PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Firaset Nedir ? Nasıl Elde Edilir ?


Hasret
12-15-2008, 14:30
Sözlükte “düşünerek anlamak ve bakmak” manâsına gelmektedir.
Istılahta ise firaset, “keşfetme, sezme ve ileri görüşlülük” anlamındadır.

Bir başka deyişle firaset; “hadiselere ve eşyaya iman nuruyla bakmak, perde arkasındaki gerçekleri görüp hissedebilmek demektir.”
Hani bir kez söylemiş idik:
“Görenedir görene….. Köre nedir köre ne !…..”
Peygamber Aleyhisselam, “Mü’minin firâseti karşısında titreyin; zira o bakarken Allah’ın nûruyla bakar.” buyurmuştur. Peygamber Aleyhisselam, bu sözleriyle; “kamil mü’min”in Allah katındaki değerini ve insanlar arasındaki hürmetini veciz bir surette anlatmış, olgun bir mü’minin de firasetli olması gerektiğine işarette bulunmuşlardır.
Mü’minin Allah’ın nuruyla bakması; onun Allah’ın emir ve yasaklarına ya da rızasına uygun işler yapması anlamına gelmektedir. Ve o nur ancak böyle kazanılır. Zira bir başka hadiste belirtildiği gibi, Allah bir kulu sevdi mi meleklerine de sevdirir (Müslim, “Birr,” 157) ve yeryüzünde o Allah’ın gözü ve eli olur (Buharî, “Rikak”, 38) yani gözüyle, eliyle, kısaca bütün azalarıyla Cenab-ı Hakk’ın iradesi ve rızası dahilinde işler yapar.
Yine bu çerçevede; firâsetin, iman nûruyla yakın ilişkisini göstermesi bakımından aşağıdaki âyet mealini de burada belirtmek gerekmektedir:
“Ey iman edenler, eğer Allah’a karşı hep takvâ dairesi içinde bulunursanız, O size furkan (açık-kapalı, hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden temyiz ve tefrik edecek bir kabîliyet, bir ışık) verir.” (Enfâl, 8/29)
Bir gün İmam Azam Ebu Hanife Hazretleri, bir mecliste vaaz ederken yanına bir kadın gelir. Kadın, yanında getirdiği bıçak ile bir tarafı kırmızı diğer tarafı sarı olan elmayı Ebû Hanife’nin önüne bırakıp geri çekilir. Bir firaset âbidesi olan koca İmam, elmayı bıçakla ortasından kestikten sonra elmanın içini kadına gösterip geri verir. Kadın gittikten sonra bu hâdisenin izahını isteyen cemaate Ebu Hanife, şu cevabı verir:
“Kadın bana bir tarafı kırmızı diğer tarafı sarı olan elmayı getirerek, kırmızı kanda mı yoksa sarı kanda mı hayızdan temiz olacağını sormak istedi. Ben de elmayı ikiye bölüp ona beyaz olan iç kısmını göstererek ancak akıntı beyazlaştığında temiz olabileceğini söylemek istedim.”
Firasetin bir başka anlamı da; “insanlardaki, diğer varlık ve olayların iç yüzünü keşfetme, gelecek hakkında doğru tahminlerde bulunma melekesi” şeklindedir. Bu anlamda, bir kimsenin dış görünüşüne bakarak onun ahlâk ve karakteri hakkında tahminde bulunma da bu terimin kapsamı içindedir. Dolayısıyla firaset; akıl ve duyu organlarıyla bilinemeyen, ancak sezgi gücüyle ulaşılan bilgilerdir.
Endülüslü Mâliki âlimlerinden Ebû Bekir İbnü’l-’Arabî, firaset ile alâkalı şöyle bir olay nakleder: Bir gün İmam eş-Şafiî ile Muhammed b. Hasen, Ka’be’nin avlusunda otururken içeriye giren bir adam dikkatlerini çeker. Bunun üzerine İmam Şafii, bu kişinin marangoz olabileceğini söyler. İmam Muhammed de bu kişinin demirci olabileceğini beyan eder. Her biri kendi görüşünde ısrar edince, adamın yanına varırlar ve nereli olduğunu sorduktan sonra mesleğini sorarlar. Adam: “Daha önceleri marangoz idim, şu anda demirciyim” cevabını verir. İbnü’l-’Arabî, bu olay vesilesiyle; bir müslümanın bir takım iz, işaret ya da bulgulara dayanarak hüküm çıkarmasını firaset olarak değerlendirmiş; bunun bazılarınca iddia edildiği gibi keramet olmadığını belirtmiştir.
Firaset sahibi kâmil bir mü’minin, İlâhî lütuf gereği kendisinde inkişaf eden duygu ve sezgilerle muhatabından gelecek söz ve filleri daha isabetle değerlendireceği açıktır. Böylece, yine bir hadis-i şerifte de ifade buyurulduğu üzere, “bir delikten iki defa ısırılmayacaktır.” (Buharî, “Edeb”, 83, Müslim, “Zühd”, 63).
