PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Endülis Devleti


Kalpsiz_
12-26-2007, 12:29
Misyoner faaliyetleri Endülüs’ten sonra yeni bir hareket tarzıyla sıcak ve soğuk savaşlarını devam ettirmişlerdir. Bu konu da Asaf Hüseyin makalesinde; “..... Misyoner faaliyetlerinin en etkili biçimde gerçekleştirilebileceği şekil, ‘Muhammedizm’e cepheden saldırmak değildir. Aksine yeni fikirlerin, bu inancın temellerini aşındırmasını beklemek yeterlidir.” Böylece Haçlı oryantalistlerin şahsında İslam alemine karşı yeni bir savaş dönemini başlatılmıştır.

Tarihî Endülüs Devleti, Emevî hakimiyetini, İslam’ın kurumlarıyla tam 800 yıl devam ettirmiştir. Burada Endülüs Devleti’nin sona erişini hazırlayan sebeplerin “karşıdan bir taarruz” şeklinde olmadığını görüyoruz. Evvela İslam’ın temel akideleriyle oynanmış, İslam’danmış gibi gösterilen hükümler Endülüs felsefecileri tarafından da kabul görmüş ve de Endülüs’te hakim olmuştur.

Bir milletin toprak bütünlüğünü dağıtmak arkasından da işgal etmek düşünülüyorsa, evvela o topraklar üzerinde yaşayanların inanç ve akideleriyle oynanır.

Bundan sonra gönülleri dönmüş insanların oturdukları topraklar kolayca işgal edilir. Endülüs’te de bu metot uygulanmış, insanların gönüllerindeki akide ile oynanmış, arkasından da düşmana karşı dirençsiz kalan insanlar adeta haçlılara topraklarını teslim etmiştir. Onun için bütün milletlerin millî bütünlükleri, dinî bütünlüklerinden geçer. O bakımdan milletlerin topraklarının işgali veya fethi düşünülüyorsa, önce inanç ve akidelerinin zafiyete düşmesi için çalışılır, ardında o topraklar işgal veya fethedilir.

Endülüs Devleti’nin sonunu hazırlayan sebepleri ele aldığımız zaman evvela İslam’ın temel akidesiyle oynandığını görüyoruz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi İslam’danmış gibi gösterilen hükümler, Endülüs felsefecileri tarafından da kabul görmüş ve de bu görüşler Endülüs’te hakim olunca Endülüs milli ruhu terk edilmiş, arkasından da yok olma felaketi yaşanmıştır.

İspanya’daki Müslüman felsefecilerin özet görüşü şudur:

– Aristo (Yunan filozofu=Pagan=Putperest) her şeyi doğru söylemiştir.

–Eflatun (Yunan ruhiyatçı=Mistik filozof) her şeyi doğru söylemiştir.

– Kur’an–ı Kerim; her şeyi doğru söylemiştir.

Bu üçünün uzlaşması gerekir. Uzlaşmaması durumunda akıl veya felsefe esas alınır. Kur–an da bu esasa göre tevil edilir.

Endülüs’te felsefe ile uğraşanların büyük bir kısmı Yahudi ve Hıristiyan asıllıdır. Hatta Doğu İslam dünyasında bile felsefe, ihtida ettiği kabul edilen insanların çevresinde gelişmiştir. İşte bu dönemler Emevi hakimiyetinin bittiği dönemlerdir.

Aynı tarihlerde Endülüs filozofları İbn Bacce (1138), İbn Tufeyl (1185) ve İbn Rüşd’ün (1198) fikir hocası, Yahudi asıllı Solomon Ben Gabirol (1021–1058) yaşamıştır. Bu dönem Endülüs’te parçalanmanın başladığı talihsiz dönemdir.

Müslümanların askeri hakimiyeti kaybettiği bu dönemde, Yahudi asıllı filozoflar ve onlara tabi olan meslektaşları Yahudi–Hıristiyan–İslam diyalogu tezlerini geliştiriyorlardı. Tıpkı yukarıda ifade ettiğimiz gibi; “Aristo doğru söylemiştir, Eflatun doğru söylemiştir, Kur–an, doğru söylemiştir. Bu üçünün uzlaşması gerekir” sahte mantığı bu sefer de dinler arası diyalogda geliştirilerek, Yahudi–Hıristiyan–İslam diyalogu tezleri inkişaf ettirilmiştir.

