PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Hacca Gidecekseniz Mutlaka Okumalsınız..


ALONE53
11-07-2008, 11:13
Yorum - Ahmet Kurucan] Hacdan sadece incik-boncukla dönmek ne kötü!
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=757665&title=yorum-ahmet-kurucan-hacdan-sadece-incikboncukla-donmek-ne-kotu

Bazı genel hatırlatmalarda bulunmak istiyorum. Şimdiye kadar bu mevzularda çok söylenmiştir şüphesiz. Ben bunlara ilaveten birkaç hususa dikkat çekmek arzusundayım.






Bir; banyo. İmkânlar nisbetinde çok sık banyo yapılması, duş alınması şart. Gün boyunca hiçbir şey yapmasanız bile iklim şartlarından dolayı elli defa atletiniz terden kuruyor. Tabii gün sonunda bu durum, siz fark etmeseniz de sizin yanınıza yaklaşılmasına engel teşkil ediyor. Beşer olan herkes için geçerli bu. Efendimiz'in (sas), cuma namazlarına yıkanarak gelinmesini istemesinin altında yatan sebep de bu. Uzun yollardan gelenler, ter kokusu, sıcak hava, dar mescit ve neticede mescit içindeki kokudan dolayı durulmayacak hale geliyor. Mekke, Medine, Kâbe, Mescid-i Nebi, çarşı-pazar, yemekhane vb. günde binlerce insanla karşılaştığımız bu zaman diliminde beden ve elbise temizliğine çok dikkat etmek zorundayız.

İki; başkalarına ait eşyaları kullanma. Özellikle Mekke'de, Harem'de Harem'e girerken çıkarılan terlikler eğer kapı önlerindeki, direkler altındaki ayakkabılıklara açıktan açığa konuldu ise, ihtimal benzerlikten dolayı çoğu zaman başkaları tarafından alınıyor. Böylesi mübarek ve kudsî bir yerde hırsızlık yapılıyor deyip suizanna girmek istemiyorum. Hüsnüzanda yanılmayı, suizanda isabete tercih eden bir insan olarak, üç-beş kuruşluk bir terlik için hiç kimsenin Harem'de hırsızlık yapacağına ihtimal vermiyorum. Ama vakıaları da göz ardı edemeyiz. Böyle bir durumla karşılaşan insan gidip başka terlik alacağına, bundan sonra terliğini kaybetmemek için sırt çantası ve benzeri başka formüller üreteceğine, ben de başkasınınkini giyerim diyebiliyor. Tabii bu, neticede fasit bir dairenin oluşmasına sebebiyet veriyor. Daha fazla serd-i kelam, israfa sebebiyet verir. Kul hakkı diyeyim ve meseleyi bu kavramın sizin zihinlerinizde uyardığı mana ve vicdanlarınızda meydana getirdiği ihsaslara havale edeyim.

HİLTON KÜLTÜRÜ

ilton kültürü derken kastım şu: Maddî imkânları iyi bazı kişilerin günlük otağı Hilton. Orada kalmasalar da gerek Harem'e yakınlığı, gerek alışveriş merkezi olması, gerek kafeteryasındaki oldukça ucuz sayılacak çay, kahve ve benzeri yiyecek-içecek imkânı ve gerekse alışılagelmiş oldukları kültür ortamını aratmaması, birçoklarının oraları uğrak yerin yapmasına sebep oluyor. Ben Hilton dedim, siz Continental'ı, Sheratan'ı ilave edebilirsiniz bu listeye. Özellikle yatsı namazlarından sonra bir bardak çay içmek, bir masa-sandalye bulup oturmak için sıra beklemek zorundasınız. Anne-baba günü mü yani? Evet, aynen öyle. Bir arkadaşın ısrarlı daveti üzerine bir defa gittim Hilton'a. İyi ki gitmişim dedim sonra kendi kendime, şimdi de aynı kanaatteyim. Çünkü farklı bir dünyayı gördüm ve o dünyayı sizlere şu an aktarabiliyorum.

Konuşulanlardan hareketle bir-iki hatıra aktarayım: "35'inci gelişiymiş. İstanbul'da büyük bir müteahhit. Anadolu'nun ücra bir köşesinden yıllar önce İstanbul'a gelmiş, çalışmış, çabalamış ve oldukça zengin birisi. Halk arasındaki tabirle "Allah'ın yürü ya kulum" dediği insanlardan birisi. Mahallî şivesini bile terk etmemiş, edememiş. Müslümanlığında, samimiyetinde kuşku duyulmayacak birisine benziyor; çünkü anlattığına göre çok hayırsever. Nice camiler, yurtlar, yuvalar yapmış hem içinde neşet ettiği memleketine, hem İstanbul'a. Şimdi de bir okul projesi üzerinde çalışıyormuş. "Nasıl oldu 35 defa?" dedim. "Allah ömür verirse, 36 olacak seneye. Otelde yerimi şimdiden ayırttım, parasını da verdim. Ömrüm oldukça, sağlığım yerinde olduğu müddetçe de geleceğim." dedi verdiği cevapta. "Kur'a, vize işini nasıl hallediyorsunuz?" diyecek oldum, sözümü bitirmeden davetlisi olduğum arkadaşım, "Bu kadarını bilmiyor musun?" diyerek devreye girdi. Ama 35. haccını yapan, onun sözünü kesti ve anlattı. Her sene ferdî olarak geliyormuş. Bir defasında temizlik işçisi, diğerinde kasap, öbüründe berber vs. Konsolosluk, şirket, firmalar ayarlıyormuş. Hatta son girişinde pasaport kontrolündeki görevli, "Maşallah, 10 parmağında on marifet. İşçilik, kasaplık, berberlik her şey var sen de." demiş. Kahkahalarla gülerek anlattı bu hikâyeyi.

