PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Dil, Zengin Bir Şekilde Nasıl Kullanılır?


MetinCeylan
01-12-2009, 22:58
Dili, zengin, renkli ve şiirsel kullanmak yazının ön koşullarından biridir. Kalemi her eline alanın dili böyle kullanması kolay değildir. İnceliğine, derinliğine, etkisine eğemen olması gerekir dilin. Sade ama yoğun kullanmalıdır onu. Çünkü bir dil yüzyıllardan beri belli özellikler, renkler ve anlatım biçimleri kazanmıştır. Bunların hepsinden yararlanmalıdır yazar, şair ya da gazeteci. Yoksa kendine özgü bir stil yaratamaz kimse. Konular birbirinden ayrı olsa da, birinin yazdığı ötekine benzer. Çeşit çeşit politik söylemler ya da görüşler çıkar ortaya. Biri daha serttir, biri daha yumuşak; biri karşıttır, biri taraftar. Bu, politik olarak gerekli olabilir, ancak dili giderek sığlaştırır, okuru çok yönlü düşünmeye götüremez. Öyleyse dili bütün zenginliği, renkliliği ve çok yönlülüğü ile kullanmanın yolunu bulmalıdır kalemi eline alan. Nedir bunlar? Örnekler vererek kısaca maddeleştirelim:

a) Karşılaştırma ve oranlama: “...koca göbeğini bir yastık gibi içine çekerek kapıdan süzüldü...” göbek ve yastık karşılaştırmasıyla okurun gözünde bir oranlama yaratarak “şişman” demeden canlı bir resim çizebilmektir amaç. Okurun hayal gücünü hareketlendirmeye yardım eder.

a) Benzetmeli anlatım : “...Limon yemiş gibi yüzünü buruşturdu...” Bu benzetme okurun gözünde ve bilincinde az sözle geniş ve anlamlı bir durum şekillendirir. Betimleme için fazla söze gerek kalmaz.

b) Eğretileme (mecaz): “...tavşan gibi büzüldü...” Korktu demeden eğretileme ile (mecazla) anlatmaktır amaç. İnsan tavşan gibi büzülmez, ama tavşan mecazi anlamdadır. Korkuyu daha iyi betimler. Ya da “Katır gibi inatçı”... “Selvi boylu” “Kömür gözlü,” “Ay yüzlü,” gibi...

c) Mesel, temsil, simgelerle anlatım: Çok soyut kavram ve olayları okurun gözünde somutlaştırmak için kullanılan bir yöntemdir. Mesel, temsil ve simgelerle benzer bir olayı anlatarak karmaşık başka bir olayın kolay anlaşılması sağlanır. Ondan ders çıkarılması beklenir. Direk değil, dolaylı öğüt verilmiş olur. Ezop’un Tilki ile Karga fablında olduğu gibi. Brecht’in “Kafkas Tebeşir dairesi”, Kafka’nın “Dönüşüm”ü, birer meseldir. Simgelerle anlatılmıştır.

d) Nesnelerin kişileştirilmesi: Dilin renkli kullanılması, öykünün akılda kalması için bu yola başvurulur. Masallar bunun en iyi örnekleridir. Bir dağ dile gelir, bir mezar insana yanıt verir. Bizim edebiyatımızda en eski yazılı örnek “Kerem ile Aslı”dır. 1200’lü yıllarda Genceli Nizami tarafından kaleme almış bir halk hikayesidir. Dağ, taş, ağaç, ceylan ya da kuş Kerem’in sorularına bir kişi olarak yanıt verirler. Günlük dilde de zengin olarak kullanırız: “Dalgalar öç aldı!”, “Sel yıkıp döktü”, “Güneş cana can kattı” “Ağaç başını eğmiş, kollarını germişti”... deriz. “Dalgaları, seli, güneşi, ağacı kişileştirmiş oluruz.

e) Kinâye, imâ, iğneleme, küçümseme: Diyelim ki bizim edebiyat işliğinden bir arkadaş ad vermeden şöyle söylüyor konuşmasında: “Kendisini Nazım Hikmet, Yaşar Kemal sananlar bizim grubun gülüdürler...” Bu cümlede hem kinâye, hem birilerini imâ etme hem de onları iğneleme vardır. Ayrıca kendi stilini bulamamış, taklitçi anlamına gelen bir küçümsemeyi de içerir.