Böylece amaçlanan hedef, sadece ‘kurtuluş için son din İslam’dır’ akidesi yerine, ‘Musevilik ve İsevilik de haktır’ görüşünü gündem etmektir. Sonuç olarak ise; insanları hidayetten uzaklaştırıp, Hıristiyan ve Musevi yapma oyunları gündeme gelmiştir. Endülüs halkı sağlam akidesini asırlar boyu korurken, bu akıl şeytanlarının akıl almaz hileleriyle kalpleri döndürülüp, muharref dinlere muhip hale getirilmiştir.

Bu filozofların tamamı saray çevresinde çöreklenmiş, halifelere fikir veren, yol gösteren bir konumda bulunmuşlardır. Bunun neticesinde fütuhat dönemi son bulmuştu.

Ne hazin tecellidir ki; Müslüman–Hıristiyan–Yahudi kardeşliği esas haline getirilmiştir. Bu dönemin meşhurlarından İbn Rüşd, İbn Tufeyl’in yerine saray doktoru oldu. Halife El Mansur tarafından sapık görüşleri nedeniyle görevinden alındığı halde, bir müddet sonra yine aynı göreve getirildi. Batı dünyasındaki şöhretini, Gazali’ye düşmanlığıyla kazanmıştır. Felsefi düşünceleri nedeniyle İslam dünyasında onun yolundan giden kimse olmamıştır. Ancak Hıristiyan alemi ve din adamları İbn Rüşd’e sahip çıkmıştır.

İbn Meymun 1200 tarihinde yaşamış bir Yahudi’dir. Yahudi teolojisi ile Müslümanlık arasında uzlaşma zemini aramış, iman ile aklı uzlaştırmaya çalışmıştır.

Bütün bunların neticesinde; sağlam akide sahibi olan İspanya Endülüs Müslüman şahsiyeti, batılın şubelerine hak nazarıyla bakmaya başladıktan sonra, gazab–ı ilahinin tecellisiyle bu batıl dinleri hak görmek gibi bir tavizkar anlayış içerisine girmiş ve hükümranlıklarını sona erdiren kaderin faturası önlerine gelmiştir.

Aynı formül Tito tarafından Müslüman Bosnalılara karşı da uygulanmıştır. Tito, Müslüman Boşnakları asimile etmek için, ‘Müslümanlar ve Hıristiyanlar kardeştir’ fikrini gündem ederek ısrarla bu görüş üzerinde durmuş, netice alamadığı yerlerde de gaddarca Müslümanları katletmiştir.

‘Tarih tekerrürden ibarettir’. Milletimizin geçmişten ders alıp, içinde bulunduğu manzarayı ciddi bir şekilde tahlile tabi tutması lazımdır. Şayet benzer taraflar varsa hastalığı teşhisten sonra, milli ruhla tedavimizi yapalım ki, birliğimizi ve beraberliğimizi koruyarak bizi yıkmak için yapılmış hesapları boşa çıkartalım. Unutmayalım; İslam alemi ve Türk dünyasının tek kalesi ve Türk Devleti ve milletidir.