Kıskançlık değil, parası, imkânı, arzusu, sıhhati var, sistemi delerek de gidiyorsa bana 'Allah kabul etsin' demek düşer. Ama ilaveten söylediği şey önemli. Dedi ki: "Allah, Hz. Adem'e ruhlar âleminde insanları hacca çağır demiş, bizim ruhlarımız da Lebbeyk diye cevap vermiş. Kimin ruhu kaç defa Lebbeyk dediyse hacca o kadar gelirmiş. Annem 28 defa geldi, demek onun ruhu 28 defa Lebbeyk demiş. Ben şimdilik 35, dahası var."

Her tarafından hurafe kokan bu bilgilere itirazım var. Hac gibi İslam'ın temel bir ibadeti böylesi hurafeler üzerine bina edilmez, edilemez ve edilmemeli. "35 değil 55 defa gelirim, param var, sistem de müsait, kime ne?" tarzındaki bir düşünce bana göre çok daha inandırıcı.

ORGANİZATÖR KURUMLARA

Organizatör kurumlar adına çok bir şey söylemek istemiyorum. Ellerinden geleni yaptıklarına inancım tam. 10 yıl öncesi ile mukayese dahi kabul etmeyecek gelişmeler meydanda. Bununla beraber küçük birkaç hususa kısaca değinelim. Bir; rehberlerin durumu. İdeal rehber bana göre hac ve umre ahkâmını âdeta ezbere bilen, siyer ve magazi bilgisi yeterli, ziyaret edilecek kutsal mekânların dünden bugüne tarihçesine vâkıf, insanî ilişkilerde sabırlı, duyarlı, 30 defa da gelmiş olsa ülfet ve ünsiyetin bağrına kendisini salmamış ve bunlara ilaveten Kâbe dendiği zaman burnunun kemikleri sızlayacak, Mescid-i Nebevi dendiğinde gözyaşlarına hakim olamayacak, Uhud denildiğinde de Hz. Hamza, Hz. Mus'ab ve Hz. Abdullah b. Cahş'la yan yana savaşacak kadar kendini hayal ve his dünyasına kaptırabilecek ruh enginliğine sahip kişiler olmalı. Türkiye'de 25-30 sene imam-hatiplik görevi yapmış olmak, hâfız-ı kelam olmak maalesef hac rehberliği için yetmiyor.İki; bayan rehberlerin azlığı. Üzerinde ısrarla durulması gereken bir başka konu.

SONUÇ

Baştan bu yana anlattığımız şeylerdeki amacımız şu: Ömrümüzde belki de bir defa nasip olacak hac vazifemizi kurallarına uygun bir şekilde kâmil-i mükemmel olarak eda edebilmek. Zaten bu hac yoluna çıkan herkesin en temel isteği. Önemli olan bunun içimizde istek düzeyinde kalmaması, hayat seviyesine yükselmesi, Yunus'un diliyle ete-kemiğe bürünmesi. Bu da yaptığımız ibadeti bilgi temeli üzerine oturtmak, onu özümseyerek içimizde şuur haline getirmekle mümkün olacaktır. Başkalarını taklit ederek, takvim yapraklarından okuma bilgilerle değil.

Okuduğunuz satırlar birtakım yanlışları dile getirdi yazılanlar. O yanlışlarla yüzleşmemizi sağladı. Mezkûr hatalar bizim hatamız, yanlışlar bizim yanlışımız. Bunlardan kaçamayız, kaçmamalıyız. Madem bizim bunlar, onları düzeltmek de başkasına değil, bize düşer. İşte bu düşünce ile gözümüze çarpan hususları "Hakk'ın hatırı âlidir" düsturuna yaslanarak anlatmaya çalıştık.

Bir dua ile bitireyim: Rabb'im eşyanın hakikatini bizlere göstersin. Haccı, nezd-i İlahisinde kabul olacağı üzere eda etmeyi nasip eylesin. Âmin.



