PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Charles Baudelaire


Hasret
01-24-2009, 13:23
BAUDELAİRE’in HAYATI


Baudelaire 9 Nisan 1821 yılında Paris’te doğmuştur. Babası, devrimden öncede devrimden sonrada önemli devlet hizmetlerinde bulunmuş, senatoda görev almış, iyi öğrenim görmüş biri olan Joseph- François Baudelairedir. Annesi, babasının ölen iki karısından (1814) sonra evlendiği kendisinden 34 yaş küçük Caroline Archimbaut Dufays’dir. Bu evlenme, annesinin Fransız devrimi sırasında ailesiyle göç ettiği İngiltere’den dönüşünde 1819 yılında olmuştur. Charles Baudelaire bu evlilikten dünyaya gelmiştir. Ömrü boyunca sevgi duyacağı annesinden İngilizce öğrenmiştir. Bu İngilizcesiyle bir ömür boyu sürecek olan Edgar. A. Poe’nun şiirleri üzerinde çalışılmıştır.[1] Babasının 1827’de ölümü onun yaşam boyu sızlayan bir yalnızlık dünyasında yaşamasına yol açtı. Çünkü annesi bu olaydan yirmi ay sonra, sonradan, general ve elçi olacak subay Jacques Aupick’le evlenişi, Baudelaire’in ruhunda ilerde kendisinin pek çok kez çeşitli biçimlerde belirtmeye önem verdiği bir bırakılmışlık, öksüzlük, kimsesizlik etkisi yaratmıştır.[2] Orta öğrenimini önce Lysons’da College Royal’de sonra üvey babasının görevlendirildiği (1836) Paris’te College Louis le- Grand’da okudu. Lisede Latince yazdığı şiirlerle göze çarptı, Bakaloryasını tamamladıktan sonra hukuk eğitimine başladı ama yaşadığı Bohem hayatı annesinin ve babasının kulağına gidince (gerçekten de ölümüne neden olan frengiyi bu yıllarda kapmıştı.) Hindistan’a gönderildi. Ama gemisi Mauritus’da bakım için durunca geri döndü. Gene de yarım kalmış yolculuk Baudelaire’i gerçek bir şair yaptı. Bu yolculukta Les Fleurs du mal’in (Kötülük Çiçekleri) ilk şiirini yazdı ve bu kısa doğu yolculuğunu hiç unutmadı. Şiirlerinde sık sık Doğu’ya duyduğu mistik özleme rastlanır.[3] Bir süre sonra da Paris’e döner, -Paris’te Saint-Beuve, Hugo, Gautier, Banville gibi yazarlarla tanışması da çok geçmeden onun yazın dünyasına girmesini kolaylaştırır.[4]- Bundan sonrası şair için tam bir özgürlük dilimidir. Kısa bir süre sonra yirmi iki yaşını doldurduğu için babasından kalan serveti kullanabilme hakkını kazandı; ayrıca çok uzun sürecek bir aşk ve cinsel ilişkinin odak noktası olarak melez Jeanne Duval’a rastlamıştır. Yirmi yılı aşkın bir süre onunla ilişkisi olur. Kötülük Çiçekleri içindeki şiirleri ondan esinlenir. Bu yıllarda Delacroix ve Courbet gibi ünlü ressamları tanıdı bu ilişkinin sonucunda 19. yy’ın en ilginç eleştirilerini yazdı.[5]

Birkaç yıl içinde servetinin yarısını harcayınca, annesi ve üvey babası, kalan kısmın hukuk önlemleriyle kısıtladılar. Bundan sonrası karamsar bezginlikler, yoksul bir kalem işçiliğinin zorunlu çalışmaları, duygusal öfkelerle tutarsız başkaldırılardır. Örneğin; bu sırada radikal harekete ve 1848 Devrimine katıldı. Sanatçı ruhunun ve yeni hükümetin verdiği düş kırıklığıyla hemen siyasal çevreden çekildi. Şimdi ilgilendiği Paris’in yoksulları, suçluları, fahişeleri dilencileriydi. Şiirlerine etki kaynağı olan uyuşturuculara bu dönemde bağlandığı işaret edilir. Bir yandan resim yazıları, Salons’da edebiyat eleştirileri yazmış, dergilerde şiirlerini yayımlıyor, öte yandan ABD’li yazar Edgar Allen Poe’yu Fransızcaya kazandırarak çevirmenlik gücünü göstermektedir.

