PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : İstanbul Kiliseleri 3


Fırtına_
02-19-2009, 11:04
İstanbul’daki Bizans Kiliseleri

Grekçede toplantı anlamındaki “eclesia”sözcüğünden gelen kilise kavramı Hıristiyanlığın doğuşu ile başlamış,önce cemaatlerin toplandığı yerlerde sonra ise antik mabetlerde ibadet edilmeye başlanmıştır. Hıristiyanlık,İsa’nın kutsal yaşamını ve tanrısal görevini esas alan bir din haline gelmeye başladığında Roma İmparatorluğunun bir devamı olan Bizans Pagan inancında idi. Hıristiyanlığı kabul eden Bizans İmparatoru I.Konstantinus (306-337) 324 de İstanbulu başkent yapıp adını da ”Konstantinopolis” koyduğu bu şehirde büyük bir hızla inşaat faaliyetine girdi ve yapılan eserler arasında ilk kilise olan 12 Havari kilisesini inşa etti. Hz.İsa’nın 12 havarisine ithaf edilen bu kilise bugünkü Fatih Camiinin olduğu yerde eski bir pagan mabedinin kalıntıları yıktırılıp yerine yapılmıştır. I. Konstantinus bu kilisenin yanında kendisi ve oniki havariye ithaf ettiği boş lahitlerin bulunduğu bir Mauseleum’un inşaatına başlattı ise de 337 de Nikomedia (İzmit)da ölümüyle inşaatı tamamlayamadı. Cesedi kısa bir süre önce inşaatını tamamlattığı Aziz Akakios kilisesine götürüldü ve inşaat tamamlanınca da lahdi Havariyun kilisesine getirildi. yaptırtmış olduğu bu kiliseye getirildi ve orada gömüldü. 358 depreminde büyük zarar gören kiliseyi II. Konstantinus yeniden tamir ettirerek 370 de görkemli bir açılış yaptırdı. Oldukça dindar olan II. Konstantinus havarilerden Timotheus,Andreas ve Lukas’ın röliklerini buraya getirerek boş duran 12 lahitten üçünü doldurdu. Bu kilisenin görünüm ve planı bakımından en güvenilir kaynak olan Eusebios’a göre oldukça devasa boyutta tabandan tavana kadar da mermer kaplı imiş. I.Konstantinus’un yaptırdığı ve kilise ile onunla bağlantılı olan Mauselumu Justinyanus (527-565) genişletti ve içerisini İsa ve Meryem’in hayatını anlatan,altın yaldızlı mozaiklerle kaplattı. 869 daki deprem de çöken kubbeyi I.Basileus’un (868-886) onarttığını biliyoruz. 1010 senesindeki zelzelede tekrar kubbe çökmüş ve II. Basileus (976-1025) tarafından yenilenmiştir. Bizans İmparatorlarının gömüldüğü bu mauselum’a en son, İmparator VIII. Konstantin 1028 de gömülmüş ve bundan sonra da kompleksin çöküşü başlamıştır. Latin istilası sırasında tam bir soyguna uğrayan kilise 1296 depreminden de büyük zarar görünce terkedilmiştir. Fetih’den sonra çok harap durumda olan bu kilise Patrikhane’nin yönetimine verilir, 1456 da Patrikhane Pammakaristos Manastırına taşındığında çok harap durumdaki bu kiliseden arta kalanlar yıktırılarak yerine Fatih Camii’nin inşaatı başlatılmıştır. Hıristiyanlık IV.üncü yy. dan itibaren Bizans’da yerleşmeye başlamış ve Havariyun Kilisesini yeni birçok kilise inşaatı takip etmişse de bu ilk yapılardan günümüze bazı temel kalıntıları kalmıştır. Bizans döneminde İstanbul’da çok sayıda manastır ve kilisenin yapıldığı eski kaynaklarda yazılıdır. Ancak bunların büyük bir kısmı kendi devrinde yıkılmış ve harap olmuştur. Bu konudaki büyük araştırmaları olan tarihi topoğrafya uzmanı ve aynı zamanda rahip olan Raymond Janin (1882-1887) “ ...mahallelere,manastırlara ait veya özel olmak üzere 485 kilisenin mevcut olduğunu tesbit edebildik ki bunların adları eski metinlerden çıkarılmaktadır. Bunların çoğu kaybolmuştu. Öyle ki,1453 de İmparatorluk çöktüğünde bunlardan henüz hizmette olarak kalabilenlerin sayısı elliyi aşmıyordu. En hayret verici husus şudur ki 1453’de bunlardan onsekizinin kesin olarak faal durumda oldukları anlaşılmaktadır,” fetih sırasındaki durumu bu sözleri ile ifade etmektedir. Fetihten sonra sağlam olanların büyük bir kısmı camiye çevrilmiş olup bunlardan üçü Cumhuriyet döneminde Müze olarak (Ayasofya,Eirene,Kariye) kullanıma açılmış,bazıları Fatih’in fermanı ile Patrikhane’ye verilmiştir. yakın zamanlarda ise İmrahor ve Fethiye’nin paraklesion’u Müzeler Genel Müdürlüğüne bağlanmış olup özel izinle gezilebilmektedir. Bir kısım kilise arsası ve bakiyesi üzerine de sonradan Rum Kiliseleri inşa edilmiştir. Bizanslı tarihçi Dukas da 1390 da surların tamiri için gerekli taşın harap halde olan Azizler kilisesinden temin edildiğini yazar. İstanbul’daki yangın ve depremler neticesinde ayakta kalanların da telafi edilemeyecek zararlara uğramışlardır. Bir kısım yıkık küçük kilise ve şapellerin üzerlerine bazı kalan parçaları kullanılarak yeni mescidler inşa edilmiştir. Bunlara örnek olarak İsa Kapısı,Odalar,Buğdan şapeli, Kasım Ağa,Şüheda ve Hamza Paşa’yı gösterebiliriz. İstanbul’un büyük yangınları olan 1908,1911,1918 ve 1919 yangınları, 1894 depremi ve İstanbul’un imarında açılan caddeler sonunda Odalar,Sekbanbaşı,Balaban Ağa,Şeyh Murad,Toklu İbrahim Dede,Hıramî Ahmed Paşa, Acem Ağa,Hamza Paşa gibi Bizans isimleri tesbit edilemeyen binalar tamamen yok olmuştur. Mescid ve camiye çevrilenler ise tamir görüp tekrar ibadete açılmışlardır. Büyük Bizans kiliselerinin tamir edilip cami olarak ibadete açılması II. Bayezid (1481-1512) devrindedir. Bunların başlıcaları,Khora Manastırı (Kariye Camii).Konstantin Lips Kilisesi (Fenari İsa camii),Hosios Andreas Manastır kilisesi (Koca Mustafa Paşa Camii),Studios Bazilikası (İmrahor İlyas Bey Camii),Myrelaion Manastırı (Bodrum Camii),Sergios ve Bakhos Kilisesi (Küçük Ayasofya Camii) ‘dir. Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) zamanında anonim iki küçük şapel Sinan Paşa ve Ese Kapı mescidi adı ile ,tamir edilip ibadete açılmıştır. II.Selim (1566-1574) zamanında da Cibali’deki Hagia Theodosia Kilisesi Gül Camii adı ile tamir edilip ,birtakım ilavelerle cami haline getirilmiştir. III. Murad (1574-1595) de Fetihten sonra Patrikhane olarak kullanılan Pammakaristos Fethiye Camii adı ile ibadete açılır. Eski Bizans kiliselerinden camiye çevrilmeyenler ise Hagios Georgios Kyparesso (Patrikhane), Fener’deki Panaghiotissa (=Moukhliotissa) ve Heybeliada daki Panaghia ‘dır. Peribleptos manastırı ise Ermenilerin ibadetine verilmiş olup Sulu Manastır veya Surp Kevork kilisesi olarak isimlendirilmiştir.

Ahmet Paşa Mescidi /Trullo Manastırı (Fatih)
Çarşamba’da Fethiye Camiine yakın Koltukçu ve Beyceğiz sokaklarının çevrelediği alandadır. Bu mabedin Bizans dönemindeki Hagios İoannes Prodromos Trullo Manastırı olduğu iddia edilirse de Semavi Eyice bu binanın küçüklüğünden dolayı, içinde konsil törenlerinin geçtiği yazılı olan “Kubbe” anlamındaki Trullo Manastırı olamayacağını ileri sürmektedir. Binanın kesin yapım tarihi de bilinmemektedir. Fatih Sultan Mehmed İstanbulu fethettikten sonra patrikhaneye Pammakaristos kilisesini tahsis ettiğinde buradaki rahibelerin barınması için de bu küçük mescidin bir kadınlar manastırı şeklinde kullanılması için tahsis etmiştir. Bu tarihten itibaren bu kızlar manastırına “Büyük Saray” ‘ın kubbeli büyük salonlarından biri olduğu da ileri sürülen esas Trullo ile bir ilgisi olmamasına rağmen “Trullo Manastırı” denilmeye başlanmıştır. İnşaat tekniğine göre XI-XII yy. lara ait olan bu kilise 1586 ‘ya kadar Patrikhaneye bağlı kalmış ,Patrikhanenin Pammakaristos Manastırından taşınması üzerine de Vezir Hırami Ahmed Paşa tarafından camiye çevrilmiştir. Kilise kapalı Yunan Haçı planlıdır. Narteks üç bölümlü olup üzeri çapraz tonoz ile örtülüdür. Orta mekanın üzeri dört payenin taşıdığı etrafında yuvarlak kemerli pencerelerin açıldığı yüksek ve yuvarlak kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Yarım yuvarlak olan apsis üçüzlü pencerelidir. Apsisin iki yanında biri yonca,diğeri ise kare şeklinde küçük yuvarlak apsisli diakonikon ve prothezis hücreleri yer almaktadır. Binanın dış duvar örgüsü orta bizansda çok sık görülen tuğla taş karışımıdır. Camiye çevrildikten sonra narteksin güney duvarında bir kapı açılmış,birçok pencereler duvarla kapatılmış ve çatıya ahşap bir minare eklenmiştir. Cami 1930 da harap olduğu gerekçesiyle ibadete kapatılmış bu yüzden de hızla harap olmaya başlamıştır ve 1946 da da son cemaat yerine dönüştürülmüş olan narteks yıkılmıştı. 1966-68 yılları arasında Vakıflar Başmüdürlüğünce Y.Mimar İlban Öz’ün kontrolluğunda restorasyonu yapılmış ve tekrar ibadete açılmıştır.

