PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : AtatÜrkÜn dİnİ hayati neden saklaniyor?


MetinCeylan
02-09-2009, 23:22
Her evde seccade varken Çankaya’da olmaz mı?’ demişti İsmet İnönü’nün torunu Gülsüm Bilgehan, Vatan’dan Mine Şenocaklı’ya ninesi Mevhibe Hanım’ın seccadesini göstererek.. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini ‘Köşke ilk kez seccade girecek.’ şeklinde yorumlayan The Guardian Gazetesi’ne tepki gösteriyordu. İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün ve ailesinin namaz kıldığını kamuoyuna açıklamıştı böylece. Gülsüm Bilgehan’ın sorusu yerindeydi: ‘Her evde seccade varken Çankaya’da olmaz mı?’



Müslüman milletimizin devlet merkezinde, Çankaya’da namaz kılınmasından doğal ne olabilirdi? Ne var ki medya ve belli çevreler, yıllardır savundukları ve uyguladıkları ateizim odaklı laiklik anlayışı sayesinde devletin İslam’la problemi varmış gibi göstermeyi başarmışlardı.. Dolayısıyla namaz kılan, eşi örtülü olan birinin “Atatürk’ün koltuğu”na oturamazmış gibi bir anlayışı ne kadar acıdır ki egemen kılmışlardı.. Bu nedenle Abdullah Gül, Çankaya’ya çıkarken özel hayatı, dini hayatı yüzünden pek çok güçlükle karşılaştı..

Oysa kendisinden önceki Cumhurbaşkanları gibi, pek çok Türkiye Cumhuriyet vatandaşı gibi Abdullah Gül de kendini Müslüman olarak tanımlıyordu.. Türkiye’de yaşayan insanların yüzde doksan dokuzunun Müslüman olduğu malum çünkü. Her millet evladı gibi Mustafa Kemal Paşa da, İsmet İnönü de, Celal Bayar da ve diğer Cumhurbaşkanlarımız da elbette Müslümandı. Çankaya’da bulundukları süre içinde yaşadıkları bir dini hayatları vardı.



Çocukluk dönemlerinde, aileleri sayesinde İslam inanç sistemine bağlandılar, İslam terbiyesi ile büyüdüler ve elleri iş tutar olunca da Müslüman milletimize hizmet ettiler. 12 Cumhurbaşkanımızın hepsi de Müslümandı, . Milletimiz, hepsinin de kendi din, örf, adet ve kültürümüzü paylaştıklarından emindi, başka türlü de olamazdı.. Bir Yahudi’nin, bir Hıristiyan’ın veya bir ateistin “Atatürk’ün koltuğu”na oturabileceğini bu ülkede kimse iddia edemez.. Milletimiz buna izin vermez. Laikliğin de sınırları vardır ama bunu kimse konuşmak istemiyor.

Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Paşa da bir Müslüman olarak namaz kılıyordu ve seccadeleri vardı. Seccadeyi ilk olarak Çankaya’ya taşıyan da Mustafa Kemal Paşa’ydı elbette. Bu yüzden İsmet İnönü’nün torunu Gülsüm Bilgehan’ın ‘Her evde seccade varken Çankaya’da olmaz mı?’ sözünden seccadenin ilk kez İnönü’yle Çankaya’ya girdiği anlamını çıkarmak çok büyük yanlıştır..
http://www.istanbul.edu.tr/4.boyut/cumhuriyet/resimler/laiklik.jpg

MetinCeylan
02-09-2009, 23:23
MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN GİZLENEN SECCADELERİ

Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın Terekesi’nde 37 adet seccade varmış.. Şamil Tayyar, Star Gazetesi’ndeki köşesinde (15 Ekim 2007) Mustafa Kemal Paşa’nın vasiyetini ve Terekesi’ni anlatırken belirtmiş, 37 adet seccadesi olduğunu..


