PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kitap Özetleri


DİGİMAX
12-07-2007, 12:51
SEMAVER

Eser, Sait Faik Abasıyanık’ın 1936’ da yazdığı hikaye kitabıdır.Toplam on dokuz ayrı hikayeden oluşmuştur. Kitaba adını veren ilk hikaye, İstanbul’da Halıcıoğlu’ndaki bir fabrikada işçi Ali’nin ,annesiyle geçirdiği mutlu günleri anlatır.Annesinin her gün , sabah ezanıyla kaldırdığı Ali,kızarmış ekmek kokan odada semaverin kaynayışına dalar. Semaver onu her sabah hayata yeniden bağlayan, evlerinin saadeti, büyük bir moral kaynağı haline gelmiştir.Semaver, onun dünyasında içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrika olarak canlanırdı. Ali’nin annesine ölüm, bir misafir,bir başörtülü, namazında niyazında bir komşu hanım gelir gibi gelir. Ali annesini bir sabah vakti, semaverin başında ölü bulur. Evlerinin saadet kaynağı “Semaver” bir daha kaynamaz o evde. Stelyanos Hrisopulos Gemisi, Burgaz adasında fakir,yaşlı bir Rum balıkçısının, kızı öldükten sonra ailesinden hayatta kalan son kişi olan ,hayal gücü denizler ve balıklarla beslenmiş , on iki yaşlarındaki torunu Trifon’un yaptığı, bir metre uzunluğunda ,beyaza boyalı yelkenli gemi üzerine kurulmuştur.Burgaz adasında diğer çocuklar bu oyuncak gemiye büyük bir gıptayla bakıyordurlar.Trifon bir öğle üstü,büyükbabasının adını verdiği gemisini denize indirir. Burgaz’ın bütün çocukları pusudadırlar. Gemi hafif yana yatmış pupa giderken, soba borusundan yapılmış bir top, çamların içinden patlar, atılan taş geminin yanına isabet eder; bu taşı ötekiler izler. On altı çocuk ellerinde ceplerinde taşlar, güzelim gemiyi batırırlar. İpek Mendil’de,olay Bursa’da bir ipek fabrikasında geçmektedir.Yazar,bir gece fabrikaya kapıcının yerine göz kulak olur .On beş yaşlarında,buğday tenli küçük bir hırsızla karşılaşır. Yazar , ona iyimser bir tavırla konuşarak yaklaşır . Küçük hırsız sevgilisinin ondan bir ipekli mendil istemesi üzerine parası olmadığından hırsızlık yapmak zorunda kaldığını anlatır.Yazar bu durumu hoş karşılar ve çocuğu serbest bırakır.Çocuk sevgilisinin o çok istediği mendili alamadan fabrikadan uzaklaşır.Yazar, fabrikada depo bölümünde kalmaktadır. Gece yarısı, yazar uyurken, küçük hırsız ağaçların yardımıyla çıktığı pencerede belirir. Yazar, bunu fark eder ama çocuğun bu cesaretinden etkilendiği için, yerinden kıpırdamaz .Çocuk o çok arzu ettiği mendili aldıktan sonra, kaçarken uzun, geniş yapraklı söğüt ağacından düşer ve hayatını bir ipek mendil uğruna kaybeder. Kıskançlık, otuz beş yaşlarında bir köy öğretmeni ve ondan yaşça küçük on yedi yaşındaki karısı Fadime arasında geçer. Fadime, küçük yaşında ağalarının zoruyla köyün öğretmeniyle evlendirilmiştir. Öğretmenle Fadime arasında karı koca ilişkisi yoktur. Öğretmen küçük köy ortamında yalnız kalmamak için, kendisine arkadaş olsun diye Fadime’yle evlenmiştir. Fadime’nin gönlü çoban Hüsrev dedir. Öğretmen Fadime’yi yaşıtı olan çoban Hüsrev’le beraber görünce duyduğu ince duygular, hikayede yazar tarafından yoğun bir şekilde vurgulanıyor. Bohça’da küçük yaşta bir eve besleme gelen bir kızın,evin küçük beyiyle arasındaki yakınlaşma kaleme alınmıştır. Besleme kızla , küçük bey küçüklüklerinden itibaren beraber büyürler.Önceleri evin küçük beyi her hareketi, tavrıyla besleme kızı ezerken, sonraları aralarında bir aşk başlar. Bir yaz günü, evin küçük beyi, besleme kızın başı dizinde annesi tarafından yakalanınca kaçar ; akşam dönünce kızın yamalı bohçası artık sandık odasında her zamanki yerinde yoktur. Annesi besleme kızı evden kovmuştur. Şehri Unutan Adam’da çoktandır şehre inmemiş hikayeci, otelin kapısından, insanlarla kaynaşmak ihtiyacıyla çıkar. Bir küfeci çocuğundan, tütüncülerden , genç kızlardan yöneltilen azarlara, çıkışmalara rağmen mutludur; dünyayı, şehri , her şeye rağmen kucaklamak isteğindedir. Yazar, hikayede karşılaştığı bütün olumsuzlukları optimist bir havayla karşılayıp, yaşamı ve insanları sevdiğini belirtiyor. Garson’da Ahmet Trabzonlu zengin bir babanın tek oğludur. İstanbul’a cok eski zamanlarda göç etmişlerdi. Kocaman, bir kantariye mağazaları vardı.Toptan iş yaparlardı. Babasının ölümünden sonra, Ahmet kantariye mağazası , evler ve dükkanları idare edemez ve sonunda Belvü Bahçesinde garsonluğa başlar, ama içinde her zaman babadan kalma bişeylere sahip olma duygusu hakimdir.O bu duyguyu her haziranda burgaz adasında vasat bir kahveyi kiralayarak bastırmaya çalışır, burada Belvü Bahçesi kadar kazan masada, kimseden emir almadan, kendi kendisinin patronudur artık. Kitabın en uzun ve dramatik hikayesi İhtiyar Talebe; Birinci dünya Savaşı’na Avusturya ordusunun bir subayı olarak katılmış, acı yaralı günler geçirmiş, şimdi on bir senedir Fransa’da bir üniversitede okuyan, Sırp veya Hırvat Pavel Stefanoviç, biri çirkin biri güzel Amerika’lı iki kız kardeşin oyununa kurban gider. Gününe, saatine göre değişen, iki zıt karakter ve ruha sahip tek kişi sandığı bu iki kıza aşık olmuş, üniversiteyi bitirdiği gün, iki kızın aynı anda alaylarıyla karşılaşınca ruhi dengesini büsbütün kaybederek hastaneye kapatılmıştır.
Yazar Hakkında Bilgi
Sait Faik’in sanat ve edebiyatla ilgisi 1928 yılında başlar.Önce şiirler yazdı. İlk hikayesi “Mendil”dir. Ünü İkinci Dünya Savaşından sonra arttı. En verimli yılları (1948-1954) arasıdır. İlk hikayesi “Mendil” den başlayarak yeni bir ruh yapısı ve dünya görüşü ekseninde gelişen hikayeleri, 1935’ten sonra kendine özgü, içtenlikle dolu bir dil ve anlatımından güç alan, konuyu ikinci plana atan bir yapıya kavuştu ve böylece hikayeciliğimizde yeni bir çığırın temsilcisi oldu. Hikayelerin konularını, Adapazarı’nda geçen çocukluk anılarından; “Babamın İkinci Evi, Bohça, Orman ve Ev “ İstanbul’un alt ve orta tabaka insanlarının, özellikle Burgaz balıkçılarının yaşamından aldı. Onların dramını çoğu kez kendi sıkıntısı ve avarelikleriyle kaynaştırarak yansıttı. Balıkçı, bahçıvan, dondurmacı, çırak, işsiz, falcı, meyhaneci, hamal tiplerini çok iyi işledi. Anlatımının en belirgin özelliği “Tabilik” tir. Konuşur gibi, bir söyleşi havasında yazar. Şiirli ve etkili bir dili vardır. Şiirli ve etkili bir dili vardır. Yeni bir cümle yapısı, zengin kelime hazinesi, seçkin buluşlarıyla 1945 yılından sonra yetişen hikayecilerimizin çoğu etkilemiştir. Başlıca Eserleri: Hikaye : Semaver , Sarnıç, Şahmerdan, Lüzumsuz Adam, Mahalle Kahvesi, Havada Bulut, Havuz başı, Son Kuşlar, Alemdağ’da Var Bir Yılan. Roman: Bir Takım İnsanlar, Kayıp Aranıyor. Şiir: Şimdi Sevişme Vakti
Düşüncelerim
Hikayelerinde konuyu ikinci plana atması, hikayelerin kötü sonlanmasına neden oluyor.Yazar, kimi zaman okuyucuyu gerçekten tatmin edecek sonu yakalayamıyor. Buda bazı hikayeleri sıkıcı bir hale getiriyor.Dilinin açık ve yalın olması hikayenin kolay anlaşılmasını sağlıyor.Hikayelerinde avarelikleri teşvik eden ve bunları iyi bir şeymiş gibi gösteren yazar, okuyuculara hiçte iyi örnek olmuyor.

DİGİMAX
12-07-2007, 12:51
SAVAŞ VE BARIŞ (TOLSTOY) ROMAN ÖZETİ

Eserin Adı: Savaş ve Barış
Yazarın Adı: Tolstoy
Kullanılan Baskı: Birinci baskı, İstanbul, Ağustos 2001. Mavi Yelken Yayınları.
Konusu: 1804’lerde başlayan bu olay Çar Rusya’sının Fransa ile olan savaşlarını ve devamında gelişen olayları anlatıyor.
Ana Fikri: Her zaman kalbimizden gelen ve doğru bulduğumuz sese uymalıyız, çünkü o ses hiçbir zaman yalan söylemez.
Türü: Savaş ve Barış, Rusya-Fransa savaşlarını konu edindiği için tarihî romandır.
Eser Adı ile Muhteva: “Savaş” Rusya ile Fransa arasında geçen mücadeleyi anlatırken, “Barış” ise romanda geçen aşkları anlatmaktadır.

