PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : İstanbul Yalıları 1


Fırtına_
02-19-2009, 10:39
http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/10/00077356.jpgTürk yapı sanatı ve yaşantısı içerisinde Boğaziçi yalılarının ayrı bir yeri vardır. Bu yalıların önünde günün hemen her saatinde denizin renk değiştiren mavisi, arkasında da zengin bir yeşillik armonisi içerisinde sırtlar ve korular yer alır. Boğaziçi yalıları da bunların arasında beyaz bir inci dizisi gibi uzanır. Geçmiş yılların anılarını sayıklayan Türk’e has özellikleri olan bu yalıların benzerlerine başka ülkelerde kolay kolay rastlanmaz. Denize kıyısı olan pek çok ülkede yalı vardır. Ancak onların hiç birisi su ve yeşilin kucak kucağa olduğu Boğaziçi’ndekilere benzemez.

Eski, Türk evlerinde olduğu gibi bu yalılar da harem ve selamlık olmak üzere iki bölümden meydana gelmişlerdir. Harem ve selamlık bazen aynı yapıda, bazen de ortak bahçe içerisinde ayrı ayrı binalar olarak yapılmışlardır. Hepsinin ortak özelliği ise üst katların suya konmuşçasına direkler üzerinden denize uzanmış oluşlarıdır. Türk sivil mimarisinin tüm özelliklerini yansıtan bu yalıların alt katlarında Malta taşı veya mermer döşeli bir taşlık ile aydınlık odalar vardır. Buradan geniş ve yayvan ahşap merdivenlerle ikinci kata çıkılır. Merdivenler bazen iki kat arasında bir sahanlıktan ikiye ayrılır, bazen de çift yönlü başlayarak sahanlıktan sonra tek yönlü olarak devam ederler. Denizin üzerine çıkmışçasına duran üst katta geniş sofalar, yatak, kabul, oturma ve hazine odaları ile kütüphane yer alır. Son derece aydınlık olan bu odaların tavanlarına özel itina gösterilmiş, sanatkârane oymalar, nakışlar adeta bir minyatür gibi işlenmiştir. Pencereler de çiçekli bezemeli kapaklarla örtülürdü. Odaların içerisinde kullanışlarına göre yüklük, çubukluk, kavukluk, testilik, peşkirlik, lambalık denilen irili ufaklı dolaplar bulunurdu. Yerlere Mısır hasırları serilir, üzerlerine geniş halılar yayılır, kanepe, koltuk, sedir ve mermer konsollara oturtulmuş büyük aynalar yerleştirilirdi. Kristal avizeler, duvar saatleri, yağlı boya tablolar da bu kompozisyonu tamamlayan diğer öğelerdi.

Yerli ve yabancı kaynaklarda lebiderya diye isimlendirilen bu yalıların mimarları bir takım ince hesaplar ve her şeyden önce de uyum, estetik üzerinde durmuşlardır. Su sesinin daha yakından duyulabilmesi için odalara, sofalara küçük havuzlar ile fıskiyeler yerleştirilmiş böylece mistik bir ortam yaratılmıştır. Renkli görünümdeki yalıların her biri geniş bahçeler içerisinde yer almaktadır. Kayıkhaneler, deniz hamamları ve balıkhaneler de bu yalıları tamamlamaktadır. Hizmetlilere ait odalar, mutfaklar bahçenin bir köşesinde yapılmışlardı. Tarihi çağlarda her yalının birkaç kayığı bulunurdu ve bunlar yalı yaşantısının vaz geçilmez öğeleriydiler.

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/10/00077355.jpgYalıların tüm yaşantısı denizle bağlantılı olduğundan tarihi yalıların önünden yol geçmez, geçmiş olsa bile pek önemsenmezdi. Yalıda yaşayanlar denizden sandallarla geçen satıcılardan yararlanırdı. Geçmiş günlerde Boğaziçi kıyılarında hemen her çeşit satıcı, antikacı, kumaşçı ve elbiseci bile kayıklarla geçer, yalı halkı onlardan alış-veriş yapardı. Her biri küçük birer saraya benzeyen bu yalılar mülk sahibinin unvanı dikkate alınarak boyanırdı. Sultanların, devlet ricalinin yalıları kırmızı, yeşil ve beyaz; Gayrimüslimlerinki yalnızca kırmızı renkte olurdu. Geçmiş günlerin Boğaziçi’nde herkesin istediği yere yalı yaptırmasına izin verilmezdi. Lale Devri’nde devlet ricali, halk, tüccar ve Gayrimüslimler toplu halde ayrı ayrı yerlerde otururlardı. Sultanlar ile devlet ricali Beşiktaş, Ortaköy ve Kuruçeşme’yi tercih ederdi. Babıâli erkânı Bebek’e, İlmiye ricali Rumelihisarı’na, Gayrimüslimler de Arnavutköy’e yerleşirdi. Yeniköy, Tarabya, Büyükdere’de çoğunlukla yabancı uyrukluların, Kireçburnu-Büyükdere arasında sefaret tercümanlarının ve Rumların, Sarıyer’de ise orta halli Türk’lerin yalıları vardı.

Balkan Savaşı ardından I. Dünya Savaşı Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok yerinden, özellikle Mısır ve Balkanlardan gelen gelirlerin kesilmesine neden olmuştur. Bunlar Boğaziçi yaşantısını ve yeni yapılanmayı engellemiştir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise sosyal ve ekonomik koşulların değişmesi Boğaziçi’ni de etkilemiştir. Büyük ve zengin ailelerin oturduğu yalılar maddi güçlükler nedeni ile terk edilmiş, bir kısmı yanmış yıkılmış ve yerlerinde beton yapılar yükselmiştir.

İstanbul’da Boğaziçi yalılarının yanı sıra günümüze örnekleri gelememekle beraber Haliç’te, Eyüp çevresinde ve Kadıköy’den Bostancı’ya kadar uzanan güzergâhta da yalılar bulunuyordu. Ancak bu yalılardan hemen hemen hiçbir örnek günümüze gelememiştir.


Ahmet Fethi Paşa Yalısı (Pembe Yalı) (Üsküdar)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/10/00077357.jpgİstanbul Üsküdar ilçesi, Kuzguncuk Paşa Limanı Caddesi’nde bulunan bu yalının ne zaman yapıldığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamakla beraber XIX. yüzyılda Fethi Ahmet Paşa’nın mülkiyetinde olduğu bilinmektedir. Fethi Ahmet Paşa’nın yalıyı İsmet Bey isimli bir kişiden satın aldığı da bilinmektedir. İsmet Bey’in kim olduğu konusunda kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Bununla beraber, Salah Birsel “Sergüzest-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi” isimli eserinde bu yalıyı Ahmet Fethi Paşa’nın Mihrimah Sultan’ın torunlarından birinin kocası olan ismini belirtmediği bir şeyhülislamdan aldığını yazmıştır. Buna dayanılarak yalının XVIII. yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılmaktadır.

Fethi Ahmet Paşa Eyüp İskelesi yakınındaki Abdullah Paşa Yalısı’nda 1801 yılında dünyaya gelmiş, Enderun’da yetişmiş, 1827’de Kolağası rütbesi ile Asakiri Mansure-i Şahane Taburu subaylarından olmuştur. Türk-Rus Savaşı’na katılmış, Aydos Savaşı sırasında yaralanmış ve gösterdiği yararlılıklardan ötürü de terfi etmiş, padişah yaverliği, Kurenağalığı, Çuhadarlık, Asakiri Harsa-i Şahane Beylerbeyliği, Viyana ve Moskova elçilikleri yapmış, Meclis-i Vâlâ Azalığı, Ticaret Nezareti Serasker Kaymakamlığı yaptıktan sonra Tophane Müşirliği’ne yükselmiştir. Aya İrini’de ilk Türk müzesini kurmuştur.

Sultan Abdülmecit’in kız kardeşi Atiye Sultan ile 1840 yılında evlenmiştir. Salah Birsel’den öğrenildiğine göre; Sakız dökümünde kalyoncuların getirdiği güzel bir kız çocuğunu yanına almış onu eğiterek büyütmüştür. Ne var ki, Şemsinur ismini verdiği bu kıza aşık olmuştur. Bu durum paşanın annesinin kıskançlığına neden olmuş, kızı Beylerbeyi’nde İstavroz Çayırı’nda bir eve taşımış ve annesine de Şemsinur’u Tunus Paşa’sına sattığını söylemiştir. Ancak paşanın annesi kıza karşı derin bir özlem duymuş, paşaya devamlı sorular yöneltmiş, paşa da kızın boğulduğunu söylemiş, annesinin çok üzüldüğünü görünce de Şemsinur’u tekrar yalıya getirmiştir. Abdülmecit kardeşini Fethi Paşa ile evlendirmek isteyince yeniden zor duruma düşmüştür. Atiye Sultan son derece kıskanç bir kadın olduğundan onun her davranışına kuşku ile bakmıştır. Görevli olarak eve gelmediği akşamlarda, Kuzguncuktaki yalıya gizlice adamlar göndererek onu aratmıştır. Ahmet Fethi Paşa Şemsinur isimli gözdesini Kuzguncuk’taki bu yalıda saklamış ve Atiye Sultan’dan gizlemiştir.

Fethi Ahmet Paşa Pembe Yalı olarak da ismi geçen Kuzguncuk’taki yalısını zevkle döşemiş, zaman zaman da onarmıştır. Avrupa’da çeşitli görevlerde bulunan paşa yalıyı en nadide eserlerle süslemiştir. Bunda öylesine dikkat çekmiş ki Sultan Abdülmecit Dolmabahçe Sarayı’nın döşenmesini de ona bırakmıştır. Bu yüzden sarayda ismi Bezirgân Paşa’ya çıkmıştır. Pembe Yalı paşanın İstanbul’da kurdurduğu billur camlarla, çeşmibülbüllerle süslenmiştir. Atiye Sultan ile geçen on yıllık evliliğinden sonra sultan ölünce paşa Atiye Sultan’ın kasrını terk ederek tekrar yalıya taşınmış ve öldüğü 1854 yılına kadar bu yalıda yaşamıştır. Paşa’nın öldüğü gün yalıda yaşayan kalfalar, hizmetkârlar “Ah efendimiz, bunları ne kadar severdi. O gitti. Ondan sonra bunları görecek göz kimde var?” diyerek yalıda ne kadar sanat eseri ve ne kadar çeşmibülbül varsa denize atmışlardır.

Ahmet Fethi Paşa Yalısı mimari yönden incelendiğinde harem ve selamlık olmak üzere iki ayrı bölümden meydana geldiği görülür. Yalı taş temeller üzerine yer yer tuğlaların da kullanıldığı ahşap bir mimariye sahiptir. Ahmet Fethi Paşa yalının orijinalliğini bozmadan onarmıştır. Yalının cephe görünümü ve planı tipik bir Osmanlı sivil mimarisini yansıtmaktadır. İki katlı, on altı odalı ve çok büyük iki salondan meydana gelen yalının üst katı Beylerbeyi’ndeki Hasip Paşa Yalısında olduğu gibi hiçbir sütuna dayanmadan duvarlar üzerine oturtulmuştur. Üst kattaki iki uç ve ortadaki dörder büyük eli böğründe ile dışarıya taşırılmış ve böylece hareketli bir cephe görünümü sağlanmıştır.

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/10/00077358.jpgYalıda karnıyarık plan tipi uygulanmıştır. Buradaki salonların uçları denize ve koruya doğru yönelmemiş, sofalar kıyıya paralel yerleştirilmiştir. Biri büyük, diğeri küçük iki sofa uzunlamasına uç uca yerleştirilmiştir. Her ikisinin de deniz ve kara tarafına değişik büyüklükte odalar yerleştirilmiştir. Büyük sofanın Kuzguncuk İskelesine yönelik dar yüzüne merdiven oturtulmuştur. Bu yalıdaki en büyük özellik sofalarda içe dönük bir sistemin uygulanmış oluşudur. Bunun da nedeni kalabalık olan ailenin bir arada oturabilmelerini sağlamaktır. Bunda, Fethi Paşa’nın Avrupai düşüncede sosyal yaşamının da ileri düzeyde olmasının büyük payı vardır.

Yalının bahçesi selsebillerle süslenmiş olup, iki kademelidir. Yalının havuzu Roma’daki Barberini Sarayı’ndaki havuzun bir benzeri olduğu söylenmektedir. Yalının bahçesinde bulunan Arif Hikmet Bey’in babası İsmet İbrahim’e hayrat olarak yaptırdığı mermer çeşmeye ait bir kitabe bulunmaktadır. Bu çeşme kitabesi yalının karşısında yamaç duvarından buraya getirilmiştir.

Yalının Üsküdar tarafındaki harem dairesi ile uşak odaları 1922 veya 1923 yılında yanmıştır. Günümüze gelen bölüm yangından zarar görmemiş, 1927–1928 yıllarında onarılmıştır. Paşa’nın ölümünden sonra damadı İngiliz Sait Paşa’nın torunu olan avukat ve eski Demokrat Parti milletvekili Şevket Mocan’ın mülkiyetine geçmiştir. Şevket Mocan yalıyı pembe renge boyatmıştır. Şevket Mocan’ın ölümünden sonra yalının kuzey bölümü ikinci eşinden olan kızı Rüya Mocan’a, güney bölümü de ilk eşinden olan kızı Ayşe Şemsa’ya kalmıştır.

Yalı 1990 yılında İsmail Yalçın isimli bir kişiye satılmış ve 1973 yılında Y. Mimar Sinan Genim tarafından restorasyonu yapılan yalı iyi bir durumda günümüze kadar gelebilmiştir. Yalının arkasındaki çam, çınar ve köknar ağaçlarının çoğunluğunu oluşturduğu koru belediye tarafından kamulaştırılmıştır.


Cemil Molla Yalısı ve Köşkü (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Kuzguncuk ile Beylerbeyi arasında, Nakkaştepe Mezarlığı’nın sol tarafındaki korunun önündedir. Bu yalı Şeyhülislâm Üryanizâde Ahmet Esat Efendi’nin torunu Şair Süleyman Bey’in oğlu, kısa bir dönem Adliye Nazırlığı yapmış olan Mahmut Cemil Efendi tarafından 1885 yılında yaptırılmıştır. Bu yalının arkasındaki köşk 1930 yılında yanmıştır.

Köşk ve yalıyı İtalyan Mimar Sinyor Albeti yapmıştır. Her iki yapının da masif cevizden kapıları, fildişi kapı tokmakları bulunuyordu. Tavanları ve duvarları oymalarla bezeli idi. Yalı içerisinde yapılan kalorifer tesisatı İstanbul’da yapılan ilk örneklerdendi. Özel jeneratörden de elektriği sağlanıyordu. Bu arazi içerisinde bulunan üç ayrı köşkten hiçbir iz günümüze gelememiştir.

Cemil Molla Yalısının bulunduğu yerde daha önce Halil Haşim Bey Yalısı ile Kamil Paşa Yalısı isimli bir yapı bulunuyordu. Ancak bunlardan herhangi bir iz günümüze gelememiştir. Cemil Molla Yalısının olduğu yerde günümüzde Cemil Molla Yalısı isimli bir apartman bulunmaktadır.


