PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Ayrılık Geliyorum “Der”


Hasret
02-15-2009, 22:33
Ayrılık Geliyorum “Der”


“Anlamsız dediği sabahlardan birine uyanmıştı yine. Gözünü açar açmaz düşünceleriyle yüz yüze geldi. Gece boyunca başında nöbet tutup, onun uyanmasını beklemişlerdi. Tekrar uykuya dalıp düşüncelerinden kaçmak istedi ama olmadı. Onu yakalar yakalamaz, konuşmaya başlamışlardı.
Düşüncelerinden edepsiz olanı,
-Onsuz geçen kaçıncı güne uyandın? dedi.
Hazırcevap düşünce hemen hesapladı,
-Telefondaki kavgadan bu yana 17 gün oldu, dedi.
17 gün geçmiş olduğu hatırlatılınca içi acıdı. Yorganı başının üzerine çekip sonsuza dek kaybolmak istedi. Göz yaşları, izin almadan dökülüvermeye başladı.
-Keşke, dedi pişman düşünce,
-Keşke ona, o sözleri söylemeseydin.
-Fark etmezdi, diyerek lafa atıldı umudunu yitirmiş düşünce,
-Aramızdaki her şey çoktan tükenmişti.
Elinin tersiyle, bu düşünceyi huzurundan kovuverdi.
Bir anlığına bütün düşünceler oldukları yerde sarsıldı. Aralarından güç bela cesaretini toplayanı,
-Hayır! O hala bizi seviyor! Neden buna inanmakta güçlük çekiyorsunuz? O geri dönecek! diye haykırdı.
Derinlerdeki, çoktan vazgeçmiş düşünce dayanamadı,
-Gitmesine izin ver! Bırak kendine eziyet etmeyi, dedi acımayla karışık bir tonla.
Daha lafını bitirmemişti ki,
-Keşke hiç uyanmasaydın! diye araya girdi çözümsüzlükler düşüncesi.
Uzun zamandır ağzını açmamış olan çocuksu düşünce,
-Bitti mi yani gerçekten? Bizi sevmiyor mu artık? diye sordu.
Edepsiz düşünce cevap verecek oldu ama O,
-Yeter artık! Susun! diye hepsini payladı.
Azarı işiten düşünceler, aklının uzak köşelerine kaçışmaya başladı. Ardından, Sessizlik yardımına yetişip, ihtiyacı olan huzuru getirdi.
Sevgisine olan inancı yeniden canlanmaya başladı.
Sonra Sessizliğin içinde bir soru belirdi,
-Nasıl? Onun geri dönmesi için nasıl davranmam gerekiyor?
İşte bu soru, bizi buluşturan sebep oldu. Sonra da kaybettiği sevgiliyi yeniden kazanmasına…”



İnsanoğlu, bu hayatta sevmek ve sevilmek istedi. Sevilmeyi ve sevebilmeyi hak edebilmek için elinden geleni yaptı. Sevdiğini kazanabilmek için şiirler yazdı, dil döktü, soğukta bekledi. Yeri geldi naz yaptı, kur yaptı, büyülü sözler fısıldadı. İnsanoğlu tavlama sanatında zamanla kendini ustalaştırdı. Ustalığın verdiği ödül de sevdiceğini kazanmak oldu. Hayatımızda birilerini kazandığımız ya da birileri tarafından kazanıldığımız zamanlar oldu. İşte, ne olduysa ondan sonra oldu. Gözleri kör eden aşk zannı, bir süre daha bizimle kaldı. Her şey, hiç olmadığı kadar güzel ve mucizeviydi. İlişkinin kahramanları kendilerini, önceden yapmadıkları şeyleri yaparken buldu. İşlerinden, zamanlarından, uykularından, arkadaşlarından, imkanlarından alıp, birbirlerine vermeye başlamışlardı.
Birbirlerini yoksun bırakmıyorlardı çünkü “Onun için her şeye değer” diye inanıyorlardı.
Kahramanlardan biri bir gün,
-İste, dünyaları sana vereyim. Sen bu hayattaki en değerli şeysin benim için! dedi.
Bu söz karşısında diğeri, en güzel gülümsemesini hediye etti. Ardından aklının bir düşünce tarafından dürtüldüğünü fark etti.
-Uyan! Bu bir rüya! Bu gerçek değil! dedi düşünce.
-Üstelik, gerçek bile olsa bu korkunç bir şey değil mi? diye de devam etti. Ne kadar bu düşünceyi kovmak istediyse de yapamadı. Şüphe tohumu aklına ekilmişti bir kere.
“Nasıl olur da bir insan kendinden vazgeçebilir?” diye düşündü.
“Kendinden vazgeçebilen, gün gelir benden de vazgeçmez mi?” diye sordu. Sorular hiç durmak bilmiyor, yeniden rüyaya dalmak istese de yapamıyordu.
Diğeri, bir terslik olduğunu anladı ve ona ne olduğunu sordu.
-Hiç, diye cevap verdi.
-Hiçbir şey olmadı.
Diğeri, ikna olmadığını belli eden bir yüz ifadesiyle,
-O zaman neden düşümüzde değilsin? diye sordu.
İşte, ilk kavga bu soru yüzünden çıktı. Rüyadan uyanmış olan, üzerine bu kadar düşülmüş olmasından sıkılmıştı. Birbirlerini sevmekten başka hiçbir şey yapmadıklarını söyledi.
-Dünya sadece bizden ibaret olamaz! dedi.
Diğeri, yarı düşte, yarı ayık
-Neden bu kadar abartıyorsun? Ben sadece seni seviyorum, dedi.
Bu sözün hiçbir faydası olmadı. Aksine, rüyadan uyanmış olan ayrılmak istediğini söyledi.
Diğeri, o an düşün içinde kaybolduğunu hissetti. Mucizevi rüya, bir anda toz bulutu gibi dağılmıştı. O büyülü aşk zannı onları terk ederken,
-Beni korumak için hiçbir şey yapmadınız, dedi.
İşte, aşk bizden bu sözle ayrıldı.
Bizler, aşkı kazanabildik ama onu korumayı çoğu zaman ihmal ettik. Kazanmanın verdiği rahatlıkla, ölçüsüz davranabileceğimiz yanılgısına düşebildik. O kadar sevdik/sevildik ki tepkilerimizi kontrol etmekten kaçınabildik. Duygusal düşüncelerimizin bizi aşırılıklara sürüklemesine izin verebildik. Karşımızdakine aşırı ilgili ya da aşırı ilgisiz davranabildik. Sonunda da başta kazanmaya çalıştıklarımızdan vazgeçebilme noktasına gelebildik. Ayrılığa zemin hazırladığımızı fark edemedik çoğu zaman. Biten bir ilişkinin ardından “keşke” derken buluverdik kendimizi.
-Keşke geri dönmesi için bir şeyler yapabilsem, dedik.
Tıpkı ilk öykünün kahramanı gibi…



