PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Osmanlı'da Kadın Şairler...


MetinCeylan
01-12-2009, 23:09
ZEYNEP HATUN
Divan şiirinin bilinen ilk kadın şairi. 15. Yüzyılda yaşamış bir kadı kızı ve bir kadı eşi. Çağdaşı olan Mihri Hatun ile aralarında latifeler ve karşılıklı şiir söyleşmeleri var. Divanı, Sultan Mehmet adına düzenlendi. Zeynep Hatun, şiirlerinde, kadının isteklerini, açgözlülük olarak nitelendirir ve döneminin kadınının aşağılık konumundan sıyrılma isteğini anlatır. Zeynep Hatun, bir şair olarak kabul görebilmek için, arzularının “merdane” olmasını ister. Tıpkı alçakgönüllü bir erkek gibi, bilge olmak isteğini vurgular. Yumuşaklık, sevecenlik gibi kadına özgü bazı değerleri, zayıflık ve ruhsal eksiklik diye nitelendirir. Aşık Çelebi, “Mesairus Şuara” adlı kitapta, Zeynep Hatun’un yaşamının son döneminde şiiri bıraktığını, inzivaya çekildiğini anlatır.

GAZEL

Keşfet nikabını yeri göğü münevver et
Bu âlem anasırı firdevs-i enver et

Depret lebini cüşe getir hacz-i kevseri
Anber saçını çöz bu cinanı muattar et

Hattın berat verdi saba yeline dedi
Tez er Hatay'a Çin'i tamam et müseehhar et

Yâra yolunda âşk ile derdinden ölenin
Kim der sana ki hecr ile cânın mükedder et

Zeynep çü dost zülfü gibi tarümarsın
Divane olma şiirini divan ü defter et

Zeyneb ko meyli zinet-i dunyaya zen gibi
Merdane var Sade-dil ol terk-i ziver it

MİHRÎ HATUN
1460 ya da 1461'de Amasya'da doğdu ve 1506'da yine burada öldü. Asıl adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa. "Mihrî" mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya'dan (Belâyî) aldı. Hiç evlenmedi. Sultan 2. Bayezid ve oğlu Şehzade Ahmed’in Amasya Valiliği sırasında kentte toplanan bilgin ve sanatkarların meclislerine katıldı. Mihrî Hatun, Zeynep Hatunla birlikte adı bilinen ilk Türk kadın şairlerinden. Güzelliğiyle bölgede ün salan Mihri Hatun, sade bir dille yazdığı kaside ve gazelleriyle tanınır. Diğer divan şairi kadınlardan aşkı çekinmeden kullanmasıyla ayrılır. Şairi Necati Bey’i kendisine örnek aldığı, şiirlerini Necati Bey'e gönderip fikrini öğrenmeye çalıştığı iddiaları da var. Söylentilere göre Necati Bey ile aralarında duygusal yakınlaşma vardı. Ayrıca şiirlerinde, Müyyedzâde Abdurrahman Çelebi ve Sinan Paşazâde İskender Çelebi’ye duyduğu aşka dair ipuçlarına da rastlanır. Mihri Hanım Divanı 1967'de Moskova'da basıldı.

GAZEL

Ben umardım ki seni yâr-ı vefâ-dâr olasın
Ne bileydim ki seni böyle cefâ-kâr olasın

Hele sen kaaide-î cevrde eksik komadın
Dostluk hakkı ise ancağ ola var olasın

Reh-i âşkında neler çektüğüm ey dost benim
Bilesin bir gün ola aşka giriftâr olasın

Sözüme uymadın ey asılası dil dilerim
Ser-i zülfüne anın âhiri ber-dâr olasın

Sen ki cân gül-şeninin bi gül-i nev-restesisin
Ne revâdır bu ki her hâr ü hasa yâr olasın

Beni âzâde iken aşka giriftâr itdin
Göreyim sen de benim gibi giriftâr olasın

Bed-duâ etmezem ammâ ki Huda�dan dilerim
Bir senin gibi cefâ-kâra hevâ-dâr olasın

Şimdi bir hâldeyüz kim ilenen düşmanına
Der ki Mihrî gibi sen dahi siyeh-kâr olasın

ANİ HATUN
Doğum tarihi bilinmiyor. 1710'da Yenişehir-Fener'de yaşamını yitirdi. Asıl ismi Fatma. Kültürlü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğdu. Akıllı, bilgili ve eğitimli olan Ani Hatun, “Hace-i Zenan (Kadınların Hocası)” lâkabıyla anılmıştır. Arapça öğrendi, doğu ve Batı edebiyatlarıyla ilgili çalışmalar yaptı. Bir divanı olduğu sanılıyor ama bulunamadı. Usta bir hattat olarak da ün yaptı. Bazı metinlerde hattatlığının şairliğinden bile üstün olduğu belirtilir.

GAZEL

Feramuş itti hayli dem beni yad itmeden kaldı
Benim çok sevdigim mahzunu dilşad itmeden kaldı

Nola t'amirine kasd itmese şah-ı cihan banım
Bilür kim hatır-ı viranım abad itmeden kaldı

Kalupdur bahr-i gamda fülk-i dil yok sahil-i maksud
Hayıflar rüzgarim bana imdad itmeden kaldı

Düşelden ran-ı aşk-ı yare zar ü natüvandır dil
Ser-i kuyinde halim yare feryad itmeden kaldı

Niçün derpey olur Ani ki hal-i Kays'ı bilmez mi
O biçare yetürdi kendin irşad itmeden kaldı

FITHAT HANIM
İstanbul'da doğdu, doğum tarihi bilinmiyor. 1780'de yine İstanbul'da yaşamını yitirdi. Asıl adı Zübeyde. Şeyhülislam Ebu İshakzade Mehmet Esad Efendi'nin kızı. Özel derslerle eğitildi. Küçük yaştan itibaren edebiyat ve şiirle ilgilendi. Rumeli Kazaskerlerinden Mehmed Efendi ile evlendi. Günümüze kadar gelen kadın şairler arasında en dikkat çekicilerden biri. Aydın ve şairi bol bir çevrede yetişti, döneminin sanat-edebiyat çevrelerinde bulundu. Şiirleri kadar nükteleri, Koca Ragıp Paşa ve şair Haşmet ile aralarında geçen şakalaşmalarla da bilinir. Ancak günümüze ulaşan bu şakaların bir kısmının uydurma olduğu sanılıyor. Türkçe'yi çok güzel kullanır, şiirlerinde zaman zaman halkın konuştuğu dile de yer verir. Ama şiirlerine kadın içtenliği ve inceliği yansımaz. Yayınlanmış bir divanı var. Kendisini anlamayan, ruhuna denk düşmeyen, şiirle uğraşmasına bir anlam veremeyen kocası Derviş Mehmet Efendi ile evliliğinde mutlu olmadığı biliniyor.