Aya Eireni Kilisesi (Eminönü)
Topkapı Sarayı’nın dış avlusu içinde ve Sur-u Sultani’nin içinde olup fetihten sonra camiye çevrilmemiştir. Ayasofya’dan sonra Bizans’ın İstanbuldaki ikinci büyük kilisesidir. I. Konstantinus (324-337) burada daha evvelce var olan , Apollon,Afrodit ve Artemis’e atanmış bir Roma mabedinin üzerine inşa ettirmiştir. Bu ilk kilise 532 deki Nika isyanı sırasında yanmış ve I.Justinianus (527-565) Ayasofya’yı yaptırırken onunla beraber Aya Eireni de daha büyüterek piskoposluk binası olarak yeniden inşa ettirmiştir. 563 senesinde çıkan bir yangından zarar gören bina kısa zamanda yenilenmiş ve 588 de burada konsil toplantısı yapılmıştır. V inci Konstantin (741-775) 738 depreminden büyük zarar gören binayı tamir ettirmiş,yeni ilaveler yapmış ve bu arada hemen hemen tüm tavanı ve apsisleri fresk ve mozaiklerle süslemiştir. İkonaklazma (726-843) devrinde bu mozaik ve freskler sökülerek apsis yarım kubbesinin içindeki “Haç “ yapılmıştır. İkonaklast inanca göre Haç “İsa’yı sembolize eder. Onun insan gibi tasvir edilmemesi gerekmektedir. Apsis’deki bu haç üç kademe üzerinde çizilmiştir. Haçın altındaki bu üç basamaklı kademe İsa’nın çarmıha gerildiği “Golgotha Tepesi” ni sembolize etmektedir. IX. uncu yy. da bine yine depremden gördüğü tahribatın sonunda yenilenmiştir. İstanbul’un fethinden sonra burası cebehane olarak kullanılmış. III. Ahmed (1703-1730) zamanında ise Harbiye Nezaretinin silah ambarı olmuştur. Savaşlarda ele geçirilen silahlar buraya konularak kuzey yönündeki bir kapının üzerine de “Darü’l-esleha “( =Silahhane) yazılı 1726 tarihli bir kitabe konmuştur. Türkiye’deki ilk Müze Sultan Abdülmecid (1839-1861) zamanında Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa tarafından burada açılmıştır. Daha sonra Müze’deki arkeolojik eserler 1869 da Çinili Köşke taşınmış olup buradaki Eski Eserler Müzesinin açılışı 1880 de yapılmıştır. Aya Eirine de Askeri Müze olarak ziyarete açık kalmıştır. Harbiye’deki Askeri Müzenin fonksiyona geçmesinden sonra burası boşaltılmış olup 1939 da Ayasofya Müzesine bağlanmıştır. 1958,1961,1974-76 yıllarında ise kazı,tamir ve restorasyonlar yapılmıştır. 1983 deki “Anadolu Medeniyetleri Sergisi” dolayısıyla uzun müddettir kapalı olan bina temizlenip sergi ve konserlerin düzenlendiği bir mekan olmuştur. Günümüzde de bu işlevini sürdürmektedir.
İlk devir Bizans Mimarisi özelliklerini gösteren yapı üç nefli bazilika planından Kapalı Yunan Haçına geçişin tipik bir örneğidir. Burada zemin üç nefli bir bazilika,üst kat ise kapalı Yunan Haçı şeklindedir. Aya Eirini 100 x 32 m. lik ölçüsüyle devrinin en büyük yapılarından biridir. Orta mekanın üzeri 15 m. çapında,35 m. yüksekliğinde dört büyük fil payenin taşıdığı,içten yarım yuvarlak,dıştan ise yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Kubbe kasnağında bulunan yirmi pencerenin ondördü kubbeyi sağlamlaştırmak için sonradan tuğla ile örülerek kapatılmıştır. Orta kubbenin yanı başında,narteksin üzerini örten basık ve yayvan tonoz diyebileceğimiz ikinci bir kubbesi daha vardır. Bu ikisinin dışında kalan yerlerin üzerleri tonozlarla örtülüdür. Orta mekanın iki yanında üst katta sütunların taşıdığı galeriler bulunmaktadır. Bunlardan alt kattaki sütunlara karşılık üst kattakilerin taşıyıcı özelliği bulunmamaktadır. Orta mekanın doğusundaki apsis içeriden yarım daire şeklinde olup dışarıdan üç cephelidir. Cephelerinde birer penceresi olan apsis’in oldukça kalın duvarları arasına 1 m. genişliğinde .kemerli bir dehliz yerleştirilmiştir. Apsisdeki oturma kademeleri bu dehlizin üzerine oturtulmuştur. Orta apsis’in iki yanında ,kendi apsisleri olan diakonikon ve prothezis hücreleri yer almaktadır. Binaya giriş narteksdeki beş kapıdan sağlanıyordu,bugün bu kapılardan üçü mevcuttur. Günümüzde giriş kuzey yönünde sonradan açılmış bir kapı ile sağlanmaktadır. Duvarlarında görülen zıvana deliklerinden içerisinin belirli bir yüksekliğe kadar evvelce mermer ile kaplı olduğunu bazı araştırıcılar iddia etmektedirler. Atrium’un köşesindeki iki porfir lahitin Fatih Camii yapılırken,Havariyun kilisesinden çıkarılıp buraya getirildiği söylenmektedir.

Aya Sofya Kilisesi (Eminönü)
Bkz. İstanbul Müzeleri .

Ayios Polieuktos Kilisesi (Fatih)
1964 de başlayan Saraçhane kazılarında temelleri ve duvarlarının alt kısmı ortaya çıkarılmış olan bu kilise, son Batı Roma İmparatoru olan Anikius Olybrius’un kızı Aniika Juliana tarafından , Malatya’da öldürülen Romalı asker Poliektus’un anısına 524-527 de yaptırıldığı temel kazısı sırasında çıkarılan bir kitabeden anlaşılmaktadır. XII. inci yy.a kadar kullanıldığı anlaşılan bu kilise,Lâtin istilası sırasında büyük tahrip görmüş olup birçok parçaları İtalya’ya götürülmüştür. Sütun başlıkları ve payeleri Venedik’deki San Marco kilisesinin inşaatında kullanılmıştır. Plan şeması kapalı yunan haçı tipindedir. Orta mekanın üzeri kubbe ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır. Apsis’in içinde sintronon basamakları mevcuttur. Kazılarda çıkan parçalardan bu kilisenin olağanüstü bir bezemeye sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Atik Mustafa Paşa /Hagia Thekla (Fatih))
Ayvansaraydadır. Bu binanın önceleri havarilerden Markos ve Petros’a ithaf edilmiş V. inci yy. a ait bir kilise olduğu ileri sürülmüşse de sonradan İmparator Theophilos (829-842) ‘un kızı olup,sonraki yıllarda azize kabul edilen Thekla’nın adına yaptırdığı kilise olduğu iddia edilmiş ve bu hipotezin daha doğru olduğu kabul edilmiştir. Aslında her iki hipotez de tam anlamıyla ispat edilememiştir. 1059 da II. İsaakios Komnenos’un bu kiliseyi önemli ölçüde tamir ettirip genişlettiğini Anna Komnena’nın “Aleksiad” isimli kitabından öğrenmekteyiz. Fetih sırasındaki durumu hakkında bir bilgimiz yoktur. Bina II. Bayezıd ‘ın sadrazamı olup 1512’de Yavuz Sultan Selim’in idam ettirdiği Koca Mustafa Paşa tarafından camiye çevrildiği kayıtlardan anlaşılmaktadır.1729 yılındaki Balat yangınında bina büyük zarar görür ve yeniden onarılır. 1894 depremi bu binayı da etkilemiş ve 1906 yılına kadar boş bırakılmış ve bu tamirden sonra tekrar cami olarak işlevini sürdürmeye devam etmiştir. 1922 de tekrar bir onarım görür. Halen cami olarak kullanılmaktadır.
Kilisenin planı Orta Bizans devrinin çok sevilen tipi olan kapalı Yunan Haçı şeklindedir. Ortada dört kalın sütun üzerine kubbe oturmakta idi. Bu kubbe Türk devri tamirlerinde kaldırılmış ve yerine Türk mimarisinde görülen örtü sistemi uygulanarak basık kubbe yapılmış ve yeni pencereler açılmıştır. Apsis içeriden yuvarlak dışarıdan ise üç köşeli olup her iki yanında da yuvarlak küçük apsisleri olan diakonikon ve prothezis hücreleri vardır. Bina camiye çevrilirken minrabın aksı farklı olduğu için apsis bozulmuş ve içine,burada öldüğü ve gömüldüğüne inanılan , Peygamberin sehabelerinden Câbir’in makam kabri yapılmıştır. Narteks bölümünden günümüze hiçbir parça gelmemiştir. Bilinmeyen bir tarihte tamamen yıkılmış olduğunu tahmin ettiğimiz bu bölüme bugün mimari hiçbir değeri olmayan bir son cemaat yeri eklenmiştir. 1957 de burada çalışmalar yapan Amerikan Bizans Enstitüsü,binanın güney cephesinde badana ve sıvaların altında kalmış bazı aziz resimlerini bulmuşlardır. Bunlar hekim azizlerden Kosmos ve Damianus ile baş melek Mikael’dir. Üzerleri tahta ile kapatılan bu fresklerin bugünkü durumunu bilemiyoruz.