Poe çevirileri ile öylesine ün yaptı ki Revue de deux Mondebu usta çevirmenin şiirlerinin de basmayı karar verdi. 1855’te on sekiz şiirinin yayımlanması büyük bir skandala yol açtı. Bundan sonra Kötülük Çiçekleri bir arkadaşı tarafından basıldı. Derhal şairin ve yayımcının aleyhine dava açıldı. Dava suçluların para cezasına çarptırılmaları ve Kötülük Çiçekleri’nin altı şiirinin yasaklanmasıyla sonuçlandı. Bu kitap çeşitli yankılar uyandırdı. Örneğin; V. Hugo mektubunda şöyle yazdı; “Mösyö siz soylu ve cömert bir insansınız. Derin ve çoğu zamanda huzur verici şeyler yazmaktasınız. Güzele vurulmuşsunuz. Uzatın bana elinizi: Koğuşturmalara gelince, onlar insana ancak büyüklük kazandırır; dayanın”. Kötülük Çiçekleri 1861 ve 1866’da tekrar basıldı ama şaire beklediği ün ve serveti getirmedi. Bu, artık iyiden iyiye hasta olan Baudelaire’in ömrünün geri kalan kısmını büyük bir karamsarlık ve bezginlik içinde geçirmesine neden oldu.[6] Baudelaire, yaşamı boyunca şiirlerden çok sanat eleştirilerini basmak istedi, çünkü şairliği estetik bir kuram olarak görmüştü. 1867 Şubatı’nda ölen ve bir avuç arkadaşı tarafından gömülen Baudelaire hemen hemen unutulmuştu.

Baudelaire'in şiiri gibi, özel yaşamı da fırtınalıdır. Şiirinin içinde sanki inanış ile inançsızlık; Tanrı ile Şeytan birlikte yaşamaktadır. Döneminin çalkantılı toplumsal yaşamını yansıtırcasına aşkta da ölçülü yanı ile bir beyaz kadını; sergüzeştçi yanı ile ise, aşkın en uzak iklimlerindeki kokularla dolu bir melez kadını sever. Melez sevgilisinin yanında - daha 19 yaşında iken tutulduğu ve bir daha hiç kurtulamadığı firengisine rağmen- kendini güçlü hissetmektedir. Belçikalı olup da, "dünya başkenti" Paris'te yaşayan ve sanayicilere kredi veren borsacı Hippolyte-Alfred Mosselmann'ın metresi olan ince, güzel ve aydın bir kadın. Madam Sabatier ise, Baudelaire için, "erişilmez kaldıkça sevilen" bir kadındır.

Baudelaire’in Çağında Sanat ve Yazın Dünyasındaki Değişimler;

Baudelaire’in yaşadığı çağa karşı eleştirisi, aslında, kendisine de yönelen bir eleştiridir. Değiştiremediği, terk etmediği, fakat her an kendisinden uzaklara gitmek istediği bir toplum karşısında, bir yandan, ölüm anının yakında geleceğini ve kendisine, “geç kaldın… yıllanmış korkak” diyeceğini söylerken, diğer yandan da, gene kendisi için, “bir sfenks ki meçhulü aldırışsız dünyanın / haritada unutulmuş ama hırçın sesiyle/ yalnız şarkılar söyler batıp giden güneşe der.

Baudelaire’in şiiri, Donald Marshall’ın değişiyle sınai kapitalizmin oluşumu ile birlikte insanın karşı karşıya kaldığı “algılama bunalımının yansıması”dır. Bu şiirin sevilmesi, anlaşılması da, gene Donald Marshall’ın belirttiği gibi, “geleneksel sanatı yaratan yaşamdan çıkışla; yani, modernizm’i oluşturan ve organik zamanın erimesine neden olan modernleşme döneminin sanayi toplumu yaşamına geçişle bağlantılı bir sorundur.[7]

Baudelaire’in modernizmi, bir anlamda, yaşanan toplumsal koşulların nereden ileri geldiklerini anlamaya; bu koşulların nasıl ve ne gibi bir süreç içinde değiştirilebileceklerini görebilmeye yatkın bir iletişim ortamının bulunmayışı ile açıklanabilir. Modernizmi kendi içindeki umutsuzluktan kurtulabilmesi için gereken iki özellikten yoksunluk, Baudelaire'in modernizmini, bu modernizm soylu ve onurlu bir direnip de olsa, yenik düşeceğini peşinen görmüş olmanın yarattığı hırçınlık içinde kapalı tutmuştur. Bu İki özellikten birincisi, Baudelaire'de yüz yıl sonra bu konuda konuşan Theodor W.Adorno’nun deyişiyle, "düşünen kişiyi kırgınlık ve umutsuzluktan kurtarıp "yüceltecek" bir düşünce düzeyine varabilmek; toplumda olan-bitenleri kavrayabilecek bir bilimsel durumda olabilmektir. Bu, bireyin yetenekleri ile başlayıp bitmeyen, temelde, yaşanan çağa, onun yeni yaşanmakta oluşana ait bir sorundur. İkinci ise, yaşanan toplumdaki olguları sadece görebilmenin de ötesinde, onları anlayabilmekle varılabilecek bir anlatım düzeyine; buna bağlı olarak da özgür ve sınırlamasız bir iletişim düzeyine erişebilme özelliğidir.[8]









Yaşamın Gizlerine Acılı Yöneliş;

Platon’da olduğu gibi ruh bu dünyada bir çamura batmıştır. Bu dünya buna göre bir pişmanlıklar dünyasıdır. Her şey gizemlidir. Çile neredeyse zorunluluktur, ama kurtuluşu yoktur. Bu yüzden insan kendi cehennemini kendinde taşıyacaktır. Acı hiçbir şeyi ödeyemez, ancak var oluşun zorunlu koşuludur.

