir 20 yıl süreyle Neptün'ün yörüngesi içine kayar!...

Pluto'nun uydusu Charon, kendisinin yarısı iriliğindedir. Bu yüzden kimi gökbilimciler bunu bir gezegen ve uydu ilişkisi saymaz; ikisini birlikte bir "ikili gezegen" oluşumu olarak görürler.

Spektroskopi çalışmaları, Pluto üzerinde donmuş ****n, Charon üzerinde ise donmuş su varlığı göstermiştir. Tıpkı Neptün'ün uydusu Triton gibi, Pluto'un atmosferi de azot ve ****ndan oluşur. Daha da ilginci, bu atmosfer Charon'u da içine alacak genişliktedir. Yani, bu iki gök cismi aynı atmosferi paylaşıyorlar demektir. Ancak, Pluto yörüngesi üzerinde Güneş'ten uzaklaştıkça, bu atmosfer yoğunlaşır ve donarak yüzeye yapışır...

KUYRUKLU YILDIZLAR
Türkçe'de "Kuyruklu yıldız" adını verdiğimiz ilginç gök cisimlerinin uluslararası terminolojideki karşılığı olan "comet / komet" sözcüğü, Latince "co****" dan gelir: "uzun saçlı" anlamındadır... İnsanların gökyüzüne baktıklarında farklı farklı şeyler gördüklerine daha önce de değinmiştik...

İlk öğrenmemiz gereken şey, tabiatıyla, "kuyruklu yıldız" ların birer "yıldız" olmadıklarıdır. Bizim gördüklerimiz, Güneş sisteminde uzun eliptik yörüngeler üzerinde dönen gök cisimleridir. Kendi ışıkları yoktur. Güneşten yansıttıkları ışınlar sayesinde görülürler.

Bilim adamları, kuyruklu yıldızların, Güneş sisteminin oluşumuna kucak açan anasal nebula'nın (bulutsu, izleyen sayfadaki bilgilere bknz.) yoğunlaşması sırasında ortaya çıkan döküntüler oldukları inancındadır.

Çoğunun, Güneş sistemimizi çevrelediği ve en yakın yıldız olan Alpha Centauri'ye olan uzaklığın yarısına kadar ulaştığına inanılan dev Oort Bulutu'ndan kaynaklandığı düşünülmektedir. Yaklaşık 100 milyona ulaşan sayıda "kuyruklu yıldız" ın, Güneşimizin çevresinde döndüğü varsayılmaktadır...

Genel kanıya göre, bir kuyruklu yıldız yapısında çekirdek donmuş su ve çeşitli gazlar ile toz zerrecikleri ve kayal maddelerden oluşur. Bu çekirdeğin çevresinde "coma / koma" adı verilen bulanık bir bulut yer alır. Çekirdek ve koma birlikte kuyruklu yıldızın "kafa" kısmını oluşturur.

Kometler arasında, Güneşin çevresinde eliptik bir yörüngede dönenler, Güneşe yaklaştıkça, ısının etkisiyle "kafa" kısmındaki toz ve gazlar çözülmeğe, koma kısmı büyümeğe başlar. Güneş rüzgarlarının etkisiyle, toz ve gazlar savrulmağa başlayarak "kuyruk" kısmını oluştururlar. Sonuçta, Güneşe yaklaşıldığı ölçüde kuyruk da uzadıkça uzar... Böyle bir "kuyruk" un 150 milyon kilometre uzunluğa erişebildiği biliniyor!...

(Güneş rüzgarı adı verilen fenomen, Güneşten gelen yüklü parçacıklar ve radyasyonun baskısı anlamındadır.)

Bir başka deyişle, Güneş sisteminin dış mekanlarında efendi efendi dönüp duran, yani iç mekanları merak edip yaklaşmayan "kuyruklu yıldız" ların kuyruğu muyruğu yoktur...

İlginç olan nokta, bir kuyruklu yıldızın Güneşe her yaklaşımında, kendisini oluşturan maddenin bir bölümünü kaybetmesidir. Sevgili Halley kuyruklu yıldızımız da dahil olmak üzere, eliptik yörünge çizerek Güneşe yaklaşmak cesareti gösteren bütün kuyruklu yıldızlar zaman içinde giderek eriyip yok olmağa mahkûmdurlar, demektir!...

Bir başka ilginç nokta ise şudur: Bir kuyruklu yıldızın kuyruğu daima Güneşe bakan yüzünün tersi yönde uzanır. Dolayısıyla, kuyruğunu arkasına alarak Güneşe yaklaşan bir kuyruklu yıldızda, Güneşten uzaklamağa başlayıca, bu kez kuyruk kafanın önünde gitmeğe başlar!...