PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Tarihe Damgasını vurmuş bir Kadın - Lou Andreas Salome


Hasret
01-13-2009, 20:16
Lou Andreas Salome

Nietzsche ve Rilke’nin aşık olduğu, Freud’un yakın dostu olan kadın sevgili ve güzel Salome… Nietzsche ve Paul Rée’nin evlenme tekliflerini reddederek entelektüel birlikteliği savundu; asla cinsel birlikteliğin yaşanmadığı bir evlilik yaptı. Sadakat’i reddetti, Freud’la dostluğu ölene dek sürdü. Girdiği her ortamda etkili oldu; yaptığı ve öğrendiği her şey üzerine düşündü ve yazdı.
Bu adamların yaşamana dokunmuşluğunun yanında kimdir Salome

, onların yanında olmak dışındaki kimliği neydi? Ne düşündü? Ne yazdı?“Sizin geçiş dediğiniz şey nedir? Eğer bunun arkasında onun için bu dünyadaki en harika şeyi yani özgürlüğü terk etmek gibi bir art amaç varsa, o zaman ben hep geçişe saplanıp kalmak istiyorum; çünkü vazgeçmiyorum.” Bunları yazdığı zaman yirmili yaşlarının başındaydı Salome ve bu yazısıyla o zamanlar bile ne istediğini açıkça söylüyordu. Tamamen özgürlük, kendisi için hiçbir kimseye, hiçbir şeye hesap vermemek, sürekli geçiş içinde yaşamak belirsiz ve yeni olana ilerlemek.

Rusya’da yaşayan Alman asıllı bir ailenin en küçük çocuğudur. Babası Çar’ın hizmetinde bir generaldi. Çok erken yaşta insan ilişkilerine karşı ilgi duymaya başladı. Hayalperestti. Annesinin göstermek istediği kadın imgesinden uzaktı. Kabul törenlerine katılmaktan da bu yüzden kaçınıyordu. Annesinin ona tanıttığı tanrı fikride Salome’de kişisel bir tanrıya dönüşür. Hayallerini anlattığı, konuştuğu, şakalaştığı arkadaş, dost bir tanrıdır onunki. Ergenlik döneminde tanrının ortadan kayboluşu diye isimlendirdiği durum ortaya çıkar. Onun tanrı imgesi birden bire gerçeklikle örtüşmeyen bir duruma gelir. Kendisi bu durumu, ilk çocukluk deneyimini ölüm olayıyla betimler. Salome tanrının varlığından kuşku duymuyordu tanrı sadece ölmüştü hepsi bu…

Hayatına giren ilk erkek kendisinden yirmi beş yaş büyük bir rahip olan Hendrik Gillot’ur. Bu ilişki onun gelişimi açısında önemli bir yapı taşıdır. Spinoza’yı, Leibniz’i, Kierkegaard’ı, Dostoyevski’yi ondan öğrenir. Bazı pazar vaazlerini yazar. On dokuz yaşında ailesine karşı gelerek Zürih’e gider. Burada teoloji, felsefe ve sanat tarihi okur. Yirmi dört yaşındayken “Tanrı ile Savaşım” adlı ilk romanını yazar. 1882’de İtalya’ya gider ve burada Maldivia von Meysenburgu tanır. Yalnız yaşayan ve aydın bir yazar olan Maldivia, Salome için özgür bir hayat sürmenin kadının hakkı ve görevi olduğu düşüncesini simgeler.

Bir süre sonra Roma’da Nietzsche ile tanışır. Aralarında kurulan tinsel ilişki Nietzsche tarafından bir evlilik teklifine kadar varır. Salome’den olumlu yanıtın gelmemesi ilişkilerinin kesilmesine ve Friedrich’in kötü yorumlarına neden olur. “ Bu kuru, kirli, kötü kokan maymuncuk, yalancı memeleriyle bir felaket.” Yine de Nietzsche başlangıçta Salome’nin güçlü benlik bilincinden etkilenmiş, biçemini tiksindirici bulsa da bir gün yazmayı öğreneceğini düşünmüştür. Nietzsche haklı çıkar. 1890’dan 1934’de kadar Salom’e günlük gazetelerde, haftalık dergilerde, yazınsal, felsefik ve psikolojik yayımlarda yüzden fazla makale, öykü, şiir ve kitap konuşması yayımlar. 1885-1931 arasında on dokuz kitabı çıkar. Hayat Lou’nun felsefesinin temelini oluşturur. Geleneklere uymayan bir hayat sürer. Paul Reey’le evliliğinin bitmesinin ardından Carl Andreas’la evlenir. Güvenli burjuva ortamında bir çok aşk ilişkisi yaşar. Bu aşk maceraları içindeki en ilginç olay evli olmasına rağmen ilk cinsel ilişkisini Rilke ile yaşamasıdır.