ŞARKI

Beni derdinle yeter zâr etdin
Yok mu insâfın a zalim söyle
Çeşm-i mestin gibi bîmâr etdin
Yok mu insâfın a zalim söyle

Ruhların taze gülü handandır
Leblerin derd-i dile dermandır
Sühanın mürde-i aşka candır
Yok mu insâfın a zalim söyle

Âşık-ı zâre cefâ kârındır
Öldüren gamze-i hunharındır
Eden ihyâ yine güftarındır
Yok mu insâfın a zalim söyle

Ey Sehi-kamer ü şîrin-güftâr
Bülbül-i vird-i ruhun gerçi hezâr
Var mıdır bencileyin âşık-ı zâr
Yok mu insâfın a zalim söyle

GAZEL

Neşve-i cam-ı muhabbetle gönül cuş eyler
Çekilen der ü gamı cümle feramuş eyler

Kıl hazer alma sakın aşık-ı zarın ahın
Seni bir şuh-ı sitemkara felek dun eyler

Bir nigehle komadı derdimi takrire mecal
Çeşm-i mestin nice guyaları hamuş eyler

Hale-i mah gibi sineye çekmiş mihri
Bezm-i vuslatta o kim yari deraguş eyler

Sen hem gülşen-i hüsnünde figan et cü hezar
Fıtnata derd-i dilin belki o gül guş eyler

LEYLÂ HANIM
Sudur'dan Moralı Zâde Hâmid Efendi'nin kızı ve Keçecizâde İzzet Molla’nın yeğeni. Çocuk denecek yaşta babasını kaybetti, aynı dönemde evlendirildi, bir hafta içinde ayrıldı. Dönemin ünlü şairleri ve dayısı olan Keçecizade İzzet Molla'dan özel ders adı. Saray kadınlarıyla yakın ilişkisi olduğu bilinen, iyi eğitimli ve çok kültürlü bir şair. Hazır cevaplığı ve şakacılığı ile de tanınır. Mevlevî tarikatına katıldı. Mihrî Hatun kadar olmasa da kadın duygularını dile getirmesi ve döneminin koşullarında bir kadın için serbest sayılabilecek söyleyişiyle dikkat çeker. Edebî bir çevrede yaşadığı için verimli bir şair. Şiir dili açık ve sade. Bir Divanı var. 1848'de yaşamını yitirdi. Galata Mevlevihanesi kabristanında toprağa verildi. Pür âteşim açdırma sakın ağzımı zinhâr, mısrasıyla başlayan, Zâlim beni söyletme derûnumda neler var, nakaratlı şarkısı çok ünlü.

GAZEL

Yârin âşıkları ile ülfeti pek güçtür güç
O peri vahşidir unsiyyeti pek güçtür güç

Sakın aldanma gönül vâ'd-i visâl-i yâre
Sonra derd ü elem ü mihneti pek güçtür güç

Beni âfv eyle eğer meclise girdiyse rakip
Çekemem doğrusu bu sıkleti pek güçtür güç

Ders-i aşkı açalım dersini vaiz kapasın
Zâhidin bârid olur sohbeti pek güçtür güç

Sohbeti yâr ile de pekçe uzatma Leylâ
O peri vahşidir ünsiyyeti pek güçtür güç

ŞEREF HANIM
1809'da İstanbul'da doğdu, 1861'de yaşamını yitirdi. Yenikapı Mevlevihanesi kabristanına defnedildiği sanılıyor. Mehmed Nebil Bey'in kızı. Şairi bol ve kültürlü bir ailenin mensubu. Kadirî ve Mevlevî tarikatlarına girdiği biliniyor. Sıkıntılarla dolu bir yaşam sürdü. Padişah II. Mahmud ve Valide Sultan’a yazdığı şiirlerinde bu sıkıntıları anlatır. Geleneksel kalıplar içinde kalan şiirleri sadelikleri ve düzgün anlatımlarıyla dikkat çeker. İlk kez 1867'de Matbaa-i Âmirane'de basılmış bir divanı var.

KASİDE

Kasîde-i Bahâriyye der Hakk-ı Müşâriin-ileyh
- Berây-ı Âlî Paşa -

Açıl ey gonce-i zîbâ açıl fasl-ı bahar oldı
Hezârın hasret-i dîdâr ile derdi hezâr oldı

Donandı her taraf üşkûfe-i elvan ile yer yer
Yine sun'-ı Cenâb-ı Kird-gârı aşikâr oldı

Takarrub edicek teşrifi sultân-ı gülin nâ-gâh
Dikildi tûğ-ı şâhî bağ u sahra kânı-kâr oldı

Bahar erdûsını sünbül-teber tebşire geldikde
Kurup çadır çiçekle muntazır her kûh-sâr oldı

Bu eyyâm-ı ferah-zâye tahassür çekmeden fulya
Sarardı sureta bir âşık-ı zar u nizâr oldı

Meğer neşv ü nema bulmuş şarâb-ı erguvan ile
Anın'çün çeşm-i dilber gibi nergis pür-humâr oldı

Görüp zülf-i arûsın ziynet ü dârâtını bî-şekk
Civan perçem başa çıktıkda gayet dil-figâr oldı

Benefşe çıkdı her-câyî deyu ifrât-ı ye'sinden
Olup sünbül perişan lâle yek-ser dâğ-dâr oldı

Eder şeb-bû ile ay-çiçeği gece safa, mehtâb
Görince fûl-ı bahrî yollar üzre hep nisâr oldı

Düzüp zerrin kadehle bezmini çark-ı felek güya
Çekildi bir kenâre cümleden sâhib-vakâr oldı

Sarıldı nahl-ı leylâk üzre güya bir çiçekli şal
Bakup serv u sünûber bîd-i reşkiyle çinâr oldı

Şakâyıkda görince revnak ü rengi kemâlinde
Hasedle zenbakın hep akl u fikri târ u mâr oldı

Bilür erbabı kadrin bak alur göz ile haşhaşa
Ki attâr-ı felekden ehl-i keyfe ber-güzâr oldı

Karanfil yâsemen aşkile sîne çak çak etdi
Ya her dem tazeye meyi etmede bî-ihtiyâr oldı.

Ne kabil misk-i Rûmî ıtr-ı şâhîyle ola hem-bû
Girince araya şimşir bu da'vâ ber-karâr oldı

Bütün ezhâre hâlât-ı hazânı etmeğe ifşa
Gelüp kartopu güya tercemân-ı rûzigâr oldı

Bahâriyye temam olduysa da ey hâme güya ol
Gazel de söylemek şâirlere çünkim şiar oldı

Yine ey gül-izâr-ı işve vakt-ı âh u zar oldı
Bu da'vâya delîl ü şâhid istersen hezâr oldı

Buyur geşt ü güzâr et cümle ezhârı çemen-zârın
Kudûmın öpmeğe hep dîde dûz-ı intizâr oldı

Görince bülbülün cûş u hürüsün fart-ı gayretle
Benim de seyl-i eşkim ğıbta-bahş-ı cûy-bâr oldı

Gelüp bâd-ı sabâ dedi Şeref geç bu hevâlardan
Bu nazmın gerçi evrâk-ı sipihre yadigâr oldı

Ne sarf etdin bahara cevher-i güftârını ancak
Sebeb-i asayiş dünyâya bir âlî-tebâr oldı

Edersin medh ol zât-ı şerifi et ki âlemde
Senası mahz-ı farz u her sağar ü her kibar oldı

Bu vasfa Hazret-i Alî Emîn Paşa sezadır kim
Duây-ı devleti vird-i zeban ü her diyar oldı

Makâm-ı âliyi teşrif edel'den zât-ı ülyâsı
Umûr-ı hâriciyye nâzırıyle pür-vakâr oldı

