PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Başını Öne Eğme Babacığım


Hasret
01-21-2009, 16:46
Başını Öne Eğme Babacığım

Seksen dört yılının temmuz ayıydı .

Antalya her yaz olduğu gibi bu yaz da cayır cayır yanıyordu..

Lise ikinci sınıftan üçe geçmiştim . Matematik dersimin dışında bütün derslerim iyiydi. Sevememiştim işte bir türlü şu matematiği. Sevmek istiyordum ama olmuyordu beceremiyordum işte. Kendi kendime diyordum ki;

-Kızım Suna sanki doktor mühendis mi olacaksın boş ver.
Beklide kendimi böyle teselli ediyordum. Aslında ben gazeteci olmak istiyordum.Çünkü yazmayı ve gezmeyi çok seviyordum.

Babamda polis olmamı istiyor ve bana sık sık “sen çok metin bir kızsın boyunda müsait polis ol” diyordu. Hatta liseye göndermesinin sebebi sanki onun için gibiydi. Kendisi okuyamadığından okuyanı çok seviyor ve kendi çocuklarının da okumasını istiyordu. Beklide bizde kendini buluyordu babacığım.

İnşaatlarda çalışır ekmek parasını,inşaat malzemesi satarak karşılardı. Yedi kardeştik. İki abim vardı. Ben üçüncü kızların en büyüğüydüm.Kalabalıktık yani. Bunlardan dört tanesi okuyordu. Babam hep, kızlarım okumalı diyordu. Oğlanlarım okumazsa inşaata götürürüm orada çalışırlar ama kızlarım okumazsa nereden iş bulacaklar. El kapısında yüzleri gülecek mi bakalım. Ekonomik özgürlükleri ellerinde olsun. Kocalarından, pazar parası, ekmek parası verecek mi diye beklentileri olmasın derdi.

Hele bana bakarak; “bak sınıfta kalırsan otuz yaşınıza kadar liseye gönderirim bundan kurtuluşun yok, bunu unutma” derdi. Çünkü bana çok güveniyordu. Çocuklarını okula göndermeyen babaları görüyorum şimdi. Babam geliveriyor aklıma hemen. Vay be babacığım diyorum ne şanslı çocukmuşum ben. Ne büyük adammış benim şanssız babam.
XXXX
Annem ise babamdan ayrılmıştı ve bizi bırakıp memleketine gitmişti. Babam hasbelkader biriyle evlenmişti. İki küçük kız kardeşimde üvey annemden olmuştu.Son dört yıldır hem evde üvey anneden uzak kalmak amacıyla hem de okul harçlığım için pamuk çapasına giderdik bütün mahallenin çocukları ile beraber. Neşeli ve güzel günlerimiz geçiyordu, kenar mahallenin yeni kurulan bir varoşunda yaşayan köy kökenli, tarla bahçe işlerine yatkın olan bizler.

Çoğumuz Çağlayan lisesinin öğrencisiydik. Babam Temmuz’ un sonuna doğru köye gideceğiz ona göre hazırlanın birkaç ay kalabiliriz dedi. Oralardan iş almıştı. Hazırlandık ve yola çıktık. Kaç yıl oldu ben gitmeyeli köyüme tam beş yıl nerdeyse hayatımın üç de biri ediyordu.
Çok uzun süre benim için. Kim bilir neler değişti köyde çocukluk arkadaşlarım da büyümüştür benim gibi. Sevgül Hatice Mukadder okula gidiyorlar mı yoksa gitmiyorlar mıydı onları da merak ediyordum.

Babamın bir akrabasının minibüsü gelecekmiş Antalya‘ya onunla gidecekmişiz. Neyse o gün geldi bindik minibüse. Ailecek doldurmuştuk minibüsü dokuz kişiydik aynı aileden. Birde eşyalarımız. Şimdi üç buçuk saate gidilen yolu o zaman altı saate varabilmiştik. Uyumuş kalmışız yolda babam uyandırdı bizi.