--------------------------------------------------------------------------------

Medine'de Efendimiz'in misafiri olduğumuzu unutmayalım

Medine'de benim not ettiğim ve mutlaka vurgulanması gereken hususlar şunlar: Bir; beş vakit namaz Mescid-i Nebi'de kılınmalı. Bu hususta elden gelen her türlü gayret gösterilmeli, programlar ona göre yapılmalı. Namaz vaktinin mesela Kuba Mescidi'ni, Hendek, Uhud vs. gibi ziyaret yerlerine denk gelmesi kabul edilebilir bir mazerettir ve namaz oralarda da kılınabilir ama namaz vakti esnasında alışverişte olmanın, lokantada yemek yemenin, otelde uykuya yatmanın, lobide maç seyretmenin mazeret olmaması gerektiğine inanıyorum. Oluyor mu bunlar? Fazlasıyla.

3-5 gün kalacağımız ve Hz. Peygamber'in misafiri olduğumuz bu süreçte misafirlik adabına uygun bir vaziyet takınmalıyız. Sanki Allah Resulü'nün hayatta ve 5 vakit namaza mescidinde imamlık yaptığı şeklindeki bir kabul, namazları Mescid-i Nebi'de kılma hususunda bize yardımcı ve müşevvik olabilir.

İki; "Evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir." beyanına binaen, Mescid-i Nebi içindeki o mekân 24 saat sürekli dolu. Bütün müminler o cennet bahçesine dünyada iken girip iki rekât namaz kılmayı, gönlünden gele gele Rabb'isine dualar etmeyi istiyor, arzu ediyor. Kim istemez ki böyle bir şeyi; elbette herkes isteyecek. Ama problem şurada: Dar bir mekân ve milyonlarca insan. Kişilerin o cennet bahçesinde kalış süresi ile alakalı herhangi bir düzenleme de yok. Mesele herkesin vicdanına bırakılmış. O zaman mesele net: Bir mümin olarak benim orada işim bittikten sonra başkalarına yer açmam ve orayı terk etmem lazım. Oturduğum yeri, abdestimi tutabildiğim ölçüde öğle, ikindi, akşam, yatsı hiç terk etmemem -ki öyleleri çok var- başkalarının hakkına tecavüzdür. Kul hakkına girmiş oluruz. "Kendisi için istediğini kardeşi için de istemeyen kâmil mümin olamaz." hadisini hatırlatıp geçelim.

Üç; Allah Rasulü'nün (sas) on yıl boyunca kaldığı, yıllarca İslam devletine başkentlik yapmış, siyasî merkez taşındıktan sonra bile ilmin merkezi unvanını korumuş Medine'de ziyaret edilecek birçok yer var. Uhud, Hendek savaşlarının olduğu yerler, Kuba Mescidi, Cennetü'l-Baki Mezarlığı vs. vs. Her grubun zaten bu yerlere ziyaret programı oluyor ve tarihî hadiseleri kısa kısa da olsa yerlerinde onların ağızlarından bir kez daha dinliyoruz. Gayet güzel ve hoş bir uygulama. Yalnız bu geziler esnasında bid'at ve hurafelere prim verilmesi hem dinî açıdan, hem de herkesin gördüğü gerçekler açısından çok üzücü. Sözgelimi, Uhud'da okçular tepesinin üzerine çıkma. 15 asırdır bir şekilde korunmuş olan o tepe, şimdi herkesin ısrarla o tepenin üzerine çıkma ve bir avuç toprak alma isteği neticesi aşınmış, aşınıyor ve böyle giderse yetkililerin ifadesi ile 4-5 seneye tepe diye bir şey kalmayacak orada.

Dört; alışveriş. Ne denirse densin çok bir şeyin değişeceği ümidinde olmamakla beraber yine de düşüncelerimi ifade edeceğim. Hediye kültürümüz dolayısıyla vatana döndüğümüzde herkesin hediye adına elimize bakacak olması hemen herkesin alışveriş yapmasını zaruri kılıyor orada. Gayet normal, buna diyeceğim hiçbir şey yok. Ama tefrit edeni yani bir tek mendil bile almayanı görmediğim için tefrit demeyeceğim, maalesef alışveriş konusunda ifrat ediyoruz. Bu mal başka yerde yok, Medine çok ucuz, şu da bu da lazım olabilir, halamın torununa, teyzemin gelinine, lise arkadaşım Halil'e vb. sonu olamayan akraba ve tanıdıkların hepsine bir şeyler alma isteği çoklarının çadırını çarşıya kurmasına vesile oluyor. Konu ile direkt alakalı bir hikâye ile bitireyim bu faslı: Baba hacca gidecektir. Uğurlanma esnasında sorar kızına; "Ne getireyim, arzu ettiğiniz bir şey var mı kutsal topraklardan?" Kızı cevap verir: "Baba! Bana elbise-pabuç, incik-boncuk değil, Hz. Ebu Bekir'in sadakatini, Hz. Ömer'in şecaatini, Hz. Osman'ın iffetini ve hayâsını, Hz. Ali'nin de ilmini getir." Keşke hediye yerine bunları götürebilsek!