Hasip Paşa Yalısı (Üsküdar)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/10/00077380.jpgİstanbul ili Üsküdar ilçesinde, Beylerbeyi ile Çengelköy arasında, Beylerbeyi Vapur İskelesi ve Beylerbeyi Camisi’nin yakınında yer alan Hasip Paşa Yalısı 1974 yılında yanmış ve tamamen yok olmuştur.

Beylerbeyi'ndeki Sadullah Paşa Yalısı'ndan sonra, yörenin en eski yapısı olan Hasip Paşa Yalısı ile ilgili XIX. yüzyılda İstanbullular arasında bir tekerleme bulunuyordu;

Dünyanın en güzel şehri neresidir? İstanbul.
İstanbul'un en güzel yeri neresidir? Boğaziçi.
Boğaziçi'nin en güzel yeri neresidir? Beylerbeyi.
Beylerbeyi'nin en güzel yeri neresidir? Hasip Paşa Yalısı.

Hasip Paşa Yalısını XIX. yüzyılın başlarında Vakıf gelirlerinden sorumlu Mehmet Emin Efendi’nin oğlu Mehmet Hasip Paşa yaptırmıştır. Hasip Paşa’nın ismi tarihte ilk kez Sultan II. Mahmut’un Tophane’de yaptırdığı Nusretiye Camisi’nin bina emininin yanında katip oluşu ile geçmiştir. Nusretiye Camisi’nin tamamlanmasından sonra buradaki başarısı sarayın dikkatini çekmiş ve Hacegânlık rütbesi ile taltif edilmiştir. Ardından Darphane Defterdarı ve sonra da Evkaf Nazırı olmuş ve bu arada Müşir payesi ile paşalık unvanı verilmiştir. Tarihi kaynaklar Hasip Paşa’nın beş defa Evkaf Nazırı, iki defa Maliye Nazırı olduğunu ve 1870 yılında Şeyhülislâm iken öldüğünden söz etmektedirler. Hasip Paşa’nın mezarı Üsküdar’da Selimiye Camisi haziresindedir.

Hasip Paşa Yalısı 900 m2’lik bir alanda iki katlı olarak yapılmıştır. Yalının içerisinde bulunduğu 4 dönümlük bahçede üç müştemilat binası ile mermer bir havuz ve kapalı bir deniz hamamı da bulunuyordu. Yalı Türk-Ampir üslubunda yapılmıştır. Mimarının kim olduğu bilinmemekle beraber İtalyan olduğu sanılmaktadır. İlk defa II. Mahmut zamanında yapılan yalının içerisine eşyalar döşeneceği sırada yanmış, bunun hemen ardından harem ve selamlık olarak iki ayrı bölüm halinde yeniden yaptırılmıştır. Yanan yalının ilk hali bilinmiyorsa da harem ve selamlığın birbirlerine kapalı bir geçitle bağlandığı söylenmektedir. Bunun ardından geniş bir bahçe içerisinde ikinci kez yapılan yalının arkasındaki sırtlarda koruluğu bulunuyordu.

Harem kısmı zamanla birkaç kez tadilat görmüş ve eski özelliğini yitirmiştir. Halk arasında Kuleli Yalı ismi ile tanınan harem bölümü bugün Kalkavanlar Yalısı olarak tanınmaktadır. Hasip Paşa Yalısının üzerinde durulması gereken asıl bölümü yanan selamlık bölümüdür. Bu bölümün planı elips bir sofa çevresinde yer alan mekânlardan meydana gelmiştir. Elipsin denize yönelik küçük ekseni üzerinde merdivenler denize dik olan büyük ekseninde de eyvanlara yer verilmiştir. Köşelerde kendilerine özgü iç sofaları olan, birbirlerinden bağımsız üçer ve dörder odalı küçük ayrı daireleri bulunuyordu. Yalının sekiz dairesi ve 26 odası vardı.

Yapının bütünü merkezi orta sofalı plan tipinde olup, elips şeklindeki sofanın uzunluğu 18 m. dir. Bu plan şekli ile Sadullah Paşa ve Prenses Rukiye Hanım yalılarına göre daha büyük ve daha organize edilmiş plan şekli göstermektedir. Üst kattaki sofa ahşap asma kubbe ile örtülmüştür.

Yalının ön ve arka cephelerindeki mimari eksenleri tamamen ortadaki beyzi sofaya göre uyarlanmıştır. Bu nedenle de yalı hafif kavisli olarak inşa edilmiştir. Deniz tarafından direk ve eli böğründelerle denize doğru taşırılmıştır. İki katlı yalının iki başındaki odalar temelden ileriye doğru uzatılmış, arada kalan cephe ise kavisli bir şekle dönüştürülmüştür. Bu yapı üslubu ile de deniz üzerindeki tüm odaların aynı yöne açılmaları sağlanmıştır. Yalının ortasındaki Mısır hasırları ile döşeli büyük beyzi sofa hiçbir yere dayanmadan doğrudan doğruya çatı ile bağlantılıdır.

Yalının iç süslemesi, banyo muslukları, çeşme aynaları barok-rokoko üslubunda idi. İç bezemesinin yanı sıra Venedik bohem avizeleri ile Üsküdar Çatması denilen sedirler ve hasırlar yalıya farklı bir görünüm vermiştir. Üst kattaki fayans döşeli hamam bahçedeki barok üsluptaki şadırvan ve balıkhane olarak kullanılan havuz da bu eski Türk yapısını tamamlayan elemanlar idi. Ayrıca Boğaziçi yalılarının çoğunda olduğu gibi Hasip Paşa Yalısı’nın da arkasında bulunan alandaki tepe üzerinde bir de köşkü vardı. Bu köşkün zarif pencereleri ve mimarisi ile kaynaklarda ismi geçmektedir. Yalının yanmadan önce Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi tarafından rölövesi yapılmıştır.

Hasip Paşa Yalısının varisi Hami Bey’in ölümünden sonra varisleri yalıda bir mezat düzenleyerek tavanlarındaki avizeleri, içerisindeki taban halıları, aynaları ve bezemelerinin büyük bir kısmı satılmıştır.

Yalı, Hasip Paşa'nın mirasçıları tarafından Nazım Kalkavan'a, Nazım Kalkavan tarafından Haydarabat Nizamı Muharrem Cay'ın eşine satılmış ve 1987'de de Özdemir Sabancı tarafından satın alınmıştır. Özdemir Sabancı’nın ölümünden sonra oğlu Demir Sabancı’nın mülkiyetine geçen yalı 1990’lı yıllarda restore edilmiştir.


Sadullah Paşa Yalısı (Üsküdar)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/10/00077373.jpgİstanbul ili Üsküdar ilçesi, Çengelköy’de Kaynana Sokağı’nda bulunan Sadullah Paşa Yalısı’nın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Sadullah Paşa ismini sonradan alan bu yalının ismine Vakıf kayıtlarında ilk kez Sultan I. Abdülhamit (1774–1789) zamanında rastlanmıştır. Kayıtlardan yalının 1783 yılından önce ölen Darüssaade Ağalarından Çerkez Mehmet Ağa tarafından bütün malı ve mülkü ile birlikte Sultanahmet civarındaki bir türbeye vakfedildiği öğrenilmektedir.

Çerkez Mehmet Ağa Hacca giderken Şam’da ölmüş, varisi olmadığı iddia edilmiş, bu nedenle de malına el konmak istenmiştir. Bu arada ortaya çıkan varisler açtıkları davayı kazanmış ve yalıyı geri almışlardır. Bundan sonra düzenlenen Bostancıbaşı Defterleri ile 1792 tarihli tapu kayıtlarında yalının “Mehmet Ağa kızı ve Sadr-esbah Yusuf Paşa (Koca Yusuf Paşa halilesi Hanife Hatun’un” mülkü olduğu yazılıdır. Koca Yusuf Paşa’nın bu yalıda yaşadığı sanılmaktadır. Hanife Hatun’un ölümünden sonra yalı oğlu Müderris Mahmut Bey adına kaydedilmiş, daha sonra da Bağdat Valisi olan torunu Hamdi Paşa’ya kalmıştır. Hamdi Paşa Padişahın gözünden düşmüş ve İstanbul’a dönmek için bir türlü izin alamamıştır. O sırada yalıda oturan Koca Yusuf Paşa’nın kızı Seyyit Ali Paşa’nın dul eşi Hamdi Paşa’nın annesi olan Emine Hanım’ın bir gün kafası kızar ve doğruca Sadrazam Ali Paşa’ya gider. Kendisini rıhtımda karşılayan sadrazamdan oğlunun affı için yardımını ister ve şöyle der:

“Ana pir, oğul bir”.

Hamdi Paşa’nın annesinin bu dileği padişaha durulur ve Hamdi Paşa affolur. Paşanın İstanbul’a dönüşünü kutlamak için yalıda ve arkasındaki koruda o güne kadar görülmemiş bir Çırağan alemi düzenlenir. Binlerce çırağanın ışığı geceyi aydınlatır. O sırada karşı kıyıdaki Beşiktaş Sarayı’nda bulunan padişah pencereden bu aydınlığı görünce Çengelköy’de yangın olduğunu sanır.

Hamdi Paşa ehli zevk sahibi olduğundan yalısında buna benzer pek çok eğlence düzenlemiş, sonunda epeyce borca girmiş, yalı da 1881 yılında Ayaşlı Esat Muhlis Paşa’ya satılmıştır. Soyu Hacı Bayram Veli’nin Halifesi Bünyamin Veli’ye kadar dayanan Ayaşlı Esat Muhlis Paşa şair ruhlu bir kişi idi. Aynı zamanda da hattattı. Edirne, Erzurum, Diyarbakır valiliklerinde bulunan Esat Muhlis Paşa’nın ölümünden sonra oğlu Sadullah Paşa yalının bütün hisselerini diğer vereselerden satın alır. Böylece yalı Sadullah Paşa ismi ile tanınır.

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/10/00077410.jpgSadullah Paşa anılarında; Sultan V. Murat’ın tahta çıkışında yalıya bir kayık göndererek kendisini saraya davet ettiğini yazar. Saray Mabeyn Başkâtibi ve Berlin sefiri olan Sadullah Paşa Berlin Antlaşması’nı (1878) imzalayan Osmanlı heyetinde bulunmuştur. Meşrutiyet yönetiminden yana oluşundan ötürü Hamdi Paşa gibi bir türlü İstanbul’a çağrılmaz ve sürekli Avrupa’da kalır. Kaynaklardan öğrenildiğine göre ailesine yazdığı mektuplarda vatan hasretini sürekli dile getirmiştir. Hasretini çektiği İstanbul’u ve Boğaziçi’ni bir daha görememiş 1889’da Viyana’da ölmüştür. Sadullah Paşa’nın ölümünden sonra eşi Necibe Hanım aklını kaybetmiş yalıda gece gündüz dolaşarak kocasının dönüşünü beklemiştir. Yeni evlendiklerinde Sadullah Paşa eşini pembe tül elbise içerisinde görmüş ve bu rengin ona çok yakıştığını söylemişti. Bundan ötürü de Necibe Hanım 1917 yılında 80 yaşını aşkın ölene kadar pembe tüller içerisinde paşayı beklemiştir. Sonraki yıllarda yalıda oturanlar, üst katta, güneydoğudaki pembe odada Necibe Hanım’ın pembe tüller içerisinde hayalinin dolaştığından söz etmişlerdir.

Sadullah Paşa’nın gelini olan Çengelköylü Münevver Ayaşlı “Dersaadet” isimli kitabında yıllarını geçirdiği yalıdan söz ederken yalı ile ilgili ilginç bilgiler de vermiştir:

“Kaderimde Çengelköy ile bağlı bir taraf var… Evlendiğim zaman yine Çengelköy’de evlendim ve Çengelköy’de kayınpederim Sadullah Paşa Yalısında oturdum. O zamanlar yalıda ne su, ne elektrik vardı ve oldukça harap idi, fakat fevkalade güzeldi, daha restore edilmemiş ve bütün eski güzelliğini muhafaza ediyordu. O zaman bahçesi ikiye bölünüp satılmamıştı, büyük bir havuzu ve adeta küçük bir limanı vardı ki, maalesef burası satılan kısmında kaldı. Yalının yerli büyük bir hamamı ve koca koca mermer taşlarla örtülü bir mutfağı ve mutfakta kocaman bir ocağı vardı. Burası yemek pişirmekten başka adeta yemek yenecek kadar güzeldi. Bu mutfağın üstünde küçük ve kendine mahsus çok şirin birkaç basamakla çıkılır bir daire vardı ki bahçenin harem duvarı ile birleşiyordu. Yalının bütün bu kısmı yıktırılınca yalı ile harem bahçesinin duvarı birbirinden ayrıldı ve artık harem duvarının manası kalmadı… Hâlbuki yalının bahçesine büyük bir ahşap kapıdan girilir, koyu yeşil ağaçlar ve taflanlardan geçilir ve nihayet asıl yalının harem kısmına gelinirdi, burada da küçük bir bahçe vardı. İki tarafı taflan ve mozaik döşeli dar bir yoldan gidilir ve yalıya gelinirdi. Yalının diğer kısmında ise birkaç basamakla çıkılan deniz üstünde harikulade güzel bir yemek odası ve bu yemek odasının altında her şeyi ile hamamı, mutfağı, birkaç odası ile bir daire vardı. Bütün bunlar yıkılınca koca yalı hamamsız ve mutfaksız kaldı ve kullanılacak büyük canım odalar mutfak ve hamam haline getirildi.”

Sadullah Paşa Yalısı 1947 yılında eski büyükelçilerden Seyfullah Esin ve eşi araştırmacı yazar Emel Esin tarafından satın alınmıştır. Yalı 1947 yılında TAÇ (Türkiye Anıt Çevre ve Turizm Değerlerini Koruma Vakfı) Vakfı tarafından Y. Mimar Turgut Cansever ve Y. Mimar Cahşde Tamer tarafından onarılmıştır. Emel Esin’den sonra Asil Nadir ve Ayşegül Nadir burada kiracı olarak oturmuşlardır.

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/10/00077377.jpgSadullah Paşa Yalısı günümüze kadar epey değişikliğe uğramış olmasına rağmen XIX. yüzyılın özelliklerini yansıtmaktadır. Yalının planı iki eksen esasına göre simetrik olarak düzenlenmiştir. Harem ve selamlık olmak üzere iki bölümden meydana gelen yalının haremi iki katlı ve kubbeli, ona bitişik selamlığı ise ince uzun tek katlı bir yapıdır. Bahçesinde büyük bir havuz, iki katlı ahşap kayıkhane, hamam, mutfak ve bahçe duvarında da bir çeşme vardır. Günümüze yalının harem kısmı ile bahçeyi korudan ayıran duvarlar ve bir de çeşme gelebilmiştir.

