PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Tabiatın İnsan Hayatındaki Önemi


Fırtına_
01-09-2009, 12:09
Tıp bilimi, tarihsel süreçlerden günümüze sayısız deney ve araştırmalardan geçerek gelmiştir. Bu süreci derinlemesine araştıran İbn-i Sina ve Hipokrat gibi ünlü tıp bilginleri, insan ve organların bir yasası olduğu fikrine varmışlardır. Bu yasayı da “İnsan Tabiatı” olarak belirlemişlerdir. Yaşamda dört tabiatın (Ateş, Toprak, Hava, Su) olduğu ve tıp dalında bu dört unsurun esas olduğu, bu bilginlerin yaptıkları çalışmalara göre inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Tıp bilginlerinin eserlerini incelediğimizde; hastalıkların tedavi yöntemlerinde “İnsan, Bitki ve Organ tabiatları” ön planda tutulurken, günümüz tıbbında bu faktörün fazla ciddiye alınmadığını üzülerek görmekteyiz.
Tıp biliminin, filozof olarak da kabul ettiği İbn-i Sina; insan tabiatını ateş, toprak, hava ve su olmak üzere dörde, organ ve bitki (ilaç) tabiatlarını sıcak ve soğuk olarak da ikiye ayırmıştır. İnsanın bu organ özelliklerinin yaratılıştan geldiğini söylemiştir. Ayrıca her bir organın kendi tabiatına göre işlev gördüğü, bu tabiat yapılarındaki organların değişik hastalıklara meyilli olduklarını ve hastalıkların tedavisinde ise ilaçlarında soğuk, sıcak, nemli ve kuru özellikleri göz önünde bulundurularak organ tabiatlarına göre tedavi metotlarının izlenmesi gerektiğini tespit etmiştir.

Her şeyin günümüz bilimi ile çözüleceğine inanan ve bu konuda hem fikir olan günümüz tıp uzmanlarının, doğal tedavi yöntemlerine dönme kararı almaya başladıkları görülmektedir. “İnsan Tabiatı” ile ilgili yüzyıllar önce bulunan bu gerçek hala günümüz tıbbında soyut kavram olarak nitelendirilse de “Tabiat” konusu genel olarak incelendiğinde, vicdan denilen çok önemli bir konu ile de organik bir bağ içinde olduğu görülecektir.

İnsan Tabiatı, gerek ruhsal gerekse ilmi anlamda mantıklı açıklamalarla kabul gören bir konudur. Bu bağlamda uyumsuz (kişilik tabiatları farklı) iki insanın birbirleri hakkında “Kanaat Hakkını” kullanması ne derece doğrudur? Daha açık bir dille, tabiatı ATEŞ olan bir yargıcın veya asayişle görevli kişilerin, tabiatı SU olan bir zanlı ile iletişim kurmasının mümkün olmadığı (İbn-i Sina gibi bilginlerin görüşleri doğrultusunda) bir ortamda “Kanaat Hakkını” doğru ve tarafsız kullandığı hakkında ciddi şüpheler oluşmaktadır. Yine HAVA tabiatlı bir öğretmenin TOPRAK tabiatlı bir öğrencisi hakkındaki kanaatini olumlu yönde kullanmasını nasıl bekleyebiliriz?

Verilen kararların doğruluğu veya yanlışlığı üzerinde tartışılırken gerçeklerin ortaya çıktığına şahit oluruz. Çeşitli gerekçelerin arasına birde kader, kısmet, insan yaratılışı gibi kavramların katıldığına şahit olmaktayız.

İnsan Tabiatı konusunun Kur’an da yer aldığını, İsra suresinin 84. ayetinde görmekteyiz. De ki; “Herkes kendi yaratılış şekline (tabiatına) göre hareket eder.” Ayetinde olduğu gibi. İmam Nevevi’nin kaleme aldığı Riyazüs-Salihin adlı kitabının 310. hadisinde Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (S.A.V) Sahabeleri kendisine “Ey Allahın Resulü, Allah’ın yanında hangi amel daha faziletlidir?” diye sorulduklarında; Resulullah; “Anne-Baba’ya iyilik etmektir” Aynı soruyu soran diğer bir sahabeye “Allahın yolunda cihat’tır.” bir diğerine ise “Namazı vaktinde kılmaktır” diye 3 farklı kişiye 3 farklı cevap vermiştir.

Aynı soruya verilen farklı cevaplar, soruyu soran sahabelerin farklı karakterde olması sebebiyledir. Hz. Muhammed (S.A.V), soruyu soran kişilerin tabiatlarının değişik olduğunu bildiği için aynı soruya farklı cevaplar vermiştir.