Ayia Euphemia Martyrionu (Eminönü)
Sultanahmet’de Hipodromda,Adliye Sarayı’nın destek duvarının altında bu kiliseden kalma kalıntılar mevcuttur. Burada, İmparator II. Theodosios (408-450) zamanında sarayın Baş Mabeynicisi olan Pers asıllı Prapositus Sacri Cubiculi Antiochos ‘un dört ayrı yapı topluluğundan meydana gelen sarayı vardı. Daha sonra gözden düşen Antiochos’un mallarına el konulur ve sarayının kabul salonu da İmparator’un kız kardeşi dindar Pulcheria tarafından kiliseye çevrilir. 615 de Khalkedonya (Kadıköy) metropolitanlığı, 16 Eylül 307 de Khalkedon’da Romalılar tarafından büyük işkenceler gördükten sonra öldürülen, ilk hırıstiyanlardan olup sonradan azize kabul edilen Euphemia’nın röliklerini kendi adına inşa edilen ve muhtemelen Yeldeğirmeni’nin sırtlarında olduğu tahmin edilen kilisesinden buraya getirtir. Rölikler bu kilisenin apsisinin önüne yapılan bir lahide yerleştirilir ve bu tarihten sonra da burası Euphemia Martyrionu adını alır. 796 da İmparatoriçe Eirene bu Martyrionu restore ettirir ve içerisine Azize’nin hayatını ve gördüğü işkenceleri anlatan fresklerle süsler.20 Ağustos 1203 deki Mese (Divanyolu) yangınında büyük zarar gören kısa sürede tamir edilir ve içerisindeki freskler yenilenir. Fetihten sonra azizenin rölikleri Patriklik kilisesi olan Pammakaristos’a taşınmıştır. Bir iddiaya göre de buradan da Roma’ya götürülmüştür. Martyrion ve saray zamanla tahrip olmuş ve 1522 de İbrahim paşa sarayı yapılırken sarayın büyük bir bölümü bu inşaatın içinde kalmıştır. Nur-u Osmaniye camii yapılırken temellerinden çıkarılan toprak artık yıkılmış olan bu kilisenin arazisi üzerine boşaltılmış,taş ve mermer inşaat malzemesi de yakınındaki Server Dede türbesinin inşaatında kullanılmıştır. 1939 da Hipodromun kuzey-batısına Adliye Sarayı yapılırken bu Martyrion’un duvarları ve fresklerinden bazı parçalar ortaya çıkmıştır.1964 de İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Alman Arkeoloji Enstitüsünün ortak kazı çalışmalarında bu binanın kuzey-doğu köşesinde 12 köşeli plâna sahip iki mausoleum bulunmuştur. Bu bina altıgen bir plana sahip olup her duvara yarım yuvarlak bir niş açılmıştır. Üzerinin kubbe ile örtülü olduğu çıkan parçalardan dolayı ileri sürülür. Duvarlar son derece kalın olup alt kısımları masif taş bloklardan inşa edilmiştir. Azizenin hayatını anlatan fresklerden kalan 14 parça günümüze ulaşmıştır. Son derece bozuluş olmalarına rağmen azize’nin doğumu,yargılanması işkence sahneleri ve öldürüldükten sonra bedenin testere ile kesilmesi ile azizenin “kan” mucizesini gösteren sahneler duvarlara işlenmiştir. Günümüzde burası kapalı olup İstanbul Arkeoloji Müzelerine bağlıdır. Türk-İslâm Eserleri Müzesi ile Adliye Sarayı arasındaki parkın içinde bu kilisenin rahiplerin dini toplantılarda,oturdukları yuvarlak apsis’in içindeki synthronom basamakları ve bazı duvar parçaları bulunmaktadır.

Bodrum (Mesih Paşa) Camii/ Myralion Manastırı (Eminönü)
Laleli’de Sait Efendi Sokağındadır. I. Romanos Lekapenos (920-944) ,VIII. inci yy. da burada var olan bir kilisenin yıkıntısı üzerine yaptırdığı özel sarayını daha sonra bir manastıra dönüştürerek Myralion adını verir. İmparator bu manastırın altında bir de bodrum yaptırarak burasının aile mezarı olarak kullanılmasını istemiştir. Nitekim 922 de ölen karısı Theodora ve 932 de ölen büyük oğlu Kristoforos buraya gömülmüşlerdir. I. Romanos tahttan indirilip Kınalıada’da yaşadığı sürgün’de 948 ‘de ölünce vasiyeti gereği karısı ve kızının yanına buraya gömülür. Daha sonra VII. Konstantin ile evlenen kızı Helena’da 961 de ölünce ailesinin yanına gömülür ve böylece aile mezarlığı tamamlanmış olur. II. Romanos (959-963) kız kardeşi Anna’yı bu manastıra kapattırmış, daha sonra da prenses burada rahibe olarak ömrünü tamamlamıştır. I. İsaakios Komnenos (1057-1059) tahttan indirilince karısı Katerina ve kızı Maria da bu manastıra rahibe olarak girmişlerdir. Orta Bizans dönemine ait bu manastırdan günümüze sadece bir duvar parçası gelebilmiş kilise ise II. Bayezid (1481-1512)’ ın sadrazamı Mesih Paşa tarafından camiye çevrilmiştir. kilisenin dış duvarları taş tuğla karışımı yapılmış olup kapalı Yunan Haçı plânlıdır. Ortadaki sütunların taşıdığı orta kubbe etrafı pencereli yüksek bir kasnak üzerindedir. Bu kubbeyi dört tarafından dört beşik tonoz destekleyerek orta mekanda bir yunan haçını oluştururlar. Batıdaki üç bölümlü narteksden Naos’a geçilir. Naos’un doğu yanı dışarıya doğru üç cephelik bir çıkıntı yapan bir apsis içten yarım yuvarlaktır. Bu apsis’in iki yanında yonca planlı pastoforion hücreleri yer alır.
1911 deki Mercan’dan Laleliye kadar uzanan büyük yangında harap olan bina uzun müddet kullanılmamış ve adeta yıkılmaya yüz tutmuşken 1950 ve 1965 de çevresi temizlenmiş ve restorasyon çalışmaları yapılmıştır. 1985 de ise Vakıfla Bölge Müdürlüğü tarafından onarılarak tekrar cami olarak hizmete açılmıştır.

Ese Kapısı (İsa bey) Mescidi (Fatih)
Cerrahpaşa’da,Kocamustafapaşa’ya uzanan caddenin kenarındadır. Bizans devrindeki adı bilinmeyen bu küçük tek nefli bazilika planındaki kilise 1509 depreminde tamamen yıkılmış olup Hadım İbrahim Paşa tarafından 1560 da kalan duvar parçaları üzerine Cami yapılmış ve Mimar Sinan tarafından etrafına bir de medrese inşa edilmiştir. 1894 zelzelesinde yıkılmış olan bu yapı gurubu büyük ölçüde zarar görmüş olup günümüze kadar da onarılmamıştır. Bugün Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastahanesinin Adli Tıp bölümünün sınırları içinde kalmaktadır. Günümüze bu kilisenin güney ve kuzey duvarlarından bazı kısımlar ile bemanın bir bölümü kalmıştır.

Eski İmaret /Pantepoptes Kilisesi (Fatih)
Fatih’in Haydar Mahallesinde, Haydar Cad. ile Astar sokağının arkasında Haliç’e nazır dik bir yokuş üzerindedir. Bizans İmparatoru I.Aleksios Komnenos (1081-1118)’un annesi Anna Komnena tarafından ,her şeyi gören İsa’ya (Pantepoptes) ithaf edilerek 1081-1087 yıllarında inşa edilmiştir. Anna Komnena 1100 yıllarında bu manastırda inzivaya çekilir ve kısa bir müddet sonra burada ölür. II. Aleksios Komnenos (1180-1183) kendisine karşı yapılan bir ayaklanmadan sorumlu tuttuğu Patrik Teodosios Boradiotes’i bu manastıra kapatmıştır. I.Andronikos Komnenos ise (1183-1185) kumandanlarından Andronikos Lepardes’in gözlerine mil çektirip kör ettikten sonra yine bu manastıra kapatmıştır. Fetihden sonra Fatih Pantepeptos Manastırını İmaret (zaviye) ve medreseye,kiliseyi de camiye dönüştürmüştür. Bu fonksiyon Fatih Camii yapılana kadar devam etmiştir. 1918 yılındaki büyük yangından burası da etkilenir ve uzun müddet bakımsız kalır. 1954 de özel bir Kuran kursuna tahsis edilen bina içeride bir takım değişikliklere uğramıştır. Daha sonraları boşaltılan binayı 1970 li yıllarda Y.Mimar Fikret Çuhadaroğlu tarafından restorasyonu yapılarak günümüzdeki durumu sağlanmıştır.
İnşaat sırasında düzgün bir zemin sağlamak için binanın altına yapının ölçülerinde sonradan sarnıca dönüştürülen bir mahzen yapılmıştır. Kapalı Yunan Haçı plânında inşa edilmiş olan kilisenin orta mekanını dört fil payeye oturan etrafında yuvarlak kemerli pencerelerin açıldığı yüksek kasnaklı bir kubbe örter. Bu kubbenin dalgalı mahyasının üzerine oturan kubbe kiremit ile kaplıdır. Dışarıya köşeli olarak uzanan apsis içeriden yuvarlaktır. Apsisin iki yanında ise üzerleri çapraz tonoz ile örtülü ve kendi apsisleri olan diakonikon ve prothesis hücreleri bulunmaktadır. İç ve dış nartekslerin üzerleri çapraz tonozdur. İç narteksin üzerinde dışarıya sütunlarla açılan bir galeri mevcuttur. Kiliseye bitişik olan manastırdan ise günümüze hiçbir kalıntı gelememiştir.