Yalının kuzey yöndeki kapısı eskiden selamlık yönüne açılırdı. Kuzeydoğu cephesinde de büyük ocağı ile yüksek tavanlı mutfağı bulunuyordu. Üzeri çatı ile kaplı olan ancak içten büyük bir kubbe ile örtülü haremin ikinci katı eli böğründelerle dışarıya taşırılmıştır. Dikdörtgen plan şemasının uygulandığı harem kısmında ortadaki sofalar haçvari şekilde genişletilmiş ve dört yöne bakan geniş bir görüş imkânı sağlanmıştır. Merkezi sofa alt katta köşeleri pahlanmış bir dikdörtgen şeklinde, üst katta ise beyzi biçimdedir. Üst kat sofasının üzerini örten kubbe adeta Orta Asya otağlarını anımsatmaktadır. Her iki katta da sofaların köşelerine yerleştirilmiş ikişerden sekiz oda bulunmaktadır. Bu odalar mavi, sarı, yeşil ve pembe renklere boyanmıştır. Bu odaların pervazlarında Edirne işi bezemelere, kıvrımlı hatlara, kurdelelere, şerit şeklinde halatlara, meyve demetlerine, şemse kompozisyonlarına, odaların tavanlarında Avrupalı ressamların elinden çıkan resimler bulunmaktadır. XVIII. yüzyıl Türk mimari örneklerini gösteren bu resimler aynı zamanda birer belge niteliğindedir. Bu resimlerde Boğaziçi’nden kesitler, Salacak’taki Şerefâbat Sarayı, Sarayburnu ve Topkapı Sarayı da görülmektedir. Odaların her birinin bezemesi diğerlerine benzememektedir.


Kandilli Yalısı (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesinde, Kandilli Vapur İskelesi’nin Anadolu Hisarı yönündeki bu yalı günümüze gelememiştir. XIX. yüzyılın sonlarına doğru yapılan yalı XX. yüzyılın ilk yarısında yıktırılmıştır. Deniz kıyısında geniş bir arazi üzerinde bulunan bu yalının kimin tarafından ve hangi tarihte yaptırıldığı hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Kaynaklarda yalnızca Sultan II. Abdülhamit’in yalıyı içindeki eşyalarla birlikte Mustafa Fazıl Paşa’dan 25.000 Liraya satın aldığı yazılıdır. Bu yalıda Cemile Sultan bir süre yaşamıştır. Cemile Sultan’dan sonra oğlu Prens Celaleddin Bey bir süre burada yaşamıştır. Celaleddin Bey’in ölümünden sonra da VI. Mehmet bu yalıyı kızı Ulviye Sultan için satın almıştır.

Yalının harem ve selamlıktan meydana geldiği bilinmektedir. Yalının harem dairesi ile arka bahçesi arasında bir yol geçtiğinden ötürü üzeri kapalı bir köprü ile arka bahçe ve koru ile bağlantısı sağlanmıştır. Koruda da 27 odalı Prens Celaleddin Bey’in bir köşkü bulunuyordu.

Balkan Savaşı sırasında bu yalı Yaralı Gaziler Hastanesi olarak kullanılmıştır. Yalı kesme taş temeller üzerine iki katlı, ahşaptan denize paralel üç bölüm halinde yapılmıştı. Yalının sıra halindeki dikdörtgen pencerelerinde dekoratif bir özellik görülmemektedir. Katlar birbirlerinden dışa taşkın silmelerle ayrılmıştır. Üzeri çatı ile örtülü olan yapının asıl girişi bahçe içerisinde ve iki yan kenarda idi.


Kont Ostrorog Yalısı (Üsküdar)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/11/00077670.jpgİstanbul ili Üsküdar ilçesi, Kandilli’de Göksü Caddesi’nde bulunan bu yalı XIX. yüzyılın ilk yarısına tarihlendirilmektedir. Yalının kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. XX. yüzyılın başlarında Polonyalı Leon Valerien Ostrorog tarafından satın alınmış ve bu isimle tanınmıştır.

Kont Ostrororg İslâm Hukuku üzerinde çalışmış, Oxford ve Lahey üniversitelerinde öğretim üyeliği yapmış bir bilim adamı olup, 1900’lü yıllarda Osmanlı hükümetinin daveti üzerine Adliye Nezareti’nde hukuk ve sadaret müşavirliği görevlerinde bulunmuştur. Bu arada İstanbul Darülfünunu’nda öğretim üyeliği yapmış ve Osmanlı İmparatorluğu Hukuk Danışmanı unvanını kullanmıştır. İstanbul’a yerleşmiş ve İstanbullu bir aileden Lorandoların kızı Jeanne ile evlenmiştir.

Kont Ostrorog Türkçe, Arapça ve Farsçanın yanı sıra 7 lisanı çok iyi bilen bir kişi olup, aynı zamanda da piyano ve org çalan iyi bir müzisyendi. I.Dünya Savaşı sırasında Fransa’ya gitmiş, eşi Kontes Jeanne Ostrorog yalıda onun dönüşünü beklemiştir. Çanakkale Savaşı’nda yaralanan askerlere yalısının kapılarını açmış ve onların sağlıklarına kavuşması için elinden geleni yapmıştır.

Kontes Jeanne Ostrorog 17 Ocak 1931’de İstanbul’da, Kont Leon Ostrororg ise 1932’de Londra’da Ritz Oteli’nde ölmüştür. Her ikisinin mezarı da Feriköy Katolik Mezarlığı’ndadır. Ostrorog ailesinin Jean ve Stanislas isimli iki oğlu vardır. Bunlardan Kont Stanislas Ostrororg Fransız Dışişleri Bakanlığı’nda görev yapmış, Fransa’nın Delhi ve Pekin büyükelçisi olmuştur. Diğer oğlu Jean Ostrorog İstanbul’da büyükbabası Lorando’nun Beyoğlu’nda Galata Mevlevihanesi yakınındaki konağında doğmuştur. Galata Mevlevihanesi postnişini Ataullah Efendi komşusunu kutlamaya gittiğinde kontun büyükbabası Jean Ostrorog’u şeyhin kucağına vermiş ve onun tarafından okunup üslenmiştir. Bu olayı sonraki yıllarda Kont Jean Ostrororg yakınlarına ve dostlarına anlatırken “Ben kiliseden önce bir Mevlevi Şeyhince takdis edildim” diye övünmüştür.

Kandilli’deki Kont Ostrorog yalısının yaklaşık 150 yılı aşkın bir geçmişi vardır. Kont Leon Valerien’in bu yalıyı Asker Ali Paşa’nın damadı, zamanın Adliye Nazırı Servet Paşa’dan satın alınmış, 1905 yılında da yanındaki Ahmet Aşkî Paşa’nın yalısı ile birleştirilerek genişletilmiştir. Böylece iki yalının birleşmesi ile yeni bir yalı ortaya çıkmıştır.

Günümüzde arkasındaki ana caddeden uzun bir merdivenle inilen yalı çiçekli bir bahçesi içerisindedir. Bahçesinde 1882 tarihli bir hamam aynası, selsebil ve bir de çeşme bulunmaktadır. Bu bahçeden oldukça geniş bir kapı ile yalının salonuna girilmektedir. Bu salonun bütün kapıları açıldığı zaman önden deniz, arkadan da koru ve bahçe ile bütünleşmektedir.

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/11/00077671.jpgYalının harem dairesi orta sofalı karnıyarık plan tipindedir. Her iki katta da aynı plan düzeni tekrarlanmıştır. Buradaki sofa dikdörtgen biçiminde olup, yalıyı ikiye bölmektedir. Kısa kenarlardan birisinde giriş, diğerinde de merdiven bulunmaktadır. Merdiven üç kollu olup, sofanın bahçe cephesini tümü ile kaplamaktadır. Yalıya hem bahçe hem de deniz tarafından girilmektedir. Giriş katındaki sofa taşlık olup, köşelerine dört geniş oda yerleştirilmiştir. Bu odaların aralarında daha küçük bir oda ile helâlara yer verilmiştir.

İki katlı, ahşap yalının irili ufaklı 15 odası vardır. Kafesli dikdörtgen, ince uzun çerçeveli pencerelerinin ardına boydan boya sedirler yerleştirilmiştir. Alt kattan iki taraflı merdivenlerle çıkılan üst kattaki salonun çevresinde de yine irili ufaklı odalar sıralanmıştır. Yalının odalarının tavanları Osmanlı ahşap işçiliğinin en güzel örneklerini bir araya getirmektedir. Yalının döşeme parkeleri ise 1940 yılında Bebek’te yıkılan Köçeoğlu Yalısı’ndan satın alınarak buraya getirilmiştir. Yalıya bitişik eski deniz hamamının üzeri kapatılarak salon haline getirilmiş ve Pierre Loti’nin buraya ziyaretinden ötürü de bu bölüme Onun ismi verilmiştir. Yalının içerisi antika eşyalar, halılar, çeşitli koleksiyonlarla zenginleştirilmiştir. Buradaki Pekin işi antikaların, Çin vazoların, Çin lambalarının en güzel örnekleri bulunmaktadır. Bunların yanı sıra zengin bir kütüphanesi bulunmaktadır.

Ünlü Fransız yazar Pierre Loti ile Claude Farrere İstanbul’a gelişlerinde bu yalıda misafir edilmişler, onları Fransa eski Cumhurbaşkanı Georges Pompideu, Danimarka Prensesi Margarite, Dürrüşehvar Sultan gibi ünlüler de izlemiştir.


Kıbrıslılılar (Mehmet Emin Paşa) Yalısı (Üsküdar)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/11/00077673.jpgİstanbul ili Üsküdar ilçesi, Kandilli Göksu Caddesi’nde bulunan, Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa yalısı günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Küçüksu’nun en eski yalılarından biri olan bu yalı sırtını arkasındaki yamaçlara dayamış, denizin kenarına yerleştirilmiştir. Bu yalının oldukça uzun bir geçmişi bulunmaktadır. Boğaziçi’nden söz eden eski kaynaklar yalının ilk sahibinin Sultan I. Abdülhamit (1725–1789) devri sadrazamlarından İzzet Mehmet Paşa olduğunu ileri sürmüşlerdir.

İzzet Mehmet Paşa, Kara Vezir adı ile anılan Silahtar Mehmet Paşa’nın ölümünden sonra ikinci kez sadrazamlığa getirilmiştir. Bu nedenle de yalı Kara Vezir Yalısı olarak da anılmaktadır. İzzet Mehmet Paşa Rum Mehmet Paşa’nın torununun oğlu olup, Şehreminliği yapmış, ikinci sadareti sırasında azledilerek 1783’te Belgrat valisi iken ölmüştür. Paşa’nın ölümünden sonra yalı, Osmanlı devletinin İkinci Mirahuru (sarayın ahır ve atlarından sorumlu) olan oğlu Sait Mehmet Bey’e geçmiştir. Sait Mehmet Bey bu yalıda bir süre oturmuş daha sonra da Sultan III. Selim’in sadrazamlarından İzzet Paşa’ya 1794 yılında kiralamıştır. Sait Mehmet Bey’in ölümünden sonra oğlu Mehmet Ataullah Bey bu yalıda yaşamış, Ataullah Bey’in 1887 yılında ölümünden sonra varisleri 1840 yılında yalıyı satmışlardır. Yalının bundan sonraki sahibi Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa’dır. Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa çeşitli devlet hizmetlerinde bulunmuş valilik, sefirlik, iki defa kaptan paşalık, üç defa da sadrazamlık yaptıktan sonra 1871 yılında yalısında ölmüştür.

Kıbrıslı Mehmet Paşa’nın eşi Melek Hanım yalı ile ilgili anılarını 1872 yılında New York’ta yayınlamıştır. Topkapı Sarayı eski müdürlerinden Haluk Y. Şehsuvaroğlu bu anıları Türkçeye çevirmiştir.

Kıbrıslı Mehmet Paşa’nın oğlu olmadığından yalı Moralı Müşir Tosun Paşa’nın oğlu Mustafa Sadettin Paşa’ya geçmiştir. Günümüzde yalıda, Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa’nın torunlarından Refiha Hanım’ın oğlu Selim Dirvane, kızı Mihta Bilgişin ve ailesi yaşamaktadır. Yalının İsmail Paşa Yalısına yakın olan kısmında ise Sedat Ürün, diğer kısmında da Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa’nın torunlarından Aziz Başkan oturmaktadır.

Kıbrıslılar Yalısı harem ve selamlık olmak üzere iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Yalının denize bakan cephesi 64.00 m. uzunluğunda olup, içerisinde fıskiyeli, havuzlu salonlar ve odalar bulunmaktadır. Yalının harem kısmı da ikiye ayrılmıştır. Üç sofalı plan tipinde olan yalının sofalarının çevresinde odalar yer almıştır. Bunlardan orta sofanın bulunduğu kısım iki katlı, diğerleri tek katlıdır. Yalının alt katta 15, üst katta da 6 olmak üzere toplam 21 odası bulunmaktadır. Güney bölümü 1975 yılında tescil edilmiş, dış görünümü korunarak yeniden beton ve tuğladan inşa edilmiştir. Harem kısmının bulunduğu yalının iki katlı bölümünde orta sofada üst kata çıkan iki taraflı bir merdiven bulunmaktadır.

Selamlık yalının en iyi korunmuş bölümü olup, buraya bahçe tarafından dört sütunlu bir portikten girilir. Selamlık sofası korint başlıklı sütunlara ve duvarlara dayanan bir tonozla örtülmüştür. Sofanın dört köşesine odalar yerleştirilmiştir. Bu bölümlerdeki mutfak tuvalet ve banyo yakın tarihlerde yenilenmiştir. Selamlık kısmına XIX. yüzyılda bir de limonluklu bir divanhane eklenmiştir. Bu divanhanenin içerisinde, asma yaprakları, üzüm salkımları ile bezenmiş bir de fıskiyeli havuz bulunmaktadır.

Selamlık odalarının tavanlarında alçı kabartmalı bitkisel motifli süslemelere yer verilmiştir. Ayrıca deniz ve bahçe tarafındaki eyvanların tavanları ahşap kabartmalıdır. Selamlık sofasının tonozunda da alçı kabartmaların arasına vazo içerisinden çıkan çeşitli çiçekler yapılmıştır. Yalının duvarlarındaki tablolar arasında Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa’nın da yağlı boya tablosu bulunmaktadır.

Yalının cephesi çıkmalarla hareketlendirilmiştir. Burada ince uzun pencerelere sıra halinde yer verilmiştir.

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/11/00077676.jpgYalının bahçesinde, yol tarafında bulunan ve XVIII. yüzyılın sonlarında yapılmış olan iki katlı bina yol geçmesi nedeni ile yıktırılmıştır. Bunun yanı sıra yalının üç büyük hamamı da günümüze gelememiştir. Yalı bahçesinden yalnızca mermer musluk ve dilimli havuzu gelebilmiş, kayıkhanesi de yıkılmıştır.