Özet:
İhtiyar Prens Bezukof uzun zamandan beri hastadır ve ölümle pençeleşmektedir. Bütün çocukları onun öldüğünde mirası nasıl dağıtacağını merak ederler ve ihtiyar adam bütün parasını çok sevdiği oğlu Piyer’e bırakmıştır. Petersburg kibar alemin de pek saygın bir yere sahip olmayan Piyer şimdi el üzerinde tutuluyordu.
Fransa ile yapılacak savaş başlamak üzere idi ve hazırlıklar yapılıyordu. Bu savaşa Andre, Nikola, Denisof ve daha niceleri gidiyordu. Bütün alaylar hazırlandıktan sonra savaş başlar. Uzun uğraşlar sonucu Fransız orduları püskürtülür.
Petersburg kibar aleminin sayılı isimlerinden olan Prens Vasili, güzelliği ile tanınmış kızı Elen’i, zengin olması sebebiyle Piyer ile evlendirmek istiyordu. Bir balodaonları bir araya getiren Vasili daha sonra aralarından çekildi. İlk açılan Prenses Piyer’i öptü ve sonrasında evlendiler.
Fransız’lar bir daha taarruz edeceklerdi. Her şey Osterliç Savaşından bir gün önce hazırlandı. Savaş başladığından bir süre sonra Ruslar büyük kayıplar vermeye başlamışlardı. Sonunda Rusya yenildi, İmparator yaralanmış, Başkumandan vurulmuş, diğerleri ise kaçmışlardı. Prens Andre savaş alanında kalmıştı ve Fransızlar tarafından esir alınmıştı.
Piyer’in kulağına Dolokof’un Elen’i lekelediği gelmişti ve o zamandan beri canı çok sıkkındı. Sofrada hep birlikte oturuyorlarken Dolokof’un elinde bulunan kâğıdı istemiş ve Dolokof’da vermeyince Piyer ona bir düello teklif etmiş, bu düelloda onu yaralamıştı. Dolokof yerde yaralı yatarken onu Nikola almıştı. Bu olaydan sonra Piyer karısı Elen’i terk etti.
Andre’nin evine onun esir düştüğü haberi çoktan gelmişti ve oradakileri çok üzmüştü. Karısı Liza doğum dönemlerine giriyordu. Bir zaman sonra Liza’nın sancıları artmış ve doğurmasının vakti gelmişti. O anda içeriye Andre girdi. Fransızlar onu serbest bırakmışlardı. Liza’yı gördükten sonra dışarı çıkarıldı. Girdiğinde ise bir erkek çocuk dünyaya getirmiş olan Liza ölmüştü.
Çar ile Napolyon arasındaki bağ o kadar güçlenmişti ki artık savaş olmuyor, hatta bazı kesimler Çar’ın kız kardeşlerinin birinin Napolyon ile evleneceği söylentisi bile çıkmıştı.
Piyer Petersburg masonluğunun üyelerinden biri oldu. Mason olduktan sonra karısı Elen’in ondan af dileme niyetinde olduğunu öğrendi. Hatta bununla ilgili bir mason gelerek ona karısını kabul etmesi hakkında nasihatte bulur, eğer karısını kabul etmese bunun masonluğa uymayacağını da söyler. Piyer karşısında herkesin bir ağız birliği etmiş olduğunu anlar ve kabul eder.
Petersbug’da düzenlenen bir baloda Andre Nataşa’yı görür ve çok beğenir. Baloda onunla birkaç kere dans eder. Balodan sonra bile onu unutamamaktadır. Piyer’in cesaretlendirmeleri ile gidip açılmaya karar verir. Önce Nataşa’nın annesine konuyu açar, kadın kabul eder. Daha sonra gidip Nataşa’ya bu konuyu açtığında kız da havalara uçmuştur. Fakat arada tek bir sorun kalmıştır, o da Andre’nin babasının düğünü bir yıl sonra yapma isteğidir. Bu bir yıl boyunca Andre yurt dışında gezmeli ve dolaşmalıdır. Nataşa bu öneriyi kabul eder ve hep onu bekleyeceğini söyler. Andre gitmeden önce gizlice nişanlanırlar.
Andre gezide olduğu sırada Nataşa bir baloya katılır. Orada Prens Vasili’nin işe yaramaz oğlu Anatolu görür. Anatol Nataşa ile tanışmak isteğindedir. Anatol kız kardeşi Elen sayesinde Nataşa ile tanışır. Onunla uzun süre konuşur ve gelecek baloya davet eder. Nataşa konuşmadan sonra fazla ileri gittiğini düşünür ve pişman olur. Daha sonrasında davet edildiği baloya gider. Orada Anatol onu karşılar ve ona onu sevdiğini söyler. Nataşa ona nişanlı olduğunu söylediği halde adam aldırmaz. Nataşa bundan çok etkilenir ve onu sevmeye başlar. Balodan döndükten sonra olayı Sonya’ya anlatır. Sonya o adamdan kimseye hayır gelmeyeceğini, işe yaramazın teki olduğunu anlatmaya çalışsa da Nataşa onu dinlemez ve hatta ona karşı olan hakaretlerinden dolayı bozuşurlar. Sonya zamanla Nataşa’nın Anatol ile kaçma planları yaptığını anlar ve bu konuyu hemen Nataşa’nın amcasına açmaya karar verir. Gece Anatol’a Dolokof yardım ediyordu. Anatol kapıdan girip birkaç adım ilerledi. Fakat karşısına iri bir adam çıktı. Anatol kıvrak bir hareketle onun elinden kurtuldu. Nataşa, Piyer’den Anatol’un evli olduğunu duyunca bu ilişkiye son verdi ve Sonya ile konuşmaya başladılar.
Fransa-Rusya savaşı gene başlamıştı. Bu savaşa Nikola, Andre gibi eski askerlerin yanında yeni olan Piyer de katıldı. Savaşta Fransa ilerliyor ve Lisi-Gori’ye kadar gelmeye başlıyordu. Andre Mari’ye ve ihtiyar prense bir mektup göndererek hemen Moskova’ya gitmelerini söyler.
İhtiyar prens oradan ayrılmadan önce bir felç geçirir. Sağ tarafı tutmamaktadır. Mari hâlâ ona bakmaktadır.İhtiyar prens bu halde bazı şeylerin farkına varmaya başlar. Prenses Mari’ye çok çektirdiğini anlar, sürekli ondan özür diler. Doktor gelip onu muayene ediyordu ve bir gün onu yatağında ölü buldular.
Mari’nin Moskova’ya gitmesine mujikler engel oluyordu. Oradan geçerken bunu gören Nikola Mari’ye yardım ederek onun oradan kurtulmasını sağladı. O anda Mari ile Nikola arasında ilk elektriklenme gerçekleşti.
Fransız orduları Moskova’ya da yaklaşmaya başladılar. Kısa süre sonra Moskova’yı da aldılar. Herkes arabalarıyla gitmekteydi. Arkalarına baktıklarında ise Moskova yanıyordu.Andre bu savaşta çok ağır yaralanmıştı. Rostof ailesi de yüklerini arabalara yüklüyordu. Fakat daha sonra o yüklrin bir kısmını boşaltıp savaş yaralılarını almaya başladılar. Bir köyde mola verdiklerinde yaralılar boşaltıldı ve herkes dinlenmeye çıktı. Nataşa, yaralıların arasında Andre’nin de olduğunu duyunca gözüne uyku girmedi ve gidip ona baktı. Nataşa ondan yaptıklarından dolayı özür diledi ve ona onu sevdiğini söyledi. Andre’nin durumu çok ağırdı. Ateşi düşmüyordu.
Moskova’da kalan Piyer birisine yardım etmeye çalışırken, kendisinin kundakçı olduğunu sanan askerler onu tutuklarlar ve ceza evine koyarlar. Oradan bir grup ile birlikte çıkarılırlar ve bu gruptaki bir kaç insan kurşuna dizilir. Kendisinin kurtulduğuna şaşmaktadır.
Piyer’in karısı Elen anjin sebebiyle ölür. Yine aynı günlerde Nikola’ya bir mektup gelir ve bu Sonya’dandır. Sonya ona aşklarının artık sürmeyeceğini anlatır. Bu mektubu Nikola hemen Mari’ye götürür. Bu mektup sayesinde Nikola-Mari aşkı daha da alevlenir. Mari bundan sonra Andre’nin yanına gitmeye karar verir ve yanında küçük Nikolenka’yı da götürür. İki gün boyunca Andre’nin başından ayrılmadılar. İki gün sonra Andre öldü.
Fransa Moskova’yı ve diğer aldığı yerleri elde tutamadı ve büyük bir ger çekiliş başlar. Bu geri çekiliş esnasında Nataşa’nın henüz on altı yaşındaki kardeşi Petiya kaçanların peşinden kovalarken kafasına kurşun alarak öldü. Rostof’lar bunun acısını da yaşamak zorunda kaldılar.
Nataşa Andre ve Petiya’nın acısın unuttuktan sonra Piyer Mari’nin de yardımıyla Nataşa ile evlendi.
Nikola ile Mari yaklaşık Piyer’lerin evliliğinden bir veya iki yıl sonra evlendiler. Nikola babasının girdiği borçları ve zararların hepsini kapattı. Hem de Mari’nin hiçbir hissesini satmadan.
Nikola ile Mari’nin bir kızları olur. Nataşa ile Piyer’in ise üç kızları ve bir de erkek çocukları olur. Andre’nin oğlu Nikolenka ise Piyer’i babası olarak görüyor ve hep onu örnek alıyordu.






Olay Örgüsü:
- Piyer’in babasının hastalanıp ölmesi.
- Savaş hazırlıklarının yapılması ve savaşın başlaması.
- Piyer ile Elen’in evlenmesi.
- Andre’nin esir düşmesi.
- Piyer’in Dolokof ile düello yapması.
- Andre’nin dönüşü ve Liza’nın ölümü.
- Piyer’in Elen’i tekrar kabul etmesi
- Andre’nin Nataşa’ya aşık olması.
- Nataşa’nın Anatol’a aşık olması.
- Savaşın tekrar başlaması.
- Andre’nin tekrar ortaya çıkması.
- Piyer’in esir düşmesi.
- Andre’nin ölümü.
- Nataşa ile Piyer’in evliliği.
- Nikola ile Mari’nin evlenmesi.

Şahıslar Kadrosu:
Piyer: İri yapılı, cesur bir adamdır, fakat biraz çekingendir. Babası Prens Bezukof’un nikahsız bir kadından olma çocuğudur. İlk olarak Elen’i sevmekteydi fakat daha sonra Nataşa’ya değişik duygular hissetmeye başlamıştır. Fakat Andre’den dolayı ona açılamamaktadır. Karısının ölümünden sonra ona daha da aşık olmaya başlamıştır.Andre öldüğünde evlenmişlerdir.
Andre: Kısa boylu cesur ve akıllı bir askerdir. Prenses Liza ile evlidir. Karısı doğururken öldükten sonra Nataşa’ya açılmaya karar vermiştir. Son savaşta ağır yaralanması sebebiyle hayatını kaybetmiştir. Arkasında yetim bir çocuk bırakmıştır. Piyer’in iyi bir dostudur.
Nikola: Çok büyük bir vatanseverdir. Ailesine çok düşkün, hep onların dediğinin olmasını isteyen bir karakterdir. Hatta bu sebepten dolayı, biraz da çıkan aksiliklerden dolayı sevdiği kızı, Sonya’yı terk etmiştir. Daha sonra gölünü Prenses Mari’ye kaptırıp onunla evlenmiştir.Savaşa askerlik yapmaya gitmiştir.
Nataşa: Yaşadıklarından çok çabuk etkilenen bir kızdır. Aşk bakımından kararları çok değişmektedir. Önce Boris’e gönlünü kaptırır, daha sonra Andre’ye, sonrasında Anatol’a ve sonra tekrar Andre’ye dönmüştü, fakat Andre aynı günlerde ölür. Bunun etkisini üzerinden attığında Piyer’le evlenmiş ve mutlu bir yaşam sürmüşler.
Sonya: Fakir ama çok güzel bir kızdır. Kuzeni Nikola’yı sevmektedir ve aşkı karşılıksız değildir, fakat bir süre sonra ona bir mektup yazarak ayrılmıştır. Nikola, Mari ile evlendiğinde Mari’den nefret etmeye başlmıştır.
Mari: Biraz çirkindir, fakat vefalı bir insandır. Babasının ona o kadar çektirmesine rağmen onu ölümüne kadar yalnız bırakmamıştır. Nikola’yı sevmektedir.
Elen: Çok güzel, fakat az huysuzdur. Erkeklerin hepsi ona hayrandır. O yaşadığı yanlış bir şeyden dolayı Piyer’le kısa süreliğine bozuşur. Daha sonrasında anjinden ölür.
Liza: Andre’nin eşidir ve ona çok bağlıdır. Çok güzel bir kadındır ve bir o kadar da güzel huyludur. Doğum yaparken ölmektedir.
Denisof: Oldukça cana yakın ve samimi bir insandır. Nataşa’yı sevmektedir, fakat Nataşa ona yüz vermeyince vazgeçer.
Dolokof: Denisof’un tam tersine bir adamdır. Bir zamanlar Piyer’in arkadaşı idi, fakat Piyer’in karısı Elen’i lekelemesi sebebiyle Piyer onu arkadaşlıktan siler. Daha sonra Sonya’ya bir evlilik teklifinde bulunur fakat Sonya onu kabul etmeyince vazgeçer.

Zaman: Bu olay 1804’lerde başlamıştır. Fransa-Rusya savaşları dönemini anlatmaktadır.
Mekân: Olayın geçtiği veya söz edilen belirli bir yer yoktur; birkaç yer mevcuttur. Bunlar Lisi-Gori, Moskova ve St. Petersburg’dur.
Dil, Üslûp ve Anlatım: Yazar akıcı ve sade bir dil kullanmıştır. Bu doğrultuda anlatımda açık ve akıcıdır. Yer yer süslü anlatımlara yer verilmiştir. Fakat geneli sade bir şekilde yazılmıştır.