Fenari İsa/Konstantin Lips Manastırı (Eminönü)
Aksaray’da Vatan caddesi üzerindedir. Geç Roma dönemine ait bir mezarlık arazisinin üzerine İmparator VI. Leon (886-912) döneminde donanma komutanı Konstantin Lips tarafından Thotokos (Tanrıyı karnında taşıyan,kutsal batın) Meryem’e ithaf edilerek yaptırılmıştır. “Moni tu Libos” olarak isimlendirilmiş olan manastır Haziran 907 de görkemli bir törenle açılmıştır. Latin istilasinden sonra kilise ve manastır VIII. Mihail Paleologos (1261-1282) zamanında yeniden önem kazanır ve İmparatorun ölümünden sonra eşi Teodora mevcut kilisenin güney duvarına bitişik olarak İoannes Prodromos’a atadığı ikinci bir kilise yaptırarak manastırı da ihya eder. Adeta bir aile mezarlığı olan düşünülen bu yapı kompleksine İmparatoriçe 1303 de ölen Teodora, annesi , 1295 de ölen kızı Eudoksia, 1306 da ölen oğlu Konstantinos, 1328 de ölen İmparator II. Andronikos, III. Andronikos’un 1324 de ölen eşi Eirene ve VIII. İoannes Palaiologos(1425-1448)’un eşi Anna buraya gömülmüşlerdir. Kilisenin batı ve güney tarafını saran “L” biçimli ek bina da XIV. üncü yy. da inşa edilerek kompleks daha da büyütülmüştür. Fetihten sonra terk edilen kilise II. Bayezıd zamanında Osmanlı ulemâ ailesi olan Fenârizâdelerden Alaeddin Ali Efendi tarafından güneydeki kilise mescide,manastır da zaviyeye çevrilmiştir. Bu sırada dış narteksin güneydoğu köşesine bir minare ve güney kiliseye de mihrap yapılmıştır. 1633 de bu bölgede çıkan yangın sonucunda harap olan külliyeyi 1636 da Sadrazam Bayram Paşa tamir ettirmiştir. Bir müddet sonra da manastır hücreleri Halveti tekkesi olmuştur. Bu tekkenin ilk şeyhi olan İsa el-Mahvî’nin ismine izafeten de Fenari İsa denilmeye başlanmıştır. 1831 de Mihrişah Valde’nin vakfından olması dolayısıyla tekrar bir onarım geçirir. 1918 deki yangında ne yazık ki bir daha yanar ve uzun yıllar metruk halde kalır. 1929 da burada bazı arkeolojik araştırmalar yapılırken bulunan taşa kakma şeklinde yapılmış Ayia Eudoksia ikonası Arkeoloji Müzesine kaldırılmıştır. 1947 de bina olarak Ayasofya Müzesine bağlanır. Daha sonra Vakıflar Başmüdürlüğüne bağlanan bina 1960 yılında önemli bir restorasyon çalışması geçirir.
Konstantin Lips Manastırı kısa devir farklarıyla yapılmış birbirine bitişik üç bölümden meydana gelmektedir. Kapalı Yunan haçı plânlı beş bölümden meydana gelen birinci kilisede devşirme olarak mezarlıktaki mermer lahit parçaları bolca kullanılmıştır. 1633 yılında geçirdiği yangında muhtemelen yunan haçının meydana getiren dört taşıyıcı sütun çatlamış olduğundan binanın üst yapısını destekleyen ,kesme taştan iki büyük kemer inşa edilmiştir. Dışarı taşkın olan apsis’in üzerinde dolaşan mermer silmedeki Grekçe kitabede kilisenin Meryem’e ithaf edildiği yazılıdır. Esas Apsis’in iki yanında dışarıya yuvarlak kemerli uzun pencerelerle açılan kendi küçük apsisleri olan iki hücre bulunmaktadır. Evvelce esas mekanın güney tarafındaki ahşap bir merdivenle kubbenin dışına çıkılmaktaydı. Burada daha evvelce hiçbir Bizans kilisesinde rastlanmayan , kubbenin dört tarafında dört küçük şapel bulunmaktadır. 1929 daki bu binadaki çalışmalarda bu hücrelerin birinde Azize Eudoksiya’nın bir ikonası bulunmuş ve Arkeoloji Müzesine gönderilmiştir. Ioannes Prodromos’a atanan VIII. Mihail Paleologos’un eşi Teodora tarafından yaptırılan ikinci kilise son Bizans döneminin kullanılan plân tiplerinden olan “Dehlizli tip” olarak inşa edilmiştir. Kare bir kitle halindeki orta mekânın üzeri kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Bu kubbe 1831 deki tamirde değiştirilerek Osmanlı mimari tipine uygun bir kubbeye dönüştürülmüştür. Dış cephe XIII-XIV yy.da Bizans sanatında çok kullanılan tuğla bezemelerle inşa edilerek süslenmiştir. Her iki binayı da “L” şeklindeki sonradan eklenen Paraklesion ‘un aeltındaki dehlizde toplam sayısı 20 yi bulan lahit bulunmakta iken bunların büyük kısmı binanın boş kaldığı 1930-1960 yılları arasında muhtemelen define arayanlar tarafından parçalanmış ve büyük kısmı yok olmuştur.

Fethiye/ Pammakaristos Manastırı (Fatih)
Çarşamba semtindeki bu yapı grubu yanyana biri küçük iki kiliseden meydana gelmiştir. XIII.üncü yy. sonunda Bizans sarayının ileri gelenlerinden Mihail Glabes Tarkaniotes tarafından daha evvel burada mevcut olan ve İoannes Komnenos’un karısı Anna Dukaina’nın yaptırıp sonra yıkılan kilise üzerine yaptırılmıştır. Binanın cephesini süsleyen bir frizin üzerindeki manzum kitabede Tarkaniotes’in adı açıkça yazılıdır. Mihail Tarkaniotes bu manastır ve kiliseyi 1293 den önce tamamlamış olmalıdır,zira bu manastıra rahip olarak atanan rahip Kosmos 1294 de XII. Ioannes adı ile Patrik olmuştur. 1310-15 yıllarında Tarnaniotes’in ölümünden sonra eşi Maria Dukaena kilisenin güney kısmına mezar kilisesi olarak kullanılmak üzere bir paraklesion yaptırır. İstanbul’un fethinden sonra Patrik II. Gennadios tarafından Patriklik makamı olarak seçilir ve Havariyun kilisesinden buraya taşınılır. Patrikhane olarak kullanıldığı dönemde kompleks büyük ölçüde genişletilir,yemekhane,fırın,mutfak ve hücreler ilave edilir ve çevre duvarları yenilenir. Bu dönemde Azize Euphemia,Salome,İoannes Khrysostomos’un rölikleri ile İmparator I. Aleksios Komnenos’un kemikleri Pantokrator kilisesinden buraya getirilir. Patrikhane buradan Ayi Dimitri kilisesine oradan da 1612 ‘de şimdiki yeri olan Aya Yorgi’ye taşınmıştır. XVI. ıncı yy. sonunda boşaltılan manastır III. Murad (1574-1595) tarafından camiye çevrilir ve “Fethiye Camii” adını alır. Saray Mimarı Dalgıç Ahmed Apsis’in şeklini mihrabın yönüne uygulayabilmek için değiştirir ve ileriye doğru köşeli bir çıkıntı yaparak mihrabı buraya yerleştirerek üzerini küçük bir kubbe ile örter. Bu değişim sırasında apsisdeki freskler yok olur. Esas girişi yanına da bir minare yapılır.1641 deki yangında zarar görürse de hemen onarılır.1845-46 da Sultan Abdülmecid (1839-1861) tarafından tekrar tamir ettirilir. 1938 den sonra Vakıflar Başmüdürlüğü tarafından önemli bir onarım ve tamir çalışmaları Y.Mimar Süreyya Yücel’in yönetiminde yapılır. Bu restorasyonda kilisenin mozaik ve freskler üstlerindeki sıva tabakaları temizlenerek ortaya çıkarılır. Kubbeden içeriye rutubet girdiğinden bütün kubbe kurşunları yenilenir.Bu çalışmalar süresince de bina ibadete kapatılır. 1960 da Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından tekrar bir onarım görür mozaik ve fresk restorasyonu yapılarak, Osmanlı döneminde yapılan kemer sökülür yerine orijinalinde olduğu gibi sütunlar yerleştirilir. Bu bölüm bu restorasyon çalışmasından sonra Ayasofya Müzesine bağlanır,esas bina da cami olarak tekrar ibadete açılır.
Pammakaristos manastırı kilisesi Kapalı Yunan Haçı planında bir yapı olup üç nefli üzeri çapraz tonozlu bir naos’dan orta mekana geçilir. Naos’daki sütunların yerini Osmanlı devrinde camiye çevrilirken kaldırılıp binayı sağlamlaştırmak için altı köşeli payeler almıştır. Orta mekandaki dört büyük sütunun üzerini etrafına 12 pencere açılmış olan yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir. Orta mekanı örten 5 m. çapındaki kubbe dört kemerin üzerine oturan dört pantantifle taşınmaktadır. Kubbe kasnağı dıştan,ince yarım sütun demetlerine binen kademeli kemerler ve dalgalı testere dişli tuğla kornişlerle süslenmiştir. 1949 da yapılan çalışmalarda naos’un altında 28 sütunlu bir sarnıç çıkartılmıştır.
Mikhael Glabas’ın karısı Maria tarafından yaptırılan ,büyük kilisenin güney tarafına yapıştırılmış olan ikinci şapelin planı kapalı Yunan haçı şeklindedir. Narteks’in üzeri 2.30 metre çapında bir kubbe ile örtülüdür. Yarım yuvarlak apsis’in iki yanında iki küçük hücre vardır. Orta mekanın üzeri yine etrafına sekiz pencere açılmış yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Kubbenin içinde ortada pantokrator İsa yan taraflarda ise Tevrat Peygamberlerinin resmedildiği mozaikler süsler. Cami olduğu devirde bu mozaikler tahrip edilmemiş ve üzerleri kapatılmıştır. Apsis yarım kubbesinin içinde ise ortada İsa bir tarafında Meryem diğer tarafında da Vaftizci Yahya’nın resmedildiği mozaik vardır. Kemer ve tonozlarda ise çeşitli azizler resmedilmiştir. Binanın cephesi son devir Bizans mimarisinde çok sevilen bir sistem olan dekoratif tuğla örgüdür. Cephe pencere ve sağır kemerlerle hareketlendirilmiştir.

Gül Camii/Hagia Theodosia (Eminönü)
Haliç kıyısında Ayakapı’da yüksekçe bir tepe üzerindedir. Yapının ilk yapılışı hakkında çeşitli görüşlerin olması ve sonradan birtakım ilaveler görmüş olmasından dolayı problemli bir yapıdır. Bizans tarihçisi J.Pargoire’e göre I. Basileios (867-886) zamanında burada daha eski bir tarihte yapılmış bir kilisenin üzerine yapıldığı ve Ayia Eufemia’ya ithaf edildiğini,sonra Latin istilasından sonra adının Azize Theodosia olarak anıldığını söyler. Bu azize İkonoklazma döneminde Büyük Saray’ın Khalke kapısı üzerindeki İsa ikonasının indirilmesini önlemek isterken burada ölmüş ve sonra da azize mertebesine yükseltilmiştir. Azize bu kiliseye gömülmüş olup hastalıklarından şifa bulmak isteyenler ve Bizans’a gelen hacılar ve seyyahlar tarafından devamlı ziyaret edilmiştir. Azizenin yortu günü olan 29 Mayıs’da İstanbula giren askerler bu kiliseyi güllerle donatılmış görünce ona “Gül” ismini yakıştırmışlarsa da bu rivayet oldukça şüphelidir. Bir kenkt istila edilirken halkının can derdine düşmesi yerine kiliseyi güllerle donatmaları insan aklına abes gelmektedir. Bir rivayet de bu binada “Gül Baba” isminde bir yatırın olduğu yolundadır. Fetihten sonra kilisenin alt katındaki mahzen Haliç’deki gemilerin malzemelerinin deposu olarak kullanılmıştır. Kilisenin ne zaman camiye çevrildiği de tartışmalıdır. 1546 Vakıflar Tahrir defterinde buradan “Cami-i Gül” diye bahsedilmesi bu tarihten evvel camiye çevrildiğini gösterir. II. Selim zamanında Hasan Paşa tarafından binaya minare eklenmiştir. 1633 de burada çıkan yangında büyük zarar gören bina tamir edilmişse de en büyük onarım II. Mahmud (1808-1839) zamanında yapılmıştır. Son derece yüksek adeta bir kale gibi inşa edilmiş olan bu kilise altında bir bodrumu olan kapalı yunan haçı planındadır. Narteks’in sadece bir duvarı kalmıştır. Esas mekan içeriden beşik tonoz dışarıdan ise kubbe ile örtülüdür. Ortadaki ana kubbeyi taşıyan dört masif payenin taşıdığı kemerler Türk devrine aittir. Dışarıya taşkın olan apsis pencere ve kemerlerle hareketlendirilmiş olup iki yanda da aynı şekilde iki küçük apsisi vardır. Günümüzdeki kubbeleri Osmanlı dönemine aittir. Dış cephedeki tuğla örgüsü ve aralarındaki sağır sütuncuk ve kemerler tipik Bizans karakterini taşımaktadır. İç duvarlarında Bizans devrine ait bir süsleme görülmemektedir. Bugün bütün iç yüzeyler sıva ile kapatılmış olup üzerlerine kalem işi tezyinat yapılmıştır.