Kıbrıslı Yalısı çeşitli tarihlerde onarım görmüş, bazı bölümleri yıkılmış ve orijinalliğinden kısmen de olsa uzaklaşmıştır. Yalının son sahiplerinden Refia Hanım ismini hatırlayamadığı bir İtalyan mimarının yalıyı onardığını ve içerisindeki Türk eserlerinin bu arada yok edildiğini söylemiştir. Yalının selamlık bahçesinin demir parmaklıkları 1896 depreminde yıkılmıştır.

Sultan III. Selim zamanında Ressam F.Praault’un çizdiği karakalem bir Boğaziçi resminde Kıbrıslı Yalısının orta kısmının yüksek, iki yanlarının alçak daireler halinde olduğu görülmektedir. Bu resmin yapılışından sonra XIX. yüzyılın başlarında yalının kuzey tarafına bir takım eklemeler yapıldığı da anlaşılmaktadır. Burada araştırma yapan Dr.Tuchelt’in araştırmalarında yalı dışında kayıkhane, deniz hamamı, havuz, ahır, mutfak, arabalık, sarnıç, hamam, döner dolap, sebze bahçesi, çamaşırlık, harem bahçesi, harem iskelesi, selamlık iskelesi ve bostan bölümlerinin olduğu ortaya çıkmıştır.


İsmail Paşa Yalısı (Üsküdar)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/11/00077697.jpgİstanbul ili Üsküdar ilçesi, Beylerbeyi’nde Beylerbeyi Camisi’nin yanında, Yalıboyu Caddesi’nde bulunan bu yalı, Sultan II. Abdülhamit döneminde (1876–1909) Debre Mebusu İsmail Hakkı Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bu yalının bulunduğu yerde III. Selim döneminde (1789–1807) Sadrazam Damat Melek Ahmet Paşa’nın yalısı bulunuyordu.

İsmail Hakkı Paşa’nın yaptırdığı yalı Mimar A.Vallaury’nin eseri olup, iki katlı simetrik ve iki eksenli bir plana sahipti. Yalının 22 odası bulunuyordu. Art arda iki tane üç kollu merdivenle ikinci kata çıkılıyordu. Yalının büyük sofaları dışarıya cumba şeklinde taşırılmış olup, doğu cephesinin ikinci katında sütunlu bir balkona yer verilmişti. Katlar birbirlerinden ahşap bir kornişle ikiye ayrılmıştır. Yalının cumbalı bölümlerinde yuvarlak kemerli, diğer bölümlerinde ince uzun dikdörtgen söveli pencereler vardı. Denize yönelik cephesinin dışarıya çıkıntılı bölümünde altlı üstlü üçer, iki yan kenarda da yine altlı üstlü ikişer penceresi olan yalının üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştü. Denize bakan cephesinde dışarıya çıkıntılı bölümün altına bir de kayıkhane girişi yerleştirilmişti.

Yalı orta sofa etrafında sıralanmış odalardan meydana gelen bir plan düzenine sahipti. Tavanları yaldızlı bezemelerle süslenmişti. Geometrik desenli bordürlerin arasına manzara ve mimari konulu resimler yapılmıştı. Yalı 1983 yılında yanmış ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilmiştir.


İsmail Paşa Yalısı (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Kandilli’de bulunan bu yalıyı Garabet Balyan 1853 yılında yapmıştır. Birçok kez el değiştiren yalının sahipleri arasında Şam Kethüdası İbrahim Bey’in varisleri Hacegân’dan İbrahim Bey, Kazasker Şeyda Efendi, Anadolu Kazaskeri Hasan Rafet Efendi, Rafet Efendi’nin oğlu Anadolu Kazaskeri İbrahim Ethem Efendi bulunmaktadır. Bundan sonra yalı Sultan II. Abdülhamit’in (1876–1909) yakınlarından Osman Bey’in mülkiyetine geçmiştir. Osman Bey’in ölümünden (1892) sonra kızı Fikriye Hanım ile damadı Süreyya Paşa’ya kalmıştır. Fikriye Hanım Süreyya Paşa’nın ölümünden sonra Ferik İsmail Paşa ile evlenmiştir. İsmail Paşa yalıyı tamir ettirmiş ve bu nedenle de yalının ismi İsmail Paşa olarak kalmıştır.

İsmail Paşa Yalısının güneyinde Abud Efendi Yalısı, kuzeyinde de Kıbrıslı Yalısı bulunmaktadır. Bahçesindeki havuz nedeni ile Havuzlu Yalı olarak da tanınmıştır.

İsmail Paşa Yalısı üç katlı olup, Abud Efendi Yalısına bitişik olan bölüm harem, Kıbrıslı Yalısına bakan kısmı da selamlık olarak düzenlenmiştir. Zemin kat üzerinde bulunan ahşap iki kat çıkmalarla denize taşırılmıştır. Harem ve selamlığı birbirinden ayıran bahçede çamaşırhane, mutfak, bir başka hamam bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı harem orta sofa etrafında yer alan odalardan meydana gelmiştir. Zemin kat üzerindeki iki katta büyük bir sofa, bunun çevresinde üç oda, doğu yönünde de aydınlığa bakan iki oda daha bulunmaktadır.

Yalının kuzeyindeki selamlık kısmında iki ayrı giriş vardır. Burada da sofa etrafında yerleşik oda planı uygulanmıştır. İkinci katta denize bakan bir sofa, üç oda ve tuvalet, bahçedeki havuza bakan bölümde ise iki oda ile güneyde büyük bir odası daha vardır.

Bu yalı XX. yüzyılın başında onarılmış, eski özelliğini yitirerek Art-Nouvau üslubunda yenilenmiştir. Bu yalı da 1972 yılında yanmış, yerine bir apartman yapılmıştır.


Hekimbaşı Yalısı (Üsküdar)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/11/00077880.jpgİstanbul ili Üsküdar ilçesinde, Anadoluhisarı ile Kanlıca arasında bulunan bu yalı, XIX. yüzyılın ikinci yarısında harem ve selamlık olarak yapılmıştır. Günümüze yalnızca harem kısmı gelebilmiştir. Selamlık kısmı Hekimbaşı’nın ölümünden sonra hissedarları tarafından satılmış ve yerine modern bir yalı yapılmıştır. Yalının hareminde Salih Efendi’nin torunu Mehlika Gürpınar yaşamaktadır.

Hekimbaşı Salih Efendi Sultan II. Mahmut (1808–1839) zamanında açılan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin ilk mezunlarındandır. Sultan Abdülmecit’in (1839–1861) Hekimbaşılığı’na getirilmiştir. Hekimbaşı Salih Efendi Milletlerarası Karantina ve Sıhhiye Nizamnamesi’nin hazırlanması için toplanan komisyona başkanlık yapmıştır. Salih Efendi otlardan ve çiçeklerden yaptığı ilaçlarla da tanınmıştır. Sultan Abdülmecit’in kız kardeşinin çocuklarına ders vermiş bu arada saraydaki cariyelerden biri ile padişahın onayı ile evlenmiştir.

Hekimbaşı Salih Efendi iki oda, bir sofa olarak bu yalıyı satın almıştır. Yalının ilk sahibinin kim olduğu bilinmemektedir. Bundan sonra yalıyı genişletmiş, kuzey kısmı selamlık, güney kısmı da harem konumuna getirilmiştir. Salih Efendi’nin ölümünden sonra iki blok halindeki harem bölümü üçüncü eşi Payidar Hanım’a ve kızları Sakibe Hanım’a geçmiştir. Daha sonra bu bölüm Mehlika Hanım’ın mülkiyetine, kuzeydeki selamlık kısmı büyük kısmı Mehlika Hanım’ın teyzesi Übeyde Hanım’a geçmiştir. Übeyde Hanım kuzeydeki selamlık bölümünü XX. yüzyılın başlarında yıktırarak bahçe haline getirmiştir.

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/11/00077881.jpgHekimbaşı Yalısının günümüze gelen aşı boyalı harem kısmı yan yana üç ayrı bölümden meydana gelmiştir. Bu yapılardan biri üç, diğerleri de iki ve tek katlıdır. Üç katlı yapının orta katı ahşap direklerin taşıdığı balkonla denize açılmıştır. Üzeri ahşap çatılı olan bu yalının birbiri ile uyumlu olmayacak biçimde dikdörtgen pencereleri bulunmaktadır. Üç katlı yapının alt katında ince uzun ortada üç penceresi vardır. Bunun yanındaki iki kapıdan rıhtıma çıkılmaktadır. Birinci kat balkon şeklinde geriye çekilmiştir. Üst katta da yine dört pencere dışarıya açılmıştır. Yanındaki daha alçak olan bölümün alt ve üst katında üçer pencere, tek katlı olanda da üç, geriye çekilmiş bölümünde de iki penceresi bulunmaktadır.

Üç katlı yapının plan düzeninde ortada bir sofa ve çevresinde de küçük yüklükler bulunmaktadır. Yalının üst katı tamamen sofaya açılan yatak odalarına ayrılmıştır. 1980’li yıllarda denize doğru kayma gösteren yalının önüne boydan boya bir rıhtım yaptırmıştır.


Recaizâde Ekrem Bey Yalısı (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Vaniköy’de bulunan bu yalı, XIX. yüzyılda Vakanüvislik ve Takvimhane Nazırlığı yapan Recai Efendi tarafından yaptırılmıştır. Yalı, Recai Efendi’nin oğlu Tanzimat edebiyatının temsilcilerinden Recaizâde Mahmut Ekrem Bey’in ismi ile tanınmıştır.

Üç Katlı, ahşap olan bu yapı beyaz ve aşı boyalı diğer boğaz yalılarından farklı olarak sarı renge boyanmıştır. Bir süre fabrika binası olarak kullanılan yapı 1989’da restore edilmiş ve konut olarak günümüzde kullanılmaktadır. Restorasyon sırasında yalının kat planlarında değişiklikler yapılmış olmasına karşılık cephe görünümünde orijinaline sadık kalınmıştır. Yalnızca arka cepheye iki pencere açılmış ve denize bakan cephedeki balkon kaldırılmıştır. Yalının cephesinde katlar silmelerle birbirinden ayrılmış ilk iki katta ince uzun dikdörtgen yedişer pencere açılmıştır. Kırma çatı ile örtülü olan yalının çatı arasına bir de çatı katı yerleştirilmiştir. Bu katın da denize açılan diğerlerinden daha küçük ölçüde üç penceresi vardır. Cephe görünümünde çatı katı bir alınlığı andırmaktadır.


Tuğrakeş Recai Efendi Yalısı (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Üsküdar ile Kuzguncuk arasındaki Paşalimanı’nda, tütün deposu yanında bulunan bu yalının bulunduğu yerde Kaya Sultan’ın sarayının olduğu sanılmaktadır. Yalının sahibi Sultan III. Mustafa (1757-1774) dönemi Reisül Küttaplarından Recai Mehmet Emin Efendi’dir. Recai Mehmet Emin Efendi Reisül Küttablığın ardından Sadaret Kethüdalığı Mesnedine ve defterdarlığa getirilmiştir. Recai Efendi’nin İstanbul’da Vefa Kovacılar Caddesi üzerinde sıbyan mektebi, çeşme ve sebilden (1775) oluşan bir de külliyesi bulunmaktadır.

Recai Efendi Yalısı iki katlı ahşap bir yapı idi. 1942 yılında yıkılmıştır. Mimarisi hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Yalının girişindeki taşlıkta XVIII. yüzyıla tarihlenen fıskiyeli bir havuzu ve duvara yerleştirilmiş bir selsebili bulunuyordu.


Abud Efendi Yalısı (Üsküdar)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/12/00078256.jpgİstanbul ili Üsküdar ilçesi, Kandilli Göksu Caddesi’nde bulunan Abud Efendi Yalısı Banker Altunizade Necip Bey tarafından 1820–1855 tarihlerinde yaptırılmıştır. Mimarı kesin olmamakla beraber Balyan ailesinden Karabet Amira Balyan olduğu ileri sürülmüştür.

Yalının yapımından kısa bir süre sonra Baron de Vandeouvre tarafından satın alınmış ve bu Fransız aile kırk yıla yakın bir süre burada yaşamıştır. Fransız ailenin Fransa’ya dönüşünden sonra XX. yüzyılın başında İstanbul Ticaret Odası Başkanlığı’nda 33 yıl bulunan, ipek ve deri tüccarı Mehmet Abud Efendi (1830–1917) tarafından satın alınmıştır. Abud Efendi’nin ölümünden sonra kızı Belkıs Abud burada yaşamış, 1979 yılında ölümünden sonra da İsmail Özdoyuran tarafından 1980 yılında satın alınmıştır. Bundan sonra 1984-1989 yıllarından restore edilmiştir. Günümüzde iyi bir durumdadır.

Abud Efendi Yalısı iki katlı ve ahşap bir yapı olup, ana binasının yanı sıra servis mekânları, iki kayıkhanesi ve bir de deniz hamamı bulunuyordu. Yalı 270 m2’lik bir alan içerisinde harem ve selamlığı aynı binadadır. Bu yapı içerisinde yalının salonları, sofaları, odaları, merdivenleri ve balkonları bir arada aynı plan düzeni içerisinde yerleştirilmiştir. Yapımındaki ahşap bağdadilerde hava ve rutubete karşı dayanıklı meşe ağacı kullanılmıştır. Yalının iki sofası, 18 odası bulunmakta olup, üst kat tamamen yarım dikdörtgen planlı bir sofanın etrafına yerleştirilmiştir.

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/12/00078257.jpgYalının denize karşı batı cephesinin girişinde selamlık sofası yer almıştır. Girişin tam karşısında yuvarlak bir merdiven ile yarım daire şeklinde servis merdivenini de kapsayan bir merdiven bölümü bulunmaktadır. Buradaki ikinci merdiven aynı zamanda doğu yönündeki harem sofasına açılmaktadır. Bu merdiven bölümünün üzeri basık bir kubbe ile örtülmüştür. Girişteki haremi kapsayan bölümde denize bakan odalardan birisi içerisinde bulunan bir apsis nişi bu mekânın Baron de Vandeouvre tarafından ibadet yeri olarak kullanılmıştır.

Yalının deniz ve kara cephelerinde her iki katında da selamlık ve harem sofaları arasında odalar sıralanmıştır. Bu odalardan deniz cephesine sıralananlardan ötürü sofalar oldukça dar tutulmuştur. Selamlık sofasının üzerine gelen asıl kabul salonu haç planlıdır. Bu salondaki haçın kollarından bahçeye yönelik olanlar dar, derinlikleri çok az, buna karşılık denize yönelik olanlar ise geniş olup derinlikleri çok azdır.

Yalının denize ve karaya bakan salonu kare planlı olup, ikişer sütun ile bu mekân üçe ayrılmıştır. Salonun orta mekânını örten tonozlu tavan ile haçın kollarının üzeri düz tavanlarla örtülmüştür. Bu bölümlerde yağlı boya manzara resimleri bulunmaktadır. Ayrıca giriş salonunun kapılarının camları üzerinde de hurma motiflerine yer verilmiştir.