Mustafa Kemal Paşa, vasiyetini 5 Eylül 1938’de hazırlamış, vefatından 65 gün önce. Çankaya’daki kişisel eşyalarını, kurucusu olduğu CHP’ye miras bırakmış. Miras listesinde yer alan tüm eşyalar, Atatürk’ün ölümünün hemen ardından 3 Aralık 1938’de dönemin CHP temsilcisi ve Erzurum milletvekili Nafi Atuf Kansu’ya teslim edilmiş. CHP, eşyaların bir kısmını müzelere devrederken bir kısmını devralmayıp Çankaya’da bırakmış.
http://img148.imageshack.us/img148/1531/s112pa4.jpg
10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 2006 yılında yaptırdığı bir envanter çalışması, Mustafa Kemal Paşa’nın vasiyetiyle ilgili çarpıcı bir ayrıntıyı gün ışığına çıkarmış: Sözkonusu envantere göre, Mustafa Kemal Paşa’nın Terekesi’nde, CHP’ye miras bıraktığı, ancak partisinin almadığı eşyaların dökümü varmış. Çankaya’da CHP’nin malı olarak gözüken bin 708 eşya bulunuyormuş.Bu eşyalar arasında da 37 adet seccade varmış. Hepsi Mustafa Kemal Paşa’dan CHP’ye miras.

Seccadeler bereket versin ki Mustafa Kemal Paşa’nın Müslümanlığının tanıkları olarak Çankaya’da sessiz sedasız duruyorlar. Fakat bugüne kadar varlıklarıyla yoklukları belli değildi.

Seccadeler mevcut CHP yönetimi için İş Bankası hisseleri gibi değerli bulunmayabilir ama Mustafa Kemal Paşa için öyle değildi şüphesiz.

“Atatürkçülük”, “laiklik” kisvesine bürünüp İslam düşmanlığı yapanlar, Mustafa Kemal Paşa’nın Müslüman Türk devlet adamı oluşunu içlerine nedense sindiremiyorlar.. Ellerinden gelse, Mustafa Kemal Paşa’nın seccadelerini şimdiye kadar çoktan yok ederlerdi.

Diyenet İşleri Başkanlığına bir öneride bulunuyorum: Mustafa Kemal Paşa’nın Kur’an-ı Kerim’i ve seccadelerini sergi yapmalı, büyük şehirlerimizde. Bu hizmet, toplumda çok büyük bir heyecan yaratacaktır.

MUSTAFA KEMAL PAŞA’YI İSTİSMAR

Belli çevreler, yıllardır Mustafa Kemal Paşa’nın İslam’la problemi varmış gibi göstermeye büyük çaba gösterdiler. Bütün dertleri, laikliği ‘İslam karşıtlığı’ gibi sunmak ve dindarlar üzerinde bir baskı oluşturmak..
Mustafa Kemal Paşa’yı materyalist, hatta ateist göstermeye çalışıyorlar. Dindarlara karşı uyguladıkları olumsuz politikalarını Mustafa Kemal Paşa’nın laiklik anlayışına dayandırdıkları gibi bir izlenim uyandırmaya özen gösteriyorlar..
Oysa Mustafa Kemal Paşa, Müslüman bir Türk devlet adamı.. Müslümanlıkla ne problemi olabilir ki? Kendisine “Gazi” diye hitap edilmesinden çok hoşlanırdı. “Şehit” ve “Gazi” İslam medeniyetinin önemli kurumları.. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere, kaza ve kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna, kısaca İslam inancına sahip olduğundan kimin kuşkusu olabilir?
İslam’la problemi olanların, Mustafa Kemal Paşa’yı istismarlarına müsaade edilmemeli. Öncelikle devlet, Mustafa Kemal Paşa’yı istismara müsaade etmemeli. Medyaya da görev düşüyor kuşkusuz: Gazi’nin inancı, dini hayatı ve İslam’a ilişkin düşünceleri halkımıza açık bir şekilde anlatılmalı, diyorum.
http://img144.imageshack.us/img144/4893/8ja6.jpg