-.Haydi çocuklar uyanın geldik. Sabahtan beri yolda haşatımız çıkmıştı.
Köydeki evimiz dedemin eviydi. Babaannem vefat etmişti ama dedem sağdı . Yaşasın be dedemi de görecektim. Nasıl özledim anlatamam dedemi. onun nükteli av hikayeleri hala aklımdadır. Toplardı torunlarını etrafına hep anlatırdı. Bizlerde ağzımız açık hayretle dinlerdik. Dedemin lakabı da tilki Hakkı’ ydı. Adı gibi kurnazdı dedem.Hazır cevaptı. Eve yaklaştık.

Dedemin asması bütün balkonu kaplamıştı. Asma dışında değişen bir şey yoktu etrafta. Minibüsten indirdik eşyalarımızı. Babamla dedem öyle bir sarıldılar ki anlatamam. İki kocaman iki adam çocuklar gibi ağlıyordu. Bir daha,bir daha sarıldılar.Gözlerinden, yağmurlar boşalmıştı. Niçin ağladıklarını sordum . Sustular sustular. Cevap veren olmadı. Ne dedem nede üvey annemle babam. Sadece susuyorlar ve ağlıyorlardı. İçeri girdik. Babam bana dönüp; -Kızım Suna çay koyda içelim. Dedenizde bizi beklemiş içmemiştir. Hem biz sülalecek çay hastasıyızdır,dedi. Dedem de benim kızım büyümüşte dedesine çay mı yapacak diye gülümsedi. Dede biliyor musun? Lise son sınıfa geçtim. Liseyi bitirince üniversiteye gideceğim değil mi baba dedim ve babamın gözlerinin içine baktım. Babamdan bir cevap gelmedi. Başını bile sallamadı. Bir anda donup kaldım. Kalkamadım oturduğum yerden. Çayı da unutmuştum. Bir ara tekrar babama dönüp, baba; basın yayına göndereceksin değil mi dedim.

Babam titreyen sesiyle;

- -Hadi Suna sen çayını koy hem liseyi bitirmene bir yıl daha var bitince okulun düşünürüz. Dedi ve dedeme dönerek,
-zehir gibi kafa var torununda baba, bir şeyi bir kere okusun harfi harfine sana anlatır mübarek teyp gibi alıyor her şeyi, öğretmenleri de okut diyorlar. Gülüştüler. Sevinçle çayı demleyip getirdim. Köyde ölenler kalanlar konuşuldu.Amcam öğretmendi emekli olmuş onun ve halamın kulaklarını çınlattık.

Dedem babama dönüp;

- oğlum ben yemeklik bir şeyler aldım gelinle Suna yemek yapsın gel biz kahveye gidelim, köydekiler de seni soruyorlar gelecek dediydim dedi. Kalktılar abimleri de alarak yanlarına. Biz yemek yapmaya hazırlanırken geldiğimizi duyan akrabalar doluşuverdi birden. Hadi sizde bırakın yemek yapmayı. Bu gün misafirsiniz bizde yeriz yemeği deyip alıp götürdüler. Evleride dedemin evinin karşısında idi,
Büyük halam aynen bıraktığımız sedirde yine ana kraliçe gibi oturmuş sağa sola emirler yağdırıyordu. Hepimiz elini öptük dizildik karşısına. Halamın yüzüne baktıkça dedeme ne kadar benzediğini fark etmiştim. Sanki dedeme bi yazma örtmüşlerdi.Bu kadar benzerlik olur muydu? Halamı da çok severdim hani. Bende akraba deliliği de vardı. Halamda dedem gibi komik hikayeler anlatırdı. O şakacılığı hala üzerinde duruyordu. Üvey annem sanki sözlüye hazırlanıp da gelen öğrencisi gibi lafa girecek uygun anı kolluyordu. Bu anı yakaladığında;

-Hala geçmiş olsun duyduk ayağının kesildiğini çok üzüldük dedi.

-Ahh kızım ah kader ne yapalım. Kaderde Topal Zeynep olmakta varmış. Damar tıkanmış açamadılar. İzmir Tepecikte yattım üç ay. Kadınların doğum,erkeklerin de askerlik hikayeleri bitmez ya halamda ayağının kesilmesini uzun uzun anlattı.
Büyük odaya iki ayrı sofra hazırlandı. Bizleri bekledikleri, sofranın zenginliğinden belli olmuştu. Yemekten sonra kahvelerimizi de içtik. Sohbetler koyulaştı. Evin içindekiler kendi yaş grubu ile konuşuyordu. Kendi yaş grubum beni soru yağmuruna tutmuştu. Oya yapmayı bilir misin? Yufka açar mısın gibi sorular. Ben nereden bileyim yufka açmayı.