Edip Efendi Yalısı (Üsküdar)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/12/00078267.jpgİstanbul ili Üsküdar ilçesi, Kandilli Vapur İskelesi’nin güneyinde, Akıntıburnu’nda bulunan bu yalının tapı kayıtlarına göre ilk sahibi Muammer Paşa olup, ondan Kani Paşa’ya geçmiş daha sonra da İbrahim Edip Efendi tarafından 1887 yılında satın alınmıştır. XIX. yüzyılın ortalarına tarihlenen bu yalı Edip Efendi’nin ismi ile tanınmıştır.

Edip Efendi XIX. yüzyıl Osmanlı devlet ricalinden olup, Şuray-ı Devlet üyeliği, Defter-i Hakani ve Maliye Nazırlıklarında bulunmuştur.

Bu yalıda Osmanlı hükümeti ile Japonya arasında ilk ticari görüşmeler yapılmıştır. Edip Efendi’nin ölümünden sonra yalı iki oğlu arasında taksim olunmuş ve her iki bölüm de zamanla değişikliğe uğramıştır. Zamanla harap duruma gelen ve bir süre terk edilen yalıyı 1986 yılında bir şirket tarafından satın alınmış ve çökmüş durumdaki harem bölümü İstanbul Anıtlar Bölge Kurulu’nun kararı ile aynı plan ve aynı bezemeler tekrarlanmak sureti ile yeniden yapılmıştır. Selamlık kısmının restorasyonu da 1993 yılında yapılmıştır.

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/12/00078264.jpgEdip Efendi Yalısında geleneksel Osmanlı konut mimarisinin özgün planlarından biri uygulanmıştır. Burada dış sofalı plan tipi ile karşılaşılmaktadır. Yalının harem ve selamlık bölümleri denize paralel aynı plan düzeninde yapılmıştır. Her iki bölümün sofaları bir mabeyn koridoru ile birbirine bağlanmıştır. Bu sofalardan denize yönelik büyük odalara geniş kapıla açılmıştır. Böylece bu mekânlar gerektiğinde birlikte kullanılabilir duruma getirilmiştir. Yalının asıl kullanım mekânları üst kattadır. Zemin kat yalnızca mutfak, hela ve servis bölümlerine ayrılmıştır. Yalının selamlık kısmında bir kayıkhane, harem kısmında da bir hamam bulunmaktadır.

Bezeme yönünden selamlık kısmı hareme göre çok daha zengindir. Harem mekânlarının tavanları desenli çıtalarla bezenmiştir. Selamlık bölümünde ise tavanlar kalem işleri ile bezelidir. Güneydeki odanın tavanına örtülen muşamba üzerine de yağlı boya resimler yapılmıştır.

Mustafa Fazıl Paşa Yalısı (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Kandilli İskelesi’nin yanında Mısırlı Prens Mustafa Fazıl Paşa’nın yalısı bulunuyordu. Yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber, ilk sahibinin Silahtar Mustafa Paşa olduğu söylenmektedir. Sultan IV. Mustafa devrinde Enderun’dan vezir olarak çırağ edilen Süleyman Paşa bu yalıda bir süre yaşamış ve Sultan II. Mahmut’un tahta çıkışı ile birlikte Şam Valisi olarak İstanbul’dan ayrılmıştır. XIX. yüzyılın başlarında satın alan Mustafa Fazıl Paşa yalıda bazı değişiklikler yapmıştır.

Mustafa Paşa’nın Beyazıt civarında büyük bir konağı ve Çamlıca’da da büyük bir köşkü vardı. Yaz aylarında burada kısa bir süre kaldığı kaynaklardan öğrenilmiştir.

Mustafa Fazıl Paşa 16 yaşında İstanbul’a gelmiş Babıâli’ye girmiş, 28 yaşında da vezir rütbesini almıştır. Sultan Abdülaziz’in Mısır’daki veraset usulünü Hıdiv İsmail Paşa’nın çocukları lehine değiştirmesi Fazıl Paşa’yı küstürmüş ve Sultan Abdülaziz’in aleyhinde çalışan yeni Osmanlılarla yakınlık kurmuştur. Uzun süre bu cemiyete maddi yardımlarda bulunmuş, bir süre Türkiye’den ayrılarak Avrupa’da yapılan hürriyet kavgalarına karışmıştır. Bu arada Abdülaziz’e yazdığı “Padişahların sarayına en güç giren şey doğruluktur” diye başlayan mektubu da çok ünlüdür. Mısır’da veraset usulünün değiştirilmesinden sonra Mustafa Fazıl Paşa’nın Mısır Hıdivi olması ihtimali ortadan kalkınca Mısır’daki emlakine karşılık kendisine Mısır hazinesinden beş milyon lira verilmiştir. Paşa bu parayı on yıl içerisinde tüketmiş, son zamanlarında sıkıntı çekmiş, bir ara bir altın leğen ibriği, bir murassa enfiye kutusunu bir bankere rehine olarak vermek zorunda kalmıştır. Onun bu durumu Hıdive bildirilmiş ve kendisine ayda 2 bin lira para bağlanmıştır. Ancak paşa bu parayı bir defa almış ve 1876 yılında Beyazıt’taki konağında ölmüştür.

Mustafa Fazıl Paşa hoş sohbet ve misafirperver bir kişi olduğundan Kandillideki yalısında ve Beyazıt’taki konağında devamlı misafirlerini ağırlamıştır. Kaynaklardan İstanbul’daki ilk maskeli balonun Sultan Abdülaziz zamanında Mustafa Fazıl Paşa’nın bu yalısında düzenlendiği öğrenilmektedir. O günlerde Jön Türklerin hareketlerini izleyen Şehzade Abdülhamit bu balolarla ilgili anılarında bazı bilgiler vermektedir: “Baloyu amcam Sultan Aziz zamanında Çamlıca'da Fazıl Paşa Köşkü'nde yapmış... Bu baloda Namık Kemal Bey, Sami Bey gibi bazı zevat da davetli idiler. Onlar da donsuz bir entari giymişler, kırmızı gravat takmış, yalın ayak, baş açık sofrada iyş ü nuş etmişler.”

Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa Mısır Hıdivi İsmail Paşa’nın küçük kardeşi olup, 1829 yılında Kahire’de doğmuştur. İsmail Paşa’dan dört saat sonra doğmasından ötürü Hıdivlik hakkını kaybetmiştir. Paşa’nın bu dört saatlik geç doğmasına her zaman canı sıkılmıştır. İsmail Paşa Hıdiv olarak İstanbul’a birçok kez gelmiş ve Emirgan’daki yalısında kalmıştır. Mustafa Fazıl Paşa onun bu gelişlerinden birisini Kandillideki yalısında dürbünle izlerken yanındakilerden biri şöyle demiştir: “Ey Rabbim, bu kadar külfet, bu kadar teşrifat hep şu dört saatlik farktan mı ileri geliyor.” Buna karşılık Paşa da; “Orası öyle amma eğer o fark olmasaydı biz de sizi kazanamazdık” demiştir.

Sultan II. Abdülhamit tahta çıktıktan sonra Kandillideki Mustafa Fazıl Paşa Yalısı’nı kardeşi Cemile Sultan için satın almıştır. Bu konuyu mabeyn feriki Eğinli Sait Paşa anılarında şöyle belirtir: “Merhum Mustafa Paşa’nın yalnız 20 bin lira kıymetinde olan Kandillideki sahilhanesini 25 bin liraya Sultan Hamit tarafından satın alındığı ve senetlerinin kendisi vasıtası ile sultana gönderildiğini, bu büyük hediyeye mukabil sultanın, başağası ile 400–500 lira değerinde murassa bir enfiye kutusunu yolladığını ve padişahın kendi ihsanına karşı böyle değersiz bir hediye verilmesine pek canı sıkıldığını o akşam mabeyne gelen Cemile Sultan’ın kocası Mahmut Paşa’ya söylemiştir. Mahmut Paşa da daha sarrafa borcu ödenmemiş kutuyu geri almıştır.

Cemile Sultan Kandillideki yalısında çok fazla oturmamış, Erenköyü’ndeki köşkünde yaşamıştır. Yalıyı da resim yapan, ava meraklı Prens Celaleddin Bey’e bırakmıştır. Prens Celaleddin Bey’in I. Dünya Savaşı’nda ölümünden sonra VI. Mehmet Vahidettin tarafından kızı Ulviye Sultan için satın alınmıştır. İstanbul’un İtilaf Ordusu tarafından ele geçirilmesi sırasında Rumlar bu yalıyı satın almak istemişlerdir. Yalı Cumhuriyetin ilk yıllarında yıkılmıştır.

Yalının harem ve selamlıktan meydana geldiği, rıhtımından selamlık bahçesine girildiği kaynaklardan öğrenilmektedir. Selamlık girişinde mermer bir taşlığa, oradan da sağ ve sol yöndeki iki büyük salona geçiliyordu. Girişin karşısındaki holün karşı tarafında dört mermer direk üzerine oturtulmuş bir sahanlık ve çift yönlü parkeden muhteşem bir merdiven bulunuyordu. Bu merdivenlerin çevresi somaki mermer kaplı idi. Üst katta büyük bir sofa ve bu sofanın sağ ve solunda iki büyük salona geçiliyordu. Prens Celaleddin Bey zamanında her odada renkli Hereke halıları bulunuyordu. Alt kattaki üç salondan biri koyu fes renginde, diğerleri yeşil ve sarı renkte boyanmış salonlardı. Üst kattaki salonlar ise mavi, beyaz ve pembe renge boyalı idi.

Yalının plan düzeninde koridorlar ön plana çıkarılmıştı. Yatak ve oturma odaları bu koridorlar üzerine yerleştirilmiştir. Üst kattaki koridorlardan sağ taraftakinde içerisi renkli çinilerle döşeli iki büyük kurnası olan bir de hamamı vardı.


Mahmut Nedim Paşa Yalısı (Üsküdar)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/14/00079710.jpgİstanbul ili Üsküdar ilçesi, Vaniköy’de, Vaniköy Caddesi üzerinde bulunan bu yalıyı Viyana Sefiri Mahmut Nedim Paşa XIX. yüzyılın ikinci yarısında yaptırmıştır. Burada bulunan Mahmut Nedim Paşa’nın büyükbabası Selim Sabit Efendi’ye ait yalı yıkılmış, çevresindeki yalıların da arsaları satın alınmıştır.

Yalı eklektik üslupta, harem ve selamlık olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. Yalının cadde yönünde de Ağalar Odası bulunmaktadır. Selamlığın bahçesinde ise yalının müştemilatından olan ve yakın tarihlerde restore edilen, özelliğini yitirmiş bir yapı daha bulunmaktadır. Yalının su gereksinimi rasathane sırtlarından toprağın altından ve üstünden geçirilen boruların oluşturduğu bir su tesisatı ile sağlanmıştır.

Geleneksel Osmanlı ev ve yalı mimarisi tiplerinden bir örnek olup, iç sofalı plan düzeninde yapılmıştır. Klasik üslupta bağdadi sıvalı ahşap karkas sistemi burada uygulanmıştır. Yalının 13 odası ile iki sofası bulunmaktadır. İki katlı haremin bir bölümünü oluşturan ve harem ile içeriden bağlantısı bulunan üç katlı, üzeri piramidal külahlı bir kule bulunmaktadır. Bu kulenin her katına bir oda yerleştirilmiştir. Harem bölümünün odalarının tavanları geniş ve uzun tahtalardan oluşturulmuş, geometrik desenlerle bezenmiştir.

Deniz kıyısında rıhtımı olan yapının her iki katı birbirinden sade bir silme ile ayrılmıştır. Cephe düzeninde altlı üstlü dikdörtgen söveli altışar pencere bulunmaktadır. Yapının hamam ve mutfak mekânları haremin semin kat sofası ile bağlantılıdır. Buradaki hamam iki bölümlüdür ve dökme mozaik zeminlidir. Mutfak bölümü ise onarımlar sonucu özelliğini yitirmiştir.

Yalının selamlık bölümü 1960’lı yıllarda yanmış Y. Mimar Sedat Hakkı Eldem tarafından eski yerinden biraz daha geriye çekilerek yeniden yapılmıştır. Bu bölümün denize bakan cephesi ve çatısı dışında tüm aksamı ve planı değiştirilmiştir.

Eski kaynaklardan yalının içeriye kadar uzanan geniş bir kayıkhanesinin olduğu ve buraya iki saltanat kayığının sığdığı öğrenilmektedir. Bahçesinde bir de selsebili vardır. Bahçenin harem bölümüne bitişik küçük bir yapı daha bulunmaktadır. Günümüzde değişikliğe uğramış bu yapının Mahmut Nedim Paşa’nın oğlu Prof. Nebil Bilhan’ın Kütüphanesi olduğu söylenmektedir. Harem bölümü uzun yıllar Kızılay Hemşire Yurdu olarak kullanılmıştır.

Günümüzde yalının harem ve selamlık bölümlerinin mal sahipleri farklı kişilerdir.


Tırnakçı (Çürüksulu) Yalısı (Üsküdar)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/15/00080036.jpgİstanbul ili Üsküdar ilçesi, Salacak sırtlarında Ayşe Sultan Yalısının yanında bulunan bu yalı Enderun-ı Hümayun’dan yetişen Tülbetağası ve sonrada Mabeyinci ve Tırnakçı olan Mustafa Ağa yaptırmıştır. Tırnakçı Yalısı 1798 yılındaki Açık Türbe Yangınında yanmıştır.

Bugünkü Çürüksulu Ahmet Paşa Yalısı da Tırnakçızadelerin yaptırmış olduğu yalının yalnızca bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu yalının XIX. yüzyılın başlarında yaptırıldığı sanılmaktadır. Kaya temeller üzerine oturtulmuş olan bu yalıyı eski büyükelçilerden Muharrem Nuri Birgi 1968’de satın almış, onarmıştır. Yalıyı onaran Y.Mimar Turgut Cansever XVI. yüzyıldan kalma meşe sütunlara rastladığını söylemiştir. Buna dayanılarak yalının çok daha eski tarihlere ait olduğu sanılmaktadır.

Geniş bahçe içerisindeki yalının diğer örneklerinde olduğu gibi anıtsal bir görünümü bulunmamaktadır. Giriş holü içerisinde yemek holüne yer verilmiştir. Ancak iç mimarisi Avrupa’nın XIX. yüzyılda Osmanlı mimarisine etkisini göstermektedir. İki katlı olan yalının ince uzun geniş pencereleri Marmara Denizi’nin Sarayburnu kesimine bakmaktadır. Karnıyarık planında yapılmış olan yalının her iki katında da ortada geniş sofalar ve bunun etrafına sıralanmış odalara yer verilmiştir. Üzeri geniş saçaklıklı ahşap bir çatı ile örtülmüştür.

Tırnakçızadelerin yaptırmış olduğu yalıdan ise günümüze hiçbir iz ve kalıntı gelememiştir.