1903’te Berlin’e taşınır. Orada tiyatro “Frei Bühne”yi kuran ve haftalık dergi çıkaran sanatçı ve yazar grubuna katılır. İlk sergiledikleri oyun İbsen’in bir oyunudur. İbsen’in kadın karakterleri Salome’yi çok etkiler. Bu ilgi İbsen’in kadınları adlı bir eser yayımlayana kadar sürer. Psikanalize ilgi duyan Salome Viyana’da Freud ile tanışır. Freud’un onu desteklemesi ve onurlandırması Salome’yi cesaretlendirir. Psikanalizde en çok ilgisini çeken konu Narsisizmdir. Özneyle uğraşmayı özel tutkusu olarak niteler. Çalışmalarını dergilerde yayımlar.

Salome’nin en tanınmış ve en özgün yapımı “Erotik”tir. Erkek ve kadın arasındaki aşk üzerine yazılan dört makaleden oluşur. Aşk bir erkeğe yada kadına yönelik değildir.Ona göre erotik sevgi içinde biz, sandığımız gibi başkasıyla dolu değilizdir. Kendimizle, kendi durumumuzla doluyuzdur. Biz başkasına değil kendimize sarılıyoruzdur. Aşk kendi ölümüne çabalar. Aşk bu amaçtan vazgeçerse, gerçekleşmemiş bir çaba olarak yaşar. Salome için sadakat, özgürlüğü engelleyerek aşkın kendisini yok etmesinde önemli rol oynar. “Kadınların düşünceleri kalplerinden doğar” gibi kimi ifadeleri onun hemcinsleriyle arasına mesafe koyduğunu gösterir.

Evlilik, sevginin katilidir; evli eşler “birbirleri için önemsizdirler”. Sevgi, arkadaşlığın bayağı alt sıralarındadır; arkadaşlık, sevgiye ve daha da kötüsü cinselliğe dönüşerek yok olma riskinden korunmalıdır, çünkü “bedensel tutkudan ruhsal sempatiye giden yol yoktur, ama ikinciden birinciye gidilebilir” Her iki yolda da Salome’den bir tek şiir düşer insan aklına

Kıyamete kadar olmak, düşünmek, yaşamak
Tut beni sımsıkı kollarında
Verecek başka mutluluğun yoksa,
Acılarını ver bana…







Yazar ve psikanalist Lou Andreas Salome önceki yüzyilin en ilginç simalarindandi. 19. yüzyila damgasini vuran üç erkek, Nietzsche, Rilke ve Frued onun sevgilisi olmuslardi. “Salome Yasami ve Yapitlari” adli kitap, birilerinin sevgilisi ya da arkadasi olarak degil bagimsiz bir insan, düsünür ve yazar olarak onu anlatiyor…

Özgür ve entelektüel…

Selami Akbas

Cogumuz, Salome’yi, Nietzsche Agladiginda adli kitaptaki entelektüel, erkeklerin basini döndüren, cüretkar ve basina buyruk genç kadin olarak merak ettik ama tanimadik. Roman bize Salome’yi diger erkeklerin gözünden anlatiyor ama bir karakter olarak islemiyordu. 1993 yilinda Afa Yayinlarindan çikan “Kizkardesim, Karim” adini tasiyan H.F. Peters imzali kitap Salome’yi yakindan tanima firsati verse de piyasada baskisi tükendiginden arayanlar ulasamiyordu. Ayrinti Yayinlari bu hafta, Angela Livingstone’un kapsamli çalismasi Salome-Yasami ve Yapitlari’ni yayimladi.

Petersburg, Viyana, Berlin, Münih ve Paris’te geçmis; sanata, yazina, felsefeye adanmis yetmis alti yillik bir ömür; ünlü dostlar, sevgililer, meslektaslar; romanlar, siirler, oyunlar, felsefe yazilari, bilimsel çalismalar; Zerdust’e, Duino Agitlari’na ve psikanalize vurulan damga; en çok da tutkuyla örülmüs bir yasam: Düsünmeye, yazmaya ve yasamaya dört elle sarilmis bir kadin… Çekici, özgür ve dolu dolu yasanmis bir hayat.