Halamın iki kız üç erkek çocuğu vardı. Onlar benden yaşça büyüktü. En büyük ağabeyleri İzmir’ deydi öyle biliyordum. Askere giderken annesi çok ağlamıştı. Halam ona kitap okuturdu bizde dinlerdik. O zaman öğrenmiştim kargaların üç yüz yıl,

Vakit baya da geç olmuştu. Babam dedeme;

-Baba kalkalım mı yorgunuz bizde dedi.
Dedem ;
-Bizim kız valla ayağın falan yok ama yarın sende gel bize, bin oğlanlardan birinin sırtına iki adım zaten kuş kadarsın bak tamam mı dedi.

Eve gelirken babamlar konuşuyorlar kendi aralarında bizim arkamızdan “oğlanın da işi iyiymiş devlet dairesi işte temiz iş aylıklı dayamış sırtını devlete oh. Salla başı al maaşı” diyorlar da lafın nereden başladığını kimden bahsettiklerini bilmiyorum. Eve geldik.Ya yarın bir olsa da çıksam şöyle vişne bahçelerine diye hayal ediyordum. Arkadaşlarımı görsem diye düşünürken uyumuş kalmışım.

Sabah oldu babaannemin zamanındaki gibi kahvaltıda çorba da vardı yine.Kahvaltımı yaptıktan sonra bizim analık giyindi kuşandı hazırlandı bende aşağıya indim bahçeyi geziniyordum. Çilekler çoğalmış, vişneler olgunlaşmış, aman yarabbi ya işte köy bu ya diye geçti içimden. Nasıl da her şeyimizi özlemişim. Komşu kadınlar bahçeden bahçeye bağırıyorlar ;
—Kız Sunaaaa! hoş geldin yok mu analığın? Kocaman kız olmuşsun ya!

—Yukarıda hazırlanıyor şehre gidecek, dedim. Analığım iki dirhem bir çekirdek giyinmiş yeni yazmalar yeni etekler giymiş indi aşağıya ve bana dönerek;

—Akşamki Halanın torunu Harun'a seni istiyorlar bu akşam bize gelecekler baban da verecek dedi. Başımdan kaynar sular döküldü. Dur bir yanlışlık olmalı dedim. Ama aynı kelime yankılandı yine ;

Hemen bir solukta yukarıya babamın yanına koştum;

—Baba, baba ya annem bir şey dedi bana yok de mi öle bir şey dedim. Ama cevaptan da ödüm kopuyordu aynısı gelecek diye.

—Evet kızım doğru.

—Hani sen beni sınıfta kalırsam otuzuna kadar lisyeye yollayacaktın?

—Kızım öle icap ediyor dedi. Sanki bana karşı suç işlemiş gibi başını önüne eğdi.
Baba ne olursun bana bak neden başını eğiyorsun? Ben senin başını eğecek bir şey mi yaptım? Vazgeç baba ya ne olur babacığım diye tutamadım kendimi başladım ağlamaya.

—Kızım yavrum benim sen benim başımı eğecek bir şey yapmadın ama kader talih benim boynumu büktü elimden gelen bu kadar. Var git evlen. Dışarıdan bitirirsin liseyi bir işe girersin belki bende görürüm. Hem Harun’ da fena bir çocuk değil kendi akrabamız.

—Babacığım ne olur ben salya sümük hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. İçimi çekmekten konuşamıyorum.

—İyi peki babacığım senin istediğin kişiyle de evleneceğim ama okulumu bitirince değil mi babacığım belki o zaman kocam izin verir üniversiteyi okumama.

— Hayır kızım hemen evleneceksin. Akşam istemeye gelecekler bende verdim diyeceğim. Yıkılmıştım her şey uçup gitti kafamdan. Hayal ettiğim okulum mesleğim hiçbir şey düşünemiyordum. ya hep anneler melek olur ya benim melek babama ne oldu böyle? birden karanlık bir kuyuya düştüm sanki isyan etmek bağırıp çağırmak bile gelemedi aklıma ağlayıp tepinmek istiyorum.ama babam öylece donmuş kalmış olduğunu fark ettim.
Babama baktım.