Köçeoğlu Yalısı (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Çengelköy’de bulunan bu yalıyı Sultan V. Murat’ın ünlü sarrafı Agop Köçeoğlu 1780 yılında yaptırmıştır. Boğaziçi’nin en güzel yapılarından olan bu yalı uzun yıllar harap bir halde kalmış, 1943 yılında da yıktırılarak ortadan kaldırılmıştır. Ancak yalının orta salonuna ait bezemeli tavanı yıkıcılardan satın alınarak onarılmış Fatih Sultan Mehmet’in yaptırmış olduğu Topkapı Sarayı’ndaki İmrahor Odasına monte edilmiştir.

Köçeoğlu yalısı harem ve selamlık bölümlerinden meydana gelmiştir. Harem bölümüne ait uzaktan çekilmiş bir fotoğraftan bilgi edinilmektedir. Buna dayanarak harem cephesinin selamlıktan daha geniş ve derinliği de daha fazla idi. Yalı önünden geçen caddeye eli böğründelerle taşırılmış ve aşı boya ile boyanmıştır. Yalı iki sofalı plan tipine göre yapılmıştı. Ortada sofa ile yan avluya bakan küçük sofa haremi bahçeye açılan bir başka sofası daha bulunmakta idi. Bu sofa ile selamlıkla bağlantı sağlanmakta idi. Merkezi plan tipindeki harem sofasının köşeleri yuvarlatılmıştır. Bu sofa deniz ve arka bahçeden iki sütunla ayrılmış eyvanlarla tamamlanıyordu. Büyük sofanın dört köşesine de dört ayrı oda yerleştirilmişti. Sonraki yıllarda deniz ve cadde yönüne üç ayrı odanın açıldığı bir yan sofa daha eklenmiştir.

Yalıda alt ve üst kat planları birbirlerinin tekrarıdır. İçerisi XVIII. yüzyılın ikinci yarısını yansıtan motiflerle bezeli idi. Dış görünümü içine göre oldukça sade idi. Kesme taştan rıhtım duvarı üzerindeki zemin katı dış cepheye çok sayıda pencere ile açılmıştır. Bu görünüm de yalıyı diğer Boğaziçi yalılarından ayırmaktadır. Y.Mimar Sedat Hakkı Eldem bu yalının bir restitüsyon projesini hazırlamıştır.


Serasker Rıza Paşa Yalısı (Üsküdar)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/21/00084358.jpgİstanbul ili Üsküdar ilçesi Vaniköy Caddesinde bulunan bu yalı XIX. yüzyılın ikinci yarısında yaptırılmıştır. Yalının ilk sahibinin Mustafa Nuri Paşa (1824–1889) olduğu bilinmektedir. Mustafa Nuri Paşa Sultan Abdülaziz (1830–1876 ) zamanında Mabeyn Başkâtibi olmuş, daha sonra Sadaret Müsteşarlığına getirilmiş, 1885’te Evkaf Nazırı olmuştur. İstanbul’da ölmüş ve Süleymaniye Camisi’nin haziresine gömülmüştür.

Yalı sonraki yıllarda Serasker Rıza Paşa’ya devredilmiştir. Sultan Abdülmecit ( 1878–1909) müşiri Serasker Rıza Paşa (1809–1877) Divanyolu’nda Sultan Mahmut Türbesi’nin haziresinde gömülüdür.

Yalı art-nouveau üslubunda, bodrum, zemin ve çatı katından, harem ve selamlık bölümlerinden meydana gelmiştir. Günümüze yalnızca selamlık bölümü gelebilmiştir. Yalı çeşitli dönemlerde yapılan onarımlar sonucu özelliğinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır. Cephe görünümü devrinin özelliklerini yansıtacak biçimde kemerler içerisine alınmış pencerelerle hareketlendirilmiştir. İç mekânda orta sofa etrafında sıralanmış odalardan meydana gelmiş, üzeri geniş bir saçakla örtülmüştür.


Mabeyinci Ragıp Paşa Yalısı (Kadıköy)

İstanbul ili Kadıköy ilçesi Caddebostan’da bulunan bu yalı Ragıp Paşa tarafından XIX. yüzyılın sonlarında Sirkeci Garı’nın mimarı Jasmund’a yaptırılmıştır. Yalı 105.000 altına çıkmıştır. Yapıldığı Sultan II. Abdülhamit döneminde yalı ile ilgili bir takım dedikodular yapılmış, bu arada II. Meşrutiyet’ten ötürü de Ragıp Paşa bu yalıda oturamamıştır.

Yalı Avrupa mimarisi etkisinde, kesme taştan yapılmış olup, iki kenarına çokgen gövdeli birer kule yerleştirilmiştir. İki katlı olan yalının cephesi boş yer kalmamacasına pencereler, sütunlar, sütunçelerle doldurulmuştur. İki yan kanattaki kuleler yapının ana bünyesinden bir kat daha fazladır. İç kısmında barok ve rokoko üslubu karışımı bezemeler bulunmaktadır.


Amcazade Hüseyin Paşa (Meşruta Yalı) Yalısı (Beykoz)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/12/00078382.jpgİstanbul ili Üsküdar ilçesinde Kanlıca ile Anadoluhisarı arasında bulunan Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı Sultan II. Mustafa (1695–1703) devrinin sadrazamı Köprülü ailesinden Amcazade Hüseyin Paşa tarafından 1797–1698 yıllarında yaptırılmıştır.

Amcazade Hüseyin Paşa, Köprülü Mehmet Paşa’nın erkek kardeşinin oğlu ve Fazıl Ahmet Paşa’nın da amcası idi. Sultan II. Mustafa döneminde çeşitli görevlerde bulunmuş, 1607–1702 yıllarında da Sadrazamlık yapmıştır. Paşa’nın Fatih, Saraçhanebaşı’nda bir de külliyesi bulunduğu gibi İstanbul ve Edirne’nin çeşitli yerlerinde eserleri vardır.

Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı selamlık ve harem bölümlerinden meydana gelmiştir. Bunlardan harem dairesi selamlığın 70–80 m. kadar güneyinde yer alıyordu. Günümüze gelemeyen haremin eski fotoğraflarından iki katlı, iki büyük sofalı, 15–20 odalı olduğu sanılmaktadır. Harem bölümünün denize yönelik çıkmalı üç geniş odası vardı. Bu bölüme 1893 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rumeli göçmenleri yerleştirilmiş bu nedenle tahrip olmuş ve bir yangın sonucu da ortadan kalkmıştır.

Harem ve selamlık bölümünün arasında bir bahçe, arkasındaki tepenin eteklerine kadar uzanan geniş bir alanı vardı. Kaynaklardan öğrenildiğine göre; günümüze gelen selamlık divanhanesinden çıkan bir yol Zarifi Paşa ve Esat Bey yalılarının altından geçerek hareme kadar ulaşırdı. Amcazade Hüseyin Paşa yalısının yapımından sonra devrin ünlü şairi Nazım, bununla ilgili bir tarih düşürmüştür:

“Gazi Hüseyin Paşa yani Vezir-i Azam
Daldan dadı kuster destur-u kârı ferman
Çarhı saadet üzre yekta mehi cihantâb
Bucu şerefte Rahşan hurşidi alem ânâ
Mimarı tab’ı pâki deryaya karşu yaptı
Bir böyle hurrem âbâd me’vayı hâlet efsâ
Guya bu tarhı rânâ bir şuhu bi bedeldir
Çıkmış kenara eyler rindana seyri derya
Eyvanı serbülendin seyr eyleyüp acem mi
Geçse yere hayadan taku revakı kisra
Ali binayı ziba kâşane-i zerandâd
Valâ makamı dikleş bünyadı ruh bahşâ
Didei Nazım hatif tarihini bu tarhın
Bahrı üzre tarhı ziba câyı Hüseyin Paşa
h.1111 (1699).”

Amcazade Hüseyin Paşa’nın vakfını yönetecek evlat ve soyunun oturmasını şart koştuğu bu yalının salonlarından Osmanlı hükümeti zaman zaman yararlanmıştır. Burası bir süre hariciye köşkü gibi kullanılmış, Sultan III. Ahmet’in veziriazamı Damat İbrahim Paşa yabancı elçileri burada kabul etmiştir. Yerli ve yabancı yazarların, gezginlerin hayranlıkla sözünü ettiği bu yalıda Karlofça Antlaşması nedeni ile Avusturya elçisine muhteşem bir ziyafet verilmiştir. Devrin Vakanüvislerinin sözünü ettiği bu ziyafet, o zamanın İstanbul’u için son derece önemli bir olay olmuştur. Bunlardan öğrenildiğine göre davetliler çeşitli bayraklarla, fenerlerle süslenmiş üç büyük gemi ile birbirini izleyerek peş peşe yalıya gelmişlerdir. 300 kürekçinin kürek çektiği gemilerin en büyüğünde Osmanlı devletinin önde gelenleri ile sefirleri bulunuyordu. Kıyıya yaklaşırken yalının çevresinde yanıp sönen fenerler, meşaleler gemidekilerle birleşmiş, deniz üzerindeki kayıkların ışıkları da bunlara eklenince çevre bir renk cümbüşüne dönüşmüştü. Bütün bunların yanı sıra gemilerin zincir gürültülerine yalıdan yükselen sazendelerin, hanendelerin şarkıları, ney, tambur, santur, kanun, nefir, musikâr ve keman sesleri karışmıştır. Böylece Boğaziçi o güne kadar yaşamadığı ve bir daha yaşayamayacağı bir geceyi yaşamıştır.

Amcazade Hüseyin Paşa Yalısının deniz üzerine eli böğründelerle, çıkmalarla, direklerle uzanan divanhanesi ondan sonra, 1650–1750 yıllarında Boğaziçi’nde yapılan en az 50 civarındaki yalıya da örnek olmuştur. Yalının bezemeleri barok rokoko üslubundan etkilenmiş ve Osmanlı süsleme sanatı da onları tamamlamıştır.

Cihannüma olarak nitelenen divanhane, ters T plan şeklinde olup, bu şekli ile üç yönden Boğaz’a bakış sağlanmıştır. Kırmızı aşı boyalı yalının üç yanında sıralanmış pencereler, oldukça alçak tutulmuştur. Bunun sonucu olarak da deniz üzerindeki gölge ışık oyunları tavanlara, duvarlara yansıtılmıştır. Alçak pencereler ile saçak çizgisi arasında kalan cephe çıtalarla, üzerleri sivri kemerli düşey panolarla birbirlerinden ayrılmıştır. Divanhanenin üzeri Osmanlı ağaç işçiliğinin, oymacılığının en güzel örneklerinden olan ahşap bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe dışında kalan bölümler tekne tavanlarla örtülmüş, bunları geometrik şekilde ağaç işleri, mukarnaslar ve sarkma topuzlar tamamlamıştır. Ahşap kubbenin altına da son derece sanatkârane, yekpare mermerden oyulmuş bir havuz yerleştirilmiştir. Divanhanenin duvarları altın yaldızlı pano ve nakışlarla bir çiçek bahçesi gibi bezenmiştir. Stalaktitli kornişler, çeşitli çiçek ve yaprak motifleri yalı duvarlarını boş yer bırakmamacasına kaplamıştır. Burada kırmızı, kurşuni, beyaz renkli yapraklar arasındaki vazolardan çıkan güller veya yalın güller, laleler, karanfillerden oluşmuş buketler olup, mavi desenli beyaz çinili vazolar da onları tamamlamıştır. Ayrıca pencere pervazları, kapı ve dolap kapakları fildişi bağ kakmalardan yapılmıştır.

XIX. yüzyıl sonu, XX. yüzyıl başlarında kendi haline terk edilen yalı, ilk kez Türkiye Anıtlarının Korunmasına Yardım Derneği tarafından 1947 yılında kısmen onarılmıştır. Ardından Milli Eğitim Bakanlığı yönetimindeki Topkapı Sarayı Müzesi’nce onarılmıştır. Bu onarımı Y.Mimar Cahide Tamer tarafından yapılmıştır. Bu arada yalının temelleri sağlamlaştırılmışsa da içeriye akan yağmurlar rutubete bezemelerde yer yer dökülmelere, ağaç işlerinde de bozulmalara neden olmuştur. Son olarak yalı TAÇ Vakfı tarafından 1956 yılında yıkılmasını önlemek amacıyla kısmen onarılmıştır.

Yalının eski selamlık dairesinin hamam, mutfak ve hizmetkârlar dairesinin bahçedeki, bugünkü sokak seviyesine kadar uzanan alanda olduğu sanılmaktadır.


Göksu Yalıları (Beykoz)

XVIII.-XIX. yüzyıllarda Göksu kıyılarında sıralanmış bazı yalılar olduğu Bostancıbaşı Defterlerinden öğrenilmektedir. Bu yalılardan hiçbir iz günümüze gelememiştir. Bostancıbaşı Defterlerinde ismi geçen yalılar arasında İzzet Paşazade Sait Bey Yalısı, Sabık Şam Kapı Kethüdası İbrahim Bey veresesinin Yalısı, Hazine Kesedarı Efendi’nin yalısı, Mustafa Ağa’nın oğlunun yalısı, Tahir Ağazade Şakir Ağa’nın yalısı, Anadolu Kalemi Kâtibi Emin Efendi’nin yalısı, Gülsüm Hanım’ın yalısı, Yemişçizade Ahmet Bey’in yalısı, Salih Ağa’nın yalısı, Osman Ağa’nın yalısı, Hacegândan Mehmet Bey ile hemşiresinin yalısı, Şam Valisi Silahtar Süleyman Kulları’nın yalısı, Sabık Kethüda Katibi Tayfur Ağa’nın yalıları bulunuyordu. Bu yalılar sonradan el değiştirmiş, yerlerine yenileri yapılmış ve onlarla ilgili hiçbir iz günümüze gelememiştir.


Vecihi Paşa (Prenses Rukiye Sultan) Yalısı (Beykoz)

İstanbul, Beykoz ilçesinde, Kanlıca Koyu, Körfez Caddesi’nde bulunan bu yalı Osmanlı döneminde çeşitli valiliklerde bulunan Vecihi Paşa tarafından yaptırılmıştır. Vecihi Paşa’nın ölümünden sonra yalının selamlık kısmı kızı Necibe Hanım’a, harem ve orta kısmı da oğulları Devlet Şurası Azası Aziz Bey ile İstinaf Mahkemesi Azası Muhlis Bey’e ve kızı Berlin Viyana Sefirliği yapan Sadullah Paşa’nın eşi Necibe Hanım’a kalmıştır. Bundan sonra Aziz Bey yalının orta bölümünü, Muhlis Bey haremi, Necibe Hanım da hissesine düşen selamlığı oğlu Nusret Bey’in eşi Mısırlı Abdülhalim Paşa’nın kızı Rukiye Hanım’a yüzgörümlüğü olarak vermiştir. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın torunu Prenses Rukiye tarafından da1895 yılında yalının selamlığını yıktırarak yeniden yaptırılmıştır. Bu nedenle de yalı, Rukiye Sultan Yalısı olarak da tanınmıştır.