Hagia Panaghia Kamariotissa Kilisesi (Heybeli Ada)
Heybeliada’da şimdi deniz kuvvetlerine ait olan binanın iç avlusundadır. VIII. İoannes Palaiologos’un (1425-1448) üçüncü karısı Trabzon Prensesi Maria Komnena tarafından 1672 de yanan Kamariotissa manastırının yerinde yaptırılmıştır. 18. inci yy. sonlarında harap olan bu şapelin yıkıntıları arasında İoannes Palaiologos’un adını veren bir kitabe bulunmuştur. Bu manastırın önemi İstanbul’un fethinden önce Bizansın yaptırdığı son kilise olmasıdır. Son devir Bizans mimarisinin plan tipi olan yonca tipinde tetrakonkhos planındadır. Orta mekandaki kare bölüm dört kemerle kubbeli bir apsis’e açılmaktadır,doğu tarafındaki kemer bema kısmını örten bir beşik tonoz halinde uzatılarak apsisle birleşir. Bema’nın iki yanında ise müstakil birer minik şapel şeklinde prothezis ve diakonikon hücreleri vardır. Binanın üzeri kavisli pencereli,sekizgen ,gayet yüksek bir kasnağa sahip bir kubbe ile örtülüdür. Kilisenin solundaki apsis’in içinde 16. ıncı yy. a ait bir çini pano bulunmaktadır.

İmrahor İlyas Bey /Studios Manastırı (Fatih)
Yedikule ile Samatya arasında, ana caddenin hemen arkasındaki bu manastır ve kilise İstanbul’daki en eski Bizans dini yapısı olması bakımından önemi büyüktür. Vaftizci Yahya’ya (İoannes Prodromos) ithaf edilmiş bu yapıyı Konsül Studios 454 de kendi mülkü olan arazi üzerinde yaptırmıştır. Bu manastırda yaşayan keşişlere,nöbetleşe olarak gece-gündüz ayin yapmalarından ötürü uykusuzlar (akometoi) denilmiştir. Bu manastır ve kilisenin en büyük şöhreti sonradan aziz ilan edilen Theodoros Studites’in (798-826) buraya baş keşiş olması ile başlar. 700 kadar keşişin içinde yaşadığı bu manastır devrinin en büyük teoloji merkezi idi. Bu manastırda hazırlanan ikonalar,minyatürler ve el yazmalarının kültür tarihinde çok önemli bir yeri vardır. Bizans İmparatorlarının törenlerde Altın Kapı’dan geçtikten sonra bu kapının iç tarafında bulunan bu kilisede ibadet etmeleri bir Bizans geleneği olarak Fetihe kadar sürmüştür. Latin istilasına kadar da kilisenin günü olan 29 Agustos’da bütün saray halkı burada toplanarak ibadet ederlerdi. Ayrıca zor duruma düşen Bizansın ileri gelenleri de canlarını kurtarmak için bu manastıra sığınırlardı. Hatta buraya üç İmparator da sığınmıştır, Bunlar V. Mikhael (1041-1042) ,I. Isaakios Komnenıos (1057-1059) ve Malazgirt savaşında Alpaslan’a yenilen IV. Romanos Diogenes (1068-1071) dir. Latin istilası sırasında tahrip olan ve içindeki çok değerli eşyaların çalındığı bu kilise ve manastırı II. Andronikos Palaiologos’un kardeşi Konstantinos Palaiologos 1293 de tamir ettirip etrafını da yüksek bir duvarla çevirerek eski ihtişamına kavuşturmuştur. Fetihten sonra kapatılan bu manastırın kilisesini II. Bayezid’in İmrahoru İlyas Bey Camiye çevirerek etrafına ona akar sağlamak için Langa’da bir hamam ve dükkanlar yaptırarak Vakıf kurar ve bu devirden sonra da onun ismiyle anılmaya başlar. 1782 deki büyük Samatya yangınında büyük zarar gören binayı III. Selim (1789-1807)’in harem hazinedarlarından Nazperver Kadın tamir ettirir ve kendi adının yazıldığı bir tamir kitabesi koyar. 1894 depreminde zarar gören bina 1908 de çatısının kar birikmesinden dolayı çöker 1920 de büyük bir yangın geçirir ve kendine akar olan hamam ve dükkanlar da yanar bir daha da onarım görmez,sadece son cemaat yerinin sol tarafı kapatılarak küçük bir mescit haline getirilir ve bina Ayasofya Müzesine bağlanana kadar bu işlevi sürdürür.
Studios Manastırı kilisesi hıristiyanlığın ilk dönemlerinde yapılan bazilikaların helenistik tipinin bir örneğidir. Kuzey duvarı kısmen duran,bizans devrine ait olan narteks avluya dört mermer sütunlu bir revak ile açılmaktadır. Evvelce bu narteksin iki yanında yukarı kata çıkışı sağlayan merdivenlerin bulunduğu duvardaki izlerden anlaşılmaktadır. Narteks’den ana mekana üç kapı ile geçilmekte idi. Orta mekan her sırada yedişer tane olmak üzere yeşil breşten yapılmış sütunlarla üç nefe ayrılmış idi,bugün bu sütunlar çeşitli nedenlerle yıkılmıştır. Yan neflerin üzerinde ise bu galeri vardı. Apsis içeriden yarım yuvarlak dışarıdan ise üz köşeli olup Osmanlı devrindeki tamirlerde açılmış olan Barok tarzında pencereler vardır. Zemin ise dekoratif desenleri içeren mermer plaklarla kaplıdır. Binanın üst örtüsü erken devir Bizansın klasik çatı örtüsü olan çift meyilli ahşap çatı ile kaplı olmalıdır. Eski kaynaklarda içerisinin zengin mozaiklerle kaplı olduğu yazılı olmasına rağmen bugün bunlardan hiçbir iz kalmamıştır. Kalan mimari parçalardan çok zengin bir taş işçiliği olduğu anlaşılmaktadır. Bu manastırın yanında bir sarnıç bulunuyordu. Bu sarnıç plastik atölyesi olarak kullanıldığında çıkan bir yangın sonucu yanmıştır. Buna bitişik bir de küçük bir apsisi olan iki sütunlu bir ayazması vardır.

Kalenderhane/ Akataleptos Manastır Kilisesi (Fatih)
Vezneciler’de 16 Mart Şehitleri caddesi üzerindedir. İlk yapılışı hakkında kesin bilgilere sahip olamadığımız bu kilise Fatih Sultan Mehmed’in vakfiyesinde Akateleptos manastırı olarak ismi geçmektedir. Bu bölgede yapılan kazı çalışmalarında bizansın çeşitli devirlerine ait birçok eserin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bizans tarihlerinde bu kilisenin adı XI. inci yy. dan itibaren geçmektedir. Latin istilası sırasında Katolik Haçlıların bu kiliseye el koyup kullandıklarını gösteren bir delil apsis’in yanındaki küçük hücrenin kemer alınlığındaki Gotik harflerle yazılmış bir kitabedir. Burada Fransisken tarikatının kurucusu Assisili Aziz Francesco’nun adının geçmektedir. Fetihten sonra Fatih burayı ,kuşatmadaki hizmet ve gayretlerinden ötürü Kalenderî dervişlerine zaviye olarak tahsis etmiştir. Manastırın keşiş odaları tekke odaları olarak hizmet vermiş ana ibadet mekanı da semahane olarak kullanılmıştır. Bu yüzden burası İstanbul’daki ilk mevlevihane olarak kabul edilmektedir. Kısmen ahşap olan manastır kısmı tespit edilemeyen bir tarihte ortadan kalkmış,kilise de cami olarak hizmete devam etmiştir. Kilisenin narteks kısmı ise son cemaat yerine dönüştürülmüştür. Kilisenin ana mekanı kapalı Yunan Haçı’nın binaya ağır bir görünüm veren köşe duvarlı şeklidir. Orta mekan etrafı pencereli yüksek kasnaklı etrafı dalgalı saçaklı bir kubbe ile örtülüdür. Haçın yan kollarının üst örtüsü ise beşik tonozdur. Binanın doğusundaki esas apsis çıkıntısı günümüze gelmemiş olup burası düz bir duvarla kapatılmıştır. 1766 senesindeki depremde hasar gören bina tamir edilirken bu düz duvar yapılmış olabilir. 1966 yılında Prof. Dogan Kuban ve ekibi burada uzun süren bir araştırma, temizleme ve restorasyon çalışmaları yapmışlardır.