Ölüm Korkusu / Aşka Benzeyen Ölüm;

Aşkla ölümü birbirine karıştırır, birbirleriyle özdeşleştirmek ister, aşk gibi bir ölüm düşünün ünlü “Yolculuk” şiirinin sonlarını anımsayalım: “Ey Ölüm, eski kaptan vakit tamam, demir al! / Bu ülke sıktı artık, ey Ölüm! Kalk gidelim. / gökle deniz mürekkep gibi karaysa karadır. / Tanıdığın yüreklerimiz ışıkla dolu bizim. [9]



YAPITLAR:Qeuvres compl”tes, (ö.s.), 7 cilt, G. Asselineau (der.), 1868- 18670, (“Bütün Yapıtlar”).

Şiir; Les Fleurs du mal, 1857, (Kötülük Çiçekleri – kitabın bir bölümü Baudelaire ve Kötülük Çiçekleri adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir); Les épaves), 1866, (Kalıntılar).

Düzyazı; Le Spleen de Paris, (ö.s.), 1869, (Paris Sıkıntısı).

Eleştiri; Curiosités esthétiques, (ö.s.), 1868 (Estetik İncelikler); I’Art romantique, (ö.s.), 1868 (Romantik Sanat).

Mektup; Lettres 1841 – 1866, (ö.s.) (Mektuplar), 1905; Lettres inédites â sa mére, (ö.s.), 1918.[10]





MODERNLİK



Aydınlanma hareketine dayalı olan “modern” kelimesi Latince “modernus” kelimesinden türetilmiştir. Modernus ise latince “modo”dan türetilmiştir. Modo ise eski Latince de “hemen şimdi” demektir. Modern özünde “yeni “, “yeni olan”, “eskiden uzaklaşmış” kısacası “yakın zamanın eş anlamlısı” demektir.

Modernlik ise kendisine çok farklı anlamlar yüklendiği için, tanımlanması oldukça güç bir terimdir. Söz gelimi Berman modernliği paradoks ve çelişkilerle yüklü bölünmüşlüklerin ve belirsizliklerin kuşattığı bir insanlık deneyimi olarak ele almaktadır. Beriyandan Touraine modernliği, birbiri ile karşılıklı konumlanan akılcılaştırma ve öznelleştirmenin bağlamında tartışırken Wagner onu, özgürleşim söylemi ve disiplin altına alma söylemi açısından analiz etmektedir. Konu üzerinde çalışan Habermans’a göre ise modernlik geleneğin normalleştirici fonksiyonlarına karşı başkaldırır. Modernlik normatif olan her şeye isyan deneyimi ile yaşar. Bu başkaldırı, ahlakilik ve yararlılık standartlarını etkisiz hale getirmenin bir yoludur. Modernlik tartışmalarında adeta şemsiye gibi duran Weber ise, modernliği akılcılaşma ve sekülerleşme olarak analiz etmekte ve onu “demir kafes”e benzetmektedir. [11]

Charles modernliği şöyle tarif etmektedir; modernlik, geçişsel olandır, kaçak olandır, rastlantısal olandır, diğer yarısı ebedi ve değişmez olan sanatın yarısıdır. Her eski ressam için bir modernlik söz konusu oldu, geçmiş zamanlardan bize kalan güzel portrelerin çoğu, dönemlerinin kılıklarıyla giydirilmiştir. Hepsi de tümüyle uyum içindedir, çünkü giysi, saç biçimi ve hatta duruş, bakış ve gülümseme, eksiksiz bir canlılıktaki bir bütünü oluşturur.

Tek sözcükle, her modernliğin antik niteliğine erişebilmesi için, insan hayatının ona istemeden bıraktığı gizemli güzelliğin ondan çıkarılabilmesi gerekir.[12]



La modernité (George Simmel)

Baudelaire’in modernite değerlendirmesi, Constantin Guys adlı ressam üzerine kaleme aldığı övgü dolu bir makale olan “Modern Hayatın Ressamı” adlı metninde karşımıza çıkar. 1859/1860 yıllarında yazdığı, İlk kez 1863 yılında yayımlanan bu yazısında “modernité” kavramını ortaya atan Baudelaire, okura şunu itiraf etmektedir: “… zihnimdeki düşünceyi ifade edecek daha uygun bir sözcük bilmiyorum.” Baudelaire moderniteyi hem modern hayatın bir “niteliği” olarak, hem de sanatsal girişimin yeni bir hedefi olarak görüyordu. Modern hayatın ressamı için, bu nitelik yenilik mefhumuyla, nouveauté’yle özdeştir.

Baudelaire’in “modernite fenomenolojisi”nin temelinde bize zevk veren şey, sadece o temsilin bürünebileceği güzellik değil, aynı zamanda onun, özünde yeni olmasıdır.” Ama bu şimdilik, geçicidir; moderniteye ayırıcı özelliğini veren de budur, çünkü “’modernite’yle kast ettiğim, bir yarısı sonsuz ve değişmez olan sanatın, gelip geçici, ele avuca sığmaz, koşullara bağlı olan diğer yarısıdır”. Aslında, güzelliğin kendisi de yalnızca “ebedi, değişmez bir unsur”u değil, “koşullara göre değişen, göreli bir unsur”u barındırır, bu unsur da “çağ, o çağın modaları, duyguları”dır. Ancak, Jauss’un da öne sürdüğü gibi, bu mutlak yenilik estetiği, geçici olan ile ebedi olan arsındaki o kadim karşıtlığın yeni bir çeşitlemesinden ibaret değildir.