Huzurunda şükûfe şîşesi olmak ümidiyle
Ne rütbe şimdi çeşm-i bülbüle bak i'tibâr oldı

Nesîm-i lutfı ğâlibdir bahara ehl-i hâcâtın
Nihâl-i maksad u amali hep pür berg ü bâr oldı

Nisâr olmakda gerçi cümleye nakd ü inâyâtın
Senin hakkında ise şad hezâr u bî-şümâr oldı

Düşüp ümmîd-i afv ile der-i ihsanına gönlüm
Bilür cürm ü kusûrın pây-mâl-i i'tizâr oldı

Kerem-kârâ şeref-sadrâ sipihr-i devlete bed-râ
Eğerçi bunda ıtrâ'-ı makâla ibtidâr oldı

Vesîle-cûy idim neşr etdim işte bu bahaneyle
Bütün ezhâr bûy-i midhatinden hisse-dâr oldı

Kıyâs olsa yanında bir içim su gibidir nîsân
Ki cûd u şefkatin baranı bahr-ı bî-kenâr oldı

Umûrında muvaffaksın o rütbe zanneder herkes
Ya Zât-ı Hızr yâ tevfik-i Bari müsteşar oldı

Bekây-ı ömr ü ikbâlindir elbet matlabı halkın
Vücûdın mutlaka dünyâya lutf-ı Gird-gâr oldı.

Penâh eden hücûm-ı ceyş-i gamdan olur asude
Der-i Devlet-meâbın bir hısâr-ı üstüvâr oldı

Değil fahriyye yazmak gerçi haddim kendi hakkımda
Bana Zât-ı Şerifin lîk mahz-ı iftihar oldı

Ederken âh ü feryâd endelib efsâne dinlemez
Şeref, başla du'âya gayrı vakt-ı İhtisar oldı.

Akîb-i cemrede her sal meymûn fal dendikce
Cihâna feyz-i nevrûzın yeter pertev-nisâr oldı

Riyâz-ı ömr ü câhı haşre-dek her dem bahar olsun
Denildikçe yine vakt-ı safay-ı gül-izâr oldı.

(Mefaîlün mefaîlün mefaîlün mefâîlün)

KITALAR

Bir vech ile kabil değil icrayı teşekkür
Şâdoldu şeref zar iki yüzden agâh
Eüdi beni teltif reis oldu efendim
Hem kıldı iki yüz kuruş ita bana her mah
...

Keramet tâ ezelden dadı Hakmış zatına bildim
Benim keşfeyledin arzetmeden hali perişanım
İkişer yüz kuruş mahiye ihsan eyledin hakka
Şeref bir akçeye şayan değilken ey keremkânım
...

Kemalü ömrünü lûtfundan efzun eylesün Mevlâ
Cihan durdukça dur sadrında sen ey himmeti Âli
Şeref zatın maaş tahsisi ile şimdi sayende
Değildi habbeye malik pür oldu ceybi amali
...

ÂDİLE SULTAN
1825'te İstanbul'da doğdu, 1898'de yaşamını yitirdi. Sultan II. Mahmut ile eşlerinden Zernigar Sultan'ın kızı, Sultan Abdülmecit'in kız kardeşi. Sarayda özel eğitim gördü. Kaptan-ı Derya ve sonradan Sadrazam olan Mehmet Ali Paşa ile evlendi. Önce üç çocuğunu, sonra kocasını ve ardından da genç kızı Hayriye Sultan'ı kaybedince acıya boğuldu. Nakşîbendi tarikatına girdi. Şiirleri 1996'da "Adile Sultan Dîvânı" adıyla yayınlandı. Şiirleri genellikle çocukları, eşi ve kızı Hayriye Sultan'ın ölümlerinden duyduğu derin üzüntüyü yansıtan manzumelerden oluşur. Çağdaşı olan Leylâ ve Fıtnat Hanımlardan daha az başarılı bir şair sayılır. Aruzun yanı sıra hece ölçüsüyle de şiirler yazdı. Türbesi İstanbul Eyüp'te Bostan İskelesi yakınında. İstanbul'da pek çok hayır eseri bıraktı, ayrıca babası onun adına birçok eser yaptırdı. Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı’nın basılmasını sağladı.

GAZEL

Duymayın can ü gönül dostuma pinhan gideyim
Akl ü can bana nedir bidil ü bican gideyim

Cismde can gibidir gözde hayâli yârin
Nice bir gurbet ü firkatle perişan gideyim

Korı canımda da âşk odını yaktı alevi
Yanmak âşk ile beşaret bana üryan gideyim

İderim kat'ı taalluk çü bu can ü tenden
O güle bülbül-i can itmede efgan gideyim

Adile Kâ'be-i kulın ideyim şöyle tavaf
Arz ide ruyını dildarıma mihman gideyim

TEVHİDE HANIM
Doğum tarihi 1847. 1902'de Manisa'da öldü. Babası Turgutlulu Limoncuzade Fehim Efendi. Annesi, İzmirli Sinanzade Ahmet Efendi'nin kızı Tahire Hanım. Manisalı Veznedar Çakmak Hüsayin Efendi ile evlendi. Bir kızları oldu. Kızını ve ardından kocasını kaybetti. Mevlevi tarikatına girdi. Şiirini annesi, kızı ve kocasını art arda kaybetmenin acısı etkledi. Bir divanı var. 1881'de yazıldığı tahmin edilen bu divanda kendi yaşamından ve Manisa'dan izler bulunur. Tevhide Hanım'ın önemi yaşadığı çağın coğrafyasını, insanlarını, kültürü ve günlük alışkanlıklarını yansıtmasıdır. Divanı Gürol Pehlivan, Bülent Bayram ve Mehmet Veysi Dörtbudak hazırladı. Manisa Belediyesi'nin desteğiyle yayınlandı.

DESTÂN-I MAĞNİSA

Takrîr edem dinle nedir hâli Mağnisa'nın
Söyleyim bak nedir ahvâli Mağnisa'nın
Düğünde bayramda atlas hâre giyerler
Bozulmaz yeşili alı Mağnisa'nın

Mağnisa'nın içinde evliyâsı çok
Mescidi camisi medresesi çok
Hâfızı mütedâ müderrisi çok
Okur bülbül gibi dili Mağnisa'nın

Etraf köyden şehirlerden gelirler
Handa hânelerde misâfir olurlar
Sultân Camisi'ne sâf sâf dururlar
Altın kemerlidir beli Mağnisa'nın

Sultân Nevrûz günü Mesir saçarlar
Cem olup cümle halk avuç açarlar
Mollalar imâretden çorba içerler
Her şehre ulaşır eli Mağnisa'nın

Âşıklar pîrine eyler niyâzı
Dere Kahvesi'ne asarlar sazı
Karşısında bülbül eyler avâzı
Açılır baharda gülü Mağnisa'nın

Ulu Cami'nin vurur çanlı sa'ati
Herkes vaktini bilir bulur râhatı
Tüccarların budur dâim adeti
Elden ele gezer malı Mağnisa'nın

Bahar vakti gelir bülbül sadâsı
Vardır erenlerin anda du'âsı
Kışın kar ile dolar dağı ovası
Akar boz bulanık seli Mağnisa'nın

Çölünde Karaca Ahmed Sultân hazırken
Üstünde Saruhan Baba nâzırken
Sağda Hâki Baba solda Kırtık Sultân vezirken
Deftede kayd olmaz vebâli Mağnisa'nın

