PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Halk ozanları


MetinCeylan
01-12-2009, 23:17
Aşık Mahzuni Şerif

(1940, Afşin, Kahramanmaraş - 17 Mayıs2002, Köln), bir Türk halk ozanıdır. Tam adı Şerif Cırık'dır.

Hayatı

Eski ismi Berçenek olan Tarlacık Köyü'nde dünyaya geldi. 1955 yılında daha sonra Ankara'ya nakledilen Mersin Astsubay Okulu'na kaydoldu. 1960'da eşi Suna'yı kaçırdı ve 6 ay köyünde kaldı. Bu sırada okulu Balıkesir'e nakledildi. Okul komutanının çabası ile yeniden okula dönen Aşık Mahzuni, 6 ay devamsızlık yaptığına ilişkin bir ihbar üzerine okuldan atılınca yeniden köyüne döndü. 1967 yılnda ilk plağı ile müzik piyasasına girdi.
Bir süre Gaziantep'te ikamet ettikten sonra Ankara'ya taşındı. 1989-1991 yılları arasında Halk Ozanları Derneği Genel Başkanlığı'ni yürüten Aşık Mahzuni Şerif, Pir Sultan Abdal Dernekleri Genel Merkez Disiplin Kurulu Başkanlığı, Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği ve Ozan-Der Onur Kurulu Başkanlığı'nı da yaptı. Evli ve 8 çocuk babası Aşık Mahzuni uzun süredir yaşamını Almanya'da sürdürüyordu.
Türk Halk Müziği sanatçılarının başvuru kaynağı,söz ve beste deposu olan Aşık Mahzuni birçok dinleyecisi açısından günümüzün çağdaş Karacaoğlanı'ydı. Dom dom kurşunu, Yuh Yuh, Fadimem, Gül yüzlüm, Ciğerparem ve Ekmek kölesi gibi eserleriyle tanınan Aşık Mahzuni'nin türkülerini İbrahim Tatlıses'ten Mahzun Kırmızıgül'e kadar birçok türkücü ile bazı pop müzik sanatçıları da okudu. Halk şiirine gönül veren ve konuşma dilini şiirleştiren Aşık Mahzuni'nin 400'e yakın plağı,50 kasedi ve yayınlanmış 9 adet kitabı bulunuyor

Aşık Seyran


http://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/thumb/5/58/Develi_asik_seyrani.JPG/180px-Develi_asik_seyrani.JPGhttp://tr.wikipedia.org/skins-1.5/common/images/magnify-clip.png
Develili Aşık Seyrani (1800-1866)




Hayatı ve Karakteri

Türk Halk Edebiyatı'nın zirve isimlerinden biri olan Develi'li (Everek'li) Seyrani'nin doğum tarihi kesin değildir. 1800 veya 1807 yılında doğduğuna dair kayıtlar vardır. Bugün Kayseri ilinin en büyük ilçesi olan, o yıllarda Everek adıyla bilinen Develi'de doğmuştur. Asıl adı Mehmet'tir.
Babası fakir bir mahalle camii imamı olan Hoca Cafer Efendi'dir. Çocukluğu ekonomik güçlüklerle geçmesine rağmen babasının sayesinde medrese eğitimi almaktan geri kalmamıştır.
Seyrani'nin hayatı ile ilgili kesin bilgiler mevcut olmadığından halk kendisi için bazı menkıbeler yayarak bu eksikliği gidermeye çalışmıştır. Seyrani'nin ününü duyan çevre vilayet ve kaza aşıkları sık sık Develi'ye gelerek onunla atışırlar. Seyrani ustalığını konuşturarak onları pes ettirir. Ama artık ona Develi dar gelmeye başlamıştır, İstanbul'a gitmeyi arzular.
Seyrani, büyük bir ihtimalle Sultan Abdülmecit'in tahta geçtiği yıl olan 1839 yılında İstanbul'a gelir. O yıllarda İstanbul'da semai kahvelerine, saz söz meclislerine ilgi gösterilir, aşıklar birer bilge kişi olarak görülür, dinlenirdi. Bu meclislerin tiryakileri, aşıkları yalnız bırakmaz, onları meclisten meclise, kahveden kahveye taşırlardı. Saray'da devlet erkanının konaklarında, zenginlerin köşklerinde bir araya gelen aşıklar, birbiriyle tanışır, söyleşir, atışırlardı. Bazı paşa ve beyler, şairleri himaye eder onlara rahat bir hayat sağlarlardı. Böylesi bir zamanda İstanbul'a giden Seyrani, zamanın saz ve kalem şairleriyle tanışır, bilişir. Seyrani, İstanbul'a gelmişken yarım kalan medrese öğrenimini tamamlar. Şu sözleriyle tanımlamıştır bu günlerini:
"Yedi yıl eğlendi, kaldı Seyrani
Bütün tahsil etti ilmi irfanı
Sendeyken her türlü mürüvvet kanı
Bulmadın derdime çare İstanbul"