Baudelaire’in modernite tasavvuru, modern sanatçının önüne koyduğu görevler, “şiirsel olanı, tam da klasik beğeninin güzelliğe dair yorumunda dışarıda bıraktığı tarihsel, modaya uygun boyutlar içerisinde özgürleştirir”.[13]

Ancak, Baudelaire’in modern ressama biçtiği, “şimdinin geçici, koşullara bağlı yeniliği”ni yakalama görevi, özel bir yöntem sorununu gündeme getirir, çünkü “sıradan hayatta, dışsal şeylerin günlük dönüşümünde, sanatçının eserini koşut bir hızla gerçekleştirmesini gerektiren hızlı bir hareket söz konusudur”. Bu, özel bir yeteneği, hatta yeni bir tür sanatsal işlevi gerektirir. “Gözlemci, filozof, ya da flâneur adına ne derseniz deyin; bu sanatçıyı, ebedi veya en azından daha kalıcı şeylerle ilgilenen …bir ressam için kullanamayacağımız bir sıfatla tanımlamak zorunda kalacağımız kesindir” çünkü o “geçmekte olan anın, o anın barındırdığı bütün sonsuzluk unsurlarının ressamıdır”.

Bu bizi, modern hayatın ressamının ne tür özel deneyimlerden yararlanabileceği sorusuyla karşı karşıya bırakıyor, onun içinde bulunduğu toplumsal çevre neresidir? “Kalabalıkların, adsız yüzlerin sevdalısı”, bir ”dünya insanı” olarak, Poe’nun “Kalabalıkların Adamı”na benzer ressam: Yeni tutulduğu bir hastalığı henüz atlatmış, kenti hercü merci arasında gördüğü her şeyi belleğinde tutmaya çalışan, “merakın ölümcül, karşı konulmaz bir tutku” haline geldiği biri. Le nouveuté’yi yakalayabilme gücü, hastalık sonrası edinilen bu ‘yeni olan her şeyi görme’ yeteneğine benzer.

Kalabalığa karışmak, “düşlerden oluşan büyülü bir toplum’a girmek gibidir. Sanatçı da “kalabalığın kendisi kadar büyük bir ayna gibidir.

Baudelaire özellikle moda’nın uçucu güzelliği üzerinde durur. Aslında, modalar “kendi dönemlerinin ahlak ve estetik anlayışı”nı barındırırlar. Sanatçının görevi, “modadan, tarih içerisinde barındırabileceği her türlü şiirselliği devşirmek, geçici olandan ebedi olanı damıtmaktır”. Bu noktada, Baudelaire modanın yalnızca modernitenin bir parçası olarak kalmadığını söyler. Burada ikili bir çekiciliğe sahip olduğundan Baudelaire’in estetiğinin de hareket noktasıdır.[14]

Baudelaire’e göre modernlik, sonsuzun tek bir anda, geçicilikte var oluşudur. Her mevsim değişen modadaki güzelliktir. Bu tıpkı aşkın arzuda erimesi gibi, sonsuzunda şimdiki andi erimesidir, ta ki sonsuzluk yalnızca kendi yokluğunun bilincinde ve ölüm kaygısında algılanana kadar.[15]

Baudelaire, “modernite’yle kast ettiğim, bir yarısı sonsuz ve değişmez olan sanatın, gelip geçici, ele avuca sığmaz, koşullara bağlı olan diğer yarısıdır” der. Ardından her modernitenin günün birinde “antikite” haline gelmeye layık olması için, insan hayatının ona ister istemez kattığı gizemli güzelliğin bulunup çıkarılması gerekir, diyerek modern koşullara özgü güzellik ve kahramanlık biçimlerini gözler önüne sermaye, ”resmini yapmaya” girişir. Baudelaire, sadece soyut bir teori geliştirme iddiasında değildir. Dahası, kendi teorisini, modern ilişki tarzlarını ilk biçimlenmeye yüz tuttuğu mekanlardan biri olan Paris’teki sosyal hayatın tasviri üzerinden gerçekleştirir. Paris de tüm modern süreçlerde olduğu gibi, burjuvazinin etkin olduğu, buna karşılık geri kalan kesimlerin, kısıtlı imkanlarla sosyal hayata katıldıkları bir mekandır.Buna rağmen Baudelaire,egemen bakış açısına göre toplumu ele almaz.O toplumu bir bütün olarak,görünüşü içerisinde ele alır.O karşılıklı çatışan süreçler merkezinde değil,karşılıklı süreçlerin ortak ürünleri bağlamından topluma yaklaşır;kamusallığa odaklanır. Baudelaire moderniteyi modernistlerin aksine, soyut süreçlerin bireye ve topluma egemenliği bağlamında anlamaz. O moderniteyi modern koşullar altında bir araya toplanmış bireylerin somut aktiviteleri ile kavramak ister.”modern hayat büyük bir moda gösterisi, baş döndürücü parıltılı yüzeyler, ışıltılı süsleme ve tasarım zaferleri sistemi”dir.”modern hayatın ressamı ilgi ve enerjisini ‘modaları, görenekleri, duyguları’ üzerinde, gelip geçen an ve içerdiği sonsuzluk çağrışımları üzerinde yoğunlaştıran kişidir.