Cümle eknâf çâr köşeden gelenler
Her birisi bir işe memur olanlar
Kazanıp kârında bereket bulanlar
Gitmez gözünden hayâli Mağnisa'nın

Beldemiz üstü dağ önü mesire
Bahar gelince cümle çıkarlar seyre
Gel bunca evliyâları ziyâret eyle
Şimdi çimendiferdir yolu Mağnisa'nın

Tevhîde sözünde hilâfın yokdur
Tatlıdır kavunu karbuzu çokdur
Karına kaymağına hiç sözüm yokdur
Namdadır yağ ile balı Mağnisa'nın

ŞARKI

Sana ne diyem ne söyleyem âh sana
Bir himmetin yok imiş eyvâh sana
Ederim bir âh-ı cân-gâh sana
Gayri bundan sonra âlem bir yana

Eyledin sen beni kendine meftûn
Cevrin etdi dîdemi âb-ı Ceyhûn
Serim sevdâya saldın aklım Mecnûn
Gayri bundan sonra âlem bir yana

Hevâ-yı zülfün ile hâlim tebâh
Kalmadı âşıklığıma iştibâh
Bir onulmaz derde düşdüm vâh bana vâh
Gayri bundan sonra âlem bir yana

Tîg-i hicrin hiç vermedi arayı
Sînemde açdı nice pin yarayı
Yazık etdin Tevhîde-i bîçâreyi
Gayri bundan sonra âlem bir yana

FERİDE HANIM
1837'de Kastamonu'da doğdu. Kasmatonu ulemasından Bahar Zade Hammami Mehmet Reşit Efendi'nin kızı. İlk eğitimini medresi öğretmeni olan babasından aldı. Arapça ve Farsça öğrendi. Güzel yazı'ya yani "hat"a merak saldı. Bolulu İzzet Paşa'nın divan katipliğini yapan Ali Raif Efendi ile evlendi. İstanbul'a taşındılar. Feride Hanım 25 yaşında iken eşini kaybetti. İstanbul'dan Kastamonu'ya giderek yaşamını burada tamamladı. 1903'te öldü. Şiirleri arasında epey yer tutan Muhammediye'leri ile tanınır.

BEYİT

Duhterine böyle ider mi mâderi söyle bana
Görmedim billâh cihanda böyle bir âzâr ana
GAZEL

Ah kim çıkdı elimden koynumun zer saati
Hasretile kalmamışdır gönlümün hiç rahatı

Yâdigar-ı yâr idi doğru gider gamhar idi
Yirmibeş yıldan beru itmiş idim ünsiyeti

Zer gibi zerd ola ruyi hem ayarı nakş ola
Mekr ile biganeler ger eyledise sirkati

Yelkavan veş ruzü şeb zevki içün çeksin taab
Soksun akrebler vücudın göre rencü mihneti

Kıldı rekkası felek çerh gibi sergerdan beni
Nice dolaplar ile virdi bana çok zahmeti

Yetdürür zinciri zülfü yâr ile bend olması
Kayd olup derdü game çekmekden ise firkati

Ben Feride veş gamü mihnetle ferdim dehrde
Geçmedi alâmsız biçarenin bir saati

(Kocasının ölümü üzerine yazdığı gazel)

HATİCE NAKİYE HANIM
Müneccimbaşı Osman Saib Efendi'nin kızı. 1846'da ikiz kardeşiyle birlikte dünyaya geldi. Sıbyan mektebinde okudu. Annesini küçük yaşta kaybetti. Teyzesi tarafından büyütüldü. Darülmuallimat'tan mezun oldu. Yenikapı Mevlevihanesi müritleri arasına girdi. Ali Fuat Bey'in Maarif Nazırlığı döneminde Darülmuallimat'ta öğretmenliğe başladı. Farsça ve tarih öğretti. Lügati Farısiye sözlüğünü hazırladı. Bir süre Mısır'da kaldı. Sultan Mehmet Reşat döneminde bazı şehzade ve sultanlara öğretmenlik yaptı. II. Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi. 1899da yaşamını yitirdi. Yenikapı Mevlevihanesi Çınaraltı Kabristanı'nda toprağa verildi. 40 kadar gazel, methiye, şarkı, müstezad, tahmis, terci-i bend ve kıt'a yazdı. Döneminin kadın şairlerinden Şeref hanımın yeğeni idi. Onun divanının ikinci basımını hazırladı. Dergilerde dağınık halde olan şiirleri derlenemedi. Bir bölümü Türkçe olan bu şiirlerden bazıları kardeşi Nebil Bey’in Divan’ının sonunda, bir kısmı da Ahmet Muhtar Bey tarafından yayımlandı. Hiç evlenmedi.

KOŞMA

Eyvah aşkınla yandım
Sonra cevrinle kandım
Aldandım sözlerine
Seni vefalı sandım

Ver bir dolu içeyim
Gör aşkınla niceyim
O mahmur gözlerinden
Ben nasıl vaz geçeyim

Kadehler durmasun boş
İçüb olalım serhoş
Çünki ağyar sözünden
Yâr ile aram bir hoş

Şimdi dil biçaredir
Aklım pek âvaredir
Ayrılık ateşinden
Ciğerim pür yaredir

Sinemi hicri dağlar
Gözlerim irmakdır çağlar
Nakiyye'nin halini

GAZEL

Bir gamze hun rize şikâr oldu bu gönlüm
Şeb ta seher aşuftevü zar odu bu gönlüm

Bir çaresi yok derde giriftar olub eyvah
Bir gonce içün âleme har oldu bu gönlüm

Gülçini visal olmak içün bağı tarabda
Bir bülbüli şurideye yâr oldu bu gönlüm

Gülşende edüb nağmei bülbül ana tesir
Feryad ile manendi hezar oldu bu gönlüm

Geçdi neyü meydan işidüb savtı hezarı
Medhuş olarak maili zar oldu bu gönlüm

Rüyet hevesile Nakiyye bir kez o şuhu
Akdamı rekibane gubar oldu bu gönlüm
Gören kâfirler ağlar

SIRRÎ HANIM
1814'te Diyarbakır'da dünyaya geldi, 1877'de öldü. Edirnekapı Otakcılar Mahallesi'nde Kadiri Dergahı kabristanına defnedildi. Asıl adı Rahile. Diyarbakır Hanedanı'ndan Ahmed Bey'in kızı. Kültürlü bir ailede büyüdü. Divan kültürüyle yetişti. Tahir Zade Bekir Ağa ile ilk evliliğini yaptı. Bir süre Bağdat’ta yaşadı. Daha sonra İstanbul’a geldi. Yusuf Kâmil Paşa konağının şiir-edebiyat sohbetlerine katıldı, paşanın eşi Prenses Zeynep ile dost oldu. Kâmil Paşa ile evlendiği söylentisi de var. Kızının ölümü üzerine yazdığı içli bir mersiye ile tanınır. Bir divan oluşturacak kadar şiiri var.

