PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Sünnetin önemi


Hasret
02-11-2009, 22:59
Sunnetin Önemi
SÜNNET YA DA DIGER BIR IFADEYLE
HZ. PEYGAMBER’IN KUR’AN YORUMU
Dr. Mustafa KARATAS
Sünnete Yönelik Saldirilar
Son dönemlerde sünnetin tesrîdeki yeri ve önemi üzerinde çesitli tartismalar yasanmaktadir. Daha çok müstesriklerden ve onlarin mukallitlerinden gelen bu akimlarin gayesi, geçmiste hâriciler, mu’tezile ve sia firkalarinin yaptigi gibi müslümanlarin sünnete olan baglilik ve güvenlerini zedeleyerek Islâm’i tahrif etmektir. Allah Teâla’nin korumasi altinda ve “La raybe fîh” olan Kur’an’a yönelik saldiri ve ithamlar hedefe ulasamayinca, Islâm düsmanlari sünnetin güvenilirligine leke sürme yolunu seçmislerdir.
Sahâbe ve sonrasi dönemlerde Hz. Peygamber’in sünneti ve hadislerini ögrenebilmek maksadiyla Islâm âlimlerinin gösterdikleri faaliyet ve gayretler takdire sayandir. Rihle adi verilen hadis ugruna yapilan seyahatler ve râvileri en ince ayrintilarina kadar arastirdiktan sonra hadislerine itibar eden anlayis, basta müstesrikler olmak üzere kendi bilgi kaynaklari isnatsiz ve çürük olan Islâm düsmanlarini içten içe haset ve kiskançliga sevk etmistir. Müslümanlarin sahip olduklari bu saglam kaynaklari yipratabilmenin yollarini arayanlar öncelikle Kur’an’in ilk ve sasmaz yorumu olan sünnet ve hadislere olan güveni zedelemek için firsat kollamislardir. Bunlar hadislerin Islâmiyet’in ilk devirlerinde yazilmadigini, daha sonraki sözlerin hadis adi altinda kitaplara geçtigini ileri sürerek, ilk önce, Kur’an’dan baska güvenilir kaynak olmadigi fikrini empoze etmeye çalismislardir. Esasen bunlarin çogu Kur’an’a da inanmamaktadirlar. Ancak Kur’ani tahrif ve tagyir edebilmek için hadis ve sünnet kalesinin yikilmasi gerektigini çok iyi teshis etmislerdir. Günümüzde sünnete yönelik tenkitlerin pek çogu bu anlayisin tezahürü olarak ortaya çikmaktadir.

Kur’an ve Sünnet Bütünlügü
Kur’an ve sünnet birbirinden ayrilmaz bir bütünün (Islâm’in) iki parçasidir. Sünnetin anlasilmasi için Kur’an’a mutlaka ihtiyaç oldugu gibi, Kur’an’in yorumu için de sünnete mutlaka ihtiyaç vardir. Sayet Kur’anin insanlara teblig ve beyani için ikinci bir ser’î delile gerek olmasaydi Hz. Peygamber’in “risalet” görevi de anlamsiz olur, belki de Kitab’in gökten zembille inmesi gerekebilirdi. Böyle bir faraziye akla nasil gülünç geliyorsa, Hz. Peygamber’in konumunu ve sünnetinin önemini inkar da o derece tutarsiz ve gülünç gelmelidir. Zira Kur’ân-i Kerim, Allah Teâlâ’dan sonra Hz. Peygamber’e itaati ve onun sözünü dinlemeyi pek çok yerde emretmektedir. Hz. Peygamber’e itaat etmeyenlerin ve onu üzenlerin yaptiklari hayirli islerinin dahi bosa gidecegini, Allah’a ve elçisi Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) itaat edenlerin cennete girecekleri, Allah’in onlari nimetine gark edecegi ve kurtulusa eren ve de basariyi elde edenin onlar olacagini haber vermektedir. Bütün bu sayilanlarin aksine hareket edenlerin ise büyük bir sapikliga düsecekleri, aci bir azab içerisinde sonsuza dek cehennemde kalacaklari bildirilmektedir.