f) Addeğişimiyle yazma: Bazan şöyle söyler ya da yazarız: “Edebiyat toplantımızda basın da yerini aldı.” Burada imlenen basından insanlardır. Bir ad değişimiyle gazetecilerin yerini basın almıştır. “Dünden beri Hasan Hüseyin okuyorum.” Hasan Hüseyin’in şiirleri anlamına geliyor. “Bu ay bütün fabrika tatile çıktı.” Burada işçiler imleniyor, fabrika tatile çıkmaz... Bazı perfeksiyonistler bu cümlelerin yanlış olduğunu söylerler. Hayır, yanlış değil, bir çok dilde böyle “addeğişimi” yaparak konuşulmakta ve yazılmaktadır.

g) Paradoksu yazı ve şiirde kullanma : Paradoks ilk bakışta köklü bir düşünceye, bir kavrama, bir cümleye karşı başka görüş ileri sürmek gibi görünür.. Ancak daha ayrıntılı bakıldığında gerçeği çıplak göstermektir paradoks. Sarsar çoğu zaman, düşünmeye iter. Örnek: “Yıllardan beri başları yastık, kursakları sıcak bir aş görmeyen Afganistan gruplarının temsilcileri, cennette rahat edeceklerini düşlerken, dünyanın en lüks konukevlerinden biri olan Petersberg’deki devlet sarayında iki hafta kalarak, cennette yaşadılar.” Başka bir örnek: “Ben çocuğumu eğitmeyeceğim, ona herşeyi öğreteceğim.”

h) Yansılayarak yazmak (taklit): Şiir ve öyküye son derece güzel ve melodik sesler katar yansılayarak yazmak: “O pazar motorlu taşıtların yola çıkmaları yasaklanmış, sadece ayakkabıların sesi duyuluyordu asfaltta: Yüksek ökçeli ayakkabılar tık, tık, tıklıyor, nalçalı ayakkabılar tak tak taklıyor, terlikler şipidak şipidak gidiyor, lastik tabanlılar fıs fıs fıslıyor, kösele tabanlı ayakkabılar tuk tuk tukluyorlardı...” Başka bir örnek: “Çiftliğe yaklaştığımızda çok sesli bir konserle karşılaştık: Civcivler cik cik ötüyor, kuzular mee mee diye meliyor, sıpalar ai ai diye anırıyor, köpekler hav hav havlıyor, ördekler vak vaklayaraak seslerini onlara katıyorlardı...”

i) Şiveyle yazmak: Şiveyi kullanmak da yazıya bir renk ve sıcaklık katar. Yazarın stilini destekler. Ancak kullanılan şiveden herkesin anlayacağı sözcükleri cımbızla çekerek kullanmalıdır yazar. Yoksa anlaşılmaz, çok sıkıcı bir metin çıkar ortaya. Fakat bazı şair ve yazarlar geldikleri bölgenin şivesini tümüyle kullanırlar. O şivenin unutulmaması için bilerek böyle yaparlar. Amaç o şiveyi konuşanların lezzetle okumasını sağlamaktır. Anlaşılır bir davranıştır. Yaşar Miraç’ın Karadeniz şivesiyle yazdığı böyle bir şiir kitabı vardır. Schwablar gibi başka bölge ve ülke insanları da böyle kitaplar yayınlamaktadırlar.

j) Abartı : Edebiyatta kullanılan çok önemli bir biçim de abartıdır. Daha masallarda başlar, dili renkli hale getirir, yazılanların akılda kalmasını, estetik tat vermesini sağlar. Örnek: “... vara vara bir çarşıya vardılar. Baktılar ki çarşıda bir kadın geziyor. Peştemalının dört ucu var, ortası yok. Bir tarafında demirciler demir dövüyor denginen, bir tarafında boyacılar boya yapıyor yetmiş iki renginen... Bir tarafı sazlık samanlık, bir tarafı tozluk dumanlık...”

k) Atasözleri, deyimler: Kendine özgü kalıp ve anlamları olan atasözleri ve değimler anlatıma akıcılık, çekicilik, etkinlik ve güzellik katarlar. Yüzyıllardan beri ortak bir çabayla oluşturuldukları için, bir halkın ortak duygu ve düşüncelerini de yansıtırlar. O halkın kimliğine sinmiş bir özellik haline gelmişlerdir. Her atasözü ve değimin arkasında bir kültür birikimi vardır. “Sakalım yok ki, sözüm dinlensin../ Irmağı görmeden paçaları sıvamak.../ Suya götürüp susuz getirmek...”