GAZEL

Şahbazı kuds olan mesture şeklin göstürür
Mahremi sultan ekser dûr şeklin göstürür

Saykal ol mir'atı kalbe masiva fikrin bırak
Jenk olunca ayine meksur şeklin göstürür

Şer çekerse tâ semaye suzi dilden dûdi âh
Mahitab olur felekde nur şeklin göstürür

Dehri duni bisebate dil viren divaneye
Mesti bibaki elest mahmur şeklin göstürür

Ayni ibretle alan her bir varakdan bir sebak
Nevbehar eyyamıdır zünbur şeklin göstürür

Tâ ezelden Sırrî hakikatden dili, agâh olan
Başü can terkin kılub Mansur şeklin göstürür

MÜNİRE HANIM
1818'de sadrazam olan Mehmet Derviş Paşa'nın kızı. 1825'te doğdu, 1903'te İstanbul'da öldü. İyi bir eğitim gördü. Özel öğretmenlerden Arapça, Farsça dersleri aldı. Müştak Efendi'den edebiyat öğrendi. Kerbela Mutasarrıfı Ali Rıza Paşa ile evlendi. Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Osman Salahüddin Dede'nin müritleri arasına girdi. Çoğunlukla Mevlevi övgüleri yazdı.

MÜSTEZAD

Dün bastı ayak meclise mestane o âfet
Ol kânı letâfet
Aldırdı bütün aklını erbabı firaset
Hiç kalmadı takad

Zülfi gibi itdi beni eyvah perişan
Aşüfteü hayran
Yârab, bu ne kaşdır, bu ne gözdür, bu ne halet
Bu hüsn, bu kamet

Bir kimseye bir nim nigâh eylese ol mah
İmdad ide Allah
Çeşmanı siyahile ider ömrünü garet
Bicürmü cinayet

Benden neden ey gevheri gencinei ismet
Kat eyleyüb ülfet
Gayrile idersin dün ve bugün akdı meveddet
Pakize muhabbet

Ol yâre demem yar ki yar ide rakıbi
Har ide habibi
Arif olana matlabı tarife ne hacet
Yok bende semahat

Sen şemi dil efruzı seraperdei cansın
Hoş ruhı revansın
İsmet gibi pakizelik âlemde olur mu
Tarife gelür mi

Haffaş edemez neyyiri nevare rekabet
Ger kopsa kıyamet

FITHAT HANIM (Trabzonlu)
1842'de Trabzon'da dünyaya geldi. Trabzon Valisi Hazinedar Zade Vezir Abdullah Paşa'nın kızı. 3 yaşındayken ailesiyle İstanbul'a taşındı. Özel öğretmenlerden ders aldı. Genç yaşta evlendirildi. Kısa süren bu ilk evliliğinin ardından Bahriye Nezareti mektupçusu Mehmet Ali Efendi ile yeniden dünya evine girdi. İlk evliliğinden, "İlk zevcim beni o kadar kıskanırdı ki güzel giyinmekten, şiir yazıp okumaktan bile men ederdi. Hatta, "kirpiklerinin uzunluğu gözlerine pek çok letafet veriyor diyerek kirpiklerimi keserdi" diye şikayet ettiği biliniyor. Fitnat Hanım'ın şair yönü ve şiirleri Süleyman Nazif Bey tarafından keşfedilip edebiyat dünyasına tanıtıldı. 1911'de İstanbul'da yaşamını yitirdi ve Edirnekapı Mezarlığı'na defnedildi.

MUHAMMES

Etme rağbet düşmeni bed kâre Allah aşkına
Verme fursat öyle her mekkâre Allah aşkına
Olmasun mahrem rakib esrare Allah aşkına
Sen edersen razıyım azâre Allah aşkına
Kıl mürüvvet verme yüz ağyare Allah aşkına

Kapladı miratı kalbim ol kadar jenki melal
Bisteri gamda yatub derdinle oldum bi mecal
Hasreti didarın ey meh eyledi pek hasta hal
Öyle zar oldu tenim gelse ecel bulmak muhal
Ben şehidi gamzenim bir çare Allah aşkına


Ey tabibi canü dil rahm eyle bu bimarına
Muntazırdır göz göz olmuş zahmler tımârına
Bari bir gün mazhar eyle mihrı lütf âsârına
Desti lütfunla deva kıl hasta'i nâçarına
Merhemi kâfur ister yâre Allah aşkına

Hey ne sihre etdin bana ol çeşmi cadular ile
Eyledin aklım perişan zülfi şebbuler ile
Şaneveş sad çâk sinem fikri giysular ile
Pâre pâre eyleme müjganü ebruler ile
Yine zahm açma reki bimare Allah aşkına

Kalmadı dilde tehammul gayri derdi fırkate
Eyle mahrem sevdiğim bir kere bezmi vuslate
Sun lebi can bahşını bu mübtelâyı mihnete
Lali nabzın ile can ver nâ ümidi sıhhate
Son nefesde bi meded nâ çare Allah aşkına

Servi kaddin sureti ayrılmaz aslâ dideden
Rühların gitmez hayâli hatırı rencideden
Nev nihâlim kaçma lütf et âşıkı gamdiden
Saklama gel ruyıını bir bülbüli şurideden
Arzı didar eyle ey mehpare Allah aşkına

Gamzeler kim tabı meyden kâh hun âlud olur
Lâhzada bin âşıkı aşüfte dil nâbud olur
Nazre'i hışmın dahi ihsandan madud olur
Her nigâhın âfeti can, dil yine hoşnud olur
Ne belâye düşmüş ol âvâre Allah aşkına


Jenki gamden saf eyle sevdiğim ayineni
Kıl çerağı bezmi vaslın âcizi bi kîneni
Şöyle dilsuz eyledi bu bende'i dirineni
Sine sin yandı sine görmeyelden sineni
Merhamet kıl Fitnatı gamhare Allah aşkına

HABİBE HANIM
1846'da Hersek'te dünyaya geldi. Osmanlı'nın en son Hersek veziri olan Rizvanbegoviç Galip Ali Paşa'nın kızı. Hersekli Arif Hikmet'in halası. Genç bir kızken ilesiyle bilikte İstanbul'a geldi. İlk evliliğini İstanbul'da Mehmet Mehdi Efendi ile yaptı. Daha sonra Konya Defterdarı Numan Efendi ile evlenip Konya'ya gitti. Ancak ikinci eşiyle de anlaşamadı. Boşandıktan sonra İstanbul'a döndü. 1892'de yaşamını yitirdi. Topkapı Mezarlığı'nda toprağa verildi. Konya'da yaşadığı sürede Mevleviliğe ilgi duydu. Mevlevilere katılıp "sikke puşı melâmet" olduğu söylenir.

GAZEL

Ciğerde tigi gamzen zahmi varken atma peykânın
Yeter ey kaşı yay artık yeter debretme müjkânin

Nigâhi mestine cânâ ki şayan gördün agyarı
Yine nev yâreler açdı deruna tigi hicrânın

O gafil bihaber nâdan aduye hemdem olmuşsun
Visalinden bizi dur eyledin var olsun ihsanın

Ümidi merhamet kılmak abestir senden ey kafir
Seni bidin demişlerdi ezelden yoktur imanın

Habibe bi deva derdden helas olmak da müşkildir
Ümid etmez esiri derd olanlar gayri dermanın

HASİBE MAİDE HANIM
1830'da doğdu. Mirliva Bekir Paşa'nın kızı. Evkaf Nazırı Hacı Said Efendi'nin oğlu Zabıta Meclisi Reisi Atıf Bey'le evlendi. 1881'de yaşamını yitirdi. Beşiktaş'ta Yahya Efendi Dergahı Kabristanı'na defnedildi. Beşiktaş Mevlevihanesi Şeyhi Nazif Efendi'nin müritlerinden. Döneminin saygı gören, terbiyeli hanımlarından. Şiirlerinde imale ve zihaf kusurlarına rastlanmasına rağmen anlam yönüyle güzel bulunur. Bir divançesi olduğu biliniyor. Bir divan dolduracak sayıdaki şiirlerinin ölümünden sonra yakınları tarafından Konya Kütüphanesi'ne gönderildiği söyleniyor.