MetinCeylan
02-09-2009, 23:23
Konuşmalarına baktığımızda, Mustafa Kemal Paşa’yı insanlık tarihini ve peygamberlik tarihini araştırarak Kur’an-ı Kerim’de ifade edilen ve dünya görüşünün temelini oluşturan tevhit düşüncesine bağlı olduğunu görmekteyiz: "Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür; tanrısal inanışların belirtilerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devirde mütalâa olunabilir. İlk devir insanlığın çocukluk ve gençlik devridir. İkinci devir, beşeriyetin erginlik ve olgunluk devridir.” İnsanlığın çocukluk döneminde paganizme (putperestliğe) yuvarlandığını, fakat olgunluk döneminde tevhidi düşünceye kavuşarak hakikati taşıyabilecek bir düzeye geldiğini ifade etmiştir, Mustafa Kemal Paşa.
Mustafa Kemal Paşa, Allahu Teala’nın rahmet sıfatının bir tecellisi olarak insanlığı pagan kültüründen kurtarmak için peygamber gönderişine ısrarla vurgu yapıyor: "İnsanlık birinci devirde tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddi vasıtalarla kendisiyle meşgul olunmayı gerektirir. Allah, kullarının lazım olan olgunlaşma noktasına erişinceye kadar içlerinden vasıtalarla dahi kullariyle meşgul olmayı tanrılık özelliğinin gereklerinden saymıştır. Onlara Hazreti Adem Aleyhisselam'dan itibaren bilinen ve bilinmeyen sayısız denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve elçiler göndermiştir.” Mustafa Kemal Paşa, İslam düşüncesine bağlı kalarak, ilk insan Hz.Adem’in aynı zamanda bir peygamber olduğunu, Allahu Teala’nın insanlık tarihi boyunca peygamberler göndererek uyardığını açıkça belirtmektedir.

Mustafa Kemal Paşa, İslam’ın Allah’ın gönderdiği en son, en kamil din, Hz.Peygamber’in (s.a.v.) en son peygamber, Kur’an-ı Kerim’in de en son gönderilen hak kitap olduğuna inancını da açık bir şekilde ifade etmiştir: “Fakat Peygamberimiz vasıtasiyle en son dini, medeni gerçekleri verdikten sonra artık insanlıkla aracı ile temasta bulunmağa lüzum görmemiştir. İnsanlığın kavrayış derecesi, aydınlanma ve olgunlaşması sayesinde her kulun doğrudan doğruya tanrısal düşüncelerle temas kabiliyetine eriştiğini kabul buyurmuştur ve bu sebepledir ki, Cenabı Peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabı, en eksiksiz kitaptır." Mustafa Kemal Paşa’nın dini düşüncesi budur.
http://www.resimkalesi.com/Dosyalar/2007529/onkasim2.gif
MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN DİNİ HAYATI NİÇİN GİZLENİYOR?

Belli çevreler, Mustafa Kemal Paşa’nın dini düşüncesini ve hayatını gizlemek için belli bir çaba sarf ediyorlar.
Mustafa Kemal Paşa, Çankaya’ya dört hafızı zaman zaman kabul edip Kur’an-ı Kerim dinlediği saklanıyor..
HzPeygamber’e (s.a.v.) sevgisi saklanıyor.. Siyer çalıştığı.. Bir komutan olarak savaşlarını incelediği, hayran kaldığı saklanıyor.
Seccadeleri saklanıyor..
Mustafa Kemal Paşa’nın Türk milletinin bir ferdi olduğu, Müslüman olduğu, dini düşünce ve hayatının olduğu niçin saklanıyor dersiniz?
Niçin olacak.. Milletimizin hak taleplerini gayri meşru göstermek için. Rahatça ‘irtica’ kampanyaları yürütebilmek için. Elini kolunu sallaya sallaya darbe yapabilmek için. İktidarlarını korumak için. Tuttukları mevzileri kaybetmemek için..Devleti elde tutarak topladıkları rantları devam ettirebilmek için. Dindarlara rahat baskı yapabilmek için..
Göbeğini kaşıyan adam.. Çarıklılar.. Söz hakkı ister diye, Mustafa Kemal Paşa’nın milletimizle olan bağları tek tek koparılmış. Atatürkçülük diye İnönücülük yapılıyor.. Atatürkçülük kisvesiyle Tek Parti Dönemi, Milli Şef Dönemi, CHP diktotaryası savunuluyor.
Özledikleri CHP diktasına dönebilmek için İnönücülük yaparak gerçek Atatürk saklanıyor ülkemizde.
Oyun bu. N’aparsın?

