PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Ağir uyku


Hasret
01-20-2009, 02:38
Uyku gecici ölüm"

Issız caddelerin loş ışıklarında yürüyen bir çift ayak sesinin yankılarıydı duyulan. Sekiz saatlik çalışmanın verdiği yorgunluk ve uykusuzluk sürükleniyordu gecenin sessizliğindeki kaldırımlarda. Bir vardiya dönüşünde eve çabuk gitmenin telaşını taşıyordu atılan adımlar. İnsan ömründen sanki bir güne karşı iki günlük tüketilen bir gündü vardiyada çalışmak.
Can işveren pozisyonundaydı ama işçiler temsilci seçmişlerdi kendisini fabrikada. Gazın, tozun, dumanın içersinde çalışmak kolay değildi.
Gecenin saat birinde, hani ne derler ‘in cin top oynuyor’ öyle bir şeydi, Can'ın evine döndüğü zamanki gecenin anımsattığı. Vardiya tutsaklığından kurtulup, uykuya susamış gözlerini zar zor açarak ve bir sarhoş gibi yalpalayarak ilerliyordu Can evine. 'Uykusuzluğun ne demek olduğunu gelsinler de bana sorsunlar' dedi içinden.
‘Bu vardiyalı çalışmalarda yatma, kalkma zamanına çok dikkat edeceksin. Gece işe gideceğin zaman gündüz uykunu çok iyi alacaksın.’ Hele bir keresinde gezer köprü vincin üzerinden az kalsın sıcak curruf çukurlarının üzerine düşecekti. Yürüme yolundaki korkuluk zincirlerine zor tutundu. İlk defa ölümü bu kadar yakın hissetmişti kendine.
Vardiya otobüsünün tor tor sesleri gecenin sessizliğini yırtarak kulaklarına kadar geliyordu hala. Biran evinin önünde buldu kendini. Evinin önüne kadar nasıl geldiğinin kendide farkına varamadı. Her zamanki vardiya dönüşünden farkı yoktu bu günkü evine gelişinin. Sokak kapısı her zaman açıktı. ‘Kimsecikler uyanmasın’ diye ayaklarının ucuna basarak çıktı basamakları. Üçüncü kata geldiğinde sönen otomat ışıklarına bir daha bastı, cebinden anahtarı çıkardı, anahtar deliğine soktu ama anahtar sağa sola dönmüyordu. Anahtarı çıkardı, tekrar tekrar denedi olmuyor, olmuyordu. Önce kesik kesik sonrada sürekli olarak bir hayli zili çaldı.
Açan olmuyordu. Vardiya otobüsünden indiği zamanki uyku mahmurluğu kalmamıştı üzerinde. Yerini tarif edilmez bir heyecana bırakmıştı. Binbir türlü vesvese geçiyordu aklından. Eşi ‘zehirlenmiş, herhangi bir ‘hastanede yatıyor’ olabilir miydi? Kafasında böyle düşünceler varken terasa çıktı.
Binanın en üst katında çatı yoktu. Üst kattaki iki dairenin üzeri beton terastı. Evinin ön kısmı sokağa, arka kısmı bahçeye bakıyordu.
Bahçe kısmına bakan yatak odasının kapısını sessizce dinledi. Üç yaşındaki kızının ağlama sesini duydu. Biraz rahatlamıştı. Önceki saydıklarının hiç biri olmamıştı. Çocuğunun sürekli ağlamasına eşinden hiçbir müdahale yoktu ‘demek ki uyuyordu’ eşi. ‘Olur ya, insanlık hali, çocuğunun ağıtını duymayacak kadar yorulmuş, uykusuz kalmış’ olabilirdi. Yatak odası bir balkona açılıyordu. Teras üstündeki inşaat sırıklarından cama vursa eşi duyardı herhalde. Onun için bir sırık aldı, cam kırılır düşüncesiyle önce hafif hafif vurdu ama ne gezer! kırılırcasına vurdu. ‘Kırılırsa kırılsın’dı. Ama ne cam kırıldı ne de eşini uyandırabildi.
Camdan gelen gürültüden ağlayan kızının bir iki dakika sesi kesiliyor, kızı sonra gene ağlamaya başlıyordu. Birkaç kez kalasla vurmayı denedi ama bir sonuç alamamıştı. Gene Can terastan bulduğu birkaç tane boş yağ tenekelerini balkonun betonuna attı. Çıkan gürültü dahi eşini uyandırmaya yetmemişti. Saat gecenin birinden üçüne kadar uğraştı. Gecenin o sessiz karanlığında çevredeki binalardan uyananları gördüğü zaman; Can, hiçbir şey yokmuş gibi gürültü yapmayı durduruyor, üç beş dakika sonra tekrar başlıyordu.
Can çaresiz alt kattaki komşuları tapu sicil muhafızı İsmail Hakkı beyi ‘uyandırmayı’ düşündü. Belki onun eşinin bir bilgisi olabilirdi, nihayet komşuydular. Evhanımı olarak birbiriyle gündüz görüşmüş olabilirdi. Biriki kez komşusunun zilini çalan Can Bey Hakkı Beyin kapıyı açmasıyla durumu ona anlatır. Hakkı Bey:
" -Emin misin, kapı açılmıyor mu? Şimdi o zaman eşin anahtarı kapının üzerinde bıraktı galiba” dedikten sonra:
“ -Gel beraber bir deneyelim” deyip, Can Beyin kapısının önüne varırlar. Hakkı Bey anahtarı sokup çevrilmediğini görünce tekrar tekrar birkaç kez denerler:
" -Yok açıldı, açılacak şöyle yapalım" diye konuşurlarken kapı tıkırtısına ve konuşmalara içerden:
“ -Kim o, kim var gecenin bu saatinde kapıda?” diye bir ses gelir. Can ve İsmail Hakkı Bey:
" -Biziz açar mısın kapıyı?" derler ve kapı açıldığında Can eşine saatin kaç olduğunu sorar:
“ -Bak dörde geliyor, ben saat birden beri seni uyandırmak için uğraşıyorum” der, eşine karşı kızgınlığını yatıştıran ismail Hakkı Beyle gece yarısı bir kahve içerek sinirlerini yatıştırırlar.
Can eşinin uyuyakalmasına ilk defa tanık olmuştur. Bu kadar ağır uykudan sonra Can'ın eşi, bir daha kapının üzerinde anahtar bırakmamaya 'tövbe' eder.

Ahmet Canbaba