Kariye/ Khora Manastırı (Fatih)
Edirnekapıdadır.Bizans’ın en önemli manastır kiliselerinden biri olan Khora ,İmparator I. Konstantinus şehir surlarını inşa ettirdiğinde sur dışında kalıyordu. Grekçe “açık arazi” ve “kent dışı” anlamına gelen Khora kelimesi bu yüzden bu komplekse konmuştur. Fetihten sonra da buraya yeni bir isim aranırken Osmanlıca’daki “Karye” yani kent dışı anlamına gelen kelime buraya uygun görülerek Bizans’daki gelenek devam ettirilmiştir. Binanın ilk yapılışının IV. üncü yy. ait olduğu iddia edilirse de bu döneme ait bir buluntu günümüze gelmemiştir. Elimizdeki en erken arkeolojik bulgular VI. ıncı yy. a aittir. Bu da ana apsis’in altındaki temel kalıntılarından anlaşılmaktadır. Günümüze gelmiş olan bina Komnenoslar dönemine ait iki safha halindedir. Günümüzdeki bina I. Aleksios Komnenos’un kayınvaldesi Maria Dukaina tarafından eski kalıntıların üzerine değişik bir mimari tarzda 1077-1081 arasında inşa ettirilmiştir. Bu kilise dört sütun tarafından taşınan küçük kubbeli Kapalı Yunan Haçı planında bir yapı olup Kurtarıcı İsa’ya (Soteros) atanmıştır. Daha sonra Aleksios’un küçük oğlu İsaakios Komnenos 1120 de binada büyük değişiklikler yapmış, dış duvarları olduğu gibi bırakmış fakat kubbe ve doğu bölümlerini tamamiyle değiştirmiştir. Bu arada esas mekanda kendisi için bir mezar yeri hazırlatmış olup duvarda mozaikle yaptırttığı İsa tasvirinin yanına kendi portresini de eklemiştir. Latinlerin İstanbulu işgali sırasında burası da büyük ölçüde zarar görmüştür. Latinlerin şehri terk etmelerinden sonra Sarayın ileri gelenlerinden,Bizansın son zamanlarındaki en aydın ve bilgin kişisi olan Theodoros Metokhites 1321 senesine kadar devam eden bir inşaat ile burayı büyük ölçüde tamir ettirip genişletir ve güney kısmına ek bir şapel (Paraklesion),kuzeydeki iki katlı kanat ile batı cephesi önüne bir dış narteks ilave ettirir. Metokhites’in manastırın içinde misafirlerini kabul edip onlarla ilmi görüşmeler yaptığı bir dairesi ile yakınında bir sarayı vardı. İmparator II. Andronikos (1282-1328) tahta çıkınca gözden düşmüş ve sürgüne gönderilmiştir. Sürgünde iken saray tarafından bütün emlak ve parasına el konulduğu için dönüşünde İmparatordan Khora’da keşiş olarak yaşamak için izin istemiş ve bu arzusu kabul edilmiştir. Ömrünün geri kalan kısmını burada fakir bir keşiş olarak tamamlamıştır. Pareklesionun freskleri ile dış narteksdeki mozaikler de onun devrine ait olup kendi portresini de iç kapının üzerindeki İsa tasvirinin ayakları dibine yerleştirmiştir. Kubbeyi yeniden yaptırtan Metokhites kilisenin içini renkli simetrik damarları ile adeta bazı figürleri andıran mermer levhalarla da kaplatır. Palaiologos’un sarayına yakın olması bu manastırın önemini daha da arttırmaktadır. Bu sülaleye ait birçok kişi de buraya gömülmüştür. Fatih’in İstanbulu kuşatması sırasında Sarayburnunda bir kilisede muhafaza edilen Luka’nın yaptığı Meryem ikonası da emniyetli olduğu düşüncesiyle buraya getirilir. Fetihden sonra uzun müddet boş kalan bu manastır II. Beyazıd zamanında Sadrazam Atik Ali Paşa tarafından 1495-1511 camiye çevrilir. Bu sırada ana apsis’in yöne değiştirilerek mihrap yapılır,çan kulesi yıkılır ve onun yerine de minare inşa edilir. Kilisenin yanına sahabelerden Ebû Saîd el-Hudrî’ye ait bir makam-kabri yapılır. 1648 ve 1766 depremlerinden büyük zarar gören bu manastır kompleksi ikinci depremin akabinde Mimar İsmail Halife tarafından onarılmıştır. 1875 de İstanbullu Rum Mimar P. Kuppas’ın yönetiminde yine bir tamir geçirir. Bu onarımda batı cephesindeki dışındaki kemerlerin üstleri düz bir mahya hattıyla kesilmiştir. 1894 depreminde yine tahrip gören binanın minaresi de yıkılmış olup hemen onarımı yapılmıştır. 1568 yılında İstanbula gelen Avusturya elçiliği papazı Stephan Gerlach kitabında mozaik ve freskoları anlatmaktadır. Bu senelerde mozaiklerin üzerleri açık idi daha sonra 17. inci yy. da üzerleri sıva ile kapatılmış ve 1945 senesinde Müze haline getirilince burada Amerikan Bizans Enstitüsü 1948 yılında çalışmaya başlayarak mozaik ve freskleri temizlemeye başlamıştır. Daha sonra Dumbarton Oaks da restorasyon çalışmalarında bulunmuştur. Kültür Bakanlığınca da ele alınan restorasyon çalışmaları ile mozaik ve freskler tamamen çıkarılmış, ve çevre düzenlemeleri ile araştırma kazıları yapılmıştır. Kariye çevresinin düzenlenmesi ,arkadaki bahçenin çiçeklenip yer döşemelerinin yapılması,otopark ve buradaki evlerin restorasyonu ile tarihi dokuda tam bir bütünlük sağlamayı Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun Genel Müdürü Çelik Gülersoy buraya büyük bir para finansmanı yaparak sağlamıştır.
Günümüzdeki mevcut bina mimari bakımdan çok çeşitli devirlere işaret ediyorsa da ana mekana giriş dış ve iç nartekslerden sağlanmaktadır. Dikdörtgen şeklindeki iç narteksin iki tarafı kubbe ile arası ise çapraz tonozla örtülüdür. Ana mekanda dört fil payeye oturan dört kemer ortadaki yüksek kasnağında pencereler açılmış olan kubbeyi taşımaktadır. Apsis içinde ince sütunlara oturan yuvarlak kemerli üç pencere bulunmaktadır. Apsis’in iki yanında küçük birer apsisleri olan diakonikon ve prothezis hücreleri vardır.
Güneydeki ek şapelde ve batıdaki dış holde mevcut olan nişler saray mensuplarının gömüldüğü mezar yerleridir. Ek şapelin altındaki üzeri tonozlu bir bodrum bulunmaktadır. Bu paraklesion’un apsisi ince sütunlu üçüzlü pencere sistemi ile aydınlığı sağlamaktadır. Pencerelerin üzerinde apsis yarım kubbesi bulunmaktadır. Burada arazi meyilli olduğu için dışarıdan apsis çıkıntısı büyük bir kemerle desteklenmiştir. Paraklesion’un genel örtüsü beşik tonoz olup sadece orta kısımda küçük bir kubbe bulunmaktadır.
Kariye’nin mozaikleri ve freskleri “Başkent Üslubu” dediğimiz Bizans Rönesansının en muhteşem eseridir. Bu mozaik ve freskleri için söylenebilecek en doğru söz “Duvardaki Kutsal Kitap” dır. Tevrat ve İncil de geçen bütün olaylar bir birlik içinde işlenmiş adeta duvarlara resimlerle yazılmıştır. Dış narteks Meryem’in bütün hayatını anlatır,Annesinin hamileliğinden ölümüne kadar olan bütün hayatı buradadır. İç narteks ise İsa’ya ayrılmıştır. Burada da onun doğumu öncesi annesine gökteki bir melek tarafından gelen mutlu haber ile başlayıp,doğumu,yaşamı,mucizeleri ve ölümü resmedilmiştir. Narteksin sağ tarafındaki kubbenin içinde İsa elinde İncil ile Khalke İsa’sı tarzında tasvir edilmiş olup etrafındaki altın mozaik zemin bölümlere ayrılarmış ve her bölümün içinde onun Tevrat’da yazılı olan nesli ayakta olarak resmedilmiştir. Bu kişilerin üzerlerinde isimleri yazılıdır. Sol taraftaki kubbenin içinde Meryem kucağında çocuk İsa ile gösterilmiştir. Onların da etrafında Tevrat’da adı geçen ataları’nın portreleri üzerlerinde isimleri yazılı olarak yer almaktadır. Naos’a girişin her iki tarafında ise Aziz Petrus ve Paulus çerçeve içinde resmedilmişlerdir. Kilisenin esas mekanı nartekslerdeki bu zenginliğe karşı çok sadedir. Apsis’in karşısında Naos kapısının iç tarafında yukarıda Koimesis (=Meryem’in Ölümü) sahnesi yer almaktadır. Bu zengin mozaik Ölü Meryem adeta bir İmparatoriçe’nin ölümü gibi zengin bir yatakta yatarken resmedilmiş olup,göklerden inen İsa onun ruhunu kundağa sarılmış bir bebek şeklinde kollarına almış ve yukarıya göklere götürmek üzeredir. İsa’nin babası Tanrı’nın yanından aşağıya inişi etrafındaki hâle’nin iç ve dışının meleklerle dolu olmasındandır. Mozaiğin iki tarafındaki mimarinin içinden insanlar ve bunlara karışmış ,başlarında hâle olan azizler çıkıp hepsi yataktaki Meryem’e bakmaktadırlar. Naos’un sağ duvarında ayakta Meryem kucağında çocuk İsa’yı tutarken resmedilmiştir. Meryem’in bu şekilde tasvirine Aziz Luka tarafından yapıldığına inanılan “Hodegetria” canlandırmasıdır. Üzerlerindeki ise yarım yuvarlak çerçeve içinde başmelek tasviri vardır. Bu payenin paralelinde ise elinde incil tutan İsa resmedilmiştir. Her iki mozaiğin de üzerlerindeki yazılardan “Chora” kelimeleri okunmaktadır.
Paraklesiondaki freskler ise son derece zengin olup burada,Yuhanna İncilinin “Vahiy”bölümünü adeta duvarda okunmaktadır. Pareklesion yarım kubbesinin içinde muhteşem bir “Anastasis”(=Mahşer) sahnesi canlandırılmıştır. Gökyüzü sanki buruşturulmuş bir tomar gibi olup melekler tarafından taşınmaktadır. Mahşerde anlatıldığı gibi ay ve güneş beraber gösterilmiştir. İsa göklerden inmiş etrafında gökyüzünü tasvir eden yıldızların olduğu vücudunun bütününü kaplayan bir hale içinde ilk dirilecek olan Meryem ve Vaftizci Yahya’yı mezarından çıkarıp onları gökyüzüne yanına götürmek üzeredir. Ayaklarının dibinde ise Cehennemin bekçisi olan Şeol zenci bir figür olarak tasvir edilmiş olup el ve ayakları bağlıdır. Etrafı ise cehennemin anahtarları ile doludur. İsa’nın iki yanında ise Dört İncil yazarı ve 12 sıpt’dan seçilmiş 144 000 kişiyi temsil eden figürler resmedilmiştir. Bunun üzerindeki tonozda ise cehennem ırmağı olan striks nehri koyu kırmızı renkte gösterilmiş olup ebediyyen cehennemde kalacak olan günahkarlar bu nehire melekler tarafından sıra halinde gönderilmektedirler. Orta mekandaki kubbe’nin içinde Meryem kucağında çocuk İsa ile canlandırılmış olup kubbenin etrafını Azizler çevrelemektedir. Pantantiflerde ise dört İncil yazarı önlerindeki kürsülerin üzerlerinde İncil metinlerini yazarken tasvir edilmişlerdir.
Paraklesion’un güney duvarındaki bir nişin içinde Bizansın ileri gelen zenginlerinden Mıchael Tornikes ve karısı Eugene’nin mezarı yer almaktadır. Tornikes öylesine kibirli bir kişidir ki mezarının üzerindeki kitabesi kendisini öven cümleler yer almaktadır.