—Baba. Sebebi nedir babacığın. Neden böyle bir karar verdin? Onu bari bana söyle. Bana öl de öleyim ama ne olur seni verdim deme baba…

—Onlar istedi bende verdim. Bende verdim kızım.

—Allahım ya kime açayım ben. Beni burada anlayacak kimse yok ki .

Babam,eliyle işaret etti.

—Kızım, canım kızım. Gel otur şöyle yanıma. Dinle beni.

Peki diyebildim

— Ben hastayım kızım.Ben hastayım.

— Ne hastası babacığım ya?

— Sözümü kesme beni dinle .Soru da sorma tamam mı?

Olur dinliyorum diyebildim ama ne söyleyebilecektim ki. beni
— Kızım ben kanser oldum. Akciğer kanseri. Adını duyardım da bilmezdim. Belim ağrıyor diye gittim hastaneye kansermişim işte.

— Aman Allah'ım dünyanın sonu şimdi geldi ya. Olamaz ya babacığım canım babacığım ben babasız mı kalacağım yapma baba kandırdım seni de şaka söyledim de yalan söyledim de ne olur baba. .

— Evet kızım, ne şaka ne yalan ne de kandırdım seni. Bir süre sonra babasız dedenizde oğulsuz kalacak.

Birden bire ağlamam kesildi. Daha çok vahim daha çok ciddi açılarda ağlayamıyorum işte. Bir gülle boğazıma oturdu ne iniyor nede yukarıya çıkıyordu. Babamın acısının yanında benimki ne olacaktı ki. Babam hala konuşmaya devam ediyor.

— Ben sağ iken evlen kocan belki İzin verir okumaya devam edersin. Ama evlenmezsen başına ne geleceğini bilemem. Gözüm görürken git yuvanı kur. Bu cadı sana yuva da kurdurmaz okutmaz da. Hepinize birer ev yaptım evinizi de alır elinizden çil yavrusu gibi dağılırsınız sonra yoksa ben istemez miydim? Senin polis olmanı çalıştığın karakola gelip kasketimi kucağıma koyup çayını içmeyi. Bak Suna'nın babası gelmiş ,hoş geldin amca demelerini hayal ederdim. Ben yaşlıyım yaşlıyım ama benim de hayallerim gençti kızım. Senin hayallerini bilmesem de genç kız hayallerini iyi bilirim. Benim hayalim önce evime ekmek götürüp sizleri kimseciklere muhtaç etmemek,sonra hepinizin mürüvvetini görebilmekti. Ben buraya niye geldim biliyor musun? Ben köyüme ölmeye geldim. Dün kapıda dedenle bu yüzden sarılıp sarılıp ağlaştık. Bensiz babasız kalacaksınız. Dedenizde oğulsuz kalacak diye ağladı. Sen benim en akıllı çocuğumsun hem mantıklı hem de adaletlisin hangi işi yapsan başarırsın. Bu yüzden güveniyorum sana .dedi.

Babamı hiç böyle görmemiştim. Aslan babacığım benim geçtiğimiz bir iki saat içinde ne fırtınalar koptu hayatım iki saat içinde nasıl değişivermişti. Ama artık Hiçbir şeyin geri dönüşü yoktu. Ne babamın hastalığının ne benim okuluma dönüşümün imkanı yok du artık. Bir anda ruh gibi verilen emirleri yerine getiren robot gibi olmuştum.
Hiçbir şeye itiraz etmedim. Akşam beni istediler babamda ''verdim''dedi. İki gün içinde nişan on gün içinde düğün her şey olup bitiverdi. Gelin arabasına bindiğim zaman babacığım el bile sallayamadı yere çömeldi. Dirseklerini dizlerine dayayıp ellerini bağladı yalnızca bakıyordu arkamdan. Tatile diye geldiğim doyamadığım köyümden on beş gün sonra İzmir'e gelin gidiyordum .Gurbetin birinden gelip bir suna gibi, diğerine uçmuştum. Hep babamın sunam türküsü kulaklarımda neden bu türküyü hep söylediğini Şimdi daha iyi anlıyorum''bir gün bu dünyadan göçüp gidersem,boşa giderde göz yaşların ağlama derdi.