DİGİMAX
12-07-2007, 12:56
SİNEKLİ BAKKAL’IN İNCELEMESİ:

*OLAY ÖRGÜSÜ: Roman iki ana kısımdan oluşuyor. Birinci kısım kendi içinde yirmi yedi bölüm halindedir. İkinci kısım ise kendi içinde yirmi üç bölümden oluşuyor.
Romanın geneli göz önüne alınırsa siyasal,toplumsal ve duygusal sorunlarla örülmüş bir olay örgüsü dikkati çeker. II.Abdülhamit dönemi anlatılmaktadır. Ama sadece bir dönemin anlatıldığı bir roman değildir. Romanda Rabia’nın hayat hikayesi daha ön plandadır. Romanın ilk bölümünde daha çok ve karışık olaylar birbiri ardınca anlatılıyor; bu bölüm çözülecek olan bir düğüm şeklinde son buluyor. İkinci bölümde olay daha özele iniyor; daha yavaş bir şekilde Rabia’nın hayatı anlatılıyor. Romanın sonu hızlı bir şekilde ve çözüme ulaşarak bitiyor. Yazar,bu romanda kendi inandığı felsefeyi, değerleri olay örgüsüyle birlikte anlatıyor. Romanda zamana,reel hayata göre ya da bize göre ters gelen ve eleştirilecek noktalar olabilir; fakat bence önemli olan yazarın kendi görüşlerini ve kendi doğrularını güzel bir şekilde sunabilmiş olması ve bu sunumun en çok basılan-okunan romanlardan olabilmesidir.

Halide Edip’e göre medeni bir kadın iyi bir eğitimden geçmeli,dil öğrenmeli,spor yapmalı; toplum içinde çok rahat kendini ifade edebilmelidir. Romanın baş kahramanı olan Rabia da o dönemin şartlarına göre toplum içinde kendini çok rahatlıkla ifade edebilen her kesim tarafından sevilen ve saygı duyulan bir kadındır. Meselelerde bahsettiğim gibi bu roman,kendince, “olması gerekenleri” ve pek çok konudaki ideallerini,belki de bir nevi “simeranya”sının ipuçlarını yansıtıyor.

*ZAMAN: Bu roman II.Abdülhamit zamanında geçiyor (33 sene) . Roman,Sinekli Bakkal’ın tanıtımı ve Emine ile Tevfik’in çocukluklarıyla başlar. Çocuklukları gibi evlilik dönemi de kısaca anlatılır. Bu dönemi yaklaşık olarak 15-20 sene kadar düşünebiliriz. Rabia’nın doğumuyla(herhalde 1886 yılında) birlikte onun hayatı çevresinde diğer hayatlar da müşterek olarak anlatılıyor. Rabia’nın hayatını zamanı hesaplamak için düşünecek olursak; bir ara evlendiklerinden sonra Osman,Rabia’nın yirmi bir yaşlarında kendisinin ise kırklarında olduğunu dile getirir.(Rabia,on bir yaşlarında hıfzını tamamlamıştı; yaklaşık bu yaşlarında Peregrini ile onu tanıştırıyorlar; Peregrini bu tarihte otuz yaşında olmalıdır.) Buradan da Rabia ile geçen süreyi 22 sene kadar sayabiliriz. (1 Mayıs 1907 evlendikleri tarih; 21 Aralık 1907 doğum gecesi) .. 23 Temmuz 1908’de ihtilal oluyor; bu tarihten bir müddet sonra da sürgünlerin döndüğünü düşünebiliriz. Bizlerin okurken tanık olduğumuz yaklaşık 40-50 yıllık bir zaman...Halide Edip,romanda klasik tarzda yazmıştır; roman zamanında da klasik tarzı görebiliyoruz.

*Halide Edip,romanı 1935 yılında yazmıştır. Kendisi de Abdülhamit döneminde yaşamış,hatta çevirisi sebebiyle ondan Şefkat Nişanı almıştır. Yani o dönemleri (kendince) iyi bilmektedir. Bunu romanın arka planındaki,dönemin gelişmelerinde hissedebiliyoruz. Romanlarında tam olmasa da kendi hayatından parçalara rastladığımız yazarın,bu romanında da pek çok bağlantı bulabiliyoruz.

*MEKAN: Mekan bütün olarak İstanbul’dur. Ama romanın esas mekanı Sinekli Bakkal sokağı ve mahallesidir. Halide Edip’in hayatını incelerken 1913 yılında Evkaf Kız Mektepleri umumi müfettişliği ile vazifeliyken her hafta fakir mahalleleri,bilhassa Sinekli Bakkal’ı ziyaret ettiği dikkatimizi çekmişti. Büyük bir ihtimalle bu gezileri esnasındaki izlenimleri 1935 yılında yazdığı bu romanında kullanılmış olmalıdır.

Sinekli Bakkal Sokağı, Aksaray civarında dar bir sokaktır. 16 Aralık 1999 tarihli bir gazete haberinde belirtildiğine göre; Aksaray’dan Haseki Hastanesi’ne doğru dönünce ikiye ayrılan yolun solunda,sağdaki son sokak bugün görünüş olarak çok değişmekle birlikte; adı Sinekli Bahçe Sokağı imiş. Sinekli Bakkal; bakkalıyla, kahvesiyle, ahşap evleriyle, çeşmesiyle tam anlamıyla halka ait bir muhittir. İstanbul’un bu mekanı halkı ve halk kültürünü temsil etmektedir. Bununla birlikte Boğaziçi, Bebek, Beyoğlu, Çamlıca, Galata Köprüsü,Haliç ise gezinti yerleri, konakları, bonmarşeleri ile yeni ve zengin İstanbul’u temsil ediyor. Ayrıca mekanda da doğu-batı; eski-yeni meselesiyle karşılaşıyoruz. Rabia’nın mekandaki güzellik anlayışı; genişlik,ışık,açıklık,sadelik ile anlatılırken,Osman’ınki ise daha karışık,daha zıt unsurların birleşmesiyle oluşan bir güzellik anlayışıdır.

Ayrıca bahçe tasvirleri de oldukça yer tutmaktadır. Diğer meselelerde olduğu gibi mekanda da önce zıtlıklar gözümüze çarpıyor; bu zıtlıklarda sentez ise İmam’ın üç katlı evinin tamirden sonraki halinde yapılmıştır. Romanda açık alanlarda kapalı alanlar da bulunuyor,ama geneli dikkate alınırsa kapalı alanlar daha çok; ev,konak,bakkal gibi.

*BAKIŞ AÇISI: Romanda “hakim bakış açısı” vardır. Dönemin fiziki,pikolojik şartlarını iyi bilen; mekanı tanıyan; romandaki her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan bir anlatıcı-yazar göze çarpmaktadır. Sinekli Bakkal’ın Halide Edip’in üçüncü tür olan “töre romanları”na girdiğini daha önce belirtmiştik. Böyle bir romanda ise okuyucunun güvenebileceği,anlatılanlar konusunda tecrübeli olduğunu hissedebileceğimiz bir bakış açısı kullanılmıştır. Fakat yazar,anlatımda yazar olduğunu hissettirmemiştir.

*KİŞİLER:

RABİA: Çocukluğu dedesi İmam ve annesi Emine’nin terbiyesinde geçmiştir. Akranları gibi yedi yaşında ev işlerini güzel bir şekilde yapabiliyordu. Çocukluğunu yaşayamamıştır. Dedesi tarafından sürekli olarak cehennem tasvirleriyle büyütülmüştür; kızından dolayı mektebe göndermemiş eğitimini kendisi vermiştir. On bir yaşında hıfzını dedesine dinletmiştir. İstanbul’un en küçük, fakat üslubuyla ve sesiyle en meşhur hafızı olmuştur. On bir-on iki yaşlarında Vehbi Dede’den ders almaya başlar; kısa sürede tef,ud,kanun gibi alaturka sazları süratle ve kabiliyetle öğrenmiştir. Alaturka pek çok şarkıyı da güzel bir şekilde söyleyebilmektedir. Daha sonra Peregrini’den de batı müziği dersleri almaya başlamıştır ve bunda da başarılı olmuştur. Hatta doğu ve batı müziğini kendi üslubunda sentezlemiştir. Vehbi Dede ile tanıştıktan sonra dedesinin korkutucu din öğretilerinden bir nebze mevleviliğin yumuşaklığına doğru kaysa da hayatının pek çok anında dedesinin etkisi ön plana çıkmıştır. Babasıyla kalmaya başladıktan sonra ise neşeli ve sanatkar yönü daha baskın bir şekilde ortaya çıkmıştır; bu simasına da yansımıştır.

Peregrini’nin gözlemlerinden çıkardığımıza göre de; ”tabiatında riyazete temayül,manevi bir perhizkarlık,süratle düşünüp salim kararlar alma kabiliyeti” vardı. Ayrıca “fikirlerinden ziyade insanlara,yaşayan şeylere bağlı,sevdiği vakit ölüme kadar seven, en küçük bir şefkat tecellisiyle kalbi atan bir kadın olacağı” çocukluğundan anlaşılıyordu. Sanat zevki “herhangi bir üstadı tatmin edecek kadar dürüst ve salim” idi.

Karar verdi mi peşine bırakmayan; kendisine ihtiyacı olanlara yardımsever ve vefakar; onurlu ve Sinekli Bakkal’a-köklerine her şeyiyle bağlıdır. Aynı zamanda “giydiği her kıyafete şahsiyetinden bir şeyler katan” bir özelliği vardır. Uyuşamadığı noktalarda,münakaşa esnasında,inatçı ve kesinlikle cevap vermeyen bir yapıya sahip; aynı zamanda kabullenmediği şeyleri asla yapmayacak kadar inatçı ve güçlü. Açıklayamadığı ve gücünün yetmediği konularda kadere,alınyazısına son derece bağlı. Analık sevki tabiisi çok güçlü. Ruhi olarak cinsi buhranları yok. Rabia için Rakım’ın kullandığı; ”kız değil,sanki tılsımlı kuyu. İçine mazaallah ayağı kayıp düşeni dünyanın çengeli çekip çıkaramaz.” (s.317) tabiri de roman içinde onun yerini iyi ifade eden bir tamlamadır. Olumlu özelliklerin çoğunu kendinde toplamış bir kadın tiplemesidir. Eserde diğer bütün hayatlar onun hayatı etrafında ortak bir şekilde anlatılmaktadır. Doğuyu,halk kültürünü; fakat batıyla senteze ulaşabilmiş ve batıya pek çok şeyini kabul ettirebilmiş bir doğuyu temsil ediyor.

*PEREGRİNİ=OSMAN: Peregrini,Garp müziğinin üstadı olan,kulağı çok hassas bir müzik hocası. Ateşli ve heyecanlı bir yapıya sahip. Felsefeyi,fikri tartışmaları ve konuşmayı çok seviyor. Babası soylu bir İspanyol,fakat o babasını tanımıyor; annesi tarafından büyütülmüş. Annesi ise Papa İtalyalı olduğu için oranın milliyetine geçecek kadar dindar bir Katolik; dinin haricinde hiçbir şeye boyun eğmeyen ve eğenleri de anlamayan birisi.Gençlik döneminde ise zevklerin hepsini tatmış olarak,yirmi dört yaşında manastıra çekilir. Buradan usanınca dinini bırakarak tekrar dünya hayatına döner. Daha sonra Osmanlı milliyetine geçer,ismini değiştirir ve müzik hocalığı yapmaya başlar. Kendisinin üç şahsiyeti olduğuna inanır; birincisi dimağı,ikincisi ruhu,üçüncüsü de kalbi.

Rabia’yı tanıştıklarından itibaren en çok tahlil eden kişi. Tahlil,gözlem onun için çok önemli; bu bir bölümde şu şekilde dile getiriliyor; ”Osman,bir insan ruhunun sırlarını öğrenebilmek için diri bir göğsü yarıp açmaya razı olacak kadar fikri tecessüsün esiri.”(s.357) Bu özelliği de onun Garp çocuğu olmasıyla irtibatlandırılıyor. Sürekli soru soran ve öğrenmeye hevesli bir yapısı var.Rabia’yı gerçekten seviyor ve ona saygı duyuyor; çok zengin ve asil bir aileden olsa bile sırf bu sevgisinden dolayı her şeyi geride bırakıp Rabia’nın istediği hayatı kabul ediyor. Zaman zaman alıştığı yaşantının çok dışındaki bu hayattan dolayı sıkıntı çekse de Rabia’ya olan bağlılığıyla ve çevresindekilerin ona gösterdiği alaka ile bu yeni hayatına uyum sağlıyor. Yeni evlerine taşındıktan sonra ancak kendine özel bir çalışma odası ayırıp,orada yapmak istediği beste ile uğraşabiliyor. “Tılsımlı kuyu” operası da aynı zamanda Rabia ile Osman sentezinin canlı bir göstergesi oluyor. Peregrini olarak başladığı yolu Osman olarak noktalayan kahraman olumlu ve yuvarlak bir karakterdir. Batıyı,yeniyi; ama doğuyla senteze ulaşabilmiş,doğuyla birleşmesi neticesinde olumlu özelliklerini arttırmış bir batıyı temsil ediyor.