Baudelaire, modernliği kentte arar kent özellikle Paris, karmaşasıyla ve devingenliği ile modern hayatın kaynağını oluşturur. Baudelaire’in resmettiği kahramanlar, sosyete hayatının ve devası kentin yeraltına musallat olmuş binlerce köksüz hayata ait manzaralar, caniler, fahişeler; paçavracı, kapatma, lezbiyen, kumarbaz, sihirbaz, dilenci, kenar mahallelerin, aşağı mahallenin, yeraltının berduşları, aylaklarıdır bunlar modern kent hayatını doldururlar ve onunla bütünleşerek ona gereken estetik görünümü kazandırırlar. Değişim ve devinim modernitenin kaderidir. Baudelaire, modern hayatın ressamı dediği Bay Guys aracılığıyla modern toplumu keşfe çıkar. O bunun için devamlı dolaşırlar.[16]

Modernlik, ressamın ya da başka herhangi bir sanatçının ilgilenmesi gereken boyutlardan yalnızca biridir. “Modernlik geçici, uçucu, olumsal olandır”. Bu ifade aynı zamanda modernliğin özünde tarihsel değil, estetik bir kategori olduğunu açığa çıkarır.

Bunun, bir estetik kuramı olarak ne denli kabul edilebilir olursa olsun genel modernlik kuramlarının çoğunda yer alan bir öğe olarak sorunlu olduğunu görürüz. Bu kuramlar, özgül tarihsel ve sosyolojik karakteristiklere sahip bir tarihsel dönem olarak modernlik üzerinde odaklanmıştır.[17]

ESTETİK BOYUTUNDA MODERNLİK

Estetik boyutunda da modernlik analizi ile karşılaştığımızda ortaya şu çıkmaktadır: Eskilerle yeniler arasındaki tartışma, antik sanat ile kopuş temasını, 18. yüzyılda belirler. Modernlerin tarafını tutanlar Fransız sanatındaki klasikliğe karşı çıkarlar. Bunlar Aristo'nun modern bilimlerde düşündüğü mükemmellik ve ilerleme fikrine benzer. Modernler tarihi ve eleştirel kriterlere dayanarak antik modelin taklit edilmesine karşı çıkmaktadırlar. Mutlak sayılan ve zamanı içermeyen bir güzellik fikrine karşı, belirli bir dönemi içeren ve Fransız aydınlıkçılarının düşündükleri anlamda bir güzellik fikrini savunuyorlardı. Modernites antikiteden ayrılmak için daha evvel kullanılmış bile olsa, Hint-Avrupa dillerinde 'modern zaman' sözcüğü ancak 18. yy. sonunda kullanılmıştır. Bu, özellikle, güzel sanatlar alanında kullanılan bir sözcüktür. Bu nedenden dolayı da 'modern' ve 'modernlik' sözcükleri hep 'avangard' anlamında güzel sanatlar için kullanılan bir sözcük olmuştur.
Örneğin; Baudelaire için estetik deney, tarihi deney ile karışmıştır. Bu nedenle de Baudelaire için günlük yaşamdaki sanat eseri güncel ile ebedi arasında bir yere oturtulmaktadır. “modernlik geçiciliktir, geçiştir, bitişikliktir, sanatın yarısıdır, diğer yarısı ise kımıldamayan ve ebedi olandır. Güncel ile ebedi arasındaki kontrast ile sanat eseri, modernlik bağlamında, geçicidir ve geçicilikten kurtulmayı başaramaz, ama bu şekilde bayalığı aşar. Baudelaire için bu geçiş anı gelecek olan bir şimdiki zamanın otantik bir geçmişi olarak tanınacaktır. Anlaşılacağı gibi Baudelaire için de sanat eseri hem şimdiki zamanı içerecek hem de bir ebedilik taşıyacaktır. Bu ebedilik için ise günlük bayalığı (günümüz için kiç veya arabesk sözcüklerini kullanabiliriz) aşacak, bunun için de gelecek olanın otantik bir geçmiş ile kesişmesini sağlayacaktır.[18]