Aziz Bey’in hissesine düşen kısım ölümünden sonra yıktırılmış ve arsası bir Ermeni’ye rehin edilmiştir. I. Dünya Savaşı yıllarında Boğaziçi’nin Kanlıca yöresinde türeyen eşkıyalardan ve onların gönderdikleri tehdit mektuplarından ürken prenses yalıyı terk etmiştir. Terk edilen yalı günden güne harap olmuş ve oturulamayacak duruma gelmiştir. Bu yıllarda yalıyı satın almak isteyenler çıkmışsa da prenses yalıyı satmamış, sonunda yakınlarının teşviki ile Hıdiv İsmail Paşa’nın kardeş çocuğu Prenses İffet Hanım’a satmıştır. Prenses İffet Hanım yalının orijinal şeklini bozmadan onartmış, tavanlarındaki süslemelerin eksiklerini de tamamlamıştır. Prenses İffet’in ülkeden kaçmasının ardından 1957 yılında Özdemir Atman tarafından satın alınmıştır. Yalı günümüzde Atman ailesinin konutu olarak kullanılmaktadır.

XIX. yüzyıla tarihlendirilen bu yalı Neo-Klasik üslupta, harem ve selamlık bölümü olarak yapılmıştır. Yalının selamlık kısmı Prenses Rukiye Sultan tarafından yenilenmiştir.

Yalı üç katlı, orta sofalı plan tipindedir. Oval biçimdeki orta sofanın çevresine deniz ve bahçe yönlerini görecek biçimde birer eyvan ve sofaya açılan odalar yerleştirilmiştir. Yalının son zamanlarda yapılan restorasyonu sırasında bu odalar kaldırılmış, yerlerine iki mutfak ve bir banyo yerleştirilmiştir.

Bahçe içerisindeki yalının önünde denize yönelik bir rıhtım bulunmaktadır. Yalının üçüncü katına bir balkon yerleştirilmiştir. Ayrıca deniz cephesinde yalı boyunca yükselen çıkmada bulunan bu merdivenle ikinci kata çıkılmaktadır. Yalının diğer yanında da ayrı bir girişi olup, zemin kattadır. Yalının katları birbirlerinden kornişlerle ayrılmıştır. Alt kat pencereleri sade ve demir parmaklıklıdır. Orta kat pencereleri panjurlu olup, üzerlerine üçgen alınlıklar yerleştirilmiştir. Oldukça geniş olan çatı saçağını ise zarif konsollar taşımaktadır. Tavanlarında yer yer orijinal ahşap kabartma izleri bulunmaktadır.


Zarif Mustafa Paşa Yalısı (Beykoz)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/13/00078740.jpgİstanbul ili Beykoz ilçesi, Anadoluhisarı Körfez Caddesi’nde bulunan bu yalının XVII. yüzyılın sonu veya XVIII. yüzyılın başında yapıldığı sanılmaktadır. Yalıya ismini veren Zarif Mustafa Paşa yalıyı, Paşa’nın el yazısı ile yazdığı ve torunlarından birinin elinde bulunan anılarından 1848’de satın aldığı öğrenilmektedir. Ancak kimden aldığı belirtilmemiştir. Kaynaklarda paşanın bu yalıyı üçüncü sahibi olan, Sultan II. Mahmut’un (1784–1839) Kahvecibaşılığını yapan, Enderun’dan yetişmiş Kani Bey’den satın aldığı belirtilmektedir. Kani Bey Sarıkçıbaşılık, Defter Eminliği yapmış ve 1849 yılında da ölmüştür.

Sicil-i Osmanî’den öğrenildiğine göre Zarif Mustafa Paşa Hassa Süvari Alay Kâtiplerinden olup, Mirliva ve Ferik olmuştur. 1845 yılında Dar-i Şüra Reisi olmuş, 1846’da bu görevden ayrılarak Mirmirani rütbesi ile Kudüs Mutasarrıfı olmuştur. Bundan sonra 1847’de Ferik rütbesine yükseltilmiş, 1849 yılında Konya ve Halep Valisi olmuştur. Bu görevden kısa bir süre sonra azledilmiş, ardından Vidin ve Erzurum Valisi, Anadolu Ordusu Müşiri olmuştur. 1859 yılında Meclis-i Vâlâ Azası olmuş 1863 yılında da ölmüştür. Karacaahmet Mezarlığı’nda gömülüdür.

Mustafa Zarif Paşa Yalısı harem, selamlık ve mehtabiye köşkü olmak üzere üç ayrı bölümden meydana gelmiştir. Mehtabiye köşkünün bir bölümü günümüze gelebilmiş ve bu bölüm çeşitli onarımlar nedeni ile özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Haremin bir kısmı 1918–1919 yıllarında yıkılmış, kalan bölümüne de 1971 yılında bir gemi çarpmış ve böylece harem bölümü günümüze gelememiştir. Günümüze yalnızca selamlık kısmı gelmiştir. Restore edilen bu bölüm iyi bir durumdadır. Zarif Mustafa Paşa Yalısı yıkılmadan önce kayıkhanesi, bahçeleri, limonluğu ve ahırları ile birlikte Boğaziçi’nin en büyük yalılarından birisi idi.

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/13/00078741.jpgZarif Mustafa Paşa Yalısının aşı boyalı iki katlı olan harem bölümünün ikinci kattaki yaldızlı odasının barok bezemeleri, ahşap kaplamaları, stalaktitli tavan bordürlerinin olduğu kaynaklarda belirtilmiştir. Amcazade Hüseyin Paşa yalısı ile bu bakımdan benzerlikleri bulunmaktadır.

Yalının iyi bir durumda günümüze gelen selamlık kısmı bazı kaynaklara Zarif Mustafa Paşa’nın torunu olan ve Devlet Şurası Azalarından Esat Bey’in ismi ile geçmiştir. Neo-Klasik devir özelliklerini taşıyan bu yapı iki katlı olup, sarı boyalıdır. Orta sofalı plan tipinde olup, deniz cephesindeki üçgen alınlıklı konsolların taşıdığı bir bölümle dışarıya taşırılmıştır. Orta sofa etrafında sıralanmış salon ve odalardan meydana gelen yalının katları silmelerle birbirlerinden ayrılmıştır. Aydınlığı sağlayan pencereler dikdörtgen sıra halinde dizilmiş olmasına rağmen, denize çıkmalı bölümde yuvarlak kemerli pencerelere de yer verilmiştir. Yalının hamamı sıcaklık ve soğukluktan meydana gelen klasik Osmanlı hamam planı şeklindedir.

Rasim Paşa Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Çubuklu’da bulunan Rasim Paşa Yalısının XIX. yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılmaktadır. Yalı 1897 yılında yanmış ve ertesi yıl yeniden yapılmıştır. Ancak bu kez eskisinden biraz daha küçük ölçüde yapılmıştır. Yalıya ismini veren Trablusgarp Valisi Rasim Paşa öldükten sonra varisleri tarafından İstanbul Belediyesi’ne satılmıştır. Belediye yalıya herhangi bir fonksiyon verememiş, Belediye Meclisi’nin aldığı bir kararla İstiklal Savaşı komutanlarından Şükrü Naili Paşa’ya hediye edilmek istenmiştir. Ancak paşa İstanbul Belediyesi’nin bu hediyesini kabul etmemiştir. Bunun üzerine yalı özel idareye devredilmiş, ardından 36. İlkokul olmuştur. Onarılmayan yalı okul olduktan sonra daha da harap olmuş, çöküntüler başlamış böyle olunca da okul başka bir yere nakledilmiştir. Yalı da kendi haline bırakılmıştır. Yalının restorasyonu 1988 yılında başlamıştır.

Yalının mimarının kim olduğu bilinmemektedir. Yapıldığı dönem ve ampir üslubu dikkate alınarak Balyan ailesinden biri tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Yalı zemin kat üzerine iki katlıdır. Boğaziçi’ndeki diğer yalılardan ayrı olarak simetrik bir plan burada uygulanmamıştır. Harem ve selamlık olarak yapılan yalıda orta sofaların etrafına odalar sıralanmıştır. Katlar arasında tek yönlü ve çift yönlü merdivenler bağlantıyı sağlamıştır.

Yalı denizden üç, karadan da iki katlı idi. Kuzey ve deniz cephesinde alınlıklı yapı boyunca yükselen çıkmaları bulunuyordu. Yalının kara yönündeki cephesi diğerlerine göre daha sadedir. Bu cephede silmeli, dikdörtgen pencerelere yer verilmiştir. Diğer cephelerde ise dikdörtgen pencerelerin yanı sıra yuvarlak kemerli pencereler de onların yanına yerleştirilmiştir. Denize bakan cephesinde iki uca birer tane, üzerleri üçgen alınlıklı ikili pencere yerleştirilmiştir. Yalının girişi kuzey cephesinden üçgen alınlıklı merdivenli, dört sütunlu bir açıklıktadır. Yalıda katlar birbirlerinden kornişlerle ayrılmıştır. İç bezemesinde tavanlara önem verilmiş, geometrik çıtalı bezemelerin yanı sıra resimler de burada kullanılmıştır.


Keçecizade Fuat Paşa Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıca’da bulunan Keçeci Fuat Paşa Yalısı XIX. yüzyılda yapılmıştır. Yalıyı Keçecizade Mehmet İzzet Efendi’nin oğlu Doktor Mehmet Fuat Paşa harem ve selamlık olarak büyük bir bahçe içerisinde yaptırmıştır.

Keçecizade Mehmet Fuat Paşa (1815–1868) Sultan Abdülaziz zamanında iki defa sadrazamlık, seraskerlik, hariciye nazırlığı ve büyükelçiliklerde bulunmuştur. Şair Keçecizade İzzet Molla’nın oğlu olup, İstanbul’da doğmuş, Tıphane ismi ile ilk defa açılan Tıp Fakültesinde eğitim görmüş ve hekim olmuştur. Tophane Hekimi olarak Çengeloğlu Tahir Paşa’nın maiyetinde Trablus Seferine katılmıştır. Bundan sonra hekimliği bırakarak diplomat olmak için 1837’de Babıâli tercüme odasına girmiştir. Çok iyi Fransızca bilen Fuat Paşa’yı o zamanın Hariciye Nazırı Büyük Reşit Paşa tarafından himaye görmüştür. Mütercim-i Evvel ve Londra elçiliği başkâtibi (1838), Madrid elçisi (1844) ve Divanı Hümayun (1844) tercümanı olmuştur. Ardından Bükreş ve Petersburg elçiliklerinde bulunmuş ve Sadaret Müsteşarlığına getirilmiştir. Fuat Paşa Hariciye Nazırı iken Sultan Abdülaziz ile birlikte Avrupa seyahatine katılmış, aynı zamanda edebiyatla da ilgilenmiş Ahmet Cevdet Paşa ile birlikte ilk Osmanlı gramerini yazmıştır. Bu eser sonradan Cevdet Paşa tarafından kendisine mal edilmiştir. Nesir ve Divan tarzında şiirleri de bulunmaktadır.

Keçeci Mehmet Fuat Paşa Molla, hekim ve devlet adamlığı yanında, güzel konuşması ve nüktedanlığıyla tanınmış, 1869 yılında Fransa’nın Nice kentinde vefat etmiştir, cenazesi bir Fransız gemisi tarafından getirilmiş İstanbul’da Peykhane Sokağı’nda kendi yaptırdığı caminin yanına gömülmüştür.

Keçecizade Fuat Paşa bu yalıda Osmanlı İmparatorluğu’na yön veren kararlar almış ve siyasi görüşmeler yapmıştır. Burada düzenlenen toplantılara başta Sultan Abdülaziz olmak üzere yerli ve yabancı devlet adamları gelmiştir. Kanlıca Muayidesi ismi ile tanınan bir antlaşma da yine bu yalıda imzalanmıştır. O günlerde yalıyı sık sık ziyaret eden yabancı bir devlet adamı da Yalıyı şöyle tanımlamaktadır:

“Fuat Paşa’nın Kanlıcadaki yalısına ayak basan, kimin karşısına çıkacağını derhal anlar. Zira yalının görünüşü bile büyüklük ishar eder. Ali Paşa’nın konağı büyük bir konaktır, fakat Fuat Paşa’nın yalısına muhteşem tabirinden başka bir şey bulunamaz. Boğziçi’nin dağları üstünde kurulmuş olan bu yalı arkadaki tepelere kadar uzayan büyük koruluklarla çevrilidir. Koruluğun üst tarafına çıkıldığı zaman gözler Rumeli ve Anadolu kıyılarını tamamıyla kavrar. Yalının etrafındaki mükellef bahçeler herkese açıktır. Bildik ve yabancı kim isterse koruluğun altına girerek Boğaz’ın güzelliklerini seyredebilir.

Fransız gezgin yalıya bir sabah saatinde gitmiştir. Kendisini Fuat Paşa’nın dairesi altında bulunan bekleme salonuna aldılar. Salonda paşayı ziyarete gelen birçok Avrupalı iş adamı bulunuyordu. Hepsinin koltukları altında planlar, projeler vardı. Hepsi şimendifer gibi, kanal gibi sağlam banka teklifleri ile paşayı görmeye gelmişlerdi. Hepsi de Onu ikna ederek bir iki milyon alabilme hülyasındaydılar.

Fransız seyyah bu ziyaretçileri tetkik ederken üst kattan gelen bir piyano sesi salonu doldurdu. Beklemekten yorulan ziyaretçi orada rastladığı İzmirli bir Rum dostu ile beraber kayıkla Boğaziçi gezintisine çıktı. Rum dostu ona demişti ki; hele şöyle kayıkla bir gezinti yapalım karlı çıkarız. Emin olunuz İstanbul’da yegâne harika şu Boğaziçi’dir. İnsan Boğaz’ın sularında ne kadar gezerse, o kadar istifade eder. Bir iki saat sonra döneriz. Paşa’nın yalıdan çıkıp gittiğini öğreniriz ve üzüntüden kurtuluruz. İsterseniz yarın gene Kanlıca’ya gelebilirsiniz, bu defa bahçeleri koruları gezersiniz. Fakat paşayı yalıda görmeyi aklınızdan çıkarmalısınız.”

Keçecizade Fuat Paşa oğlu Nazım Bey’in Vükelâ Vapuru’na binerken ölmesi üzerine bir süre için yalıyı terk etmiştir. Fuat Paşa’nın ölümünden sonra da Sait Paşa yalıyı satın almak isterse de Sultan II. Abdülhamit “Denizden Hıdiv İsmail Paşa Yalısına yakındır” diyerek buna izin vermemiştir. Bunun ardından yalı Hıdiv İsmail Paşa’nın oğullarından Hüsnü Paşa’ya ihsan edilmiştir. Onun ölümüyle de Sait Paşa’ya satılmıştır. Meşrutiyet’in ilanından sonra Şehzade Yusuf İzettin Efendi ile Sait Paşa arasında yalının arazisi yanındaki Çavuşpaşa Çiftliği için bir ihtilaf çıkmış ve taraflar mahkemeye düşmüşlerdir. Bu durumdan da Sait Paşa kazançlı çıkmıştır.