*VEHBİ DEDE: Dini,ama bilhassa tasavvufu temsil ediyor. O,romanın hemen hemen her anında karşımıza çözüm olarak çıkıyor. Rabia onun sayesinde yumuşayıp,kendini her yönde geliştirir. Peregrini’nin Osman’a dönmesinde alt yapı olarak onun katkısı çok büyüktür. Hasılı Dede ve temsil ettiği felsefe romanda sorun-problem-anlaşmazlık olan her yerde çözüm olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bunların yanında insani özelliklerden soyutlanmış bir karakter değildir. Tam aksi birebir hayatın her alanında olan bir karakterdir. Felsefenin dışında pek çok telli saza ve neye vakıf bir alaturka musiki hocasıdır. İnsanların kızını,bütün ailesini güvenerek teslim ettiği,emanet ettiği bir güven kapısıdır. Ayrıca insanların rahatlıkla sırlarını,dertlerini de paylaştığı bir kişidir. Her olaya daima yumuşak bir tavırla yaklaşır. Kainatta gerçekleşen her hadiseye esas kudretin gölgeleri nazarıyla bakabilir ve bunu yanındakilere de izah etmeye gayret gösterir. İnsana huzur veren bir yapısı vardır; hem iç alemiyle hem de dış görünüşüyle. Mütevazi, az söyleyen ve çok perhizkar bir şekilde yaşayan; sakin ve telaşsız bir yapıya sahip.

*TEVFİK=KIZ TEVFİK: Karagöz ve Ortaoyunu sanatçısı. “Yürüyüp söylemeye başladığı andan itibaren herkesin taklidini yapmış bütün mahalleyi güldürmüş”(s.13) : ”bütün havailiklerine rağmen İstanbul’un hudai nabit yetiştirdiği halk sanatkarlarının hususiyetlerini gösteren” (s.13) birisi. Çocukluğundan itibaren hem fiziki özellikleriyle hem de sanatçı yönüyle ön planda olmuş. Çocukluğu yeğeni olduğu İstanbul Bakkaliyesi sahibi Mustafa Efendi’nin yanında geçiyor. Paraya önem vermiyor ve mahallenin daha ziyade fakirleriyle arkadaş. Tembel ve çocuk ruhlu,neşeli,oyunu seviyor. Elleri kağıt parçalarına can veren bir çevikliğe sahip. Sesini,mimiklerini kullanma da oldukça usta. Tevfik’in dinle ilgisi ve bağlantısı yok; içki içen,ilk sürgününde eğlence hayatını yaşamış birisi. Ona göre sanat; yazılı değil,her an değişen hayattadır. Paraya hiç kıymet vermiyor. Sevdiği kişi,arkadaşı,dostu için cezaya ve canını bile vermeye razı olacak kadar sadık ve cesaretli bir yapıya sahip.

*İMAM HACI İLHAMİ EFENDİ: Mahallenin imamı. Mahalle sakinleri tarafından pinti ve hasis olarak biliniyor. Paraya ve mevkiye düşkün; para için jurnalcilik yapabilen biri. Görünüşünde ve konuşmasında heybet var. Vaazlarında cehennemi daha parlak ve canlı olarak anlatıyor. Hazza ve sevince,umum hayat tecellisine karşı dinmeyen bir kin ve affetmeyen bir düşmanlığı herkese öğretmeye çalışıyor. Hiç tebessüm etmeyen,gülmeyen biri. Yeni olan şeylere karşı. Bütün katılığına rağmen Vehbi Dede’ye evliya olarak bakıyor; ona saygı duyuyor. Kindar ve inatçı. Yaşlılığında bile rahmet,şefaat vadeden surelere bile kinini,insanları hiç affetmeyen nefretini karıştırıyor. Bütün mahalle halkını “cehennemlik” olarak görüyor. Sert,değişmeyen eskiyi temsil ediyor. İmam karakteri olarak olumsuz ve korkutucu bir tip.

*EMİNE: İmam’ın kızı,Tevfik’in karısı ve Rabia’nın annesi. Çocukluğundan itibaren hamarat,titiz, mahalle çocuklarıyla oynamaya tenezzül etmeyen biri. Suratsız ve gülmeyen; İmam’ın akidesinin biricik timsali. On yedi yaşında Tevfik’e kaçıyor; Tevfik’in balmumu gibi kalıptan kalıba girmesinde ideal bir koca sezdiği ve ona oyunculuğu bırakacağına dair söz verdirttiği için onunla evleniyor. Kalbi kuru,kafası dar ve dilinin zehir gibi olmasının yanında kindar ve gururlu. İdeal olarak babasını düşünüyor. O da babası gibi paraya önem veriyor. Kendine göre olan namus anlayışı çok önemli. Tevfik’ten ayrıldıktan sonra ona sürekli beddua eden ve onu kötüleyen biri. Tevfik’ten ne kadar nefret etse de onu kendi malı gibi görüyor ve ona döneceğini düşünüyor. Asla affetmiyor. Kini ve üzüntüsüyle günden güne çöküp vefat ediyor.

*SELİM PAŞA: Hükümdarın Zaptiye Nazırı. Boş zamanlarında sigara iskemlesi,köşelik,arka kaşağı yapar. İyi bir aile babası ve karısına bağlı. Paşa,tamamen eski zaman adamı. Samimi ve kendi ölçüleriyle namuskar.

*SABİHA HANIM: Selim Paşa’nın karısı. Bir yönüyle hayır sahibi,merhametli,bağış seven; sağ elinin verdiğini sol elinin duymadığı biri; diğer yönüyle de saza söze düşkün,bir dalda durmayan bir kadın. Halk türkülerini,oyun havalarını sevdiği gibi en ağır dini musikiyi de seviyor. Hükmeden,meraklı; emri altındaki her ferdin ne yaptığını-ne düşündüğünü öğrenmezse içi rahat etmez. Bunların yanında sır saklayan,ağzı sıkı biri. Ailesine düşkün; eşinin ikinci bir hanımı ve ondan çocuğu olduğunu bildiği halde bunu saklamış,hanım ölünce de kızlarına bakmış. Bunun yanında oğlunu çok seven bir anne.

*HİLMİ: Selim Paşa ile Sabiha Hanım’ın oğlu. Jön Türk. Genç ve devrimci aydınları temsil ediyor. Giyimine dikkat eder ve zevkinde diğer “paşazade” çocuklarından onu ayıran bir başkalık, durgunluk vardır. Gözleri ve bakışının manası ile ağzı ve dudaklarının ifadesi onun ince düşünceli bir mizaca sahip olduğu havasını vermektedir. Annesine derin bir sevgi ve hürmeti vardır; bunu davranışlarıyla da gösterir.

*RAKIM AMCA=CÜCE: Tevfik’in oyuncu arkadaşlarından.. Rabia’ya sözünü geçirebilen,çıkışabilen yegane kişilerden biri.

Neşeli,taklit yeteneği olan bir oyuncu. Dindar değil,zaman zaman içki içiyor; Ramazan’da oruç tutmuyor ve namaz kılmıyor; Vehbi Dede’ye ve dindarlara saygılı.

*BİLAL: Rumelili Bahçıvan Ramazan Ağa’nın yeğeni. Yaşı küçükken bile özellikleri belirgin; isyankar mağrur,ateşli. Tokattan,tekmeden kaçan; başını her halden kurtarabilen biri. Yaşlıları bile ürküten bakışlara sahip. İş yapmayı sevmiyor. Selim Paşa tarafından görünüşü ve gözlerindeki kudreti farkedilerek okutuluyor. Rabia’yı tutkulu bir şekilde seviyor. Rabia ise ilk kendi yaşlarında bir karşı cins olarak ondan hoşlanıyor; fakat Selim Paşa’nın dile getirdiği evlenme teklifini kesin olarak reddediyor. Bundan sonra Bilal,Paşa’nın damadı olma yolunda ilerliyor. Bilal,Vehbi Dede ve Peregrini’yi çalgıcı olarak; Hilmi ve arkadaşlarını ise birer züppe olarak görüyor. Paşa’yı beğeniyor ve her haliyle onun gibi olmak istiyor. Kudret hissi ve hakimiyet duygusu çok baskın. Rabia’nın evleneceğini öğrendiğinde bile onu sevdiğini farkediyor; Mihri ile evlenince Anadolu’da görevli olacağını düşünerek kendini rahatlatmaya çalışıyor. 1907 yılında Hıdrellez de Mihri ile evlenince gözden kayboluyor.

*TULUMBACI BAŞI SABİT BEYAĞABEY: Mahallenin Tulumbacı başlarından en hatırı sayılırı. Kendine mahsus bir babayiğitliği,namus ölçüsü vardı; ama bunun yanında külhanbeyliğin verdiği bir kabadayılığı,sert ve yakışıksız davranışları vardı. Rabia’ya göz dağı vermek için gidip bunu başaramayınca,bu olaydan sonra Rabia’dan korkar,ona saygı gösterir. Kendisiyle birlikte bütün tulumbacılar Rabia ile bağlantısı olan herkese saygı gösterirler. Rabia Osman ile evlendikten sonra da Osman ile iyi diyalog kuran biri olur.

*ÇİNGENE PENBE: Batıl inançları bol olan bir çingene. Tevfik ile ilgilenirken Rabia’nın ikazıyla bundan vazgeçmiştir. Onlarla kalmaya başladıktan sonra Rabia’ya ev işlerinde yardım eden,onun “teyze” diye hitap ettiği biri olur.

*KANARYA: Sabiha Hanım’ın alıp yetiştirdiği bir güzel Çerkes kızı. Daha sonra saraya Kadın Hanım’a verilen böylece saraya giren birisi. Sarayda sultanın yeğeniyle evlendirilir; bundan sonra Nejat Bey’in eşi olarak karşımıza çıkar. Abdülhamit’ten korkar ve onu sevmez. Nejat Bey’in eşi olduktan sonra da aslını unutmaz ve Sabiha Hanımlara saygıda kusur etmez. Rabia’nın düğün hazırlıklarında yardım ediyor ve sık sık görüşüyorlar. En son Rabia’nın hamileliği esnasında karşımıza çıkıyor. Yardımsever birisi.

*NEJAT BEY: Padişahın yeğeni. Saray içinde yetişmiş,bundan dolayı halkın yaşantısı ona ilginç ve gizemli geliyor. Rabia’ya sanatkarlığının dışında bu yönünden dolayı bir yakınlık duyuyor. Batı müziğini ve piyano çalmayı biliyor. Vehbi Dede ve Peregrini ile her hafta toplanıyorlar. Babası da kendisi de çocuk tabiatlı olduğu için hiçbir entrikaya karışmazlar. Onun için saray çevresinin en rahat ailesidirler.

*SAFVET BEY: İkinci Mabeyinci. Hiç evlenmemiş. Yeğenlerini büyütüp,eğitimini sağlamış. İnsanlara iyilik ve kardeşlik yapmak için gökten yere inmiş bir hali var. “Aşk ahlakı! Kim bilir belki istikbalde insan müesseselerinin nazımı olur... İnşaallah olsun.” diye düşünen birisi.

*DÜRNEV: Selim Paşa’ların gelini; Hilmi’nin eşi. Sabiha Hanım tarafından küçükken alınıp yetiştirilmiş,terbiye edilmiş,iyi bir tahsil verilmiş ve oğluyla evlendirilmiş bir Çerkes kızı. Fakat Sabiha Hanım romatizmaya yakalanıp yatağa bağlandıktan sonra cesaretlenip kendi başına hareket etmeye başlar. Aşırı süslü,karışık ve şaşaalı makyaja ve giyinişe sahip. Hareketleri ve mimikleri “resimli kitaplardan taklit” gibi. Taklitçi yeniyi temsil ediyor. Ama sürgünde yaşadığı zorluklardan sonra biraz daha olumlu hale gelmiş birisi.

