PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Hayatın hatrını kırmak


Hasret
02-15-2009, 23:21
Hatır, hatıralarda mı kaldı? Bir kahvenin kırk yıl hatırı olur da bir hatır sormanın kaç kırk yıl hatırı olur? Bunun cevabını kırk katır taşıyabilir mi? Çok mu zor gönülden hal ,hatır sormak; iyi günde, iyi olmayan günde dinleyerek de olsa yanında olmak? ''Yakın uzaklar'da bu kadar oluyor halleşmek, iki kelam etmek; insan kokmayan, hayat akmayan sözüm ona sohbetlerde… Her şeyin hazırı çıktı da ortada hatır yok, uzak hasretlere gitmiş…

Nisyan yalnızlıklar okunuyor isyan yüzlerde… Yüreği ile yüzleşmeye cesareti yok esaret duygularına kapılmışların… Kapı komşusundan habersiz ve hatırsız uzak yaşantılar; hayat adına hatırı sayılır bir kayıp… Kazanç peşinde koşmak uğruna hayatın hatırını terk etmek, ne acı bir kopuş… Eşin, çocukların hatırını hafife almak; ne ağır bir sorumluluk… İlgiyi, sevgiyi yeterince onlara vermemek; başka bir şeylerin dolduramayacağı büyük bir boşluk…

Nerde o hürmet ve merhamet? Tozlu hatıralara mı saklandı? Bugünkü yaşantımız hatıralarda saklanılacak bir yaşantı mı? Hatırlıyor musunuz en son hangi büyüğünüzü işiniz olmadan ziyaret ettiniz de sevginizi, saygınızı dile getirdiniz? Bayramı mı bekliyorsunuz, ömür bekler mi ki? Bayramları bile bayağılaştıran boş vermişlikle tatil beldelerini doldurmamız; ne onulmaz ve onarılmaz bir yalnızlık… Sanal hatır sormalar; gerçek olmayan görüşmeler… Elini tutmaya, gözünü gözle buluşturmaya, karşılıklı yüzleşmeye, yürek fısıltılarıyla konuşmaya benzer mi? Sözün sustuğu, kelimelerin konuşmadığı, duyguların karşılıklı kaynaştığı ve birlikte aktığı bir beraberliği hangi sanal ortam sağlayabilir?

Hatırlar mısınız TV’nin olmadığı sohbetin koyu olduğu uzun geceleri? Hatıralar denizine dönsek ne tatlı manzaralar dalgalanır gönül ufkunda… Selamsız sabahlar değildi o günler; herkes birbirini tanır ve herkes herkesin hatırını sorardı… İletişimin adı yoktu o zamanlar çünkü öyle bir eksiklik yoktu; yüzlerdeki aydınlık belli ediyordu kişiliği ve kimliği… Silik yüzlerdeki karmaşıklıktan kimse kimseyi tanıyamaz ve hatır soramaz oldu… Kalabalıklaştıkça yalnızlaştık, yalnızlıkçıkça kaçar olduk birbirimizden… “Hatır” hatırlanamaz oldu, selam sözler sustu, kibar kelamlar unutuldu… Laubali ifadesizlikler doldurdu sanal ortamları; gerçekten kaçıyorduk çünkü… Kahve de içmiyoruz artık, hazır üçü bir arada çıkmışlar varken ne diye uğraşalım? Bir yudumluk buluşmalar, ayaküstü lakırdılar, anlaşmadan ve kaynaşmadan ayrılmalar… Ne hatırı? Kim tanır onu, nerde görülmüş en son? Bilen ve gören var mı ki?

Tanıdığım bir beyefendi vefat etti yakınlarda… Çok yakınım değildi, uzak diyara gittiğinde bende bıraktığı hatırayı hatırladım; hatırımı sorardı, hatırşinas bir kişiliği vardı… Hafızamı yokladım; hatıralar denizinde “hatır” ı aradım… Bulduklarımı kelime kayıklarında bindirdim hazır zaman sahillerine taşıdım, çok şeyi de taşıyamadım… Düşünüyorum öldüğümde ne ile anılırım? Hatırlanmak için iyi bir hatıra bırakabilecek miyim? Bırakamıyorsam hayatın hatırını kırmış olurum, kırk katır kırk yıl kahve de taşısa o hatırı geri getiremez… İyisi mi içtiğimiz kahveler bizde kalsın, “hatır” sormanın hatırını unutmayalım, unutturmayalım. Altı üstü bir fincan kahve içimlik kadar süren hayat, iyi hatıralarla köpürmeli değil mi?

hüseyin eren