Ancak Seyrani karakteri gereği, etrafında gördüğü yanlışlıklara, bu yanlışlıkları yapan Padişah da olsa görmezlikten gelemeyen ve şiirlerinde bu durumları ağır bir şekilde hicveden bir şairdir. Bu yüzden hakkında soruşturma açılmış ve yakalanmamak için de Develi'li bir dostunun yardımıyla Develi'ye kaçmak zorunda kalmıştır. Bir süre burada kalan Seyrani daha sonra Halep'e gider. Burada da tutunamayan Seyrani tekrar Develi'ye gelir. Yaşadığı süre içerisinde Develi onun kıymetini pek anlayamamıştır. Yakalandığı sinir hastalığından dolayı ona "Deli Seyrani" denmiş, son yıllarını Develi'de yoksulluk içinde geçirmiştir.
Yoksulluğunu, çektiği acıları, dik kafalı bir ozan oluşuna bağlamak pek yanlış olmaz. Seyrani devrindeki gelişmeleri yakından takip etmiş, yanlışlıkları eleştirmiş, şiirlerinde kendisinden önceki ozanların alışılmış konu sınırlarının dışına çıkmıştır. Olaylara genellikle eleştirel gözle bakmış ve halkın sesi olmaya özen göstermiştir. Şiirleri hem ele aldığı konu bakımından hem de kafiye yapısı bakımından çeşitli ve zengindir. Şiirlerinde daha önce kimsede rastlanmayan kafiye yapılarına yer vermiştir. Şiirlerinde bazen bir tarikat ehli, bazen siyasi bir eleştirmen, bazen de koyu bir aşık olur. Bu da Seyrani'nin içten, dindar, duygulu ve duyarlı bir kişi olduğunu gösterir.
Seyrani, 19. yüzyıl halk edebiyatımızın şüphesiz en değerli örneklerinden birisi olarak diğer halk ozanlarını da etkilemeyi başarmıştır. Kendisi hakkında yapılan araştırma ve incelemeler son yıllarda çoğalmıştır. Eserlerinden bazıları bestelenerek icra edilmiştir.


Eserlerinden Örnekler

AŞIKIN GÖNLÜ
Eski libas gibi aşıkın gönlü
Söküldükten sonra dikilmez imiş
Güzel sever isen gerdanı benli
Her güzelin kahrı çekilmez imiş

Bülbül daldan dala yapıyor sekiş
O sebepten gülle ediyor çekiş
Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş
Kıyamete kadar sökülmez imiş

Sevdiğim değildin böylece ezel
Aşkının bağına düşürdün gazel
İbrişimden nazik saydığım güzel
Meğer pulat gibi bükülmez imiş

Seyrani'nin gözü gamla yas imiş
Benim derdim her dertlere baş imiş
Ben bağrımı toprak sandım, taş imiş
Meğer taşa tohum ekilmez imiş..

SENE 1261
Bin ikiyüz altmışbire tarih basınca
Pek ziyade oldu siklet bu sene
Eski adet bitip devir dönünce
Kalktı insanlardan şefkat bu sene

Koymuşum havana bu garip seri
Sefa mı sunulur ah şimden geri
Ağnıya olursan derler gel beri
Fukaraya yoktur rağbet bu sene

Fukaranın hali Mevla'ya belli
Merhamet yok ağnıyada ezeli
Buğdayın bir mutu oldu yüzelli
Muhtekire düştü fırsat bu sene

Zengin artık kesmez oldu kurbanı
Kalmadı dünyanın rengi elvanı
Sultan Süleyman'a kalmadı fani
Bize Hak'tan oldu rahmet bu sene

İş böyle giderse kopacak fesat
Yaklaşmadı gitti şu vakt-i hasat
Sanatlar işlemez ortalık kesat
Boşadır çalışmak gayret bu sene

Bu Seyrani sahih sohbet eylesin
Naçar olan fukaralar neylesin
Rica niyaz edin halas eylesin
Mevlamız beladan millet bu sene