Baudelaire’in Modernizmi



Baudelaire’in modernizmi,o zamana kadarki sanatsal üretimin, toplumsal ortamının, yitirildiği bir dönemin direnen sanat anlayışıdır. Sanayi kapitalizmine gelinceye dek, diğer alanlarda olduğu gibi, insanın üretim işlemlerine ilişkin olarak edindiği bellek bu deneyimlerini imbikleyerek bunları üretim sürecinde kişinin kendisinin bulduğu yollarla uygulamasına yol gösteren bir sağduyu ve basirete dönüştürmekteyiz. Üretimin her alanında, bu deneyimler, belleğin bu işleri, bu bilgi edinme işlemleri, aynı anda, kem bireysel hem de kollektif bir yapı içinde biçimleniyordu. Sanayi toplumuna geçişle birlikte, fragmanlaştırılmış, tekrarlanabilirliğe dayanan ve mekanikleştirilmiş bir üretim ve imalat biçimine geçilmiş; bu yeni üretim işlemleri üretim sürecine katılanların bu tür niteliklerini gereksiz kılmıştır. İnsan bilincinin ancak farklı, yeni ve dolayımsız (immediate) olguları ve uyarıları algılayabilmeye başlaması da bu değişiklerle eskinin geleneğine özgü organik zamanı eritip yok ettiği; organik zamanın, sadece, bazı toplumsal ritüellerde belleklendirilebildiği; bu ritüellerin ise sadece anma günlerinde ve sadece devresel olarak düzenlenebildiği bu yeni dönemde Baudelaire’in yeni olgulara karşı bir direnme olmuştur. Sanatta çeşitli modernist akımlarla değişime direnilen bu yeni dönemde, “ bir zamanlar sessiz, barışçı, tek karısı ile yetinen, acıktığı zaman ve karnını doyuracak kadar yemek yiyen, şarabı susadığı için içen sermaye sahibi kimseler geçmişte kalmıştır; tezgahlar, eski tezgahların başında dakikada beş ilmik yapabilen kadın işçileri 6 bin defa geride bırakacak düzeye getirilmiştir. Fakat uzun bir süre “makinenin, işçinin verimliliğini arttırdığı bir çağda işçilerden, Malthus’cu bir kuramla, isteklerine kapılmaktan kendilerini koruyup çalışmanın yüceliğine inanmaları istenmeye devam edilmiştir.[19]

19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra kapitalist üretim ilişkileri ****laştırıcı etkinliğini her şeyi-örneğin, gazetelerde tefrikalaştırdığı romanı, ya da daha genel bir deyişle, tüm fantazya üretimini-toptan satışa elverişli yeni formlara sokarak daha da arttırmıştır. Sanayi kapitalizmi bu düzenlenimlerini geliştirdikçe, bazı sanatçı ve düşünürlerde özgünlüklerine yönelen “tekrarlamaçı, mekanize edilmeye yatkınlaştırılmış, dolaysız (immediate) algılamaları aşmayı önleyen, bellek’i (organik zamanı) bile var olan düzene bağlı, devresel çağdaş ritüeller ile yaşatılan kurgulanmış bir belleğe dönüştüren yeni gelişmeler karşısında lirik anlatımı yaşatabilmenin yollarını aramaya başlamışlardır. Ne var ki, bu alabildiğine zorlaşmıştır. Sanayi kapitalizmi ile birlikte yeni kent yaşamı insanın duygusal (sensorium) yanını bile değiştirmiştir. Hızlı toplumsal değişmeler, sanatsal üretimde üretim araç ve olanaklarının kültür ve eğlence endüstrisinin eline geçmesi geleneksel yakın insansal ilişkilerin kalmayışı ve organik zamanın erimesi gibi nedenlerle sanatçının yaşama kendisi adına anlam verebilmesi güçleşmiş; toplumca bir algılama bunalımı yaşanmaya başlamıştır.

Yaşam deneyiminin total bir değişikliğe uğradığı bu yeni dönemde lirik anlatımı sürdürebilmek için Baudelaire gündelik yaşamda edindiği imajları belleğine aldıktan sonra bunları şiirine tek bir bilişimsel anlam ile değil, alegorik meditasyonlar olarak konumlamak yoluna yönelmiştir. Böylece, zamanının dış gerçekliğini, belirttiğimiz bu yeniden biçimlenme döneminin yaşanmakta olan algılama bunalımı yüzünden epistemolojik bir düzeyde (temsili düzeyde) açıklamaya yönelmeyen alegorik bir anlatım içinde vererek bir yandan zamanın yeni oluşan hegemonik ideolojisinin koşullandırmalarından ve çarpıtmalarından uzak kalmaya özenmiş; bir yandan da, kendinden sonra gelecek olan insanların (şairin yaşadığı günlerin başat kültürünün sınırlılıklarını aşabilecek bilişimsel düzeye erişecek olan insanların), şairin yaşadığı ve kültürel koşullandırılmalarını aşamadığı için alışılmış bir dille anlatmaya cesaret edemediği yaşanan tarih dilimini bilişsel düzeyde doğru anlamlara varacak bir biçimde açıklayacakları bir iletişim biçimi bulmaya yönelmiştir.[20]

Modernlik hakkındaki peşin hükümlerden sakınmalıyız. Baudelaire’in modernlikle estetik bir sorun olarak ilgilenmesi pekâlâ uygundur, bunu her ne kadar ne kendisi ne de biz, çağın karakterinden ayrı tutmamaktayız.[21]