*GALİP: Hilmi’nin Jön Türk arkadaşlarından. Annesi ölmüş,zengin bir babanın oğlu. İleri ki dönemlerde Rabia’yı istiyor; fakat Rabia kabul etmiyor. Cüce tarafından “istediğin kalıba sokabileceğin bir koca adayı” olarak nitelendiriliyor. Bu vakadan sonra Rabia,Galip ve Şevki varken Hilmi’nin odasına çıkmaz.

*ŞEVKİ: Hilmi’nin Jön Türk arkadaşlarından. Vehbi Dede’nin İmam’dan daha tehlikeli olduğunu düşünüyor. Devrimci gençliği temsil ediyor. Konuşkan,taklitçi ve düşüncesine ateşli bir şekilde bağlı.

*ZATİ BEY: (Yeni) Dahiliye Nazırı. Dilediği ferdi asmak,boğdurmak kudretine sahip olmak için ömrünün on senesini fedaya hazırdı. Evi o zamanın alafrangalığına özenilerek dekor edilmiş; hizmetlileriyle,eşyasıyla ve kendi giyimiyle özentili birisi. Menfaatine düşkün. Dinle hiçbir alışverişi olmayan bir adam.

*BAYRAM AĞA: Selim Paşa’nın bahçıvanı. Rumelili. Kendine ve yetiştiği ortama has kural ve prensipleri var. Otoriter.

*BEHİRE HANIM: Safvet Bey’in kız kardeşinin kızı. Mürebbiyelerle büyütülen kibar kızlara kendi kültürleri,kendi klasiklerinin de öğretildiği devirde yetişmiş. Kocası sadece Avrupa’da yapmış olduğu için kendi kızlarını Fransız mürebbiyeler elinde yetiştirmiş; Avrupa’dan gelen her şeyi gökten inmiş bir emir kabul eden biriydi. Hayatları serbest ve mesut olsa da Behire Hanım ananelere bağlı; bundan dolayı da dayısının yanına sık geliyor.

*ARİF: Safvet Bey’in yetim yeğeni. Safvet Bey tarafından büyütülmüş ve onunla birlikte kalıyor. Nejat Bey’den sonra en iyi Türk piyanist. Tembel olduğu için ve müzikten para kazanılması adet olmadığından çalışmıyor; canı istediği zaman Robert Koleji’ne kaydoluyor,bir müddet devam edip çıkıyor.

*MUAVİN RANA BEY: Selim Paşa’nın yardımcısı.

*GÖZPATLATAN MUZAFFER: Tehlikeli,siyasi sanıkları sorgulamayla memur. Görünüş olarak eski pehlivanlara benziyor. Yardımsever,vazifesini yerine getiren bir adam imajı var. 1908 ihtilalinden sonra ise Meşrutiyet hatibi olur.

*MİSİS HOPKİNS: Robert Koleji’nin İngilizce hocasının madamı. Kanarya’nın arkadaşı; ondan hayatı hakkında pek çok şeyi öğreniyor.

*EBE ZEHRA HANIM: Mahallenin ebesi.

*KAHYA ŞÜKRİYE HANIM: Sabiha Hanım’ın kahyası. Konaktaki her şeyi hanımına haber veren, kendisine verilen görevleri yapan biri.

*UŞAK ŞEVKET AĞA: Selim Paşa’nın uşağı. On beş yıldır Paşa’ya hizmet ediyor. Sinekli Bakkal’ın iç işlerini ezbere biliyor.

*ESKİCİ FEHMİ EFENDİ: Sinekli Bakkal’ın umumi ve içtimai hayatına,her vesileyle karışan; ihtiyar heyetinin hatırı sayılır azalarından. Osman’a da yakınlık gösteren komşulardan. Mahallenin muhafazakar kısmını idare ediyor.

*BEKÇİ RAMAZAN AĞA: Sinekli Bakkal bekçisi.

*DOKTOR KASIM: Dahiliyeci. Türk tıbbına Alman fennini,biraz da katılığını getiren meşhur simalardan. Rabia’nın doktorlarından. Hastaların dimağlarına etki ederek tedavi etme fikrini İstanbul’da yayan ilk doktor olarak geçiyor. Çoluk çocuğu olmadığı için biraz daha sert yaklaştığı belirtiliyor.

*DOKTOR SALİM: Jinekolog. Türk tıbbına Alman fennini ve katılığını sokan diğer meşhur sima. Rabia’nın doktoru. İlk sezeryan uygulayacağı hastası olduğu için Rabia ile çok ilgilenir. Daha yumuşak tabiatlı.

*İKBAL HANIM: İkinci Mabeyinci Safvet Beyin süt ninesi ve yalının hanımı. İhtiyar,kendine göre bir sevimliliği olan,Çerkes asıllı. Elli beş senedir İstanbul’da olmasına rağmen Türkçe’yi tam öğrenememiş. Şiddetli taassupla dindar; fakat bu dindarlığının içi dolu değil. Vehbi Dede’ye ve Rabia’ya hürmeti çok. Çileli bir gençliği var; bunu daha sonra Rabia ile paylaşıyor.

*ELENİ: Osman’ın aşçısı.

*BAKKAL MUSTAFA EFENDİ: İstanbul Bakkaliyesi’nin sahibi,Tevfik’in dayısı. Tiryaki bir mahalle bakkalı.

*MİHRİ: Selim Paşa’nın kızı.

Halide Edip,üslupçu değildir. Cümle yapısı çoğunlukla eleştirilmiştir. Kendisiyle yapılan röportajlarda da yazı yazmayı bir gaye için değil,”yazmak için” sevmekte olduğunu ve çoğunlukla yazdığını bitmiş kabul etmekte çok az düzeltmekte olduğunu belirtmiştir. Eleştiri almasına rağmen,bence samimi ve kolay sürükleyen ve yer yer heyecanlandıran bir üslubu vardır. Bunun sebebi de herhalde çoğunlukla hayatını ve düşüncelerini aksettirmesi olmalıdır.

DİGİMAX
12-14-2007, 15:29
KİTABIN ADI : KÜÇÜK AĞA
KİTABIN YAZARI: TARIK BUĞRA
YAYIN EVİ : VARLIK YAYINEVİ
BASIM YILI : 1973


1-)KİTABIN KONUSU :
Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti eski gücünü,heybetini kaybetmeye başlamış,isyanlar ve işgallerle zayıf duruma düşmüştür.Kitapta, bir Anadolu kasabası olan Akşehir'den yola çıkılarak ,kurtuluş mücadelesinin bir bölümü anlatılmaktadır.Olaylar Akşehir'in bir kasabasında başla ve gelişir.

2-) KİTABIN ÖZETİ :
Dünya Savaşı resmen sona ermiş olmakla birlikte, Osmanlı Devleti üzerinde yarattığı etkiler tüm gücüyle devam emektedir.Savaş sonrası bir çok asker memleketlerine geri dönmüştür.Zayiatın büyüklüğü evlerine dönen erlerin çoğunun gazi oluşuyla daha da iyi anlaşılmıştır.Bu erlerden biri de Salih adlı Akşehirli bir askerdir. Memleketine döndüğünde kaybettiği kolunun acısıyla beraber , ülkenin durumunu daha acı bir şekilde anlayan Salih gittiğinden beri çok şeyin değiştiğini görür.Önceleri dost olarak yaşayan Rumlar ve kendi halkı şimdi birbirinden soğumuştur.Salih'in samimi arkadaşı olan Niko da bir Rum dur ve gelişmelerden o da etkilenmiştir. Yavaş yavaş Yunan ve İngiliz ordularının işgal haberleri gelmekte ve iki halkın birbirine olan düşmanlığı artmaktadır. Salih ise yüzyıllardır Osmanlı himayesinde rahatça yaşayan Rumların bu davranışını bir ihanet olarak görmekle beraber arkadaşı Nikodan kopamamaktadır.Rumlarla olan dostluğu kasabalı tarafından fark edilir ve kasabalı Salih'i dışlar .Salih artık sürekli Niko ve onun çevresiyle dolaşır olmuştur.Artık Osmanlı ve Padişaha olan güvenci de sarsılmıştır. Kaybettiği kolunun hayatına tesiri büyük olmuştur. Kimsenin ona hak ettiği saygıyı göstermediğine
inanan Salih kendini namazdan niyazdan çekmiştir. Öte yandan halk işgallere tepkisiz kalmama kararı almıştır fakat bunun kimin önderliğinde yapılacağı karmaşası vardır.
Salih günler geçtikçe kendi kasabalısının tepkisini kazanmış ve artık istenilmeyen biri olmuştur.Bu sırada kasabaya İstanbullu Hoca adında bir hoca gönderilir.İstanbul'dan gönderiliş amacı kasabada padişaha ve Osmanlıya bağlılığı teşvik edici düşünceyi sağlamaktır.Hoca gerçekten de çok etkili bir insandır ve halkın büyük beğenisini ve takdirini kazanır. Vaazlarda cemaate Osmanlı padişah ve din lehinde düşüncelerini aktarmaktadır. Bu sırada memlekette Hoca'nın düşüncesine tam ters olmamakla birlikte, kurtuluş ümidi olabilecek bir örgüt kurulmaktadır.Kuvayı Milliye adı verilen bu örgüt Anadolu'da işgalleri önlemek ve İstanbul ve padişah yönetiminin boyunduruğundan kurtulmak için kurulmuştur. Fakat Kuvayı Milliye'nin işi çok güçtür. Memlekette işgallere karşı veya işgallerden yana bir çok örgüt vardır. Kuvayı Milliye önce bu örgütleri kendi tarafına çekmeli veya bertaraf etmelidir. Hocanın vaazları da Kuvayı Milliye ilkelerine ters düşmektedir. Hoca her fırsatta padişaha bağlılıktan bahsetmektedir, Kuvayı Milliye ise padişahtan kurtulmak, yeni bir yönetim kurmak amacını gütmektedir. İşte bütün bu ihtilaflar dolayısıyla Kuvayı Milliye yandaşları ve Hoca arasında bir elektriklenme ve zıtlaşma meydana gelir.Hoca ise halka kendini çok sevdirmiştir çünkü her yönüyle iyi ve doğru bir insandır. Fakat Hoca da kendi içinde bir yandan yaptığı işin gerçekten doğru olup olmadığının sorgulamasını, padişaha olan güvencinin doğruluğunun şüphesini yoklamaktadır. Kuvvacılarla Hoca arasındaki çatışma zamanla iyice açık şeklini alır ve vaazlarda karşıt fikirler açıklanır.
Olaylar gelişirken Salih ise unutulmuşluk ve terkedilmişlikten bir kaçış olarak Kuvayı Milliye’ye katılmaya verir. Onu bu kararı vermeye zorlayan başka bir şey ise yakın arkadaşı Niko'nun da sonunda Osmanlıya karşı savaşta yer almasıdır. Salih bu ihanetin öcünün peşinden koşacak ve kurtuluş mücadelesinde büyük rol oynayacaktır. Kuvva bir türlü hizaya gelmeyen Hoca hakkında ölüm emri çıkartır. Hoca evliliği ve çocuğu ve en önemlisi de halkın zorlamasıyla Akşehir'den kaçar ve çete reislerine sığınır. Kuvva ile arasında yaşanan kovalamacadan sağ kurtulur ve kendi başına yanına adam da alarak bir kasabaya sığınır.Kuvva ise Hocayı kaçırdığı için üzgündür ve Salih'i onu bulmakla görevlendirir. Hoca ise şimdi hangi tarafta yer almak gerektiğinin hesabını yapmaktadır. Kuvayı Milliye ise her geçen gün başarı kazanmakta ve güçlenmektedir. Salih Hoca'yı bulur ve onu padişah hizmetinden vazgeçerek Kuvva yararına çalışmaya ikna eder. Beraberce Çerkez Ethem'in kardeşi Tevfik Bey'in çetesine katılırlar .Çerkez Ethem ve kardeşleri milli mücadelede en büyük rollerden birini üstlenmiş ve gerek düşman işgallerine gerekse ayaklanmalara karşı başarılar sağlamışlardır. Fakat şimdi düzenli ordu ve İsmet Paşa'nın emri altına girmek söz konusu olunca Çerkez Ethem ve kardeşleri zıt bir tavır takınarak Kuvva'ya ve Ankara'ya karşı isyan bayrağı açmıştır.Hoca ise bu yolun yanlış olduğuna inanır ve onları bu yoldan döndürmek için planlar kurar.
Hoca'nın amacı Çerkez Ethem ve kardeşlerini Kuvva'ya karşı cephe almaktan vazgeçirmek olmasa bile olası bir isyan halinde güçlerini zayıflatmaktır. Bu sırada Hoca Salih'i haber edinmek için Akşehir'e yollar. Akşehir'de ise Hoca öldü bilinmektedir. Oysa Hoca hayattadır ve yeni kimliği Küçük Ağa ile kuvva yararına çalışmaktadır. Hoca'nın Kuvva yararına çalıştığı haberi Salih tarafından Akşehir'de sadece Kuvvacı olan birkaç kişiye duyrulur ve memnuniyet yaratır. Başta Kuvayı Milliye hareketine büyük hizmet vermiş Doktor olmak üzere Kuvvacılar Hoca'nın kendi saflarına katılışından büyük haz duyarlar.
Hoca Ethem'in İsmet Paşa hizmetine girmemek için yapacağı en büyük saldırı olan Kütahya saldırısında ona bir oyun oynayarak başarısızlığını sağlar ve Kuvayı Milliye'ye en büyük hizmetini vermiş olur. Ethem ise Yunanlılara sığınacaktır. Hoca ise bütün bu ihtiras ve gücü elinde bulundurma tutkusuna kapılan insanlardan nefret etmektedir. Artık savaş alanından başka bir cephede de mücadele verilmektedir, şimdi iktidar çekişmeleri büyük tehdit oluşturmaktadır. Hoca bunu acıyla farkeder. Ankara ise Hoca'nın başarılarından haberdardır ve kendisini Ankara'ya davet eder. Daveti kabul eden Hoca Ankara'nın durumunu yakından görür ve cephede savaşmanın, bu iktidar kavgasında yanlış düşünenlere ve hainlere verilecek savaştan daha kolay olduğunu düşünür. Fevzi Paşa Hoca'ya yakınlık gösterir. Hoca bütün bu kişiliklerin önemini daha iyi anlamaktadır. Memleket zafere doğru gitmektedir ve bu noktada Ankara ve Melis'e büyük iş düşmektedir. Bu sırada Küçük Ağa yani İstanbullu Hoca Ankara'da kendisini Akşehir'den tanıyan ve bir zamanlar zıt fikirleri yüzünden tartıştığı Kuvvacı Doktor ile buluşur. Doktor böyle saygıdeğer birinin kendi saflarına katılışından duyduğu mutluluğu Hoca'ya söyler ve asıl kimliğini bilenin sadece kendisi olduğunu, kendisi dışındakilerin onu Küçük Ağa diye tanıdıklarını anlatır. Hoca ise artık özlediği eşi ve çocuğunun özlemiyle yanmaktadır.