Alıntı: Mustafa YÜREKLİ

MetinCeylan
02-09-2009, 23:24
Atatürk'ün Zagnos Paşa Cami'nde Verdiği Hutbe
Mustafa Kemal Atatürk'ün 07 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir Zagnos Paşa Camii'nde vermiş olduğu hutbenin metni.

Ey Millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allahın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dini gerçkleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Temel kanunu, hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kur'an'daki mânası açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi tabiat kanunarı arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm evren kanunlarını yapan Cenabı Hak'tır.

Arkadaşlar; Cenabı Peygamber çalışmasında iki yere, iki eve sahip bulunuyordu. Biri kendi evi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber'in mübarek yolunda bulunduğumuz bu dakikada milletimize; milletimizin bugününe ve geleceğine ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde Allah'ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna eriştiren Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu fırsat ile büyük bir sevab kazanacağımı ümit ediyorum. Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmasının gerekli olduğunu düşünmek yani konuşup tartışmak, danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her kişinin zihnini ayrı ayrı faaliyette bulunması zorunludur. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Milli amaçlar, milli irade yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, milletin bütün kişilerinin arzularının, emellerinin sonuçlarından ibarettir. Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.

Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin şekli, milletimizin duygusal fikirleri ve lisanı ile medeni ihtiyaçlarıyla uygun görülmektedir. Efendiler, hutbe demek topluma hitabetmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur.

Hutbe denildiği zaman bundan birtakım kavram ve manalar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi söyleyen hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber'in hayatta olduğu mutlu dönemlerde hutbeyi kendisi söylerdi. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek, dört halifenin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek dört halifenin söylediği şeyler o günün sorunlarıdır, o günün askeri, idâri, mâli ve siyasi, sosyal konularıdır. İslam toplumunun çoğalması ve İslam ülkeleri gerilemeye başlayınca, Cenabı Peygamber'in ve dört halifenin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkân kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım kişileri memur etmişlerdir. Bunlar herhalde en büyük ve ileri gelen kişiler idi. Onlar camilerde ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için bir şart lâzımdı. O da milletin lideri olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü, her şey açık söylendiği zaman halkın beyni faaliyet halinde bulunacak iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli yaptılar. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünün gereklerine ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah sıfatını taşıyan despotların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden amaç halkın aydınlatılması ve ona yol gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, ikiyüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak, insanları cahillik ve çağın gerisinde bırakmak demektir. Hatiplerin normal olarak halkın günlük kullandığı dil ile konuşmaları gereklidir. Geçen yıl Millet Meclisi'nde söylediğim bir nutukta demiştim ki "Minberler halkın akılları, vicdanları için bir ilim irfan kaynağı, ışık kaynağı olmuştur." Böyle olabilmek için minberlerde söylenecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, ilim ve fen gerçeklerine uygun olması lazımdır. Hutbeyi verenlerin siyasi olayları, sosyal ve medeni olayları hergün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış aşılamalar yapılmış olur. Bu nedenle, hutbeler tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır


alıntı..........