l) Bilmeceler, bulmacalar: Yeri geldiğinde bilmece bulmacalardan yararlanmak yine ilgiyi artıran çok önemli bir zenginliktir. Bir yazıda, bir öyküde bilmece kullanmak demek, okuyucunun beyinsel kapasitesini zorlamak, yazarla birlikte düşünmesini sağlamaktır. Çocuklar için güncel bir örnek uyduralım: “Bir küçük kutudur, bütün dünya yoludur... Nedir bu?” Bu bilmeceyle anında dikkatleri toplamak mümkündür.

m) Fıkralar, halk hikayeleri, destanlar, efsaneler: Bir yazar, şair ya da gazeteci yapıtlarında fıkra, halk hikayesi, destan, efsane kalıplarını çağdaş anlamda kullanıyorsa, bu birikimden yeni sentezlere varıyorsa, yapıtları daima ilgi çekici olmakta, ayrıca ona akılda kalan bir stil kazandırmaktadır. Yaşar Kemal buna tipik bir örnektir. Murathan Mungan öyledir... Gazetecilerden de sık sık fıkralara, binlerce yıllık halk kültürüne başvuran İlhan Selçuk ve Hasan Pulur hep zevkle okunurlar. Ya da Emin Çölaşan külhâni ve kaba bir dil kullanarak bir stil ve kendinsini izleyen bir okur kitlesi yaratmıştır.

n) Argo: Bir de her dilde zengin argo sözcükler vardır. Bu sözcükleri kullanarak belli tipleri yaratmak oldukça kolaylık sağlar yazara. Ayrıca dile apayrı bir tat katar. Bir örnek: “Sen Cavat’ın öyle göründüğüne bakma, kıyakçı arkadaştır. Mangırlar bu cebinden girer, o birinden uçar. Yalnız vitrinlerine dokunmayacaksın...” Ya da: “Şöyle kürsüye iliş lan Cavat, ne cümbüşlersin arkadaş?” Böyle konuşan kişinin tipi hemen gözünde canlanır okurum. Fazla söze gerek yoktur.

o) Gülmece ve humor : Ne yazık ki, en ciddi olayları, olguları, insan ilişkilerini en ciddi biçimde yazma eğilimi ağır basıyor bir çok gazeteci ve yazarda. Yazı ne kadar ciddi yazılırsa, o kadar derin, o kadar anlamlı ve zengin olacağı sanılıyor. Bir de mümkün mertebe bilgi aktarılmaya çalışılıyor. Gülmeceyle yazılan, hicveden yazı ve şiirler hafife alınıyor, yüzeysel olduğu sanılıyor. Kalitesiz ve düşük değerli olarak görülüyor. Bu, hiç de akıllıca olan bir bakışaçısı değil. Belki de bu bakışaçılarından bıkmış olacak ki Aziz Nesin son dönemlerinde o humoru neredeyse bıraktı, ciddi şeyler yazdı. Ama bu yazdığı ciddi yazılar hiç bir zaman o gülmece yazılarının etkisini yaratamadı. Ciddi edebiyat yazıları ne kadar yüksek değerden olursa olsun, gülmece kadar insanların yaşamına karışamıyor, belleğinde yer edemiyor. Nasrettin Hoca, Bekri Mustafa, İlcili Çavuş, Bektaşi, Tahtacı, Yörük, Acem, Temel ile Cemal fıkralarını düşünün. Her saat başı, her dakika halkımız onu kullanıyor, örnek veriyor, kıssadan hisse çıkarıyor, gülüyor, yaşamının ağır ve ciddi koşullarını onlarla yumuşatıyor. Gülmece ve fıkralar yaratmak insana basit gibi geliyor. Hafife kaçıyor. Oysa bunları yazıp yaratmak, herkesin diline düşürmek hiç de kolay iş degildir. Bir fıkra yaratıyorsunuz, yüz yıllarca anlatılıyor, her dönemin insanları bunlardan zevk alıyor, bu kolay olur mu?

Alman edebiyatıyla kıyaslarsak bizim edebiyatımız humor yönünden zengin sayılır; ancak yeterli midir? Bir düşünelim.