Küçük Ağa Fevzi Paşa ile birlikte Akşehir'e gelir ve burada da tanınmadığını ve Küçük Ağa olarak bilindiğini görür. Eşi ve Çocuğu hakkında bilgi alır ve çocuğunu bulur fakat eşinin durumu kötüdür. Eşine geldiğini haber eder fakat kadın ölmek üzeredir ve oğlunu Hoca'ya emanet ettiğini söylemekle kalır ve günler sonra da ölür. Hoca daha sonra Ankara'ya döner ve mücadeleye devam eder.


3-)KİTABIN ANA FİKRİ:
Vatan ve millet sevgisi, bağımsızlık duygusu. Kurtuluş savaşının küçük bir kasaba' dan görünüşü.

4-)KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Küçük Ağa(İstanbullu Hoca):Kurtuluş mücadelesine büyük hizmetler vermiş binlerce kişiden biri.

Salih:Birinci Dünya Savaşında sağ kolunu kaybetmiş ve hayatının anlamını Kurtuluş Mücadelesi ile tekrar kazanan biri.

Çerkez Ethem:Başlarda vatan ve millet için yeri tutulmaz hizmetler vermiş , cephede büyük başarılar göstermiş, fakat düzenli orduya geçme kararı alındığında tamamen zıt fikirleri benimsemiş ve zararlı olmuş bir çete reisi.

Doktor Haydar Bey:Dünya Savaşında Yüzbaşı rütbesiyle görev yapmış ve milli mücadele yıllarında Kuvayı Milliye'ye büyük hizmetler vermiş bir asker.

Ali Emmi:Kurtuluşu Kuvayı Milliye'de gören ve çok büyük fedakarlıklarda bulunan yaşlı bir vatandaş.

5-)YAZARIN HAYATI
2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir'de doğdu. İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. İstanbul Lisesi'nin yatılı kısmında okurken bu lisenin yatılı kısmının kapatılması üzerine kaydını Konya Lisesi'ne aldırdı ve liseyi burada bitirdi. (1936). Lise yıllarında Tarık Nazım müstear ismiyle hikaye ve şiirler yazmaya başlayan Tarık Buğra, İstanbul Üniversitesi Tıp ve Hukuk fakültelerinde bir süre okuduktan sonra kaydolduğu Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünün son sınıfında ayrıldı. Askerlik hizmetinden sonra Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavini olarak işe başladı.

Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada Oğlum(uz) adlı öyküsüyle bin liralık büyük ödüle layık görüldüğü ilan edildi. (1948). Ancak, Tarık Buğra'ya bu para yerine altın bir kalem ödül olarak verildi. Aynı yarışmada Doğan Nadi'nin bölük komutanı birinci ilan edildi ve bu zatın hikayeci olarak adına ikinci bir kez daha rastlanılamadı. Yine de bu ödül neticesinde aldığı yoğun iş teklifleriyle basın hayatına atılma konusunda cesareti artan Tarık Buğra, Akşehir'e dönerek Nasrettin Hoca Gazetesi'ni çıkardı (26 Temmuz 1949-28 Haziran 1952). Milliyet gazetesi, Vatan, Yeni İstanbul gazetesi (1952- 1956), Yol Dergisi (1968) ve Tercüman gazetesinde (1970-1976) sanat sayfaları düzenledi, fıkralar yazdı, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Hisar dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan Tarık Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul'da öldü.

elas
12-14-2007, 17:35
bu son kitabı çok beğenmiştim hepside güsel okudum

teşekkürler

DİGİMAX
12-29-2007, 12:44
KİTABIN ADI : ATEŞTEN GÖMLEK
KİTABIN YAZARI : Halide Edip ADIVAR
YAYINEVİ
VE ADRESİ : Atlas Kitabevi
Adnan Saygun Cad.
4/1-2 Sıhhiye
BASIM : 1995



ANLATIM PLANI:
1. Kitabın Konusu
2. Kitabın Özeti
3. Kitabın Ana Fikri
4. Kitaptaki Olayların ve Şahısların
Değerlendirmesi
5. Kitap Hakkında Şahsi Görüşler
6. Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi


KİTABIN KONUSU

Roman, Kurtuluş Savaşı yıllarında geçmektedir ve o zamanın koşullarıyla birlikte bir gencin yaşadıklarını anlatmaktadır.


KİTABIN ÖZETİ

Peyami, Dışişlerini seçen bir gençtir. Bacaklarını kaybetmiştir. Hatıralarını yazdığı sıralarda, kafatası da açılacak, içeride kaldığı sanılan bir kurşun aranacaktır.
Peyami’nin uzak bir akrabası olan Ayşe, İzmir’den, onunla evlendirilmek üzere İstanbul’a davet edilmiş, ama Peyami istememiştir. Bunun üzerine, onuruna çok düşkün olan Ayşe, bir daha hiç bir zaman Peyami ile evlenmemeyi kafasına koymuştur. Nitekim bir başkasıyla evlenir. Ayşe’nin kardeşi Cemal de subay olan akrabadır. Harbiye Nezareti’ndeki Binbaşı İhsan’la Mütareke’nin ilk zamanlarından beri çok iyi anlaşmaktadırlar. O sırada hepsi İstanbul’da bulunmaktadırlar. Peyami’nin annesi Şişli’deki salonuyla o günlerin kibar kadını, söz geçiren bir kadınıdır. Kadınlar arasındaki propogandayı o idare eder. İstanbul’da çeşit çeşit inanç, türlü türlü çalışma vardır. Özellikle manda taraftarları, ülkeyi başka bir devletin boyunduruğu altına koymak isteyenler çok çalışmaktadırlar. Bir gün, İzmir’e yunanlıların çıktığı haberi gelir. Ayşe’nin kocasını, küçük oğlunu, birçok masum insanla birlikte süngülemişlerdir. Ayşe, İstanbul’a Peyami’lere gelir.

İhsan’la Cemal, Sultan Ahmet Mitingi’nden sonra Anadolu’ya geçerler. Şiddetli bir tifo geçirdikten sonra Peyami ile Ayşe de, bir kağnıya atlayıp Kandıra köylerinde İhsan’la buluşurlar. Bir çete kurmuşlardır. Ulusal Hareket’e karşı koymak isteyen köyleri yola getirirler. Peyami’yi, dil bilgisinden yararlanmak üzere, tercüman olarak Milli Müdafaa’ya verirler.Ankara’ya gelir.Ayşe de hemşire olmuş, Eskişehir’e gitmiştir. İhsan, sessiz ve çelikten bir insan gibi, yorulmak bilmeden çalışır durur. Hepsi Ayşe’nin İzmir kızının peşinde, İzmir yolunda ölmeye söz vermişlerdir.
Peyami büyük bir uğraştan sonra, kendini İhsan’ın komutası altındaki birliğe verdirir.İhsan bir akşam Peyami’ye Ayşe’yi nasıl yana yana sevdiğini anlatır.İkinci İnönü Savaşı’nda alayının başında, başını kurşunlara uzatarak ölümü beklemiştir. Metristepe’de göğsünden bir kurşunyiyerek bayıldığı an herşeyin bittiğine hükmetmiştir.
İhsan bir saldırı sırasında, bir makineli ateşiyle vurulur. Peyami’nin kolları arasında hayatını kaybeder. Hemşire Ayşe de bu saldırıda hayatını kaybedenler arasındadır.
Peyami, Ayşe ile İhsan’ı Gökçepınar’da yanyana gömdürür.Niyeti İzmir’e en önce girip, bunu Gökçepınar’da yatan Ayşe’ye anlatmaktır.
Peyami’nin hatıra defteri burada biter.Ameliyattan sonra Cebeci Hastahanesi’nin iki doktoru bu konuda konuşurlar. Yedek Asteğmen peyami Efendi’nin kağıtları incelenmiştir. Ne İhsan isminde bir alay komutanı bulunmuştur, ne de Ayşe adında bir hemşire.Peyami’nin akrabası da bulunmamıştır. Bunun üzerine iki doktor, hatıra defterindeki olayların, kafasına kurşun girmesinden ileri gelme hayaller olduğuna karar verirler.



KİTABIN ANA FİKRİ

Kitapta, üzerinde yaşadığımız vatanımızın ne güçlüklerle bağımsızlığına kavuşturulduğu anlatılmaktadır.Biz, bu günleri kimlere borçlu olduğumuzu bilmeli, bu bilinçle yaşamalı ve ülkemizi hakettiği yerlere getirmeliyiz ki, Onlar rahat uyusun.




KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ

Kitapta genel olarak üç şahıs rol oynamaktadır:
PEYAMİ:Romanın asıl kahramanıdır. Milli Mücadele’ye Asteğmen rütbesinde yedek subay olarak katılmıştır.Romanda peyami’nin hatıra defterinde yazanlar anlatılmaktadır. Romanın sonunda bütün olayların Peyami’nin kafasına giren kurşundan dolayı gördüğü hayaller olduğu anlaşılır.
AYŞE : Peyami’nin akrabası. Kocası ve küçük oğlu İzmir’de Yunanlılar tarafından öldürülmüşyür. Bu olaydan sonra, hayatta tek isteği İzmir’in geri alınmasını görmek olmuştur. Şehit düşer.
İHSAN :Binbaşı rütbesinde bir subaydır. Anadolu’da Mücadele hareketine katılmıştır.Ayşe’yi sevmektedir ama bunu Ayşe’ye söyleyemez. Bir muharebede şehit düşer


KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitap Kurtuluş Savaşı’nın nasıl kazanıldığı hakkında bilgi vermektedir ve her Türk gencinin okuması gereken faydalı bir eserdir.


KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ

İstanbul'da doğdu. Kimi kaynaklara göre doğum yılı 1884'tür. İngiliz terbiyesiyle yetişmesini isteyen babası onu Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nde okuttu. Orada Rıza Tevfik'den (Bölükbaşı) Fransız edebiyatı dersleri aldı ve Doğu'nun mistik edebiyatını dinledi. Sonradan evlendiği Salih Zeki'den de matematik dersleri alıyordu. Koleji 1901'de bitirdi. 1908'de gazetelere yazmaya başladığı kadın haklarıyla ilgili yazılardan ötürü gericilerin düşmanlığını kazandı. 31 Mart Ayaklanması'nda bir süre için Mısır'a kaçmak zorunda kaldı.1909'dan sonra eğitim alanında görev alarak öğretmenlik, müfettişlik yaptı. Balkan Savaşı yıllarında hastanelerde çalıştı. Gerek bu çalışmaları, gerekse müfettişliği sırasında İstanbul semtlerini dolaşması, ona çeşitli kesimlerden insanları tanıma fırsatını verdi. 1919'da Sultanahmet Meydanı'nda, İzmir'in işgalini protesto mitinginde yaptığı etkili konuşma ünlüdür. 1920'de Anadolu'ya kaçarak Kurtuluş Savaşı'na katıldı.

ESERLERİ:
Roman: Heyula, 1909; Raik'in Annesi, 1909; Seviye Talip, 1910; Handan, 1912; Yeni Turan, 1912; Son Eseri, 1913; Mev'ud Hüküm, 1918; Ateşten Gömlek, 1923; Vurun Kahpeye, 1923; Kalb Ağrısı, 1924; Zeyno'nun Oğlu, 1928; Sinekli Bakkal, 1936; Yolpalas Cinayeti, 1937; Tatarcık, 1939; Sonsuz Panayır, 1946; Döner Ayna, 1954; Akile Hanım Sokağı, 1958; Kerim Ustanın Oğlu, 1958; Sevda Sokağı Komedyası, 1959; Çaresaz, 1961; Hayat Parçaları, 1963;
Öykü: Harap Mabetler, 1911; Dağa Çıkan Kurt, 1922; Kubbede Kalan Hoş Seda, (ö.s) 1974; Oyun: Kenan Çobanları, 1916; Maske ve Ruh, 1945;
Anı: Türkün Ateşle İmtihanı, 1962; Mor Salkımlı Ev, 1963; Diğer Yapıtlar: Talim ve Terbiye, 1911; Turkey Faces West, 1930; Conflict of East and West in Turkey, 1935; Inside India, 1937; Türkiye'de Şark-Garp ve Amerikan Tesisleri, 1955; İngiliz Edebiyat Tarihi, 3 cilt, 1940-1949; Doktor Abdülhak Adnan Adıvar, 1956.

DİGİMAX
12-29-2007, 15:48
SÜRGÜN ROMAN ÖZETİ
KİTABIN ADI : SÜRGÜN
KİTABIN YAZARI : REFİK HALİD KARAY
YAYINEVİ VE ADRESİ : İNKILAP YAYINEVİ – ANKARA CADDESİ NO:95 SİRKECİ
BASIM YILI :1998
KİTABIN KONUSU : SÜRGÜNE GÖNDERİLEN BİR SUBAYIN SURİYE’DE BAŞINA GELEN ÇOK İLGİNÇ OLAYLARI ANLATIYOR. BU SUBAYIN ARKADAŞLARI, AİLESİ VE KENDİSİ İLE İLGİLİ OLAYLARI İŞLEMİŞTİR.

KİTABIN ÖZETİ :
Romanda sürgüne gönderilen bir yüzbaşıdan bahsedilmektedir. Hilmi efendi görev sırasında bir üst komutanı ile haklı olduğu bir konuda tarşımya yaşayınca Beyrut’a sürgüne gönderiliyor. Daha gitmeden sürgünün ne kadar kötü ve çekilmez olduğu hissine kapılıyor. Hayatında ilk defa gittiği Beyrut şehrinde başına nelerin geleceğinden, kimlerle tanışacağından habersiz bir ruh hali ile gidiyor Beyrut’a. istanbulda bir karısı ve birde Seher adında bir kızı vardır.bir taraftan da onlardan ayrılmanın üzüntüsünü yaşamaktadır.
Beyrut’a geldiği ilk günlerde çok yalnızlık çeker. Cebinde ki para çok kısıtlıdır.bir iş bulana kadar o para ile geçinmek zorunda olduğu için yemeğinden bile tasarruf yapmak durumaundadır. Daha sonraları Türklerin yaşadığı mahallelerde bulunan kahvelere gidip dertleşebileceği memleketten konuşabileceği birilerini aramaya başladı. Hilmi efendi gerçekten çok efendi bir insandıhiç kimse ile bir sorun yaşamazdı. Bir gün tesadüfv eseri Beyrut mahallelerinde gezerken eski bir arkadaşına rastladı. Arkadaşı gazoz satıyordu. Onu hemen tanımıştı. Hemen muhabbet etmeye başladılar. Hilmi efendi buna çok sevinmişti. Arkadaşının adı Çopur Apti idi. Bundan sonra arkadaşları ile beraber kalacaktı. Çopur Apti’nin iki arkadaşı daha vardır. Bunlardan birisi çok etkileyici gazeller yazabiliyordu. Hilmi Efendide bundan sonra Çopur Apti gibi gazoz satmaya başlar. Ama herşey hilmi Efendinin hesapladığı gibi gitmez. Tam işler yoluna koyulfdu derken, bir sabah Hilmi Efendi gazoz almaya dükkanın önüne geldiğinde dükkanın kepenklerinin kapalı olduğunu fark eder. Adam gece toparlanıp kaçmıştır. Nedenini anlamaz. Neyse ki çalışırken biraz para biriktirmişitir. O para ile birkaç hafta daha karnını doyurabilir fakat daha sonra ne yapacağını bilmez. Arkadaşları ile kavga yapmaya başlar. Arkadaşları siyatle çok ilgilenirler. Ve sürekli bu konuda tartışmalar yaparlar.bu da Hilmi Efendinin hiç hoşuna gitmezdi. Bu sırada arkadaşlarından biri vefat eder. Buna çok üzülürler. Hilmi Efendi daha fazla tahammül edemeyip onların yanından ayrılır. Neyseki Hilmi Efendi İstanbulda görev yaparkanbirlikte çalıştığı büroratlarla karşılaşır. Bu olay onun için çok büyük moral olur. Bu sırada İstanbul ‘daki ailesi ile sürekli mektuplaşmaktadır. Son zamanlarda annesi kızı Seher’e sahip olamadığını geceleri eve gelmediğini yazınca Hilmi Efendinin kafası bir hayli bozuluyor. Ve Hilmi Efendi acaba bir yolunu bulup İstanbula gidebilirmiyim diye düşünmeye başlar. Fakat bu isteğinin ne kadar imkansız olduğunun da farkındadır. tanıştığı arkadaşlardan birisi onu evine yemek yemeye davet eder. Bu Hilmi Efendiyi çok mutlu etmiştir. Hem eski günlerden konuşup anılarını yaşatabileceklerdi hem de son günlerde yaşadığı sıkıntılı günleri biran olsun unutabilecekti. Yemeğe gitti çok güzel bir gün geçirmişti. Arkadaşı Hilmi Efendiyi tanıdığı için onun kimsenin hakkına tecavüz etmiyeceğini ve hiç kimseye karşı kendi çıkarları doğrultusunda olsa bile ahlaksız davranışlarda bulunmayacağını biliyordu. Bu nedenle onu uyarma ihtiyacı hissetti. Çünkü Beyrut gibi bir yerde bu şekilde yaşayabilme şansı çok azdı. Hilmi Efendi biraz daha dikkatli olmaya çalışacağına dair kendi kendine bir karar aldı. Hilmi Efendinin İrfan adında çok eskiden tanıdığı bir arkadaşı vardı.karşılaştıklarında Hilmi Efendi o kadar çok sevinmişti ki bir an bütün dertlerinin çözüm bulacağını tekrardan eski günlere dönebileceğini düşünmüştü. İrfan Halep’e gitti. Orada işlerini yoluna kuyup güzel bir iş ayarlar ayarlamaz Hilmi Efendiyi yanına çağıracaktı. Hilmi Efendi bu sırada bitin cesaretini toplayıp daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yapmak için bürokrat olan bir arkadaşının yanına yardım istemek için gider. Arkadaşı buna çok şaşırır. Ona elinden gelebilecek hertürlü yardımı yapmaya hazır olduğunu ifade eder. Hilmi Efendi halen İsatambul’da bulunaneşi ve güzeller güzeli kızından haber alamadığınıbunun kendisni çok yıprattığını söyledi. Arkadaşı hemen harekete geçip İstanbuldaki yetkililere gerekli emri verdi ve Hilmi Efendiye dönerek hiç merak etmemesini çok kısa süre içerisinde ailesinden hayırlı haberlerin geleceği ni söyledi. Hilmi Efendi rahatlamıştı. Bu sırada İrfan Halep şehrini tanıyor iş imkanlarına bakıyor sokaklarda geziniyordu. Hemen güzel bir ortam yaratıp Hilmi Efendiyi yanına çağırmk istiyordu. Sık sık Hilmi Efendiyi Halepteki vaziyetten haberdar etmek için mektup yazıyordu. Hilmi Efendi her mektupta yeni bir umut olduğundan açarkan çok heyecanlanıyordu. İrfan halep’de bir bahçeye gidip gelmeye başlamıştı.bahçe çok havadar etrafı sarmaşıklarla dolu insanı gençleştiren bir şekilde dizayn edilmiş olan bir bahçeydi. Bir bahçenin sahneyi çok güzel gören bir yerine oturmuş hem içkisini içiyorhem de kara kara düşünüyordu. Hala uygun bir iş bulamamıştı. O sırada sahnede beyaz tenli yarı çıplak bir giysi giymiş vücudunun mahrem yerlerini büyük bir cesaretle sergileyen Türk’e benzeyen çok güzel bir kız gördü. Çok etkilenmişti. Garsonu çağırdı kızın hakkında bilgi almak istedi. Garson Kızın Türk olduğunu adının Nevber olduğunu söyledi.sahnedeki kız da İrfanın bu denli etkilendiğini anlayınca ona bir bira göndertti ve sahneden İrfan’a bütün etkıleyiciliğini kullanarak göz kırptı. İrfan kıza aşık olur. Onunla görüşmek tanışmak ister. Bu arada Hilmi Efendinin bürokrat arkadaşının halep’e gitmasi gerekmektedir. Hilmi Efendiye gelmek isteyip istemediğini sorar. Hilmi Efendide zaten gitmek istediğini beraber yolculuk yapacak olmalarının kendisini çok mutlu edeceğini ifade eder. Hilmi Efendi İrfan’dan uzun süredir haber alamamaktadır. İrfan Nevber Hanımla tanışır. Nevber aslıda psikolojik sorunları olan b ir kızdır. İrfanla bir barışıp bir kavga ederler. Hilmi Efendinin halep’e geldiği İrfan Halep sınırlarını terk etmiş bulunmaktadır. Bunun en önemli nedeni. İrfan’ın Nevber adındaki kızın aslında gerçek isminin Seher olduğunu ve Hilmi Efendinin kızı olduğunu öğrenmesidir. Aslında daha da önemli olan sorun İrfanın bu kıza deliler gibi aşık olmasıdır. Bürokrat arkadaşı ve Hilmi Efendi Halep’e geldiklerinde çok büyük bir ilgi ile karşılaşırlar. Hemen onlar için içki masaları ve binbir çeşit yemekli masalar kurulmuştur. Ve bununlada kalmayıp İrfan’ındaha önce sürekli gidip geldiği bahçeden aralarıda Nevberin de bulunduğu güzel kızlardan seçilmiş bir grubu onlar için davet etmişlerdi. Fakat Hilmi Efendinin bu hazırlananların hiçbirinde gözü yoktu. O İrfan’ın hala Halep’te olduğunu sanıyor ve bir an önce onunla görüşmek istiyordu. Hava kararınca arkadaşları Hilmi Efendinin hala mutsuz oldupunu görünce onu bahçeye götürmeye ikne ettiler. Herkes ona Nevberden bahsediyordu. Oda kızın nasıl bir şey olduğunu çok merak ediyordu. Bahçeye gittiler. Sahneyi en güzel şekilde görebilecekleri bir yere oturdular. Herkes merakla Nevber’I bekliyordu. Nevber sahneye çıktı ve seyircilerin buluduğu alandan bir karmaşa sesi ve bir uğultu yükseldi. Hilmi Efendi kızı olduğunu anlayınca olduğu yere yığılıp kalmıştı.