GAZEL

Eyledim hali dili bimarım ol sultane ars
Hasta eyler görse elbet derdimi Lokmane arz

Zülfüanün her tarına bağlandı gönlüm şübhesiz
Eyledi zenciri aşka kendini divâne arz

Çok mu olsa şulei rahsarına canım fidâ
Şem'ine her şeb eder öz canını pervâne arz

Gösterüb sînemde dağım dilde yarem hâsılı
Macerayi aşkı ettim ol şehi hubane arz

Etmesem tâciz eğer bu nâlei cangâhtan
Maide her dem ederdim halimi cânâne arz
ŞARKI

Gülşeni şek içre hezar olmadı
Nâfile gönlümce bahar olmadı
Beklediğim leylü nehar olmadı
Talii nasaz bana yâr olmadı

Kendime hemdem edinip fırkati
Zevku safâda ederim mihneti
Her ne kadar ettim ise gayreti
Talii nasaz bana yâr olmadı

Uğraşırım ahı sehergâh ile
Bahtı siyahım gibi bedhah ile
Ben ya nasıl ağlamayım ah ile
Talii nasaz bana yâr olmadı

Dilde elemler var iken şubhu şam
Maide'i zar olmaz şadgâm
Neylesin avare gönlüm vesselam
Talii nasaz bana yâr olmadı

HATİCE İFFET HANIM
Diyarbakır'da doğdu. Doğum tarihi bilinmiyor. 1860'ta yine Diyarbakır'da öldü. Behram Paşa Camii yanındaki kabristana defnedildi. Ahmed Bey'in kızı, Diyarbakır ulema ve şuarasından Azmi Zade Mehmed Efendi'nin eşi. Yine Diyarbakır ulemasından Şaban Kânî Efendi ile şiir ve edebiyat sohbetleri yapar, takdirini kazanırdı.

GAZEL

Çünki agehsin gönül sırrı nihan lâzım sana
Varlığı mahv eyleyib terki cihan lâzım sana

Sen adem sehralarında bir güzel şehbaz idin
Şimdi damı hestiye düştün figân lâzım sana

Damı cisme düşmeden Mevlâyı bulmakdır garez
Razı aşkı bâdezin etmek ıyan lâzım sana

Cümle benlikten geçib mahvı üvcude ermeğe
Hanikahı aşkta pirimuğan lâzım sana

Feyzi istidad sende zâhir oldu İffeta
Her cihet şimdengeru darülâman lâzım sana

LEYLÂ HANIM (Saz)
1850'de İstanbul’da doğdu. 1936'da yaşamını yitirdi. Edirnekapı Şehitliği'ne defnedildi. Hekimbaşı İsmail Paşa’nın kızı. Babasının görevi nedeniyle çocukluk çağında yedi yıl kadar sarayda kaldı, iyi bir eğitim aldı. Sultan Abdülmecit'in kızı Münire Sultan'ın maiyetinde kaldı. Şairliğinin yanı sıra bestekârlığı ile de tanınır. Rumca ve Fransızca öğrendi. Medeni Aziz Efendi ve Nikogos Ağa'dan klasik Türk müziği dersleri aldı. Babasının İzmir valiliği yaptığı dönemde Vilayet Mektub-i Muavini Giritli Sırrı Efendi'yle evlendi. Eşinin Pizren, Tuna vilayetlerindeki mektupçuluk görevleri ve Trabzon, Kastamonu valiliği nedeniyle buralarda yaşadı. İki yüze yakın beste yaptı. Bu bestelerin çoğu günümüzde de dinleniyor. Fıtnat Hanımla birlikte dergilerde açık imzası görülen ilk kadın şairlerden. Şiir yazmaya 16 yaşında başladı. Divan geleneğinin bir izleyicisi olarak yazdığı şiirlerini Solmuş Çiçekler adlı kitapta topladı. Saray çevresini ve âdetlerini anlatan anılarıyla da ünlü. İlki bir yangında yok olan anılarını ikici kez yazmak zorunda kaldı. Bunlar 1920'de Vakit gazetesinde yayınlandı ve çok ilgi çekti. Fransızca'ya çevrilerek basıldı.

ESERLERİ:
Solmuş Çiçekler (Şiir 1928)

GAZEL

Aksi hüsni yâr, eşki çeşmi biferden geçer
Fülki gevherdir o, gûya Bahri Ahmerden geçer

Yekden olmak isteyen ol gül bedenle ey gönül
Pirehen veş sînesin çak eyleyüp serden geçer

Bak bu lûbetgâhı dehrin ruzü şeb mihrü mehi
İki tıflı nazenindir sanki çenberden geçer

Kametin seyreleyen Tuba'ya eyler mi nigâh
Lâ'li can bahşin emen elbette kevserden geçer

Sanma tesir eylemez Leylâ o senkin tıynete
Naveki âhı derun puladü mermerden geçer
ŞARKI

Geçen şimdi bu yerden bâdı ömri bikararımdır
Demadem çağlayan eşki duçeşme girye barımdır
Değildir lahni bülbül, bu enini kalbi zarımdır
Açıl ey göncei ümmid açıl ki son baharımdır

Açıl da çeşmi cana bari bir rengi vefa göster
Sen îsal it meşamı kalbe bir buyı safaperver
Bu gün güldür beni yoksa sabahı haşrı kim bekler
Açıl ey goncei ümmid açıl ki son baharımdır

NİGÂR HANIM
http://213.243.28.24/ozel/edebiyat/img/nigarhanim.gif
1856'da İstanbul'da doğdu. Macar Osman Paşa'nın kızı. Kadıköy Fransız Mektebi'ndeki öğreniminden sonra özel hocalardan edebiyat, Arapça, Farsça ve musiki dersleri aldı. Çok iyi piyano çaldığı ve sekiz lisanda konuştuğu biliniyor. Abdülhak Hamit, Recaizade Mahmut Ekrem etkisinde şiir ve düzyazılar yazdı, çeviriler yaptı. Şiirlerinin bir bölümü "Uryan Kalp" takma adıyla Servet-i Fünun dergisinde yayınlandı. Bu şiirler, umutsuzluk, acı ve keder dolu oluşlarıyla dikkat çeker. Yaşadığı dönemde ilk örnekleri verilen Milli Edebiyat akımına katılmadı. Hece ölçüsüne ve dilde sadeleşmeye karşı çıkan görüşleriyle çağdaşı gelişmelerin uzağında kaldı. Batılı Türk edebiyatının bir kadın kaleminden çıkan ilk şiir kitabı "Efsus"u yazdı. "Elem teraneleri" diye adlandırdığı şiirleri, döneminde kadınlara yazma ve yayımlama cesareti verdi, erkek yazarlar üzerinde de önemli etki yaptı. Tanzimat ve Servet-i Fünun arasında bir "ara nesil" şairi sayılır. Evindeki edebiyat sohbetlerinde kadın-erkek, Batılı-Doğulu konukları ağırlayan bir entelektüeldi. Döneminde kadının sosyal hayattaki yerinin değişmesi gerektiği görüşüne öncülük etti. Giyim-kuşamı, konuşması, davranışlarıyla kendini topluma kabul ettirdi. Hanımlara Mahsus Gazete'nin başyazarı. 2. Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi. Parlak yaşantısı, ilerleyen yıllarda derin bir yalnızlığa dönüşünce umutsuzluğu ve kederi arttı. Hayatını, elemlerini, ümitlerini anlattığı günlükleri yayınlanmadan yıllarca Aşiyan Müzesi'nde bekledi. 1918'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. Yazıldığı dönemde oynanan (1912) fakat basılmayan Gırive adlı bir oyunu da var.

