PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Hayat Kadını


Hasret
02-09-2009, 10:02
Yaşamak, acılardan ibaretti onun için. Mutluluk hep uzağındaydı, gelmek bilmezdi zaten. Ara sıra uğrardı ama bir türlü kalıcı olamamıştı. Kendini gösterir ve hemen yok olurdu. Ama o, hiçbir zaman peşine düşmemişti mutluluğun. Bilgili ve aynı zamanda kültürlü bir insandı. Bunca birikime rağmen neden böyle bir iş seçmişti kendisine bilinmez.
Akşamları, Porsuk’ un kenarına oturur, suyun akışını izlerdi. İçi rahatlardı bunu yaparken ve akıp giden suların, içindeki bütün kederi götürdüğüne inanırdı. Belki de bu yüzden bu kadar ağır akıyordu. Çünkü; kendisi gibi birçok insanında buna inandığını biliyordu. Dükkanların ışıklarının suya yansımalarında da bir anlam yatıyordu ona göre: Sarı; ayrılıktı, kırmızı; acının rengiydi ve beyaz; mutluluktu. Ne kadar ilginçtir ki, o ışıklar hep aynı yerde dururlardı. Akıp giden suyun içinde öyle bir yere tutunmuşlardı ki, kopup gitmeleri imkansızdı. Demek ki; acı, mutluluk ve ayrılık hayatımızın vazgeçilmez yanlarıydı. Carl Sandburg’ ün “ A Fence” adlı şiiri doğruluyordu sanki bütün bunları. “ Kendimizi ölümden, yarından, mutluluktan ve üzüntüden koruyamazdık. Mutluluğa kollarımızı açıp bekleyemez ve saklanamazdık acılardan. Bunlar; yaşadığımız sürece yüzleşmek zorunda olduğumuz ve kendimizi koruyamayacağımız şeylerdi. “ kendince böyle bir anlam çıkarmıştı bu şiirden ve böyle avuturdu kendini. Ama her şeye rağmen “ acı” yaşamın diğer adıydı onun için. Genç yaşına rağmen, annem kadar deneyimliydi. Kısacık ömrüne, yüzlerce insanı sığdırmıştı ve hepsi birer yara açıp içinde, kaybolup gitmişlerdi bir daha dönmemek üzere. O ise, terkedilmişliklerin içinde küçük sevinçlerle yaşamayı öğrenmiş ve mutlu ederken üzülmeyi, yıkılmayı hatta yok olmayı tatmıştı her defasında. Her şeyi uğruna feda edebilecek annesini terk ederken, dişiliğini kullanan onlarcasının umurunda bile olmayacağını bilemezdi. Belki hatırlarlardı ama anlık olurdu sadece. Bunu fark ettiğinde ise, aradan yıllar geçmiş ve dönen çarkın içinde kendisini bir yere tutturmuş, o da dönüyordu artık. Kaçıp gitmek istiyordu bu şehirden. Doğduğu, hayatı öğrendiği, anılarını içinde saklı tutan bu şehirden gitmek istiyordu. Sonra fark etti, nereye giderse gitsin, anılar yaşayacaktı yüreğinde. En olmaz anlarda hüzünle çevrilecekti her yanı. Nereye giderse gitsin, çıkarıp atamayacaktı içindekileri bir kenara, ölmediği sürece tabi… Ne güzel de yazmıştı Konstantinos Kavafis:
“ …
Yeni ülkeler bulamayacaksın,
Başka denizler bulamayacaksın
Bu kent peşini bırakmayacak.
Aynı sokaklarda dolaşacaksın.
Aynı mahallede yaşlanacaksın;
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Bu kenttir gidip gideceğin yer, bir başkasını umma!
Bir gemi yok, bir yol yok sana.
Değil mi ki, hayatına kıydın burada bu küçücük köşede,
Ona kıydın demektir bütün dünyada.”
Durdurmak istiyordu artık içinde kopan fırtınaları, bir kez bile olsa uyumadan önce ağlamak istemiyordu ve uyandığında gülümsemek istiyordu yüzüne vuran güneşe, aynı çocukluğundaki gibi. Tutunacak bir dal aramak istemiyordu artık, çünkü istediği tek şey etrafındaki dalların bir sarmaşık misali sarmasıydı kendisini ama bir daha bırakmamak üzere. Her şeye rağmen parlamayı başaran mavi gözlerinin ardında saklı tutardı bütün efkarını. Ama yüzü dayanamamış olsa gerek bu kadar acıya ki; gülmeyi denese bile başarıyordu içindeki kederi anlatmayı.
Ve bir gün, gördü ki Porsuk taşıyamıyor artık acılarını, gömemiyor en derinlerine, içindeki fırtına durulmak yerine, her geçen saniye biraz daha artıyor ve talan ediyor bütün bedenini, yıkılacak yeri kalmamış artık. Son günlerde sevebildiği tek insan kendisiydi ama kendisini bile sevemediğini anladı…
Henüz yirmi beş yaşındaydı evinde ölü bulunduğunda, cansız bedeni öylece duruyordu yatağın üzerinde. Hak etmemişti ölümü. Gözleri de hala pırıl pırıldı, derin okyanuslar gibi. Avucunda ise iki sene önce tanıştığı, ilk ve son aşkının kendisine yazdığı şiir…
“ Yirmi üçünde bir HAYAT kadını,
Mavi gözlerinin ardına saklanmış gözyaşları.
Gülüşünü bırakmış seneler öncesine
Tebessüm desen arada bir,
Ağlamayı da bilmez.
Yirmi üçünde bir HAYAT kadını,
HAYATın anlamını yitirmiş oysa.
Ürkekçe atarken adımlarını,
Gölgesini bile tanıyamaz.
Bakakalırım ardından her akşamüstü
İnce topuklar, makyaj yerinde her zamanki gibi,
Başı önde, hızlı adımlarla kaybolur
Kaybolmuş benliğinin peşinden gidercesine.
Yirmi üçünde bir HAYAT kadını,
Korkar gözünün içine bakmaktan.
Narindir elleri, titrer incecik parmakları
Tutarken elindeki gazeteyi.
Çoktan bitirmiş HAYAT mektebini,
Yorgunluğu da ondan.
Yirmi üçünde bir HAYAT kadını,
Mavi gözlerinin ardına saklanmış gözyaşları
Yirmi üçünde bir HAYAT kadını
HAYATımın kadını! “