Koca Mustafa Paşa Camii / Hagios Andreas Manastırı Kilisesi (Fatih)
Kocamustafapaşadadır. Bugünkü caminin yerinde VI. ıncı yy. da yapıldığı sanılan ve Havarilerden Hagios Andreas’a atanmış bir manastır bulunuyordu. Bu devre ait bazı sütun başlıklarından başka bir mimari parça günümüze gelmemiştir. İkonaklazma akımı sırasında 20 Kasım 766 da idam edilen Giritli aziz Hosios Andreas’ın rölikleri daha sonra buraya getirildiği için Bizans halkı tarafından burası “Hosios Andreas en te Krisei” olarak adlandırılmıştır. Bu manastır İkonaklast devirde büyük tahrip görmüş olup I.Basileus (867-886) zamanında büyük bir onarım geçirmiştir. Latin istilasında yağma edilen bu manastırı Haçlıların Bizansı terk etmelerinden bir müddet sonra VIII. Mihael Palaiologos’un (1261-1282) yeğeni ve Protovestiarios İoannes’in eşi Prenses Teodora adeta yeniden yaptırırcasına birtakım ilavelerle tamir ettirmiştir. Bu manastırı Bizansın bir kültür merkezi haline getiren Teodora yaşamının son yıllarını burada geçirmiş çok hürmet gösterdiği Patrik Arsenios ölünce onu buraya gömdürdüğü gebe kendisi de 1300 de öldüğünde buraya gömülmüştür. Kısa bir müddet sonra II. Andronikos Palaiologos (1282-1328)’un kısı Sırp Kralı Uroş Milutin’in eşi Simonida’da buraya gömülmüştür. Bugünkü Koca Mustafa Paşa Camiinin esasını bu tamir oluşturmaktadır. Manastırın kilisesi Bizans mimarisinin dehlizli tip plan şemasındadır. Üç kubbeli bir narteksden esas mekana geçilmektedir. Ortada dört payeye dayanan ve dört kemere oturan bir kubbe bulunmaktadır. Bu kemerlerden doğudaki ileriye doğru ,bema kısmını bir beşik tonozla örterek uzanır. Diğer üçü pencerelerle dışarıya açılan bir tympanon duvarı ile kapatılmıştı. Bina camiye çevrildikten sonra bu tympanon duvarlarından kuzey ve güneyindekiler kaldırılarak buraya yarım kubbe yapılmıştır. Bu kubbeli orta mekanı üç taraftan tonozlu dehlizler sarmaktadır. Ana apsisin iki yanında iki küçük hücrenin müstakil apsisleri bulunmaktadır. Apsis yarım kubbesi Osmanlı devrinde mihrabın buraya yerleştirilmesi zaruretinden değişikliğe uğramış,buradaki iki sütun kesilmiş,yanlardaki dehlizlerin tonozları kaldırılmış ve üzerlerine yarım kubbeler yapılarak yan mekanların orta bölümle birleşmesi sağlanmıştır. Fetihten bir müddet sonra Vezir Koca Mustafa Paşa tarafından 1486 da camiye çevrilmiş ve 1491 e kadarda içeride tadilatlar yapılmıştır. Daha sonraki devirlerde burası bir külliye durumuna getirilip çeşitli ilavelerle günümüze gelmiştir.

Küçük Ayasofya Camii/Aziz Sergios ve Bakhus Kilisesi (Eminönü)
Cankurtaran ile Kadirga arasındadır. Sergios ve Bakhos kilisesi I.Justinianus (527-565) tarafından ,tahta çıkışından hemen sonra 530 da, Havari Petrus ve Paulus’a sunulmuş bazilika şeklindeki küçük bir şapelin kuzeyine inşa ettirilmiştir. Büyük Saray’a olan yakınlığından dolayı saray kilisesi olduğu ileri sürülen bu kiliseyi I.Justinianus gördüğü bir rüya üzerine yaptırttığı söylenmektedir. I.Justinianus tahta çıkmadan evvel amcası I. Justinos (518-527)’un aleyhine çıkan bir ayaklanmaya karıştığı iddiasıyla cezalandırılacakken Justinus bir rüya görür. Azizlerden Sergios ve Bakhos rüyada Justinianus’un bir suçu olmadığını imparatora söylemeleri üzerine etkilenen İmparator yeğenini affeder. Bu rüyayı bilen Justinianus da tahta çıkar çıkmaz şükran borcunu ödemek için kiliseyi bu azizlere ithaf ederek yaptırır. Binanın plânı erken Bizans devrinde oldukça fazla kullanılan merkezi plân tipindedir. Orta mekanı sekizgen fil paye’nin arasındaki, başlıkları sepet biçimindeki sütun dizisi çevreler. İkinci kattaki galeride ise çepeçevre dolanan mermer frizde Justinianus,Theodora,Sergios ve Bakhos’un isimleri yazılıdır. Bu ana mekânın üzerini yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir. İki katlı olan narteksin kuzey tarafına ,camiye çevrildiğinde yuvarlak kemerli yeni bir kapı açılmıştır. Üst kattaki galeriye çıkış narteksin güney tarafındaki merdivenle sağlanmıştır. Bu merdiven Osmanlı devrinde de kullanılmış olup eski kiliseye ait olan kiborium’un bir parçası kapı’nın üzerine esas yerinden alınarak taşınmıştır. İç mekân Bizans geleneğine uygun olarak mozaik ve fresk ile kaplı alması gerekmekteyse de günümüze bunlardan hiçbir iz ulaşmamıştır. Yapı II.Bayezid (1481-1512) zamanında Dârü’s-saade ağası Hüseyin Ağa tarafından 1505 de camiye çevrilmiştir. Bu dönüşümden sonra binaya mihrap ve bir takım eklemeler yapılmıştır. Bunların en önemlisi ön tarafa yapılan revaklı son cemaat yeridir.1648 ve 1736 depremlerinden büyük zarar gören bina onarılmış ve her onarım bir takım ilâveleri getirmiştir.

Moukhliotissa Kilisesi (Panaghiotissa) (Fatih)
Fener’de Firketeci ile Tevkii Cafer sokaklarının birleştiği köşededir. Moğol kilisesi diye de adlandırılır. Bizans İmparatoru Maurikios (582-602) kızları Sopatro ve Eustolia burada bir kadınlar manastırı kurduğunu eski kayıtlardan öğrenmekteyiz. 1261 de bu küçük manastır saraya yakın bir kişi tarafından satın alınarak genişletilir ve yanına binalar yapılır. Kısa bir süre sonra burayı VIII. inci Mikhael’in kızı Maria Palaiologina satın alır. Prenses Moğol Hanı Hülağü ile evlenmek için yola çıktığında Hülagü’nün ölümü üzerine kardeşi Abaka Han ile evlilik hazırlıklarına başlarsa da onun da ölümü üzerine İstanbul’a döner ve bu manastırı genişleterek bugünkü şeklinde yeniden inşa ettirip burada yaşamını sürdürür. Bizans-Moğol ilişkilerinden ötürü bu kilise, “Moğol Kilisesi” Maria’nın talihsizliğinden dolayı da “Kanlı Kilise” adı ile adlandırılır. Maria’nın ölümünden sonra manastır çok bakımsız kalır. 1351 de Patrikhanenin denetimine geçen kiliseyi I. Selim (1512-1520) ve III. Ahmet (1703-1730) camiye çevirmek isterlerse de Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesi gereği başarılı olamazlar. 1633,1640 ve 1729 deki yangınlardan zarar gören bina 1731 de onarılmıştır. Muhliotissa.Fetihden önce inşa edilip günümüze kadar Ortodoks ibâdet mekânı olarak işlevini sürdüren bir Bizans Kilisesidir. Yonca plânlı olan binanın orta mekânı çevresinde pencereler bulunan oldukça yüksek kasnaklı ve üzeri kiremit döşeli bir kubbe ile örtülüdür. Yoncanın diğer kolları da alçak yarım kubbelerle örtülüdür. 1892 de yan tarafa yeni bir çan kulesi eklenmiştir. Taş tuğla karışımı duvar tekniğine sahip olan binanın dış cephesi sıvalı olup bugün kızıl-eflatun arası bir boya ile boyalıdır. Narteksdeki kubbelerde mozaik izleri görülmekte ise de ne oldukları hakkında bir fikir vermekten uzaktır. Avlunun köşesinde Azize Anna’ya ithaf edilmiş bir ayazma bulunmaktadır.

Odalar Camii - Santa Maria di Constantinopoli (Fatih)
Karagümrük Salmatomruk’da Müftü ve Kasım odaları sokaklarının arasındadır. Semavi Eyice büyük bir olasılıkla buranın Petra Manastırı veya I. Aleksios Komnenos’un yaptırıp öldüğünde de kilisesine gömülmesini vasiyet ettiği Philanthropos manastırı olabileceğini tahmin etmektedir. Binanın kalıntılarına bakıldığında yüksek bir mahzen üzerine birbiriyle irtibatlı onaltı hücreden meydana gelen bir manastır olduğu tahmin edilebilir. IV. üncü Haçlı seferi sırasında 1203 –1204 tarihlerinde bir yangında yanmıştır. Latin istilası sonrasında iyice harap hale gelen manastır ve kilise yeniden yapılmışsa da 1622 de buraya gelen Kardinal Demarchis yazdığı raporunda binanın harap durumda olduğundan bahsetmektedir. Bu kiliseye ait olan Meryem ikonası Venedik balyosu tarafından satın alınmış ve Galata’daki Sen Pietro kilisesine verilmiştir. 1636 da kilise ibadete kapatılmış olup 1640 da Sadrazam Mustafa Paşa tarafından mescide dönüştürülmüştür. 1919 daki Salmatomruk yangınında bina yanmış ve bir daha tamir edilmemiştir. 1933 senesine ait eski bir resminden sadece dört duvarı ile şerefesi yıkık bir minaresinin kaldığını görüyoruz. 1960 lı yıllarda binanın içine yapılan gecekondular ile tamamen ortadan kalkmıştır.