Keçecizade Fuat Paşa’nın yalısı çevrede tutuşan otlardan sıçrayan kıvılcımla yanmış, yalının yüksek taş duvarları bir süre ayakta kalmışsa da tehlikeli bir durum gösterdiğinden yıkılmıştır. Yalının yanındaki kâgir kemerli su bendinin duvarları da Sultan Mehmet Reşat’ın emri ile yıkılmıştır. Bunun da nedeni Sultan Reşat Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa ile Söğütlü Vapuru ile boğazı gezdikleri sırada birçok insanın bu kemerli duvarların altında oturduklarını görmüş, bu yüzden de çökme tehlikesi olabileceğinden ötürü bu duvarları yıktırmıştır.

A.Cabir Vada’dan öğrenildiğine göre yalının bahçesi büyük çam ağaçları başta olmak üzere çeşitli ağaçlarla kaplı idi. Yalının arkasında Süngerli Köşk denilen bir yapı bulunuyordu. Bu köşk ahşaptan olup, üst katında biri büyük diğeri de küçük odalar vardı. Alt katında sünger taklidi merdivenler olmasından ötürü Süngerli Köşk ismi buraya yakıştırılmıştı. Yalı ve arsasının cephesinin 125 m. uzunluğunda olduğu, yanında kayıkhanesinin bulunduğu öğrenilmektedir.


Marki Necip Bey Yalısı (Beykoz)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/14/00079713.jpgİstanbul ili Beykoz ilçesi, Anadoluhisarı Körfez Caddesi üzerinde bulunan bu yalıyı XIX. yüzyıl sonlarında bir Fransız markisi yaptırmıştır. Bu marki İslamiyet’i kabul etmiş ve Ahmet Necip ismini almıştır. Bu nedenle de Marki Necip Bey Yalısı olarak tanınmıştır. Yalının mimarının bir İtalyan olduğu bilinmektedir.

Yalı dört katlı ve bir de çatı katından meydana gelmiştir. Deniz seviyesi ile üzerindeki yol arasında kot farkı olduğundan cadde yönündeki bir kapıdan yalının dördüncü katına girilmektedir. Bu katta önce bir giriş holü, sonra da tonozlu küçük bir mekân vardır. Burada alt katlara inen merdivenler bulunmaktadır. Dördüncü katta denize cephesi olan geniş bir salon vardır. Salonun önüne de oldukça geniş bir teras yerleştirilmiştir. Yalının diğer katlarının planları birbirinin eşidir. Birinci ve ikinci katlarda denize cephesi olan birer büyük salona yer verilmiştir. Yalnız üçüncü kat ile ikinci katın salonuna balkon şeklinde bir bölüm eklenmiştir. İkinci ve üçüncü katlarda bahçeye ve caddeye yönelik odalar sıralanmıştır. Zemin katta ise deniz seviyesi boydan boya balkonludur. Bu balkona kemerli beş pencere açılmaktadır. Ayrıca yapının Anadoluhisarı yönündeki yan cephesine de küçük bir balkon yerleştirilmiştir. İlk yapılışında kayıkhane olan bölüm de bir vitray ile kapatılmış, önü rıhtım olarak düzenlenmiştir.

Zemin kattan bahçeye geçilir. Bu geçişin bulunduğu bölüm yapı boyunca aynı yükseklikte bir çıkma şeklindedir. Yalının bahçeye bakan cephesindeki zemin kat iki tarafı renkli taşlarla süslü, ince sütunlu ve dilimli kemerlidir. Yalının içerisinde tavanlar ve salonlar bitkisel ve geometrik motifli kabartmalarla bezenmiştir.

Erdoğan Demirören ailesi 1977 yılından beri bu yalıda yaşamaktadır. Yalı 1983 yılında yanmış ve yeni baştan restore edilmiştir.


Saffet Paşa Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıca Vapur İskelesi’nin güneyinde bulunuyordu. Bu yalıyı Ethem Efendi isimli bir kişi 1760 yılında yaptırmıştır. Boğaziçi’nin en eski ve en bakımlı yalılarından biri olarak nitelenen bu yapı Sultan II. Abdülhamit döneminde (1876–1909) altı kez Hariciye Nazırlığı, kısa bir süre de Sadrazamlık yapan Saffet Paşa’nın mülkiyetine geçmiştir. Saffet Paşa bu yalıyı harap bir durumda 1865 yılında tamir ettirmiştir. 1876 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda yapılan Ayastefanos Antlaşması’ndan (1878) sonra bu yalıda tarihi bir toplantı yapılmıştır. Bu toplantılardan birisinde Saffet Paşa Kont Şövalov, İgnatiyef Salisburi’nin de bulunduğu bir heyete burada ziyafet vermiştir. Ardından içlerinde Prusya Prensi Waldemar, Gloucester Düşesi, Bavyera Prensi Konrad, Somersed Maukham ve Agata Christie’nin de bulunduğu birçok ünlü kişi bu yalıda ağırlanmıştır. Saffet Paşa’nın ölümünden sonra ailesine intikal eden yalının son sahiplerinden birisi de Kadri Cenani olmuştur.

Saffet Paşa Yalısı harem ve selamlık olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. Ayrıca hamamı, kayıkhanesi de vardı. Yalının harem bölümü 1920 yılında yıktırılmıştır. Bundan sonra haremin arsası ile selamlık bahçesinin bir kısmı birbirinden ayrılmış, Saffet Paşa’nın ikinci oğlu Faiz Bey’in kızı Aliye Hanım’ın oğlu Sedat Simavi’ye satılmıştır. Sedat Simavi de 1939–1941 yıllarında burada yeni bir yalı yaptırmıştır. Selamlık bölümü ise 1976 yılında yanmış, arta kalan duvar kalıntıları da yıktırılarak yerine bir betonarme yalı yapılmıştır.

Saffet Paşa Yalısı çeşitli dönemlerde yapılan onarımlarla orijinalliğinden kısmen uzaklaşmış olmasına rağmen yine de Türk sivil mimarisinin örneklerinden birisi idi. Harem ve selamlık bölümleri orta sofalı plan tipinin simetrik olarak uygulanmasından meydana gelmişti. İki katlı yalının arka cephesinden ön cephesine kadar uzanan dikdörtgen sofaları bulunuyordu. Katlar arasında bağlantıyı üç kollu merdivenler sağlıyordu. Bu sofalara açılan dikdörtgen planlı farklı boyutlarda odaları vardı. Bu odalardan bazıları ahşap direk ve konsollarla dışarıya doğru genişletilmiştir. Selamlığın güney cephesinde bir eyvan içerisinde girişi vardı. Bu girişin içerisine son derece güzel bir çini pano yerleştirilmiştir. Buradaki zemin yükseltilmiş, mermerle kaplanmış, eyvanın önüne de Rodos işi çakıllarla bir bezeme yapılmıştı. Yalının bütünü barok ve ampir üslubunu yansıtıyordu. Odaların ahşap oymalı tavanlarındaki bezemelerinin Hasköy sandalcıları tarafından yapıldığı yalının son sahibi Kadri Cenani söylemiştir.

Bu yalıdaki bir başka özellik de Batılılaşma dönemi Osmanlı sivil mimarisinin kendine özgü kemerli nişlerinin bulunuşudur. Harem ve selamlık arasındaki avlu XIX. yüzyılın sonlarında yapılan bir onarım sırasında ortadan kaldırılmış ve buraya bölümleri birbirine bağlayan iki koridor eklenmiştir.


Sedat Simavi Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıca’da bulunan Saffet Paşa Yalısı’nın yıktırılan haremi ile harem bahçesinin tamamı, eski Yedigün Müessesesinin sahibi, Hürriyet Gazetesinin kurucusu Sedat Simavi tarafından satın alınmıştır. Burada 1938 yılında kâgir bir yalının yapımına başlanmışsa da II. Dünya Savaşı’nın çıkması ile yapı malzemesinin sağlanmasında güçlükler çıkmış ve yalı ancak 1941 yılında tamamlanmıştır.

Eski Boğaziçi yalılarına benzemeyen bir mimari üslupta olan bu yalı Kanlıca’da ilk kaloriferli bina olarak tanınmıştır.


Halil Ethem Eldem (Osman Hamdi Bey) Yalısı (Beykoz)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/21/00084353.jpgİstanbul ili Beykoz ilçesi, Çubuklu İskele Caddesi’nde bulunan bu yapı Sultan II. Abdülhamit’in (1876–1909) sadrazamlarından Ethem İbrahim Paşa tarafından XIX. yüzyılın ikinci yarısında yaptırılmıştır.

Neo-Klasik üsluptaki yalı harem ve selamlık olmak üzere iki bölümlü simetrik düzende bir plana sahiptir. Müşterek orta sofalı, iki yan sofalı ve iki bölümlü plan tipindedir. Yalının zemin katı taş, üzerindeki iki katı ahşaptandır. Her katın güney ve kuzey yönlerinde iki merdiven bir orta sofa, iki yan sofa, altı oda ve iki tuvaleti bulunmaktadır. Yalının iki dış yüzü kavisli olup, orta sofanın iki yanındaki harem ve selamlık dairelerinin ikisi deniz yönüne biri de kara tarafına olmak üzere üçer odası bulunmaktadır. Yalıya kuzey ve güney yan cephelerindeki merdivenli kapılardan girilmektedir.

Dış cephe görünümünde birinci katta üçgen alınlıklı, demir şebekeli pencerelere yer verilmiştir. Üst kat pencereleri oldukça sade olup, ahşap kepenklidir. Yalının bahçesinde bulunan selsebil Kanlıca’daki Bahai Yalısı’ndan buraya getirilmiştir. Bunun yanı sıra bahçede kaskatlı bir havuz ile iki küçük mermer çeşmeye de yer verilmiştir. Yalının kayıkhanesi son onarımlar sırasında kapatılmıştır.

Yalı uzun yıllar harap bir halde kalmış, 1988–1990 yıllarında yenilenmiş, betona dönüştürülmüş ve dış cephesi ahşap kaplanmıştır. Plan özellikleri ise bozulmamıştır.


Nuri Paşa Yalısı (Beykoz)

http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/09/21/00084354.jpgİstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıca’da bulunan bu yalı, Sultan II. Abdülhamit döneminde Nuri Paşa tarafından 1895 yılında yaptırılmıştır. Nuri Paşa’nın oğlu Marki Necip Yalısı’nın sahibinin kızı ile evlenmiştir. Sonraki yıllarda yalı eski bakanlardan Muhlis Erkmen’in mülkiyetine geçmiş, daha sonra da Sadıkzadeler tarafından satın alınmış, son olarak da Rahmi Koç’un mülkiyetine geçmiş olup, Rahmi Koç Yalısı olarak da anılmaktadır.

Yalı XIX. yüzyıl ikinci yarısında yapılmış art-nouveau üslubu yapılardan bir örnektir. İki katlı ahşap yalı son onarımlar sırasında beton takviyeli olarak yenilenmiştir. Yalı orta sofa etrafında sıralanmış odaların oluşturduğu plan düzenine göre yapılmıştır. Yalının ortasında denize yönelik altlı üstlü birer balkonu bulunmaktadır. Bunlardan üst balkon ahşap çatının devamı üçgen bir alınlıkla sonuçlanmaktadır.


Mektupçu Ali Bey Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıca’da bulunan bu yalı, XIX. yüzyılda Sadaret Mektupçusu Ali Bey tarafından yaptırılmıştır.

Günümüze gelemeyen bu yalı geniş bir bahçe ve çam ağaçlarının arasında iki katlı bir yapı idi. Harem ve selamlık bölümlerinden meydana gelen yalının Meşrutiyet’in ilanı sırasında yıktırılmıştır. Selamlık tarafında bulunan kayık havuzu ise 1925 yılında yol yapımı nedeni ile üzeri doldurulmuştur.


Kezzubi Hasan Efendi Yalısı (Beykoz)

İstanbul Beykoz ilçesi, Kanlıca’da bulunan bu yalı, XVIII. yüzyılın sonu, XIX. yüzyılın başlarında yapılmıştır. Sokak seviyesinin 3 m. altında bulunan bu yalı 1893 yılında yanmıştır. Arkasındaki arazide bulunan köşkü ise zamanla harap olmuş ve 1937 yılında da tamamen yok olmuştur.

A.Cabir Vada’dan öğrenildiğine göre; yalı setler halinde ağaçlıklı bir alanda yapılmıştı. Harem ve selamlıktan meydana gelen yalının mimari yapısı ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır.


Asaf Paşa Yalısı (Beykoz)

İstanbul Beykoz ilçesi, Kanlıca’da bulunan bu yalı XIX. yüzyılın başlarında Selami Efendi bir kişi tarafından yaptırılmıştır. Harem ve selamlıktan meydana gelen yalı iki ayrı bölüm halinde idi. Arkasında da bir köşkü bulunuyordu. Şerif Abdülmuttalip tarafından satın alınan yalı daha sonra Asaf Paşa’ya satılmıştır. Asaf Paşa’nın ölümünden sonra yalı yıktırılmış, arsası Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa’nın torunu Vedia Hanım’a satılmıştır. Arkasındaki köşk de Karaköy Börekçisi Hüseyin Çeyrek tarafından satın alınmıştır.

A.Cabir Vada’dan öğrenildiğine göre; bahçe içerisindeki bu yalının bir de arka ile bağlantısını sağlayan halka açık tünel şeklinde bir yolu vardı. Bu yalının arsasını 1938 yılında Bahriye Vekâleti Sıhhiye Müdürlüğünden emekli Mazhar Tan satın almış ve buraya kâgir bir köşk-yalı yaptırmıştır.


Sahaflar Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıca’da bulunan bu yalı XVIII. yüzyılın sonlarına tarihlendirilmektedir. Yalının sahibi Sahaflar Şeyhi Vakanüvis Esat Efendi olup, ondan ötürü de Sahaflar Yalısı olarak tanınmıştır. Mimari yönden bir özelliği olmayan bu yalı daha sonra Mirliva Şükrü Bey’in mülkiyetine geçmiş 1911 yılında da yanmıştır.


Rıfat Paşa Yalısı (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıca’da vapur iskelesi ile Sahaflar Yalısı arasında yer alan bu yalı XVIII. yüzyılda Rıfat Paşa’nın babası Hacı Ali Bey tarafından yaptırılmıştır. Sadık Rıfat Paşa Meclisi Vâlâ, Ahkâmı Adliye ve Tanzimat azalıklarında bulunmuş, dört defa Hariciye, bir defa da Maliye Nazırlığında bulunmuştur. Bu yalıyı daha sonra Sultan II. Abdülhamit’in kız kardeşi Cemile Sultan satın almış, Rıfat Paşa da Çubukluda deniz kenarındaki bir araziyi satın alarak buradaki körfezi doldurmuş, harem ve selamlıktan ibaret büyük bir yalı yaptırmıştır.

Rıfat Paşa Yalısı Cemile Sultan’ın mülkiyetinde iken 1871 yılında yanmış, yangından arta kalan selamlık XIX. yüzyılın başlarına kadar ayakta kalmıştır. Daha sonra bu araziyi Yağcı Haci Şefik Bey ile ortağı satın almışlardır.