ESERLERİ:

ŞİİR:
Efsus 1 (1886)
Efsus 2 (1890)
Nîrân (1896)
Aks-i Sada (1900)
Safahat-ı Kalb (1901)
Elhan-ı Vatan (1916, bir bölümü düz yazı)

OYUN:
Tesir-i Aşk (ölümünden sonra, 1978)

ANI:
Hayatımın Hikayesi (1959)

BİR DAHA SÖYLE

Yegane sevdiğin âlemde ben miyim simdi?
Sahih ben miyim artık muhatab-ı askın?
Bütün o hiss-i amik-i fuad-ı pür sevkin
O ibtila-yi ezel, o alaik-i ebedi
Benim mi şahsıma mahsur? Bir daha söyle.
O sanihat-ı hazinin, o beyyinat-ı gâmın
Sahih, mülhimi hep ben miyim, bugün söyle.
Tahassüsatını, efkarını bütün söyle.
Getir şu kalbime dök varsa sevdiğim, elemin
Eden nedir seni rencud Bir daha söyle.

MAKBULE LEMAN
1865'te İstanbul Beşiktaş'ta dünyaya geldi. 1898'de Göztepe'de yaşamını yitirdi. Eyüp'te Siyavuş Paşa Türbesi'ne defnedildi. Yenileşme döneminin Nigâr Hanım'la birlikte önemli şairlerinden. Saray Kahvecibaşısı İbrahim Efendinin kızı. Bir görüşe göre Rüşdiyede okudu, sonra özel dersler alarak yetişti. Beşiktaşlı Berberbaşı Zade Sadaret Mektubi Kalemi Müdür Muavini Mehmed Fuad Bey ile evlendi. Bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete’nin baş yazarı. II. Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi. Ömrünün son on dört yılını tedavisi imkânsız bir hastalığın esiri olarak yatakta geçirdi. Denemeler, hikâyeler de yazdı. Sağlığında yayımlanan şiirlerinin sayısı on iki. Bunlar tür ayrımına gidilmeksizin Makes-i Hayal (1896) adıyla bir araya getirildi. Ölümünden sonra bu eser, eşi tarafından, Makbule Leman hakkında yazılanlarla birlikte ikinci kez bastırıldı.

ANNE

Anne inleyen bir ney, anne hicrandan yumak
Gözleri buğulu, nemli ve her zaman zâr zâr...
Kaderidir annenin ocaklar gibi yanmak
Hep hüzünlü eser onun ikliminde rüzgar.
Kuşlar gibi titrer o güneş yüzlü nevhayâl
Sîmasında alacakaranlık endişesi...
Her mevsim ayrı bir ıstırap, ayrı bir melâl;
Dilinde özleyişlerin sihirli bestesi...

Sînesi sımsıcak, çehresi de îmâlıdır
Semtinde herdem bir büyülü râyiha eser.
Duyguyla süzülmüş gözleri hep hummâlıdır
Altın şakaklarında sarı güller gibi ter.

Rahmet-zahmet iç içe.. bilmez geçen zamânı
Ne yazları, ne kışları, ne renkli bahârı
Ne gurûbu ne de şafağın söktüğü ânı
Her zaman duman dumandır o nazlı efkârı...

Bir kuluçka gibi sancılı gecelerinde
Hep şefkatle çarpan kanat sesleri duyulur...
Amansız hislerin öldüren pençelerinde
Yüreği bir matkap salınmış gibi oyulur.

Elemi çok olsa da şekvâsı işitilmez
Bir Eyyûb sabrıyla göğüsler hiç-olmazları...
Onda ızdırap bitmez, acılar dinmek bilmez
Sönmeyen bir azimle aşar aşılmazları.

Kanmaz asla sevmeye; o, sevgiye susuzdur
Şâire "su" dedirten hisle "evlât" der inler.
Herkes derin uykularda iken o uykusuzdur
El açar Yaratan'a balalarını diler...

Yürüdüğü yol, onun hislerinin yoludur
Durmaz, bir süvâri gibi yürür dolu dizgin..
O, yeryüzünde en ululardan uludur
Sînesi meleklerin sînesi kadar engin..

Zambaklar gibi sihirli çehrende
Varlığımı kucaklayan bir ışık;
Duydum o duyulmazları sînende
Sen bir rüyâsın benim için artık...

Nûru öteden pırıl pırıl sîman
Ukbâ derinlikleriyle büyülü...
Tülleniyor hülyâlarımda her an,
Ölümsüz rûhunun bembeyaz tülü...

Bir yâd-ı cemîlsin, kabrin sîneler
Hazan yaşamıştın; ölüm bahârın..
Duâyla gerilmiş bütün gönüller
Berzah yamaçlarında bestekârın.
KADINLIK

Kadınlık, ruh-ı mana-yı fazilet
Kadınlardan gelir efkra vüs�at;
Nezaketler içinde bir metnet
Nümayandır kadınlarda hakikat.
İki hemşiredir �iffet� ile �zen�
Vefdari, nezahet, hüsn-i ahlk
Cihanda hep bu ehss-ı ltife
Emanettir bu mahlk-ı zayıfa.
Ederse ilm ile eş�ara rağbet
Kadınlarca olur bir başka znet
Diryetten alır nr-ı melhat
Yürür bir intizm üzre maşet
Verir hüsn-i idre hüsne kıymet
Biçilmiş camedir nisvna tahsil
Fakat yazmak gerek ahlka dir
Kalem tutmaklığa kim olsa kdir.


Ne rütbe farzedersek biz revadır
Ki en lzım olan bizde haydır
Buna bürhn ise yüzde riddır
Tesettürle selamet revişandır.
Meleklerden uçan nur-ı likdır
Bize yüz aklığından bir nişandır
O yaşmaklar ki veche nü şandır.


mezar taşının kitabesi

ALLAH

Razıyım ben zâtı Peygamber dahi hoşnuddır
Sayemendi rahmet olsun makberi Makbulemin
Cevheri eşkimle yazdım zevcemin tarihini
Bağı Firdevsi berin olsun yeri Makbulemin

16 Cumadelâhire 1316

İHSAN RAİF HANIM
1877'de Beyrut'ta dünyaya geldi. Vezir Köse Raif Paşa'nın büyük kızı. Babasının görevi nedeniyle pek çok yer gezdi, insan tanıdı. Özel olarak müzik, edebiyat ve Fransızca dersleri aldı. Küçük yaştan itibaren edebiyata ilgi duydu. Ali Bey, Şehabüddin Süleyman Bey, Mühtedi Hüsrev bey'le evlendi. Döneminin şairlerinden Rıza Tevfik'in etkisiyle halk şiri tarzında hece vezniyle şiirler yazdı. Hece veznini kullanan ilk kadın şairlerimizden. Sade bir dili, yalın bir anlatımı var. Bu şiirler, kadınsı, aşk dolu ve yoğun duygu içerikli. Şiirlerinden bazılarını kendisi, çoğunu da diğer sanatçılar besteledi. İhsan Raif Hanım'ın şiirlerinden bestelenmiş şarkılar günümüzde de dinleniyor. 1926'da Paris'te yaşamını yitirdi. Rumelihisarı Kabristanı'na defnedildi. "Göz Yaşları" adında bir şiir dergisi çıkardı.