Alman Yazarı Michael Ende şöyle yazıyor : «Sık sık bana soruyorlar: …nasıl kitapları tavsiye edersiniz ? Hangileri çok kalitelidir? Hemen söylüyorum: Humor ve fantasiyle yazılan kitaplar.“

Sevmeyenleri bile yeri geldiğinde “Aziz Nesinlik olay” demeleri boşuna mıdır?..

ö) Klişelerden kaçınmak: Herkesin kullandığı klişelerden, moda sözcük ve cümlelerden kaçınmak zorundadır yazar ve şair. Örnek: “Sevgilimin yüzü ay gibi, dudakları kiraz, kaşları yay...” Beş yüz yıl önce “Leyla ile Mejnun”u yazarken söylemiş Fuzulî. Binlerce, milyonlarca kez yinelenmiş. Bir daha yazmak yazıya hiç bir şey katmaz. Yeni söylemler bulmak gereklidir. Ya da gazetecilerin sık sık kullandığı “Yalaka, yağdanlık,” gibi... Bu klişe sözü herkes kullanıyor, katkısı ne?

p) Eşanlamlı sözcükleri kullanmak: Yeri geldiğinde eşanlamlı sözcükleri kullanarak anlatıma zenginlik katmak. Örneğin: ‘Hayat’ ya da ‘Yaşam’ ısrar etmek dili kısırlaştırır. İkisi de kullanılır. Eşinize, sevgilinize ‘hayatım’ dersiniz, ‘yaşamım’diyemezsiniz. Şöyle bir cümle güzel değildir: “Hayatım, hayat ne kadar da canlı.” Ama eşanlamlı sözcüğü kullandığınızda güzelleşir: “Hayatım, yaşam ne kadar da canlı...”

q) Şiirsel yazmak: Şiirsel yazabilmek için de çok çok şiir okumak, kültürlü olmak, bütün sanatsal yaratıları, baleden operaya, resimden heykele, masaldan romana, mimariden teknolojiye kadar hepsini izlemek gerekiyor... “...Atımı yetmiş yıl yüreğime sürdüm... Muzaffer Oruçoğlu

r) Yazım kurallarına uymak: Kalemi eline alan her kişi dilin yazım kurallarına uymak zorundadır. Bir çok dosya alıyoruz. Arkadaşlar yazım kurallarına uymuyorlar. Örneğin dahi anlamındaki de da’yı bitişik yazıyorlar. Ya da küme, öbek anlamına gelen grup’u gurup olarak yazıyorlar. Oysa gurup bir gök cisminin (ay, güneş, yıldız) ufkun altına inmesi ya da güneşin battığı anı betimliyor. Ya da şapkalı â’yı kullanmıyorlar kar ile kâr karışıyor. Kar, yağmurun katı halde yağması, kâr ise satılan bir nesneden elde edilen fazla gelirdir. Birbirinden bu kadar ayrı şeyler nasıl aynı yazılabilir?..

Günlük konuşmamızda da yukarıda saydığım dilin bütün bu özelliklerine dikkat etmeli, ondan yararlanmalıyız. Anne ve babalar çocuklarıyla konuşurken dilin bu anlatım biçimlerini kullanmalı, öğretmenler okullarda çocuklara dilin bu özelliklerini titizlikle öğretmelidirler. Radyo, televizyon, dili kullanırken dikkat edilmelidir buna. Şiirde, öyküde, gazete yazılarında, romanda bunları daha yoğun kullanma alışkanlığı geliştirmelidir yazarlar. İşte o zaman dile ve yazına canlılık, dirilik ve soluk katılır. Dil, tüm renk ve çeşnisiyle, tüm derinliği ve bezeğiyle pırıldar, ilgi çekici hale gelir. Dilin bu özelliklerini kullanan yazarların kendilerine özgü stilleri oluşur, unutulmaz yapıtlar yaratırlar. İş yalnız bununla kalmaz, aynı zamanda okurlarını da yarattıkları o yüce estetiğe o inceliğe yaklaştırırlar. Gönül istiyor ki, kalemi eline alan herkes, birbirirne benzeyen kupkuru bir dille yazmasin, tam tersine dilimizin bütün bu özelliklerini kullansın, dilimizin üstüne titresin, yazdıkları da unutulmaz izler bıraksın... Çok güç, ama başarılmayacak şey de degil...