Endülüs, Müslümanların İspanya'ya verdikleri bir isimdir. Günümüzde ise İspanya'nın güneyindeki bir eyaletin adıdır. İlk dönem İslam fetihlerinin tabii bir uzantısı olarak 711-714 yılları arasında Müslümanların hakimiyetine geçen Endülüs, coğrafi sınırları zamanla daralmakla beraber 8 asır boyunca İslam ülkesi olarak kalmıştır. Endülüs tarihi başlıca altı ayrı döneme ayrılmaktadır.
1 - Valiler Dönemi (715-756)
Bu dönemde Endülüs, doğudaki Emevi Devleti'nin bir vilayeti olarak idare edilmiştir. En önemli gelişme, Müslüman fatihlerin Pireneler'i aşarak Avrupa'nın fethi için yaptıkları askeri seferlerdir. Bu seferlerde Müslümanlar, 732 senesinde Paris'e kadar gelmişlerdir. Bunun dışında Endülüs'te yeni bir toplum düzeni oluşturulmaya gayret edilmiştir. Vizigotlar döneminde katolik kilisesinin tahrikiyle Yahudiler ve Arianistler üzerindeki baskılara son verilerek özgür bir dini ortam oluşturulmuştur. Böylece tabakalaşma esasına dayalı eski toplum düzenine son verilmiştir.
2 - Endülüs Emevileri Dönemi (756 - 1031)
Doğudaki devlet düzenini örnek alarak Endülüs'ü 756 senesinde bağımsız bir devlet haline getiren Endülüs Emevileri, bir taraftan siyasi varlıklarını devam ettirebilmek için müstakil bir ordu kurarken, diğer yandan Kahire, Mekke, Medine, Bağdat ve Şam gibi o günün gözde ilim merkezlerine çok sayıda öğrenci göndererek bu merkezlerdeki ilmi gelişmelerin Endülüs'e aktarımını sağladılar. Bu dönemde Avrupa'daki kiliselerde bulunan papazlar dışında okuma yazma bilen kimse zor bulunurken Endülüs'te halkın tamamına yakını okur yazardı. Ekonomik ve bayındırlık faaliyetlerinin artmasının yanısıra başkent Kurtuba (Cordova) bir diplomasi merkezi haline gelmişti. Sağlanan hoşgörü ortamı sayesinde cami, kilise ve havra yan yana kavgasız yaşama imkanı buldu. Sonuç olarak Endülüs, bu dönemde Avrupa'nın en güçlü devleti olmuştur.
3 - Tavaif-i Mülük "Küçük Sultanlıklar" Dönemi (1031-1090)
1031 yılındaki iç karışıklıklar sebebiyle Emevi Devleti yıkılınca, Endülüs siyasi olarak bir bölünme sürecine girdi. Bu süreçte hemen her şehir, bağımsız devletçiklere dönüştüler. Bu siyasi bölünmeye rağmen Endülüs'te medeniyet alanındaki yükseliş devam etti. Bunun en önemli göstergesi hemen her şehrin bir Kurtuba'ya dönüşmesi idi. Edebiyat, astronomi, tıp, ve felsefe alanında önemli gelişmeler kaydedildi. Fakat siyasi bölünmüşlük, İspanya'nın ikinci büyük şehri olan Tuleytula'nın (Toledo) 1085 yılında düşmesine sebep olmuştur. Bu durumda Endülüslüler Kuzey Afrika'dan yardım istemek zorunda kaldılar.
4 - Murabıtlar ve Muvahhidler Dönemi (1090 - 1228)
1086 senesinde Endülüslülerin yardımına koşan ve Kuzey Afrika'da büyük devlet kurmuş olan Murabıtlar, 1147 senesine kadar Endülüs'ü kendilerine bağlı bir vilayet olarak idare ettiler. Bu tarihten sonra Endülüs'ün idaresi yine Kuzey Afrika'dan gelen Muvahhidler tarafından üstlenildi. Bu dönemde Hıristiyan Avrupa, Papalığın yönlendirmesiyle Endülüs'ü haçlı saldırılarının hedefi haline getirdi. Bu sebeple bu dönem çoğunlukla haçlılara karşı verilen savunma savaşlarıyla geçti. Fakat uygarlık alanındaki gelişmeler durmadı. Nitekim Avrupa'yı derinden etkileyen İbni Rüşd (Averros), İbni Bace (Avempace) ve İbni Tufeyl gibi alim ve filozofların yetişmesi bu döneme rastlar.
5 - Gırnata Emirliği (1231 -1492)