Büyülü etki

Lou Andreas-Salome hakkinda en iyi bilinen sey belki de onun zamaninin önde gelen pek çok ismiyle ahbap oldugu ve bunlarin hepsi üzerinde büyülü denebilecek bir etki biraktigidir. Görünüse bakilirsa Salome, ya sans eseri hep dogru zamanda dogru yerde olmus ya da bulundugu yer her neresiyse, zekasi ve çekici kisiligiyle orayi renklendirmis, zenginlestirmis. Bu ikilem, ölümünden sonra onun yasam öyküsünü yazanlarin aklini epeyce karistirmis olacak ki, bazilari ne sirretligini ve cadiligini birakirken bazilari da onu bir Tanriça gibi göklere çikarmis. Belki de Salome’nin bu büyülü etkisini anlamak için onu, kendi anlattiklariyla ya da onun yasamini arastiranlarin söylemleriyle degil de yasamina girdigi kisilerin söyledikleriyle degerlendirmek daha dogru olacak.

Nietzsche

Nietzsche için Salome, düsüncesinin varisiydi ve onu bu konuma, tanisIkliklari daha birkaç aylikken oturtmustu. Aslinda iliskileri fazla uzun sürmedi. Nisan 1882′den ayni yilin kasim ayina kadar süren iliski, Nietzsche’ye büyük duygu çalkantilari yasatti. Iliski devam ederken oldugu gibi, bittikten sonra da Nietzsche, Lou’ya zaman zaman çok büyük nefret duydu; zaman zaman da onu yogun bir askla sevdi. Zaten yasaminda ikinci kez evlenme teklifinde bulundugu kadindi Lou. Ama bu teklifi götürmesini, yanlis bir aracidan, Lou’yu daha uzun zamandir taniyan, ona asIk olan ve evlenme teklifinde bulunan, ama askina karsilik bulamayan zavalli Paul Ree’den istemisti. Ne var ki iliskinin tek tarafli duygusal niteligi bir yana, en çarpici yönlerinden biri, Nietzsche’nin Lou için “Ancak onu tanidiktan sonra Zerdüst’üm için olgunlastim” demesiydi. Nietzsche’nin yasaminda Zerdüst’ün yeri düsünüldügünde Elizabeth Forster- Nietzsche ve Fritz Kögel gibi kimilerinin Lou’yla ilgili karalamalarini çekememezlige yormaktan baska seçenek kalmiyor geriye.

Rilke

Salome’nin yasami boyunca iliskisini en uzun süre (tam otuz yil) sürdürdügü kisilerden biri, Rainer Maria Rilke’ydi. Ünlü sairin yasami boyunca en fazla etkisi altinda kaldigi insanin (ve kadinin) Lou olmasi sasirtici degildi. Büyük korkulari ve güvensizlikleri olan Rilke, onun saglam kisiliginde siginacak bir liman bulmustu. Lou’nun kisisel yasami açisindan bu iliskide ilginç olan nokta ise Rilke’nin onun ilk sevgilisi olmasiydi. Ilk gençliginde Peder Gillot’yu, ardindan Paul Ree’yi ve Nietzche’yi reddeden Salome, biraz geç yasta (36 yasinda), üstelik de evliyken Rilke’nin askina karsilik verdi. Salome, aski geç bulusunu, bu kuvvetli duygunun mutlaka boyun egmeyi gerektirmesine ve kendisinin de asla, hiçbir seye boyun egmeme kararliligina bagliyordu. Iste bu yüzden kendisi otuz alti yasindayken yirmi iki yasinda bir gence; o, sanat çevrelerinde kendini kanitlamis bir düsünür ve yazarken toy bir saire asIk oldugunu düsünüyordu. Rilke, bu ask iliskisinden büyük esin aldi ve aralarinda sairin basyapiti kabul edilen Duino Agitlari’nin bazilarinin da bulundugu yüzü askin siirini ona yazdi. Lou’nun tanidigi bir erkek daha, onun için, “Eger Lou Andreas-Salome’yi tanimamis olsaydim, sair olarak tüm gelisimimi etkileyen yollari seçmemis olabilirdim” diyordu.