KİTABIN ANA FİKRİ:
Romanda insanların başlarına herzaman herşeyin gelebileceği konusu işlenmiştir. Arkadaşlıkların ve dostlukların çok önemli olduğu vurgulanmıştır. Ne oldum dememeli ne olucam demelidir.


KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
Refik Halid Karay, her şeyden önce Türkiye Türkçesi’nin edebiyat dilimizde yerli, milli ve zevkli bir kıvam kazanması yolunda gerçek hizmeti dokunmuş bir nesir ve hikaye san’atkarıdır. Refik Halid Karay –Anadoludan yedi göbek önce İstanbul’a gelip yerleşmiş- Karakayış oğulları diye anılan bir aileye mensuptur. Babası bu aile torunlarından ve İstanbul’daMaliye Başveznedarıdır. Halid Refik Karay 1888 yılında İstanbul’da doğmuştur.
Onun ilk şöhreti Kalem ve Cem isimli mizah mecmualarında Kirpi imzasıyla yazdığı yazılardır. Keskin nükteli ve derin görüşü Türk zekasının kuvvetli örneklerini taşıyan “Kirpinin Dedikleri”ile derhal mizah ve satır edebiyatımızın birinci sınıf san’atkarı olarak tanınmış ve sevilmiştir.
Refik Halid Karay 18.7.1965 yılında İstanbulda vefat etmiştir.

DİGİMAX
01-05-2010, 11:59
DUKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU

ROMANIN KONUSU: Çocukluğundan beri bacağından rahatsız olan ve kimseyi dinlemeyen birisinin, hayaller peşinde koşarken başından geçen olaylar.

KİTAP ÖZETİ:
Yazarın küçüklüğünden beri çektiği hastalık onu hastahanelerden tiksindirmiştir. Fakat durumu ciddiyetini korumaktadır. Annesi ile kenar mahallelerin birinde virane ahşap bir evde yaşamaktadır.

Bir gün ameliyat olması gerektiğini öğrenip hastahaneden döndüğünde evde annesini bulamaz ama odanın halinden annesinin şiddetli bir baş ağrısı geçirdiğini anlar. O sırada annesi gelir. Yazar ise annesini üzmemek için ona gerçekleri anlatmaz. Kendi doktaruna gidip ona gözükmesi gerektiğini söyler. Annesi yazarın Erenköye gideceğini öğrenince paşanında onu merak ettiğini söyler. Ertesi gün yazar önce paşaya gider. Paşa ilk olarak sağlık durumunun nasıl olduğunu sorar yazar da kaçamak cevaplar vererek olayı geçiştirir. Daha sonra odaya Nüzhet gelir yazardan getirmesini istediği kitapları alır. Kızı gidince paşa yazara bir de doktor Ragıp Bey’ e görünmesini tavsiye eder. Paşanın uzaktan akrabası olan yazar küçük yaşlardan beri onunla konuşur, ona kitap okur. O akşam yine bir roman okumaktadır fakat paşa uyuyunca Nüzhet’ le birlikte beahçeye gider ve muhabbet ederler. Yazar on beş yaşında ve aralarında dört yaş olmasına rağmen Nüzhet’ i sevmektedir. Ancak onun da aynı duyguları hissetiğinden emin olmaz. Bahçede konuşurken doktor Ragıp’ ın Nüzhet’ i istediğini duyunca önce üzülür ama Nüzhet oralı olmayınca, duyduğu şüpheye rağmen keyfi yerine gelir. Daha sonra Nüzhet annesinin isteği üzerine uyumaya gider ve yazar da kendine olan tüm güvenini kaybeder.

Hastalığı onu normal yaşından çok daha olgun davranmaya sevk etmiştir. Doktorun ikazlarına rağmen baston kullanmayan yazar o gece yatakta yorgun ve acı içinde kıvranmaktadır. Henüz uyumadan Nüzhet yazarın evine uğrar ve uyuyamadığını bahane ederek tekrar koyu bir muhabbete başlarlar. Ertesi gün yazar erkenden doktara gideceğinden Nüzhet onun uyumasını ister. Fakat yazar ona karşı olan zaafiyetini daha fazla saklayamaz, onu kendisine çekip bir kere öper ve Nüzhet şaşkınlık içerisinde koşarak eve gider.

Sabah olunca yazar Kadıköye gider ve paşanın istediği kitapları alır ve sonra da annesine bir ay içerisinde gelemeyeceğini yazar. Oradan da doktara gider fakat operatörün dersi olduğundan görüşemezler. Operatörle akşama görüşebilen yazar ondan baston kullanması ve iyi yemesi ve dinlenmesi konusunda uyarı alır. İşi bitip köşke dönen yazar içeriye girdiğinde kendisinden gizli birşey konuşulduğunu anlar ve üzüntü içerisinde bahçeye oturmaya çıkar. Daha sonra Nüzhet gelir ve yazar içeri girdiğinde annesinin dolabın arkasında çıplak olduğunu söyleyerek onu rahatlatır. Fakat akşam Nurefşan ona gerçekleri yani Nüzhet ile doktor Ragıp’ın durumlarını konuştuklarını söyler. Yazar hayal kırıklığına uğrar ve Nüzhet’ in odasına konuşmaya girer. Nüzhet yine yazarı ikna eder. Daha sonra ikiside uyurlar.

Ertesi günü Nüzhet’ le bahçede geçiren yazar Nüzhet’ le cinsel yakınlaşmalara girer. O akşam doktor Ragıp yemeğe gelir ve yazar hiç oralı olmaz. Konukları gidince Paşa yazara doktor hakkında görüşlerini sorar o da Ragıp’ ı Nüzhet’ e yakıştıramadığını söyler bunu duyan yengesi de içinden yazara karşı kin tutar.

Bir gün yazar yengesinin Nüzhet’i mikroplara karşı uyardığını ve eşyalarımızı ayırdım dediğini duyar ve bunun üzerine evi terketme kararı alır. Ancak annesininde o gün paşalara geleceğini duyması kararını değiştirmesine neden olur.

Hızla geçengünlerden sonra nihayet evine dönen yazarın ağrıları gün geçtikçe arttığından annesi onu fakülteye götürür. Operatör ona durmun ciddiyetini hatırlatır ve yerinden bile kıpıdamamasını ister. Evi birden kalabıklaşan yazarın yakınları onu teselli etmeye çalışır. Tekrar fakülteye gittiğinde operatör bacağın kesilmesi gerektiğini söyler fakat buna razı olmayan yazar birden bayılıverir. Bundan etkilenen operatör kasaplardan farkı olmaları gerektiğini söyleyip yazara, üç aylık bir sürede bacağını kurtarmak için hastahanete kalması gerektiğini söyler. Yazar bunu kabul etmek zorunda kalır ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşuna yatırılır. Burası ona hapishane gibi gelir ve ilk gecesi olaylı biter. Bu korkuya dayanamaz ve bütün gücüyle bağırıp çağırır. Zor geçen günlrin sonunda ameliyat günü gelir. Ameliyatı bitince yedinci pansumanda doktor bacağın kurtılduğun ancak yer basamayacağını söyler.

Daha sonra da Nüzhet’ ten gelen karttan Paşanın hastalandığını Nüzhet’ in de doktor Ragıp’ la nikahlanacağını öğrenir. Acılar içinde geçen günlerin sonunda annesi doktor Mithat ve arkadaşı onu hastahaneden taburcu ettirirler.

KİTABIN ANA FİKRİ:

Bize verilen öğütleri ciddiye almalı ve hayallere peşinden koşmamalıyız. Aksi takdirde kaybeden yine bizoluruz.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Yazar: Tek bacağından acı çeken ve ümitleri peşinde rüyalar aleminde koşan birisi.

Nüzhet: Yerinde duramıyan yaşam dolu son derece hareketli birisi.

Paşa: Disiplinli, yardım sever ve dediğim dedik, inatçı birisi.

Yengesi: İçten pazarlıklı kızının iyiliğini düşünen bir anne.

Nurefşan: Köşkün hizmetçisi ve yazarın mutluluğu için elinden geleni yapan birisi.

Doktor Ragıp: Bakımlı ve kültürlü bir doktor.

Doktor Mithat: Yazarın doktoru.

Operatör: İnsanliğa faydalı olmaya çalışan bilinçli bir tıp adamı.



KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kısa ve anlaşılması güç bi kitap.Yazar kitaptaki şahısları psikolojik yönden ele almıştır.Sürükleyici bir kitaptır.

DİGİMAX
01-05-2010, 12:00
İHTİYAR DOST ROMAN ÖZETİ

KİTABIN KONUSU:

“İhtiyar dost” adlı eser Halit Ziya’nın önemi oranında tanınmamış eserlerindendir. Eser hem hikayeye hem makaleyi andırmaktadır . Kitap bir çok bölümden meydana geldiği için bir tek konusu, belirli bir ana fikri bulunmamaktadır.

KİTAP ÖZETİ:

İnterneti daha hızlı dolaşın. Google Araç Çubuğuyla birlikte Firefox’u da alın

AĞAÇ KURDU

Bu bölümde yazar, ikinci meşrutiyetten sonra ortaya çıkmış bazı devlet ve toplum sorunlarından bahsetmektedir.

Yazar, devletin her ortamda, her şartta aksaksız görevini yerine getiren bir değirmen gibi görevini ifa etmesi gerktiğini, toplumda çıkan görüş ayrıklarından etkilenmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
Yazarın bu bölümde ençok üzerinde durduğu mesele, şu anda da toplumumuza musallat olmuş ahlaki yapıdaki çatırtılardır.

Toplumu bir ağaca benzetmiştir. Nasıl bir ağacın köklerine ve bedenine, musallat olmuş kurtlar, o ağacı yer, kurutur ve birgün küçük bir esintiyle devrilip gitmesine sebep olur, tıpkı bunun gibi, toplumun can damarına, gençliğine musallat olmuş, ahlaksızlık belasıda toplumu yer, kurutur ve yıkılmasına sebep olur.

Yazar bu konuyu kendi üslubu içinde anlatmıştır.

KAHVE BEKLERKEN

Bu bölümde yazar , toplumun direği olan gençliğin, toplumun kokuşup gitmesine sebep olabileceğini “ağaç kurdu” bölümüne parelel olarak anlatmış ve bununsebeplerini anlatmıştır.

“Geçmişini inkar etmek”. Yazar geçmişini inkar eden bir toplumun yaşayamayacağını vurgulamış, hatta o toplumu ölü kabul ettigini belirtmiştir. Bu inkarın en büyük sebebi olarakta; bilgilerin, yanlış bir noktadan, bozuk bir yönden yansınış olan bilgiler olduğunu söylemiştir.

“Geçmiş ve gelecek aynı ömür kitabının iki sayfasıdır; birini yırtmak ötekini tamamlanmamış halde bırrakmak demektir.Hele ikincisini yazmak isteyenler, birincisini okumamış-görmemiş bulu-nurlarsa, yazacakları şey asılsız-temelsiz boş uydurma masallardan başka birşey değildir. Bu ömür kitabının ilk sayfası ne kadar hatalarla dolu olursa olsun, hiç bir şey onu kendisinden sonra gelen sayfanın başlangıcı olmaktan alıkoyamaz “.

Yazar bu kendine has ifadeleriyle güzel bir noktaya değinmiş ve aynı zamanda geçmişimizi öğrenmemiz konusuna dikkat çekmiştir

NOT:Yazılanlar kitabın bölümlerinden sadece ikisidir.

KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Kitabın baş şahısları İhtiyar Dost ve yazardır.

İhtiyar Dost; aslında yazarın ta kendisidir. Yazar, kendi kişiliğini, duygularını, ihtiyar dostuna yüklemiş ve en önemlisi benliği ile bu hayali dostunu yaratmıştır. Yazar kendisini, duygularını düşüncelerini ve hayattan beklentilerini ihtiyar dostunun diliyle anlatmıştır.