İnsan sîmâsından kâinat çehresine kadar her nokta, her kelime, her satır; “Elbette bunda basîret ve firâseti olanlar için ibretler vardır.” (Hicr sûresi, 15/75 ) hükmünün kapsama alanında olan ulül azim Şahsiyetler için çok mânâlar ifade etmektedir; ve hatta bunlar böyle şahsiyetler için birer kitap hükmündedir.
İşte Hz. Ömer efendimiz (r.a.) müthiş firaset sahibi bir insandı. Belki de O, bir suikaste maruz kalacağını bile sezmişti. Çünkü bir gün mecusi bir köle, Medine çarşısında Hz. Ömer’e müracaat ederek, efendisinin kendisinden ağır yevmiye aldığını ve bunun azaltılmasını ister. O da yevmiyenin miktarını sorunca, köle “iki dirhem” cevabını verir. Bunun üzerine Hz. Ömer sanatını sorar, o da “dülger, demirci ve nakkâş” der. Bu defa Hz. Ömer, ücretinin fazla olmadığını ve kendisinden ücretle yel değirmeni yapmasını talep eder. Köle de, “Sana bir yel değirmeni yapayım ki doğuda ve batıda dillere destan olsun!” deyip gider. Hz. Ömer, onun bu cevabı üzerine yanındakilere “Köle beni tehdid etti!” der. Bu sözüyle Hz. Ömer, belki de şehid olacağını hissetmişti. Nitekim ertesi gün sabah namazını kıldırmak için mihraba geçtiği vakit bu köle tarafından hançerlenerek şehid edilmiştir.
“Mü’minin firâseti karşısında titreyin; zira o bakarken Allah’ın nûruyla bakar.” sırrıyla her tarafı görebilecek bir gözetleme noktasına oturmuş yüksek Şahsiyetler, eşyânın hakikatiyle temasa geçer, varlığın perde arkası itibarıyla gerçek çehresine vakıf olur, her şeyin hakikî yüzünü kavrayıp ortaya koyarak hâdiselerin yüzlerine nurlar saçar…. Ve ömrünü karadelikler etrafında geçirenlere rağ*men hep firdevsî yamaçlarda zevkten zevke koşar dururlar.
َHani dervişlerin şöyle bir selamlaşma usulünden söz etmiş idik:
AŞKINIZ CEMAL, CEMALİNİZ NUR, NURUNUZ AYN OLSUN !!!…
Zarif ve kıymetli bir kardeşimiz; “nurun ayn olması tam olarak ne demektir” şeklinde bir soru yöneltmişti.
İşte sorunun cevabı aynen yukarıda açıklandığı gibidir….. Tam da böyledir ….
Firâset; ister mü’minin Allah’ın nuruyla bakması; onun Allah’ın emir ve yasaklarına ya da rızasına uygun işler yapması anlamında; ister kalbin, Hazreti Allah’ın ilim ve füyûzâtına açılması ve bu nura sahip olanların, görüş, düşünce ve hükümlerinde isabet kaydetmeleri şeklinde; isterse, bilgi birikimi, tecrübe, bir işte uzmanlaşma, sezi enginliği yoluyla veya karakter bilgilerini değerlendirerek elde edilen neticeler olarak yorumlansın, o tamamen Allahın bir hediyesidir ve bu ilâhî hediyeden en çok nasiplenenler de, hiç şüphesiz –derecelerine göre– evliyâ, asfiyâ ve enbiyadır.
“FİRASET, FRUKO GAZOZ DEĞİL Kİ, MARKETTEN ALASIN !!!….”
Bir gün, İmam-ı Azam Hazretleri, talebeleriyle bir arada ve açıkça bir yerde otururken önlerinden büyük veli İbrahim Edhem Hazretleri geçmektedir. İmam-ı Azam Hazretleri hemen ayağa kalkar ve başı göğsünde, sessiz ve gösterişsiz bir şekilde İbrahim Edhem Hazretlerine hitap eder:
“BUYURSUNLAR; EFENDİMİZ, BÜYÜĞÜMÜZ !…”
İbrahim Edhem Hazretleri geçip gider.
İmam-ı Azam Hazretlerinin talebeleri, Hocalarına sorarlar:
“Nasıl olur efendim !… sizin gibi muhteşem bir din büyüğü, bir mezhep kurucusu, nasıl olur da böyle bir dervişe efendimiz diye hitap eder?…”
İmam-ı Azam Hazretleri, belki de verdiği derslerin bütün ruhu olarak şu cevabıyla tarihe geçer:
“GÖRDÜĞÜNÜZ DERVİŞE İHTİRAMIM ŞU YÜZDENDİR Kİ, O BİZZAT ALLAH İLE MEŞGUL, BİZ İSE NEFSİMİZ BAKIMINDAN İŞİN DEDİKODU TARAFI İLE…”
Demek ki firaset sahibi olmak böyle bir şey….
Seher vakti çok çalışmak gerek !….

AŞKINIZ CEMAL, CEMALİNİZ NUR, NURUNUZ AYN OLSUN !!!…