Baudelaire, oldukça erken dönemlerde, modernitenin bu adeta zamanı-kültürü, günceli, sanatı, estetiği katleden yönüne dikkat çekmiş, modern ilişki biçimlerini ortaya çıkarken kavramaya çalışmıştır. O zamanın hızla aktığı bir zamanda, adeta akan zamanı durdurma teşebbüsüne girmiştir. Ve bu tutumunun sonucu olarak büyük oranda zamanı aşma ve modernistlerin arzularına inat geleceği yakalama şansına kavuşmuştur. Baudelaire, tarihe bir süreklilik olarak bakmak yerine, gerçek bir modernist olarak o an’ı ele alır. O, modernliğe estetik alanın, yani “Modernizmin” kurumsallaşma biçimi olarak bakar; düzenin yani “modernleşmenin” kurumsallaşma biçimi olarak bakmaz, böyle bakmaktan kurtulur. Bu yüzden zamanın tutsağı olan tek yanlı modern süreçlerin savurucu etkisine yakalanmaktan kurtulur, çok daha bütüncül bir biçimde modernliği kavramayı başarır. Bu nedenle, Berman “batı kültürü modernlik meselesi ile ciddi bir şekilde ilgilendikçe bizler Baudelaire’in bir kâhin ve öncü olarak gösterdiği özgünlük ve cesareti daha çok takdir eder olduk” der ve ilk modernist olarak Baudelaire’i gösterir.

Baudelaire içinde ilerleme olmayan bir modernizim tasvir eder. Böylece daha önce

,ilerlemenin yavaşladığı, kültürelin, güncelin öne çıktığı günümüzdekine benzer tarzda toplumu alır; bütünüyle değişim fikri içinde değil de, değişenle değişmeyen arasındaki gerilim hattı üzerinde süreçleri çift yönlü görünümleri içerisinde değerlendirir ve modernliğin kendisine-odağına ulaşabilir. Baudelaire, dikkatini herkesin gözüne kaskatı kural ve dayatmalarıyla görünen modernizmin, canlı tarafına; estetiğine ve ruhuna yöneltir. Modarnitenin can damarı olan şehri, modern Paris’i resmederek düşüncelerini dile getirir. Düşüncenin organizasyonundan değil, bizzat toplumun modern organizasyonundan hareketle modernliği çözümler. O modernliğin resmini çıkararak zamanı durdurur; bir sanatçı bakışıyla modernliği kavramaya girişir. Baudelaire modernitenin ****laşan yüzünü gözle görünür yönleriyle bize ilk olarak resmeden kişilerin başında gelir. Baudelaire modernite olarak yeni bir döneme girildiğini, bu dönemde’ büyük gelenek’e ait güzellik ve kahramanlık kavramlarının kalmadığını fark etmektedir. Ancak, o her yüzyıl ve her halk kendi güzelliğine ve kahramanlıklarına sahip olduğuna göre bizimde kaçınılmaz olarak kendi güzelliğimize sahip olmamız gerektiği düşüncesinden hareketle modern hayatın güzelliklerini ve kahramanlıklarının ifşaya çalışır. Modernlik çözümlemesine bu niyetle yaklaşır. O modernliğe avantajlarıyla ve dezavantajlarıyla bakmaz ona karşı duygusal olmaz ve duygusal bir karşı çıkışı da benimsemez.

Baudelaire bütün bu yaklaşım tarzlarını kırma rolünü üstlenir. O modernliğe bir kültür olarak, kültürel hayat biçimlerimize getirdiği boyutları ile bakar. Baudelaire moderniteyi yaratıcılığıyla veya yıkıcılığıyla ele almaz; moderniteyi bir kendi kendini üretim süreci olarak herhangi kadim geleneksel kültürün kendini üretme dinamiklerinden olduğu hali ile alır.[22]

Baudelaire sanatı ve estetiği merkeze alır. Çünkü onlar tüm toplum biçimleri için ortak değerlerdir. Modernizmde yeni bir toplumsal dönem olduğuna göre onun da kendine özgü güzellik biçimleri olmalıdır. Tüm toplumlar birbirlerinden farklılaşır. Ancak bu ortak değerler ile birleşirler modernliğe de bu ortaklık ve onun modern koşullardaki sonuçları bakımından bakılmalıdır; onun kendine özgü koşullarını fark edebilmek için. Bu anlam da sanat, güzellik, kahramanlık gibi kadim kavramlar Baudelaire için toplumu anlamaya birer metodolojik analiz aygıtlardır.

POSTMODERNİZM

Orjini ve niteliği konusunda önemli belirsizliklerin olduğu postmodernizm, bilim küresinin tamamına yayılan estetik, edebiyat ve mimari alanlarında belirginleşip, daha sonraları sosyal teori ve sosyolojik tartışmalar alanına giren, modernlik projesine ve onun temel belirlenim alanlarına bir başkaldırı yoluyla kendisinin etkin kılmaya çalışan bir akımdır. Modernliği sorgulayan, onun temel belirlenimlerine karşı koyan postmodernizm, belirsizliğe, parçalılığa, farklılığa, etnikliğe, alt kültürlere, azınlıklar, kültürel çoğulculuğa, yerellik ve özgünlüğe ayrıcalık tanıyıp bunları üstün tutan bir düşünsel harekettir.