Pir Sultan Abdal

Doğumu

16’ncı yüzyılda yaşadı. Asıl adı Haydar. Yaşamının büyük bölümü Sivas’ın Yıldızeli ilçesinin Çırçır Bucağına bağlı Banaz köyünde geçti. 16’ncı yüzyılın ikinci yarısında Sivas çevresinde boy gösteren [[Alevi-Bektaşi] Safevi-Türkmen kökenli yani Sah Ismail yanlısı Caferi mesebinden (Ehli-beyt yolu) olaylara karıştı. Sivas Beylerbeyi Deli Hızır Paşa, Pir Sultan’ı astırdı. Ölümünün, 1547-1551 ya da 1587-1590 arasındaki bir tarih olduğu sanılıyor.


6 ayrı kimlik

Çeşitli araştırmalarda 6 ayrı Pir Sultan kimliğine değinilir. Sırasıyla, Çorum yöresinden olup bir süre Ankara’da Hasan Dede tekkesinde kalan Pir Sultan’ım Haydar, aruzla şiirler yazan Pir Sultan, Divriği yöresinde yetişen ve asıl adı Halil İbrahim olan Pir Sultan Abdal, 18. yüzyılın ikinci yarısı ile 19. yüzyılın başında yaşamış olan Abdal Pir Sultan, 16. yüzyıl sonu ile 17. yüzyıl başında yaşayan ve Pir Sultan’ın asılmasıyla ilgili deyişleri söyleyen Pir Sultan Abdal.Pir Sultan Abdal Safevi yanlısı değildir.Yazdığı deyişlerin hepsi Şah'a(Hz.Ali'ye) yazılmıştır.


Gerçek Pir Sultan

Son olarak menkıbeleşmiş yaşamıyla tanınan, Hızır Paşa’nın astığı kabul edilen 16’ncı yüzyıl şairi Banazlı Pir Sultan Abdal. Halk edebiyatı araştırmacıları, gerçek Pir Sultan Abdal olarak Banazlıyı kabul eder.

Yetişme Koşulları

Pir Sultan Abdal, Alevi gelenekleri ve tarikat ortamında yetişti ve Sah Ismailin soyundandir. Hatai (Şah İsmail, Safevi Hükümdarı), Kul Hüseyin ve Kul Himmet’ten etkilendi. Şiirlerinde duru ve yalın bir Türkçe kullandı. Ana konuları, Degisler, Allaha olan sevgisi, aşk, tasavvuf ve kavgadır. Tekke ve tasavvufun kalıplarını aşıp geniş bir halk kesimine seslenebildi. Medrese öğrenimini Erdebil'de görmesine rağmen , diğer bazı halk şairlerinin tersine, Divan Edebiyatı’ndan hiç etkilenmedi.

Hakkında Araştırma ve Çalışmalar Yapanlar

Sadeddin Nüzhet Ergun, Abdülbaki Gölpınarlı, Pertev Naili Boratav, Cevdet Kudret, Cahit Öztelli, Sabahattin Eyuboğlu, Mehmet Fuat, Orhan Ural, Mehmet Bayrak ve Erol Toy’un Pir Sultan Abdal ile ilgili araştırma kitapları vardır.
Ayrıca Opera Sanatçısı ve Halk Müziği Araştırmacısı ve icracısı Ruhi Su, Pir Sultan'ın eserlerinin hemen tümünü yorumlamıştır.


Eserlerinden Bazı Örnekler



Alçakta Yüksekte
Alçakta yüksekte yatan erenler
Yetisin imdada aldi dert beni
Basimi alip hangi yere gideyim
Gittigim yerlerde buldu dert beni
Oturup benimle ibadet kildi
Yalan söyledi de yüzüme güldü
Yalin kiliç olup üstüme geldi
Çaldi bölük bölük böldü dert beni
Üstümüzden gelen boran kis gibi
Yavru sahin pençesinde kus gibi
Seher çagi bir korkulu düs gibi
Çagirta çagirta aldi dert beni
Abdal Pîr Sultan'im gönlüm hastadir
Kimseye diyemem gönlüm yastadir
Bilmem deli oldu bilmem ustadir
Söyle bir sevdaya saldi dert beni

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/9/95/Pirsultan-abdal-aniti.jpg