Hz. Peygamber Insanliga Örnektir
Hz. Peygamber’in konumunu belirleyen Kur’an onun vasiflarini da bildirmeyi ihmal etmemistir; Resûlullah’in hevâsindan konusmadigini, onun her sözünün ancak vahiy oldugunu hatirlatarak, Allah Resûlü’nün sözlerinin de siradan bir söz olmadigina dikkat çekmektedir. Ayrica her yönüyle vahyin kontrolünde bir insana itaatin yanisira onu sevmeyi de tenbihlemektedir. Dünya ve ahiret saadeti olan dinin dogru anlasilabilmesi ve gerçek mânada Hakk’a kulluk yapilabilmesi için iyi bir modele ihtiyaç vardir. Iste Allah Teâlâ’nin beseriyete en son gönderdigi ve kiyamete kadar en güzel örnek (üsve-i hasene) insan Hz. Muhammed’dir (sallallahu aleyhi ve sellem). Bu örnek insana Kur’an’in yanisira “hikmet” de verilmis, insanlara Kur’anla birlikte “hikmet”i ögretmesi ve açiklamasi istenmistir.

Kur’an Ana Kurallari Beyan Eder
Kur’ân bazi konular da teferruata girdigi halde bazi konularda da genel kaideler vaz etmekle yetinir. Namazin bes vakit oldugunu bildirdigi halde vakitlerinin ne zaman oldugunu ve nasil kilinacagini beyan etmez. Zekatin sekiz sinif insana verilecegini açikladigi halde hangi maldan ve ne kadar verilmesi gerektigine deginmez. Kirlilik halinde gusül abdesti almayi emrederken nasil alinacagini belirtmez. Kur’an’in bu uslûbunu pek çok yerde görmek mümkündür: Haccin belli aylarda yapilmasinin farz olusuyla birlikte Arafat ve Müzdelife’de Allah’i anmayi emretmekle yetinmis, geri kalan kisimlarda nasil davranilmasi gerektigine açiklik getirmemistir. Yine Kur’an, fâizin haram oldugunu, fâiz yiyenlerin Allah’a ve Resûlüne savas açmis kadar günah kazandigini söylemekle beraber, neyin fâiz oldugunu neyin olmadigini beyan etmemistir. Allah Teâlâ bu ve daha sayabilecegimiz pek çok konuda beyan vazifesini elçisi Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) birakmistir. Dolayisiyla Resûlullah’in sünneti bir tarafa konulacak olsa, namazin nasil kilinacagi, orucun nasil tutulacagi, haccin nasil yapilacagi, zekatin hangi mallardan ne kadar verilecegi, alis-veriste hangi muamelelerin haram veya faiz, hangi islemlerin helâl kapsamina girdigi vs. hususlarini ögrenme imkâni kalmayacaktir. Bu nedenledir ki Allah Teâlâ, “Resûlün size verdigini alin, onun yasakladigindan sakinin” buyurarak bütün bu mücmel ve müphem hususlarda Hz. Peygamber’in yorumuna uyulmasini emretmektedir.
Kurân-i Kerîm, hayatin içinde yasandigi ve vakia olarak karsimiza çiktigi halde bazi hususlara da temas etmemistir. Nitekim bir erkegin haniminin üzerine onun teyzesi ve halasiyla evlenemeyecegi, nesep yakinligi dolayisiyla evlenilmesi haram olan kimselerden baska süt kardesligi gibi sebeplerle de evlenmenin haram oldugu, nineye ve baba tarafindan akrabaya düsecek miras gibi meseleler Kur’an’dan degil Hz. Peygamber’den ögrenilmistir. Iste bizzat yasayisi ve hayatin içindeki tatbikati ve örnek davranislari ile insanligin önünü aydinlatan Allah Resûlü’nün Kur’an disindaki emirleri, yasaklari, tavsiye ve tasviplerinin tümü Sünnet kapsami içerisinde mütalea edilmektedir.
Sünnete Duyulan Ihtiyaç
Basta sahabîler olmak üzere müslüman âlimler Kur’an’da bulamadiklari konularda Sünnet’e basvurarak çözüm üretmislerdir. Nitekim Muâz b. Cebel’in (ö. 18/639) Yemen’e vali olarak gönderilmesi esnasinda Allah Resûlü Muâz’a ne ile hükmedecegini sormus, o da Kur’an’la hükmedecegini söylemistir. Kur’an’da bulamazsa nereye müracaat edecegini sordugunda, sünnete basvuracagini, sayet sünnette de bulamazsa kendi re’yi ile karar verecegini belirtmistir. Bunun üzerine Resûlullah, “Allah’in elçisi’nin elçisini muvaffak kilan Allah’ a hamdolsun” buyurmustur. Hz. Peygamber ayrica, “Sözümü dinleyip onu koruyarak baskalarina aktaranlarin Allah yüzlerini ak etsin,” “Burada sâhit olan gaib olana teblig etsin; olabilir ki, kendisine teblig olunan, teblig edenden daha anlayisli çikabilir.” ve “Size iki sey birakiyorum. Bunlara sarilirsaniz asla yolunuzu sasirmazsiniz. Biri Allah’in Kitabi ve digeri benim sünnetim.” sözleriyle, sünnetinin önemini ve ümmetinin ileride karsilasacagi problem ve ihtiyaçlarda kendilerine isik tutacak iki kaynagi göstermistir. Nitekim Hz. Ebû Bekir (ö. 13/634) ve Hz. Ömer’in (ö. 23/643) hilafetleri sirasinda Kur’an’da hükmünü bulamadiklari meselelerde Hz. Peygamber’in tatbikatini arastirmalari ve sahitlerle ispat edildiginde bu sünnetlere uyduklari bilinen bir geçektir. Bir defasinda yasli bir kadin, torununun mirasindan hisse almak için kendisine müracaat ettiginde: “Allah’in kitabinda sana bir sey verilecegine dâir bir âyet görmüyorum. Resûlullah’in da (sallallahu aleyhi ve sellem) bu konuda bir sey buyurduklarindan haberdar degilim” diyen Hz. Ebû Bekir, sonra meseleyi meclisinde bulunanlara sormus. Mugire b. Su’be (ö. 50/670) ayaga kalkarak, “Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) nineye mirastan altida bir verirdi” demistir. Hz. Ebû Bekir’in ondan sahit istemesi üzerine, Muhammed b. Mesleme el-Ensârî (ö. 47/667) ayaga kalkarak kendisinin de bu sekilde bildigini haber vermistir. Böylece Hz. Ebû Bekir o yasli kadina altida bir hissesini vermistir.
Hz. Ömer ise, ceninin diyeti hakkinda Hz. Peygamberden herhangi bir hadis bulunup bulunmadigini arastirirken Hamel b. Mâlik b. Nabiga çikmis ve ona su haberi iletmistir: “Bir gün iki karimdan biri, hamile olan digerine sopa ile vurdu ve karnindaki ceninin ölü olarak düsmesine sebep oldu. Bu hâdise üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) gurra ile, yani vuranin digerine bir köle veya cariye vermesine hükmetti.” Hz. Ömer bu haberi duyunca söyle demistir: “Eger bunu isitmemis olsaydim, az kalsin kendi re’yimle hüküm verecektim.” Görüldügü gibi Hz. Peygamber’den hemen sonra, daha ilk halifeler devrinden itibaren sünnete gerek duyulmustur.

