PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kırık Testi


Hasret
02-02-2009, 23:38
Tevazu
İnsan kendini "sifir" kabul etmeli; "sıfır" bile değil, Arapça'daki haliyle "sifir" bilmeli. Çünkü "ı" larda kendini hissettiren bir sertlik vardır. Samimi mü'min, o kadarcık dahi olsa nefsini nazara vermemeli.

Kendinde bir şey vehmeden kaybetmiştir. İkram ve imtihan*ı ilâhî olarak bazı şeyler kendisine gösterilse veya güzel rüyalar görse bunu dahi anlatıp kendine pay çıkaran hasta ruhlar vardır. Bu çok tehlikeli bir yoldur. Daha tehlikelisi de "Aczimize binâen Allah zaman zaman lütfediyor böyle..." denmesi ve bu şekilde tevazu paketine sarılmış enâniyet ve riyakarlığa meyledilmesidir. Bir adam uçsa, gitse ağacın tepesine konsa, sonra da bunu sağda*solda anlatsa bu adam boştur. Ben nezaketim icabı böyle diyorum, yoksa o adam bomboştur. Çünkü Hak dostları, Cenab*ı Hakk'ın sırlarını ifşa etmez. Bu türlü lütuflar uluhiyete ait sırlardır, ifşa edilmez. Allah da zaten sırrını açığa vuran kimselere onları daha fazla bildirmez. Bir kısım lütuflar ve o sırlar imtihan vesilesidir; tehlikeli ve ses çıkarılmaması gereken bir yerde cepteki bozuk paralar gibidir, hissettirilmemesi gerekir. Bozuk paraları şıkırdatırsan avcılar seni duyar, bu avcılar yaman olur, endişe et ki seni vurur.

Allah'ın has kulları kendisini hiçbir şey kabul etmez. Mesela, Kutup önünü hep sisli*dumanlı görür. Ufku açık değildir. Herkes onu ulaşılmaz zirvelerde müşahede eder ama o kendisinin çukurlar içinde olduğunu zanneder.

Ayakların hep yere bassın ki, düştüğün zaman canın yanmasın, bir tarafın kırılmasın. Kendi vehimlerinle oluşturduğun dünyada bulunduğunu zannettiğin yüksek yerlerden düşersen, düştüğün yer en derin çukurlar olur ve hiçbir yerin sağlam kalmaz. Dikkat et, makamın, olduğunu zannettiğin yer değilse düşmen de kaçınılmazdır.

Hasret
02-02-2009, 23:38
Sabır; hele istenilen şey çok büyükse!
Çekilen sıkıntılar ve başa gelen musibetler, varılmak istenen hedefe bakıldığında çok küçük kalır. Bizler perişan keloğlanın, padişahın kızına talip olması gibi Cennet'e talibiz. Bu Kerem'in Aslı'ya talip olmasına benzemez. Ben perişan halimize bakınca gülesim geliyor. Zira, biz çok küçüğüz; talip olduğumuz şey ise pek değerli. Üstadımızın ifadeleriyle, bin sene mesûdâne dünya hayatı onun bir saatine mukabil gelmeyan bir Cennet'e talibiz. Onun da ötesinde Cenâb*ı Hakk'ın Cemâli'ni müşahede arzusundayız. İşte bu hedefe ulaşmak adına herşeye tahammül etmek, her sıkıntıya göğüs germek, her musibete katlanmak gerekir.


Duaya inanmak

Duada esas olan onun kabulüne inanmak ve güvenmektir. Duada elleri açmak bir yana, insan asıl gönlünü açmalıdır. Sabah ve ikindiden sonra yapılan dualarda söylenen cümleler Mecmuatu'l*ahzab'da mevcuttur ama az bir farkla kayıtlıdır. Orada "Sübhâneke Ya Allah teâleyte Ya Rahman ecirnâ minen nar bi avfike Ya Mücîr" denilir. Mücîr de Allah'ın ismidir ancak burada "bi avfike Ya Rahman" demek bana daha sevimli geliyor. Üstad bu duayı çok önemli gördüğünden olacak sabah ve ikindiye hasretmiş.

Gümüşhânevî Hazretleri, Mecmuatu'l*ahzab'ta duaların faziletine dair pek çok şey söylemiş. Bunlardan ilk bakışta çok mübalağalı gibi görünen şeyleri Üstad'ın verdiği ölçüler çerçevesinde anlamak lazım. Yani o durum, okuyanı ilgilendirir. Başka bir ifadeyle mesela, "Şu duayı bir kere okuyan Cennet'e girer." denildiği zaman bunu, "Bu dua öyle bir duadır ki onu inanarak, gönlünü vererek layık*ı vechiyle bir kere okuyan Cennet'i kazanabilir." şeklinde anlayabiliriz. Benim öyle inancım var ki, bir insan gönlünü açsa ve kamil imanıyla bir kere "Allah!" dese, sonra kendini onuncu kattan aşağı atsa, betonlar paramparça olur da ona bir şey olmaz. Bilhassa alem*i İslam'ın kan kustuğu şu günlerde göğsünü çatlatırcasına dua etmek lazım, buna ihtiyaç var.