Sultan Suyu Gibi Çağlayıp Akma
Sultan Suyu Gibi Çağlayıp Akma
Erilir Gam Yeme Divane Gönül
Er Başımda Duman, Dağ Başında Kış
Erilir Gam Yeme Divane Gönül
Yıkılır Mı Hakk’ın Yaptığı Havuz
Şah-ı Merdani' nin, Biz De Kılavuz
Üç Günlük Dünyada, şu Yahşi Yavuz
Erilir Gam Yeme Divane Gönül
Pir Sultan Abdal’ım, Sırdan Sırada
Bu İş Böyle Oldu, Kalsın Burada
Cümlemiz Niyetlendiği Murada
Erilir Gam Yeme Divane Gönül


Bugün Yardan Haber Geldi
Bu gün Yardan Haber Geldi
Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan
Eğildim Bir Buse Aldım
Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan
Güzel Olanı Severler
Yanağından Gül Dererler
Kulakta Mengiç Küpeler
Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan
Baş Koydum Yarin Dizine
Uykular Girmez Gözüme
Ağ Ellerin Sür Yüzüme
Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan
Şekerden Şerbet Ezerler
İnce Tülbentten Süzerler
Dört Yanım Almış Güzeller
Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan
Pir Sultanım Gel Yanıma
Seni Sarayım Canıma
Dola Kolların Boynuma
Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan


Bilene Danış
Bilirim Bilirim Dersin Bilene Danış
Danışan Dağları(Hey Dost) Aşar Mı Aşar
Danışmadan Yola Çıksa Bir Kişi
Akıbet Yolundan(Hey Dost) Şaşar Mı Şaşar
Cahile Irak Ol Kamile Yakın
Bir Mana Söyleyim(Hey Dost) Darılma Sakın
Hasmın Karıncaysa Merdane Takın
Ummadık Taş Başa (Hey Dost) Düşer Mi Düşer
Pir Sultan Abdalım Böyle Mi Olur
Kişi Ettiğini(Hey Dost) Elbette Bulur
Yırtıcı Kuşların Ömrü Tez Olur
Zararsız Akbaba(Hey Dost) Yaşar Mı Yaşar


Bu Yıl Bu Dağların Karı Erimez
Bu Yıl Bu Dağların Karı Erimez
Eser Bâd-ı Sabâ Yel Bozuk Bozuk
Türkmen Kalkıp Yaylasına Yürümez
Yıkılmış Aşiret İl Bozuk Bozuk
Kızılırmak Gibi Çağladım Aktım
El Vurdum Göğsümün Bendini Yıktım
Gül Yüzlü Cerenin Bağına Çıktım
Girdim Bahçesine Gül Bozuk Bozuk
Elim Tutmaz Güllerini Dermeye
Dilim Tutmaz Hasta Hâlin Sormaya
Dört Kitabın Mânasını Vermeye
Sazım Düzen Tutmaz Tel Bozuk Bozuk
Pir Sultan'ım Yaratıldım Kul Diye
Zalim Paşa Elinden Mi Öl Diye
Dostum Beni Ismarlamış Gel Diye
Gideceğim Amma Yol Bozuk Bozuk




Kul Olayım Kalem Tutan Ellere
Kul Olayım Kalem Tutan Ellere,
Kâtip Arzuhalim Yaz şah'a Böyle.
Sekerler Ezeyim Şirin Dillere,
Kâtip Arzuhalim Yaz şah'a Böyle.
Güzelim Ey Güzelim Ey Güzelim Ey Ey.
Sivas Ellerinde Sazım Çalınır,
Çamlı Beller Bölük Bölük Bölünür.
Yardan Ayrılmışam Bağrım Delinir,
Kâtip Arzuhalim Yaz şah'a Böyle.
Güzelim Ey Güzelim Ey Güzelim Ey Ey.
Pir Sultan Abdal’ım Ey Hızır Paşa,
Gör Ki Neler Gelir Sağ Olan Basa.
Beni Hasret Koydun Kavim Kardaşa,
Kâtip Arzuhalim Yaz şah'a Böyle.
Güzelim Ey Güzelim Ey Güzelim Ey Ey.