Muvahhidler idaresinin 1228 de yıkılması üzerine Hıristiyan İspanya Endülüs toprakları üzerinde hızlı bir işgal hareketi başlattı. Kendilerini savunacak gücü kaybeden Endülüslüler güneydeki Gırnata, Malaga, ve Meriyye dışındaki toprakları kaybettiler. 1231 yılında Nasriler sülalesi elde kalan bu topraklarda bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu küçük Gırnata sultanlığı, yürüttüğü siyaset sayesinde iki buçuk asır ayakta kalabilmeyi başardı. Gerek İslam gerekse dünya mimarisinin en gözde eserlerinden biri olan Elhamra Sarayı bu döneme aittir. 1490 senesinde Hıristiyan orduları tarafından kuşatılan Gırnata, 1492 de yapılan bir anlaşma ile Müslümanların dini ve medeni hakları garanti altına alınması şartı ile teslim oldu. Böylece, İspanya'da sekiz asırdır devam eden İslam hakimiyeti son bulmuş oldu.
6 - Moriskolar (1492 -1609)
Gırnata sultanlığının yıkılmasıyla beraber İspanya'da Hıristiyan hakimiyetinde çok sayıda Müslüman kalmıştı. 1497 senesinde Katolik kral Ferdinand ve kraliçe İzabella, yaptıkları anlaşmayı hiçe sayarak kalan Müslümanların zorla Hıritiyanlaştırılmasına karar verdiler. Müslümanları kapalı mekanlara koyarak üzerlerine vaftiz suyu serpip artık Hıristiyan oldukları ilan edildi. Kur'an' ı Kerim ve diğer arapça eserler toplatıldı, kütüphaneler boşaltıldı, geleneksel kıyafetleri yasaklandı. Çocuklarına arapça öğretilmesi yasaklandı. Camiler kiliseye çevrildi. Aksi davrananlar Engizisyon'a sevkedildi. Kimi İspanyol kaynaklarına göre Engizisyon, müslümanlar için üç binin üzerinde ağır ölüm kararı vererek ya kazığa oturtmuşlar veya yakmışlardır. Bunlara rağmen Müslümanlar dini yaşantılarını gizlide olsa devam ettirebildiler. 1609 yılında İspanya krallığı kilise ile bir karar alarak İspanya sınırları içindeki müslümanların dışarı çıkarılmasına karar verdi. Bir kısmı fransa içlerine bir kısmı da Afrikaya sürüldü. Bu sürgünlerde yüzbinlerce Endülüslü hayatını kaybetti. Müslümanların İspanyadan çıkarılmasına rağmen etkileri daha sonraları
Endülüs Emevileri
Endülüs Emevileri, Emevilerin yıkılmasından sonra, Endülüs’te (Güney İspanya) yeni bir devlet kuran hanedandır. 756’da kurulan Endülüs Emevi Devleti, 1031’e değin varlığını sürdürdü. Endülüs Emevilerin tarihi, emirlik ve halifelik dönemleri olarak ikiye ayrılır.
Emirlik Dönemi (756-929)
Endülüs, daha Emeviler döneminde ele geçirilmişti. 711'de Emevi komutan Tarık bin Ziyad, bugün onun adından dolayı Cebelitarık (Tarık'ın Dağı) olarak anılan yerde İspanya'ya ayak basmıştı ve Arap orduları yedi yıl içinde Pirene Dağları'na dayanmıştı. Ardından Fransa'ya giren Arapları Frankların komutanı Charles Martel ancak 732'de Poitiers'de (Puvatya) durdurabilmişti. Bu yenilginin ardından Emeviler İspanya toprakları içinde kaldılar, ama Emevi orduları ile yerel Hıristiyan güçler arasındaki savaşlar sürdü. Endülüs Emevilerinin kurucusu Abdurrahman, Emevi Halifesi Hişam'ın torunuydu ve 750’de Abbasilerin kıyımından kaçabilen tek kişiydi. Abdurrahman, 755'te İspanya'ya ayak bastı ve Endülüs’teki Arapları kendisine bağlayarak 756'da Kurtuba'da (bugün Cordoba) emirliğini ilan etti. 788’e kadar hüküm süren I. Abdurrahman, iç ayaklanmaları bastırdı ve dıştan gelen saldırıları önledi. Öldüğünde arkasında güçlü bir devlet bıraktı. Ondan sonra tahta çıkan hükümdarlar da yerel emirlerin ve Hıristiyanların ayaklanmalarıyla uğraştı. Arap