Hasret
02-02-2009, 23:40
Özü muhafaza

İmanı oturaklaşmış insanlar, dışarıdan aldıkları, okudukları herşeyi *zararlı şeyler olsa da* süt guddelerinin fışkıyı süte çevirmesi gibi onları faydalı bir hale getirirler. İmanı rasanet kesbetmemiş insanların zihninde, okudukları herşey sümüklü böceğin izleri gibi pis izler bırakır
Şeytanın tuzakları

Bazı tasavvuf kitaplarında mekâid*i şeytan ve desâis*i şeytanın iki türlü olduğu kaydedilir: 1. Herkesin başına gelebilen, fena bir şeye teşvik etmesi, çirkinliği güzel gösterip onu irtikap ettirmesi. 2. Bazıları için mezelle*i akdâm (ayakların kaydığı nokta) olan, zahiren hayırlı gibi görünen işlerdeki desîseleri. Mesela; bir insan, güzel rüyalar görür, bir şeyler hisseder.. hatta insanların kalbini okuyabilir. Fakat bunlardan kendine pay çıkarır, üstün bir kul olduğu zehabına kapılır ve bunları başkalarına hakimiyet kurma hususunda kullanır. Tevazu sergilemesi gerekirken enaniyetle köpürür.

İşte, ehlullah, bu şekildeki insanın amelini beğenmesi ve onunla büyüklenmesine, kebîre (büyük günah) demişlerdir. Böyle bir günahın neticesinde ise *Allah korusun* mahvolma muhtemeldir. Ve kimbilir, şeytan bazı insanları bu tuzağa düşürmek için rüyalarına girer, güzel görünür ve onlara nefislerinin hoşuna gidecek şeyler söyler. Keşf u keramet nevinden şeyler ve insanların içini okumak gibi işler *eğer ehl*i sünnet çizgisi tutturulamamışsa* belki de şeytanın ilhamıdır...

Hasret
02-02-2009, 23:40
Hasan*ı Basrî'den iki söz ve hatırlattıkları

Hasan*ı Basrî der ki: "İlimce diğer insanlardan üstün olan kimseye yakışan, amelce de onlara üstün olmasıdır." Vatana*millete hizmet ederken önde görünenler normal insanlardan daha çok, evrad u ezkar yapmalı. Çünkü, 1. Sorumluluğu ağır olan insanlar duaya, evrad u ezkara ve inayet eli istemeye daha çok muhtaçtır. 2. Kendi konumunda derince inanmanın gereği olarak kulun ibadet u tâati artmalıdır. Yani, kulun imandaki derinliği zaten onu daha çok zikre sevk eder. 3. "Efelâ ekûnu abden şekûrâ" sırrına göre o şükreden bir kul olmak için sürekli ibadete yönelmeli. Ayrıca, o konumdaki insanlar harem dairesinde bulunmaktadır. Orada bulunan kimseler koridorda duranlar gibi davranamazlar.

Hasan*ı Basrî'ye nisbet edilen bir başka sözde o şöyle der: "Biz ilmi dünya için istemiştik, o bizi ahirete çekti." Bu söz ondan daha önce de söylenmiş olabilir ama ona dayandırılır. Sanki onunla iştihar etmiştir. "Tâbiîn ubudiyette ve ilimde sahabeden önde görünüyor." desek doğru olabilir. Ancak sahabe iman ve ubûdiyetin başka bir yönünü temsil ediyordu. O da, dini muhafaza, siyanet ve emaneti sağ*salim yeni nesle nakletme, ubudiyet ve ilim için uygun zemin hazırlama meselesiydi. Sahabe olmasaydı din olmazdı. Bundan dolayı, onların asrı en hayırlı asırdır ve onlar sonrakilerin sevaplarından da hissedardırlar.

Evet, tâbiîn devri ilmin ve o ilimle amelin zirvede olduğu bir devirdir. Hadisde buyurulur ki: "İlimden ilk kaldırılacak şey huşûdur." Şu an ilimde huşû kaybedildi; o kaybedilince de adeta herşey bitti. Hayatımda tanıdığım bir kaç insan vardı. Mesela, birisi namazını o kadar temkinle kılardı ki, bir*kaç kişi bana şöyle demişti: "Onun dükkanının önünden geçerken bir kere baksam ahireti hatırlıyorum." Evet, mü'min *hele ki ilim sahibi bir mü'min*, görüldüğünde Allah hatırlanmalı.

Hasret
02-02-2009, 23:40
Emniyet
İnsan bu dünyada emniyetle yaşamamalı. Hiçbir zaman kendine güvenip kendinden emin olmamalı. Kul dünyada hep havf ile yaşamalı. Akibeti hususunda sürekli tir tir titremeli. Havf ve reca dengesinde bir ömür sürüp neticeyi Allah'a vermeli. "Ben kafirim, ben münafığım" demek caiz değildir; ancak insanın içinde hep bir endişe olmalı, "Ben de münafıklık alâmeti var mı?!."diye... Bu endişeyi koca Hazreti Ömer bile taşıyor ki, biz neden taşımayalım! Hazreti Osman mezarlığa uğradığı zaman nefes alamayacak hale gelinceye kadar ağlardı. Namazını kıldığı zaman makbul olduğuna inanmalı; ancak, "Bunda bir eksiklik var mı, yüzüme çarpılır mı?" diye endişe etmeli.

İmam Gazzali dahil pek çok muhakkikîne göre, insan yaşarken hep havf yörüngeli olmalı; ölüm anında ise recâya yapışmalı. Yani, ötelere açılacağı o dakikalarda, Cenâb*ı Allah hakkında hüsn*ü zan etmeli, O'nun rahmetine sığınmalı ve reca duyguları içinde, "Artık yapabileceğim bir şey kalmadı. Şu an kendimi tamamen Senin rahmetine teslim ediyorum." demeli. İmam Şafii Hazretleri de vefat ederken şöyle diyordu: "Cealtür*recâ li avfike süllemâ*Allahım, recayı affına merdiven yaptım."