Vefa Kilise Camii (Molla Gürani) /Hagios Theodoros (Eminönü)
Vefa’da Molla Şemseddin Camii Sokağındadır. Bizans tarihinde bu bölgede Aziz Theodoros’a ithaf edilmiş birkaç kilise olduğundan bunun hangisine ait olduğu konusu çok tartışmalıdır. Todororos hıristiyan olduğu için öldürülmüş Romalı bir askerdir. Binanın ilk yapılışı mevcut parçalara ve temelinde bulunan damgalı tuğlara bakıldığında V incı yy.ın ortalarında inşa edildiği anlaşılmaktadır. Bugünkü yapının esası ise X-XI yy. a aittir. Bu binanın bugünkü durumu ile iki ayrı devirde yapıldığı açıktır. Orta Bizans döneminde çok kullanılmış olan kapalı haç plânındadır. Orta mekanın üzerini etrafında yuvarlak kemerli pencerelerin bulunduğu yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir. Haçın kolları’nın üzerleri beşik tonozdur. Doğuda dışarı taşkın olan apsis’in iki yanında postoforion hücreleri vardır. Üç bölümlü bir narteks’den esas mekâna girilir. Latin istilası sırasında burası da tahrip edilmiş olup 1261 den sonra esaslı bir onarım görmüş ve bazı eklemelerin yanında binaya bir de beş bölümlü dış narteks eklenmiştir. Bu dış narteks iki katlı olup dış taraftan merdivenle çıkılır ve bu bölümün üzeri dışarıdan köşeli ve kasnağında pencereler açılmış üç kubbe ile örtülüdür. Bu ek yapıda kullanılmış olan devşirme malzemede VI. ıncı yy. a ait parçalara çokca rastlanmaktadır. 1937 de burada yapılan restorasyon çalışmalarında dış narteks kubbelerindeki mozaikler temizlenerek ortaya çıkarılmıştır. Bu kubbede ortada Teodokos Meryem (=Tanrı anası) kucağında çocuk İsa ile kubbenin tam ortasında bir yuvarlak içindedir. Etrafı dilimlere ayrılmış olan kubbenin diğer satıhlarında Tevrat peygamberleri tasvir edilmiştir. Bu mozaikler başkent üslubunda altın yaldızlı imiş. Buradaki altını toplamak gayesiyle kazınmış ve çok tahribata uğramıştır. Bu kilise Fatih’in Şeyhülislamı Molla Gürani tarafından camiye çevrilmiş,bu dönemde apsis değiştirilmiş ve güneydoğu köşesine de bir minare yapılmıştır. 1833 de geçirdiği bir yangın sonrası 1848 de onarım yapılır. Bu tamirde eski paraklesion yıkılır ,giriş kapısında değişikyikler yapılır,içerideki dört sütun kesilerek yerine desteği kuvvetlendirmek için payeler konur. Büyük bir ihtimalle’de binanın mozaikleri bu devirde yok olmuştur.

Zeyrek Kilise Camii/ Pantokrator Kilisesi (Fatih)
Zeyrek’de İbadethane sokağındadır. Orta Bizans döneminde yapılmış olan Pantokrator manastırının kilisesidir. II. İoannes Komneneos (1118-1143) ilk eşi ve Macar Krali Laszlo’nun kızı olan Eirene tarafından inşaata başlanmış fakat onun 1124 deki ölümü üzerine İmparator İoannes tarafından 1136 da bitirilmiştir. Mimarının Nikeforos olduğu sütun başlıklarındaki monoğramlardan anlaşılmaktadır. Eirene yaptırttığı bu manastıra bir kütüphane ve hastahane işlevi gören odalar da ilave etmiştir. Günümüze gelen manastırın yönetmeliğinden 50 yataklı bir sağlık yurdu olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan 10 yatak yaralılara,10 tanesi göz hastalarına,10 tanesi iç hastalıklarına geri kalanı da kadın hastalıklarına ayrılmıştı. Ayrıca manastırın yanında bir de yaşlı ve bakıma muhtaç olanlar için 60 yataklı bir bina yaptırmıştır. Giderlerin karşılanması için Trakya ve Makedonya’daki arazilerinin gelirlerini de bir vakıf kurarak buraya aktarmıştı.Bu hastahane ve ihtiyarlar yurdu 1455 e kadar işlevlerini sürdürmüşlerdir. Birbirine bitişik üç yapıdan meydana gelen bu kompleks’in kuzey tarafında Eirene’nin inşaatına başlamadan evvel mevcut olan Şefkatli Meryem’e (Theotokos Elaiusa) sunulmuş küçük bir kilise vardı. Bunun yanında Kuzey kilisesiyle bitişen Başmelek Mikael’e ithaf edilmiş bir mezar şapeli bulunuyordu. Muhtemelen Eirene ölünce buraya gömülmüş olmalıdır. İİ. İoannes ,I.Manuel Komnenos (1143-1180) ve karısı Alman Berthe von Sulzbach (Ölm.1158) buraya gömülmüşlerdir. Daha sonraki tarihlerde ise burası adeta bir İmparatorların mezar şapeli olmuş ve II. Manuel Komnenos (Ölm.21 Temmuz 1425),kardeşi Andronikos (Ölm.4 Mart 1426). VIII. İoannes’in üçüncü eşi Trabzon Prensesi Maria (ölm.17 Aralık 1439),VII. Ioannes’in eşi Evgenia (ölm. Ocak 1440),Silivri’de vebadan ölen II. Manuel Palaiologos (ölm.1425) da buraya gömülmüşlerdir. 1204 deki Latin istilasında bu manastıra Katolik rahipler tarafından el konulmuş ve Ayasofya’daki Hodigitria Meryem’i ikonası buraya getirilmiştir. Bu istila sırasında manastır ve kilise yağmalanmış ve buradaki birçok kıymetli eşya Venedik’de San Marco kilisesine götürülmüştür. Lâtinlerin İstanbul’u terketmeleri üzerine VIII. Mikhael Palaiologos 15 Ağustos 1261 de törenle şehre girerken bu ikonayı kiliseden aldırtarak zafer alayının başında taşıtmıştır. Bu manastır bir takım sürgünlere de sahne olmuştur.II. Andronikos karısı Eirene’nin ölümünden sonra .dana sonra kral olan Stefan Decanski ve iki oğlunu 7 sene bu manastıra kapatmıştır. Ortodoks ve Katolik kiliselerinin birleştirilmesin karşı çıkan Patrik Gennadios Sholarios’u da son İmparator XI. Konstantin buraya sürgün etmişti. Fetihten sonra Fatih onu manastırdan çıkartmış ve tekrar patrik yapmıştır. Fetihten hemen sonra kilise camiye çevrilmiş manastır odaları da , Fatih medresesi yapılıncaya kadar medrese olarak kullanılmıştır. Bu medresenin müderrislerinden olan Molla Zeyrek’den dolayı “Zeyrek Camii” adı ile tanınmıştır. Fatih külliyesi tamamlandıktan sonra zaten harap olan manastır hüc releri kaldırılmıştır. 1756 Cibali yangını ve 1766 İstanbul depreminden etkilenen binanın hemen onarıldığı içerideki Barok unsurlardan anlaşılmaktadır. Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar zamanında (1938-1949) Unkapanı ile Aksarayı birbirine bağlayan Atatürk Bulvarı açılırken binanın kuzeyinde nişlerle süslü büyük sarnıcın cephesi ortaya çıkarılır ve bu sarnıcın de temizlik ve restorasyonu yapılır. 1953 yılında gütney kilise bir onarım görür bu sırada muhtemelen Eirene’ye ait lahit Ayasofya Müzesine getirilir. 1966-67 yıllarında da çalışmaların yapıldığı binada 1997-98 deki İTÜ.nin yöenttiği çalışmalar sırasında kuzeydeki kilisenin çatı kaplamaları yenilenmek üzere kaldırıldığında apsisi örten yarım kubbe ile doğu duvarı arasında bir grup amfora ortaya çıkar. Son dönem Bizans mimarisinde kubbe ve yarım kubbelerde akustiği temin etmek için amfora kullanımına sıkça rastlanır.
Güneydeki ilk yapılan kilisenin plânı kapalı yunan haçı şeklindedir. Ana mekânın üstünü yüksek kasnaklı ve etrafında yuvarlak kemerli pencerelerin açıldığı bir kubbe örtmektedir. Orta mekânı dörde bölen dört sütun 18. inci yy. da buraya gelen seyyahların yazdığına göre kırmızı renkte porfirden imiş. Bugün bu sütunların yerini barok profilli taş örme payeler almıştır. Bu payelerden kubbeye geçiş dört taraftan dört tonoz ile desteklenmektedir. Aynı barok üslup mihrapta ve narteksin üst katındaki galeride de görülmektedir. Ortadaki ana apsis içeriden yarım yuvarlak olup dışarıya oldukça taşkın olup yarım yuvarlak sağır kemer ve nişlerle hareketlendirilmiştir. Apsis’in iki tarafındaki iki küçük oda’nın birer küçük apsisleri vardır. İç narteks’den orta mekana giriş üç kapı ile sağlanıyordu. İç narteksin ortasında kubbe yanlarda ise tonozlar üst örtüyü meydana getirirler. Apsis kısmında duvarlar renkli mermler levhalarla kaplanmıştır. Dış narteks görünümündeki kısım son cemaat yeri olarak Osmanlı döneminde ilave edilmiştir. Binanın içinin mozaik ile kaplı olması gerekmektedir. Bugün bu mozaikler henüz çıkarılmamıştır. 1966 daki restorasyon sırasında örülü bir pencerenin içindeki dolgu boşaltığında pencere kemerinin içinde altın zeminli dekoratif şekilli mozaik çıkarılmıştır. Ortadaki mezar şapeli olarak yapılan kısım 25 w 15.5 m. ölçülerindedir. Bu bölümün üç kapısı vardır. Biri şapelin ana kapısı diğerleri ise iki yandaki kilise mekanlarına geçişi sağlayan kapılardır. Meryem’e ithaf edilmiş kuzeydeki kilise de kapalı yunan haçı plânlıdır. Mimari özellikleri güneydeki kilisenin daha küçük bir kopyasıdır. Bu kilisenin narteksi 1966-67 restorasyonu sırasında harabe halinde iken başarılı bir çalışma ile yenilenmiştir.