Dostun Bahçesine Bir Hoyrat Girmiş
Dostun Bahçesine Bir Hoyrat Girmiş
Korudur Da Benli Dilber Korudur
Gülünü Dererken Dalını Kırmış
Kurudur Da Benli Dilber Kurudur
Neredesin De Dudu Dillim Nerede
Neredesinde Kömür Gözlüm Nerede
Bu Meydanda Serilir Postumuz
Çok Şükür Mevlaya Gördük Dostumuz
Bir Gün Kara Toprak Örter Üstümüz
Çürüdür De Benli Dilber Çürüdür
Neredesin De Dudu Dillim Nerede
Neredesinde Kömür Gözlüm Nerede
Pir Sultan Abdal’ım Başımdan Başlar
İyisini Korda Kemini Taşlar
Bin Çiçekten Bir Kovana Bal İşler
Arıdır Da Benli Dilber Arıdır
Neredesin De Dudu Dillim Nerede
Neredesinde Kömür Gözlüm Nerede


Halk Edebiyatı Şairi Eşrefoğlu Abdullah Rûmî

Eşrefoğlu Abdullah Rûmî, (? - 1469) Türk şair, mutasavvıf. Eşref-i Rûmî veya Eşrefoğlu Rûmî olarak anılır.


Hayatı

Asıl adı Abdullah'tır. Yine de babasının ismi dolayısıyla genellikle Eşrefoğlu, Eşrefzâde veya İbnül Eşref olarak anılmıştır. İznik doğlumlu olduğu için de sık sık İznikî olarak anılmış, yine de en sık kullanılan hitabı Eşref-i Rûmî olmuştur.
İznik doğumlu Abdullah'ın babasının zamanında Mısır'dan Anadolu'ya göçmüştür. Babasının ismi genelde Seyyid Ahmed ül Mısrî olarak geçer. Bu künyedeki Seyyid, şahsın İslam dininin son peygamberi Muhammed'in sülalesine dayandığını gösteren bir ibaredir.
Eşrefoğlu ilk eğitimini İznik'te yapmıştır. Babası ve dedesi mutasavvıf olsa ve tasavvufa da meyli olsa da daha çok ilmi eğitim görmüştür. Orta yaşlarında, bazı söylentilere göre 40 yaşlarındayken, ilim eğitimini sonlandırır ve dönemin ünlü fakihlerinden birinin yanında çalışmaya başlar. Buna rağmen tüm bu zaman boyunca tasavvufa olan ilgisi artmıştır ve sonunda ilmi bir kenara bırakıp tasavvufi hayat tarz ve görüşüne girer. Tasavvufa girişi genellikle o dönemde Bursa'da yaşayan Abdal Mehmet isimli meczup bir veli ile arasında yaşanan bir olaya bağlanır. Fakat bunun gerçekliği tartışmalıdır.
Eşrefoğlu tasavvufi yola giriş yapmak istediğinde Bursa'nın ünlü velilerinden Emîr Sultan'a bağlanmak ister. Fakat Emir Sultan onu Ankara'ya, Hacı Beyram Veli'ye gönderir. Bir süre Hacı Bayram Veli'nin dergâhında kaldıktan sonra, öneri üzerine Hama'daki kâdirî şeyhi Şeyh Hüseyn-i Hamevî'ye gider. Buraya ailesi ile birlikte gider ve bir zaman burada kalır. Sonunda Hama'dan İznik'e geri döndüğünde Eşrefoğlu büyük bir mutasavvıftır. İznik'te başlarda münzevi bir yaşam sürse de daha sonraları halkla iletişime geçmiş kendi tasavvufi görüşünü yaymıştır. Burada Eşrefoğlu Rumi kurucusu olduğu ve Kâdirîliğin bir kolu olan Eşrefîliği yayar. 1469 yılında yine İznik'te vefat eder.


Sanatı

Eşrefoğlu eserlerinde genelde yalın bir Türkçeyi tercih etse de az da olsa Arapça ve Farsça sözcükler de kullanır. Eserlerinde tasavvufi etki rahatlıkla görülebilir. En çok işlediği konu tasavvuf olduğu gibi genellikle kullandığı motifler ve kurgusal unsurlar da tasavvufi imgelerdir. Bunun dışında eserleri genel dini öğütler de içerir. Her ne kadar teknik bakımdan çok büyük başarı göstermese de, Türk tasavvufi halk edebiyatının en önemli isimlerindendir.
Eşrefoğlu'nun en önemli eseri Divan'ı olsa da, Müzekinnüfûs isimli meşhur bir eseri de bulunur. Müzekinnüfûs dini ve tasavvufi nasihatler içeren bir eserdir. Bunlar dışında matbu olmayan fakat yazma nüshalar halinde olan çeşitli eserleri vardır: Tarîkatnâme, Fütüvvetnâme, Delâil ün nübüvve, İbretnâme, Mâziretnâme, Hayretnâme, Elestnâme, Nasîhatnâme, Esrarüttâlibîn, Münâcaatnâme ve Tâcnâme