Sünnet Kur’an’in Peygamber Yorumudur
Sünnetin baglayici oldugunu kabul etmemek ya da onu hafife almak Hz. Peygamber’in konumunu kavrayamamak demektir. Bu tür düsünenlere Allah Resûlü on dört asir öncesinden dikkat çekmis ve “Kendisine benim emirlerimden veya yasaklarimdan bir haber getirildiginde Koltuguna yaslanmis oldugu halde ‘biz bunu bilmeyiz, Allah’in kitabinda var ise tâbi oluruz’ diyenlere sakin ha itibar etmeyiniz!” buyurmustur. Ayrica “Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden degildir” ifadesiyle de sünneti inkar edenlerin Islâm dini ile alâkasinin kalmayacagini ortaya koymustur. O, ayni zamanda kendisinin oldugu kadar râsid halifelerinin de sünnetinin baglayici oldugunu ve onlara âdeta azi disleri ile tutunur gibi sarilmayi ögütlemektedir. Ömer b. Hattab’in “Ferâiz ve sünneti, Kur’an’i ögrendiginiz gibi ögreniniz” seklinde tavsiyesi de sahâbenin, sünnetin baglayici oldugunu ikrar ettiklerine delil teskil etmeye yeterlidir.
Kisaca sünnet, âlemlere rahmet olarak gönderilen Son Peygamber Allah Resûlü’nün Kur’an’i yorumudur. Bu yorumu yok kabul etmek ya da hafife almak müslümanca bir tutum olmadigi gibi ilmîlik ve aklîlikle de bagdasmamaktadir.