ESERLERİ:

ŞİİR:
Göz Yaşları (1914)
Kadın ve Vatan (1914)



BU SEVDADAN GEÇERSİN

Niçin beni yan bakışla süzersin
Sözlerime neden dudak bükersin
Bugün sever, yarın belki üzersin
Gel üzülme, bu sevdadan geçersin

Sevsen de hoş, sevmesen de sen beni
Ben vahşiyim, hiç sevdirtmem kendimi
Bu halimle incitirim ben seni
İncinmeden bu sevdadan geçersin

Bülbül gibi âşık olma her güle
Vefasızdır, gül inanmaz bülbüle
Çünkü şakır lalelere, sümbüle
Sümbül gibi âşkın solar geçersin

GÖZYAŞLARI

Firari bahardan, aşık hazandan
Cu-yi dile ma'kes nay-i hicrandan
Nağme-yi sevdadan, bu-yi figandan
Serpildi melalin elmas taşları

Sarardı baharın payında eylül
Titredi emeller, ümidler me'lül
Döküldü uzanmış zambağa melül
Nergis-i ademin hâr gözyaşları

ŞÜKÛFE NİHAL BAŞAR
1896'da İstanbul'da doğdu. Miralay Ahmet Bey'in kızı. Eğitimine özel hocalardan ders alarak başladı. 1919'da İstanbul Darülfünun'u Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü'nden mezun oldu. Uzun süre İstanbul Kız Lisesi'nde coğrafya ve edebiyat öğretmenliği yaptı. 1973'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. İlk eseri 1919'da yayınlanan "Yıldızlar ve Gölgeler" şiir kitabıdır. "Hazan Rüzgarları", "Gayya", "Su", "Şile Yolları" şiir kitaplarının yanısıra, "Renksiz İztırap", "Çöl Güneşi", "Yakut Kayalar", "Yalnız Düşünüyorum" isimli romanları yayınlandı. Küçük hikayelerini "Tevekkülün Cezası" isimli kitapta topladı. Finlandiya gezisi izlenimlerini "Filandiya" isimli kitapta anlattı. Başlangıçta Tevfik Fikret’in etkisinde aruz ölçüsüyle şiirler yazarken zaman içinde Milli edebiyat akımının ilkelerine uygun olarak hece ölçüsünü kullanmaya başladı. Devrinin tüm şairleri gibi Edebiyat-ı Cedide, Fecri Ati ve Milli edebiyat akımı arasında sıkıştı kaldı. Güneş, Varlık, Aydabir, Çınaraltı, Şadırvan gibi dergilerde yayınlanan ve çoğu hece vezniyle yazılmış şiirlerinde lirizm ve kadınsı bir içtenlik dikkat çeker. Milli uyanış hareketi içinde de yer aldı, Fatih mitinginde etkileyici bir konuşma yaptı. Türk Kadınlar Birliği’nin kurucuları arasındadır.

DUYMAYAN KADINA

Topla eteklerini yerlere sürünmesin
Rüzgara cilvelenen tülleri görünmesin
Köşede kar içinde can veren çocuklar var...

Süzülerek çıkarken bir barın kapısından
Haberin yok yurdumun eleminden, yasından
Köşede kar içinde can veren çocuklar var...

Yerlere pırıltılar aksederken dizinden
Karlar göz göz olmuştur bir gözyaşı izinden
Köşede kar içinde can veren çocuklar var...

Tahammülüm yok artık çiçeklere, tüllere
Yükselen gururunla indir başını yere
Köşede kar içinde can veren çocuklar var..

HALİDE NUSRET ZORLUTUNA
1901'de İstanbul'da doğdu. Erenköy Kız Lisesi'ni bitirdi. Bir süre İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde eğitim gördü. İstanbul Kız Lisesi ve yurdun çeşitli yerlerindeki liselerde yıllarca öğretmenlik yaptı. 10 Haziran 1984'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Şiir yazmaya mütareke yıllarında başladı. Kurtuluş Savaşı'nın etkisi ve heyacanıyla Milli edebiyat akımına katıldı. Kadın duyarlılığıyla işlediği şiirlerinin yanı sıra hikâye, deneme, roman türlerinde de eserler verdi.

GİT BAHAR

Çekil bu gölgeli yolda gezinme...
Bahar, bakışların yine pek sarhoş.
Yanılıp gönlüme misafir inme:
Kapısı kilitli, mihrabı bomboş
Mabettir orası, meyhane değil!

Altınlı başında papatya niçin?
Sarı saçlarına pembe gül takın!
Git bahar, gönlümde ibadet için,
Diz çöken kızları ürkütme sakın,
Kalbime girme, o kâşâne değil!

Ziyalar, kokular, renkler, çiçekler...
Ömrünün her günü bir başka düğün,
Bülbüller koynunda aşkı çiçekler
Güller dökülürler göğsüne bütün!..
Gerçekten güzelsin, efsane değil!

Git bahar, git bahar, uzaklarda gül!
Denize renginden bırak hediye
Ufuklarda gezin, semaya süzül
Sokulma kalbime peymane diye
Gördüklerin kandil, peymane değil!
ARZ-I HÂL

Gecenin bir saatinde
Eşiğine varan bendim
Kuşlar yuvada, kurt inde
Karanlığı yaran bendim

Sabahları erken erken
Yürek hasretle yanarken
Firkatin bahçelerinden
Vuslat gülü deren bendim

Bendim semada dolanan
Bendim oraya ney çalan
Parmakların uçlarından
Nuru alıp veren bendim

Hayır! Hiçbiri değildim
Hepsi benim hayallerim...
Dolaşarak iklim iklim
Doğru yolu soran bendim

Seni buldum şahım seni
Tut elinden üftâdeni
Koma karanlıkta beni
Mevlana! Aman efendim

HÜRRİYET

Bana bakın güzel kuşlar, özgür kuşlar!
Nedir bu telaş, bu gürültü, bu şenlik?
İnsanlara nispet olsun diye mi?

Biliyoruz dallar sizin
Kervan geçmez yollar sizin
Mesafeler, yakın gökler
Hep sizin.

Biz,
Kara toprağa bağlıyız ayaklarımızla
Ne çıkar, omuzda kanat olmasın kuzum, ne çıkar?
İçimizde bir şeyler var kanatlı
İçimizde gökler...
Sizinkinden daha geniş, daha derin.
Mesafelere gülüyor hayalimiz.

Güzel kuşlar, aptal kuşlar
Böbürlenmeyin bize.
İçimizde kanat çırpıyor hürriyetlerin en güzeli, içimizde!