ayaklanmaları daha çok kuzeydoğudaki Ebro vadisi ile doğuda Batliyos (bugün Badajoz) ve güneyde Gırnata'da (bugün Granada) ortaya çıkıyordu. Vizigotların eski başkenti ve önemli bir dinsel merkez olan Tuleytule'de (bugün Toledo) ise Hıristiyanlar ayaklanıyordu. Bu karışıklıklara karşın Endülüs Emevi hükümdarları nedeyse İspanya'nın tümünü denetim altında tutmayı başarıyorlardı. Endülüs Emevileri canlı bir ekonomi ve kültürel yaşam yaratmışlardı. Başkent Kurtuba önemli bir ticaret merkezi olmanın yanı sıra Bağdat ve Kahire'den sonra İslam dünyasının üçüncü bilim merkezi olmuştu. Diğer önemli merkezler ise İşbiliye (bugün Sevilla), Gırnata ve Tuleytule idi.
Halifelik Dönemi (929-1031)
Endülüs Emevileri en parlak dönemini III. Abdurrahman döneminde (912-961) yaşadı. III. Abdurrahman, Abbasilerin dinsel önderliğini tanımayarak 929’da kendisini halife ilen etti. İslam dünyası zaten bölünmüştü ve Mısır’da kurulan Fatımiler de halifelik ilan etmişlerdi. III. Abdurrahman’dan sonra halife olan II. Hakem, barışçı bir politika izledi. 976’da başa geçen II. Hişam döneminde, halifenin veziri olan Hacib Mansur 978’de yönetimi fileni ele geçirdi ve 1002’ye kadar da elinde tuttu. Sonraki halifeler siyasal bir varlık gösteremediler ve Endülüs Emevi Devleti 1010’dan başlayarak parçalandı. 1031’de de Endülüs Emevileri iktidarı son buldu. Endülüs Emevi topraklarında, Tavaif-i Müluk denen küçük devletçikler kuruldu. Kurtuba’da 1031’de iktidar olan Cevheriler varlığını ancak 1069’a kadar sürdürdü. 1090'da Kuzey Afrika'dan gelen Murabıtların ve 1145'te gene Kuzey Afrika'dan gelen Muvahhidlerin egemenlikleri de kısa ömürlü oldu. Gırnata'da kurulan Nasriler ise 1230'dan 1492'ye kadar İspanya'da varlıklarını korudular. Gırnata'yı önemli bir bilim ve kültür merkezi yaptılar. Bugün de ayakta olan Gırnata'daki Elhamra Sarayı Nasrilerin bıraktığı en önemli mimarlık yapıtıdı. Endülüs Emevileri ve Nasriler, Endülüs’ü Hıristiyan Avrupa'nın da ilgisini çeken bir bilim ve kültür merkezi yaptılar. Endülüs Emevileri döneminde özellikle tıp, matematik, doğa bilimleri ve astroloji alanında önemli çalışmalar yapıldı. II. Hakem'in (961-976) Kurtuba'da kurduğu kütüphanede 40 bin cilt kitap vardı ve bunların çoğu Eski Yunan kültürünün ürünüydü. Nasriler döneminde bunlara felsefe yapıtları da eklendi. Bu dönemde İbn Cebirol, İbn Bâcce, İbn Tufeyl, İbn Rüşd gibi büyük düşünürler yetişti.
Endülüs Emevi sanatı
Endülüs Emevi sanatı, Arap sanatının yanı sıra Roma ve Vizigot sanatının etkisi altında gelişti. Mozaikte de Bizans sanatından etkilendi. Endülüs Emevi döneminde önemli yapılar inşa edildi. Kurtuba Camisi ile gene Kurtuba'da III. Abdurrahman'ın yaptırdığı Medinetü'z-Zehra Sarayı bunların başında gelir. Yapımına 784'te I. Abdurrahman tarafından başlanılan Kurtuba Camisi 200 yıl boyunca yeni eklemelerle büyüdü, 987'de Hacib Mansur'un eklemeleriyle son biçimini aldı. Kurtuba Camisi, 178 metre x 125 metre boyutundaki dikdörtgen planıyla İslam dünyasındaki en büyük camilerden biriydi. Medinetü'z-Zehra Sarayı, surlarla çevrili bir tepede yer alıyordu. Sarayın kalıntıları yıllarca süren kazılar sonunda ortaya çıkarılmıştır. Askeri mimarlık alanında Tarife, Gormaz, Vacar kaleleri gibi görkemli yapılar ortaya koyan Endülüs Emevi sanatı, iç ve dış süslemelerdeki zenginliğiyle de dikkat çeker.