Postmodernizmdeki ''post'' eki ''sonra'' anlamına gelmekle birlikte modernizmden devam eden, ondan kaynaklanan ve onun sorunsallaştırılması ve aşılmaya çalışılması anlamlarına gelir. Postmodernizm, söylemlerinde görülen aşırılıklara rağmen bir çağın kapanıp başka bir çağın açılması anlamında bir kopuş u ifade etmez. Burada modernizmle paradoksal bir ilişki söz konusudur. Modernizmin kendi içinde varılan sınırların sonrası, o sınırlardan itibaren geriye dönük bir kökten sorunsallaştırma girişimi ve yeniden değerlendirme çabası olarak belirtilebilir.
Arnold Toynbee ''Bir Tarih İncelemesi'' (1939) adlı eserinde modern dönemin 1. Dünya Savaşı'yla sona erdiğini, bundan sonraki dönemin postmodern dönem olduğunu ileri sürerek ilk kez ''postmodern'' terimini kullanmıştır. Yine 1934 yılında Amerika'da yayınlanan bir şiir antolojisinde postmodern sözcüğü yer almıştır. 1950'lerde modernizmdeki hemen tüm olgulara bir tepki olarak ortaya çıkıp mimarlık, sanat, politika, eğitim, toplum gibi çok farklı alanda kendinden iyice söz ettirmeye başlayan postmodernizm 1980'lerin başlarında yaygın olarak kullanılan bir kavram olmuştur.
Post-modernizm; belli bir anlamda belli bir ideolojiyi ya da öğretiyi hedeflemez. Bazı postmodern teorisyenlerin özellikle belli başlı ideolojilerle polemik halinde olması bunu yadsımaz. ''Post'' öneki burada, bir ''sonralık'' anlamına geldiği kadar, ''ötesi'' anlamına da gelir ve bu bağlamda tartışmalar belli bir ideoloji hakkında değil de daha çok ve asıl olarak, ideolojinin ideoloji olmaklığı hakkında yürütülür. Belli bir öğreti ya da felsefi fikir değil asıl olarak bütün öğretilerin ve felsefi sistemlerin üzerinde duruduğu kuramsal zemin sorunsallaştırılır. Bu anlamda modernleşme projesinin ve hatta Batı felsefesi ya da Batı düşüncesi denilen düşünce yapısının başlangıcından itibaren ''genel geçerliliğe'' sahip olan Hümanizm, özgürlük, kurtuluş, evrensellik, bilim ve akıl gibi nosyonlar da sorunsallaştırılır ve yerlerinden edilir. [23]
Postmodernizmin, ekonomik ve toplumsal koşullar anlamında başlangıcı ve kaynakları II. Dünya Savaşı sonrasında bulunabilir. Düşünsel temelleri ise karmaşık bir şekilde çok daha öncelere uzanmaktadır, ama yine de bir belirleme yapmak gerekirse Nietzsche ve sonrasında postmodernizmin düşünsel kavram ve kategorilerinin ipuçlarını bulabiliriz.[24]

Postmodern Söylemin Öğeleri

Kendini karşı-modernlik ya da modernizm-ötesi olarak sunan postmodernizm söylemini şöyle özetleyebiliriz:

· Genel geçerlik iddiası taşıyan önermelerinin reddedilmesi,

· Dil oyunlarında, bilgi kaynaklarında, bilim topluluklarında çoğulculuğun ve parçalanmanın kabul edilmesi,

· Söylem çoğulluğunun benimsenmesi,

· Farklılığın ve çeşitliliğin vurgulanıp benimsenmesi; gerçeklik, hakikat, doğruluk anlayışlarının tartışılmasına yol açan dilsel dönüşümün yaşama geçirilmesi,

· Mutlak değerler anlayışı yerine yoruma açık seçeneklerle karşı karşıya gelmekten çekinmemek, güvensizlik duymamak,

· Gerçeği olabildiğince yorumlamak, belli bir zaman ve mekânın sözcüklerini kullanmak yerine gerçekliği kendi bütünlüğü/özerkliği içinde anlamaya çalışmak,

· İnsanı ruh-beden olarak ikiye bölen anlayışlarla hesaplaşmak, tek ve mutlak doğrunun egemenliğine karşı çıkmak,

· Metnin dışının olanaksızlığını öne sürmek[25]

Modernizmin bir yandan radikal sonuçlarının yaşandığı, bir yandan ise onun tükenerek post modern adı altında yepyeni bir döneme girildiği biçimindeki tartışmaların yapıldığı günümüzde, modernitenin ilk düşünürlerinden olan Baudelaire’in moderniteye ait yaklaşımları büyük bir anlam taşımaktadır. Çünkü modernizmin akla, bilime ve ilerlemeye dönük yüzü şimdiye kadar kurumsallaşarak gelmiş ve tüm sosyal süreçlerin kendi mantığı tarafından yorumlanmasına kadar genişleyerek bir “**** anlatı” biçiminde ortaya çıkmıştır. Fakat günümüzde oldukça genişleyen ve çeşitlenen sosyal süreçler, modernizmin tek boyutlu açıklama yaklaşımı tarafından yorumlanamayacak kadar