Freud

Lou’nun duygusal anlamda degilse de düsünüs tarziyla etkiledigi bir diger ünlü erkek Freud’du. Bu öyle bir etkiydi ki Freud, Lou’nun psikanaliz saflarina katilmasini “hareketimiz için bir onur” olarak nitelendiriyordu ve hakliydi da. Salome, yasaminin ileriki yillarinda tanistigi psikanalize, kendini bütün varligiyla adamisti. Kendini belki de en iyi psikanaliz alaninda ifade etmisti. Çocuklugunda çok önemli yeri olan “hayal oyunlari” düsünüldügünde, bu sasirtici degildi. Çocukken gördügü insanlara kafasinin içinde yasamlar ören Lou, yasaminin son dönemlerini, var olan yasam örgülerini çözümlemeye adadi. Kliniklerde uzun yillar sürdürdügü psikanaliz uygulamalarinin yani sira bu konuda ciddi bilimsel makaleler ve bir kitap yazdi. Bunlar, “psikanalitik bir çalismayi elestirmek yerine pek *** takdir etmedigi” Freud’un, “takdir etmekten kendini alamadigi” yapitlardi.

Lou’nun, onlarin sayesinde haksiz bir öneme kavustugu varsayilan üç kisinin onun hakkindaki yorumlari bunlar. Evet, Nietzsche, Rilke ve Freud, kendi sözleriyle elestirmenlere yanit veriyorlar. Elbette Lou Andreas-Salome’nin yasami bu üç kisiyle iliskilerinden ve onun hakkinda böylesi hayranlik dolu yorumlar yapanlar da bu üç erkekten ibaret degil.

Diger kadinlar

Bunlari söylemisken, Salome hakkinda iki yanlis anlamayi düzeltmek gerekiyor. Birincisi, Salome’nin entelektüel erkeklerin basini döndürüp onlari tuzaga düsüren bir dahi erkek avcisi oldugu kanisi. Salome, uzun ya da kisa bir süre birlikte oldugu bu erkekleri, duygusal ya da bedensel degil zihinsel bir düzeyde, düsünceleriyle etkilemisti. Birbirinden ayri üç alanda büyük önem kazanmis bu üç erkek, gördükleri güzellik karsisinda büyülenerek Lou’yu zihinsel anlamda yanlis degerlendirmislerse bu, Lou’dan çok bu erkeklerde aranmasi gereken bir kusurdur. Ikinci olarak, Salome’den bu denli etkilenmis olanlar veya onun yasaminda önemli yer tutanlar yalnizca erkekler degildir. Paul Ree ve Nietzsche’nin arkadasi olan Malwida von Meysenbug, Rilke’nin bir süre ayni evi paylastigi Loulou Albert-Lasard, Sigmund Freud’un kizi Anna Freud, yazar Frieda von Bulow gibi kadinlar da Lou’nun büyüsüne kapildilar. Ama 19. yüzyilin erkek egemen dünyasinda (buradan 20. yüzyilin böyle olmadigi sonucu çikarilmamali) varlik gösteremedikleri için mi yoksa gösterdikleri varlik, bu dünya tarafindan önemsenmedigi için mi bilinmez, bunlarin Lou’ya iliskin yorumlari fazlaca dikkate alinmadi. Bu da kendi gibi yazar ve düsünür olan kadinlar arasindan siyrilan Lou’nun, yasadigi döneme nasil bir damga vurdugu ve kisiligi hakkinda önemli ipuçlari veriyor.

Kadinlardan söz etmisken, Elisabeth Nietzsche’den sonra, Lou Andreas-Salome’ye ciddi elestiriler yönelten ikinci kisiden, Hedwig Dohm’dan söz etmemek olmaz. Zamanin radikal feministlerinden Dohm’un, Salome’ye en büyük elestirisi, onun feminist harekete katilmamasiydi. Hatta katilmamak bir yana Lou, harekete zarar veriyordu. Mesleki açidan etkin bir kadin oldugu halde, kadinlarin bu tür etkinlige kendilerini vermelerine karsiydi. Bunun anlami, Lou’nun kadinlara “evinin kadini” olma görevini yüklemesi kesinlikle degildi. Lou’ya göre kadin, kendi özel yeteneklerini gelistirmek için çalismaliydi. Aslinda Dohm’unki gibi radikal degil daha akilci bir açidan bakildiginda, bu tavir, kadinin yasamdaki gizil gücünü bularak onu gelistirmesi, Maslow’un deyimiyle “kendini gerçeklestirmesi” anlamina geliyordu. Feminizme zarar verdigi düsünülen bu bakis açisinin özellikle geleneksel kaliplara sIkIstirilmis kadin yasaminda ne kadar derin bir degisiklik yapacagi konusunda fazla söze gerek yok.