Peki, ilişkinin başındaki kahramanla, sonundaki kahraman arasında ne değişmişti?
Nasıl olmuştu da umut veren bir ilişki bitebilmişti?



İnsanoğlu, çoğu zaman aşırılıkların tuzağına düşer. Miktarlarda aşırıya kaçtıkça o kadar iyi olacağını zannetme yanılgısına kapılır. Bir ilişkide de yaşadığımız durum farklı değildir.
Ne kadar çok “Seni seviyorum” dersem,
Ne kadar çok ararsam,
Ne kadar çok onu görürsem,
Ne kadar çok birlikte vakit geçirebilirsek,
ilişkimiz o kadar güzel olur zannederiz çoğu zaman.
Ya da tam tersi,
Ne kadar az “Seni seviyorum” dersem,
Ne kadar az ararsam,
Ne kadar az görüşürsek,
Ne kadar az birlikte vakit geçirirsek, ilişkimiz o kadar sağlıklı olur zannederiz.
Oysaki aşırılık boyutunda yaptıklarımız, bize yarardan çok zarar verir. Sevgimizde, tüketimimizde, uykumuzda, işimizde, aşırıya kaçtıkça problem yaşamaya başlarız. Bir ilişkide yaşanan krizler de çoğu zaman aşırılıklardan kaynaklanır. Aşırı ilgi ya da ilgisizlik o ilişkiyi tehlikeye sokan sebeplerden biridir. Bu tıpkı saksıdaki bir çiçeğe bakmaya benzer. Aşırı su ya da susuzluk o çiçeğin ölmesine neden olur. Önemli olan, o çiçeği büyütebilecek miktarda su verebilmektir. Bir ilişkinin canlı kalması da ayarında gösterilen ilgiyle mümkündür. Kararı iyi ayarlanmış ilgi, ilişkiyi dengede tutar. İlişkiyi koruyabilmek de dengeyi bulabilmekten geçer.



Peki giden sevgilinin geri dönmesi mümkün müdür?



Bu hayatta her şey olabilir. İyi ya da kötü zannettiğimiz her şey başımıza gelebilir. Olmaz dediğimiz bir iş öyle ki, oluverir. Çok güvendiğimiz, kesin gözüyle baktığımız bir iş de olmayabilir. Bu hayat sürprizlerle dolu da olabilir, hayal kırıklıklarıyla da… İstediğimiz şeylerin başımıza gelebilmesi, onları hak etmeyi istemekle başlar. Hak etmek, her zaman bizim zannettiğimiz gibi davranmakla mümkün olmayabilir. Bir şeylerin değişmesi için önceden düşünmediğimiz şekilde düşünmemiz gerekebilir.
Farklı sonuçlarla karşılaşabilmek için alıştığımız davranış kalıplarından vazgeçmemiz gerekebilir. İşe yaramayan düşünce biçimlerinde ısrar etmek sadece zaman kaybettirir. Giden sevgilinin geri dönebilmesi de zannettiğimizden farklı davranmamızı gerektirebilir. Önemli olan bizi isteklerimize ulaştırabilecek davranışları sergileyebilmektir. Bildiğimizi okumak, bizi rahatlatsa bile isteğimizden uzaklaşmamıza neden olur. Bu yüzden hedefe uygun düşünce biçimini tasarlayabilmek önemlidir.



-Onun için her şeyi yapmama rağmen Nuh diyor, Peygamber demiyor! dediğimizde belki artık farklı bir yöntem deneme zamanıdır. Bu yöntemin ne olduğunu henüz bilmiyor olmak bir kayıp değildir. Aksine yeni bir öğrenme sürecini kazanabilme ihtimali demektir. Yeter ki bizler işimize yarayabilecek düşünce biçimlerini öğrenmeye açık olabilelim. “Ben her şeyi biliyorum” yanılgısından kurtulabilmek için kendimize şans verebilelim.



Kamer Gündüz
Dönüşüm Konağı