Bazilarina göre Salome, hiçbir zaman feminist olmamisti. Ama Lou Andreas-Salome, kadinlarla ya da erkeklerle olsun, bütün insan iliskilerinde kendini karsisindakiyle esit görüyordu. Erkeklerden bir eksigi oldugunu hiçbir zaman düsünmemisti. On yedi yasindayken, popüler bir din adami olan Peder Hendrik Gillot’ya ondan ders almak istegini dile getirdigi cüretkar bir mektup yazdiginda ya da yirmi bir yasindayken, Paul Ree ve Nietzsche ile birlikte entelektüel bir üçlü yasama modeli tasarladiginda, kendini bu erkeklerle esit düzeyde görüyordu.

Aslinda bu tavir, onun tüm yasamina damgasini vurmustu. Lou Andreas-Salome, hiçbir zaman kendini bir insan, bir kadin, bir yazar ya da bir düsünür olarak kanitlamaya ya da kabul ettirmeye gerek görmedi ve bu yönde herhangi bir çaba göstermedi. Salome, yasamini “dogal kuvvetlerin isleyisine benzer bir zorunluluk duygusu”nun yönettigini söylüyordu ama aslinda zorunluluk adini verdigi bu duygu, onun özgüveninden baska bir sey degildi. Çevresindeki insanlari ona çeken ve baglayan da belki bu özgüven ve onun getirdigi dogallikti.

Lou Andreas-Salome, kendi deneyimlerinden yola çikarak gelistirdigi fikirlerini çok sayida makaleyle yaziya döktü. Bu makaleler, baslica üç konu üzerineydi: Din, ask ve psikanaliz. Bunlar, onun yasaminin belli dönemlerinde agir basan konular gibi görünse de onun kisilik özellikleri isiginda, aslinda belli dönemlerde yasamin kendisiydi. Salome için yasam, önce din, sonra ask ve daha sonra da psikanaliz oldu. Yasama nasil bir tutkuyla bagli oldugunu 1882′de, yirmi bir yasindayken Petersburg’dan sonra gittigi ilk Avrupa sehri olan Zürih’te yazdigi siirle anlatiyordu:

Var olmak! Ve düsünmek! Bin yillarca…/Daha sIkI sar beni kollarinla/Eger verecek mutlulugun kalmadiysa/Olsun! Baska acilarin var ya…

Nietzsche, bu siirden, özellikle de son iki dizesinden öyle etkilenmisti ki, ona bir beste yapmis ve siirdeki, yasamin getirmesi olasi her seyi kabul etme istegine, en önem verdigi degerlerden birini, kahramanligi yakistirmisti.

Angela Livingstone, “Salome: Yasami ve Yapitlari” adli kitabinda Lou Andreas-Salome’nin yasamini bütün yönleriyle ele aliyor. Anlatiminda, Lou’nun son dostlarindan biri olan Ernst Pfeffier’inkiler basta olmak üzere pek çok kaynaktan yararlanan Livingstone, bu 19. yüzyil kadin düsünürünün yasamindaki gizemleri bir bir çözüyor. Kitapta ayni zamanda Lou’nun yasami ve düsüncesine iliskin önemli ipuçlari veren kurgu ve kurgu disi yapitlarindan parçalar da bulunuyor ve kitap, birilerinin sevgilisi ya da arkadasi olarak degil, bagimsiz bir insan, düsünür ve yazar olarak Salome’yi anlatiyor. Zaten Salome de yazinsal ve düsünsel kimligiyle ve farkli kisiligiyle basli basina bir inceleme konusu olmayi hak ediyor.

Salome-Yasami ve Yapitlari, Angela Livingstone, Çev.: Semra Kunt Akbas, Ayrinti Yayinlari, 2001.

Cumhuriyet Gazetesi Pazar Dergi eki, 25 Mart 2001, Sayi: 783, Sayfa: 6-7