PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : [Kürsü] İslam'da uğursuzluk yoktur


ALONE53
11-07-2008, 11:10
[Kürsü] İslam'da uğursuzluk yoktur
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=757621&title=kurtulusun-teminati-nedir

"Tefe'ül"; bir kısım hadiseleri uğurlu saymak, onları hayırların başlangıcı olarak görmek ve vakıaları iyiye yormak demektir. Bunun zıddı olan "teşe'üm" ise bazı nesneleri ve hadiseleri uğursuz kabul etmek, olayları şerre yormak ve sürekli kötü ihtimalleri öne çıkarmak manalarına gelmektedir.


Cahiliye'de teşe'üm (uğursuzluk düşüncesi) çok yaygındı. O dönemin insanları hemen her şeyde bir uğursuzluk yanının bulunduğunu düşünür ve çoğu zaman hadiselerden aldıkları sinyallere göre yaptıkları/yapacakları işlere devam eder ya da onlardan vazgeçerlerdi. Mesela; evlerinin çatısına bir baykuş konar ve orada ötmeye durursa, başlarına büyük bir belanın gelmesinden korkarlardı. Kuşların isimlerinden, cinslerinden ve şu ya da bu cihete uçmalarından bir kısım manalar çıkarırlar; özellikle kasten uçurdukları bir kuş, sağa giderse hayra, sola giderse şerre yorarlardı. O kadar çok uğursuzluk emaresi icad etmişlerdi ki, adeta paranoya ile yatıp kalkar hale gelmiş ve bir korku toplumuna dönüşmüşlerdi. Çoğunluk itibarıyla, ruhî bunalıma girmiş ve vücutlarının kimyası bozulmuş gibi bir hal sergiliyorlardı; sanki duydukları her ses, gördükleri her nesne ve şahit oldukları her hadise onlar için bir vehim kaynağıydı.

Böyle karanlık bir asrı nuruyla aydınlatan İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalâtu vesselâm) eşya ve hadiseleri hayırsız saymayı, şundan bundan uğursuzluk çıkarmayı bâtıl addetmiş; hatta teşe'ümün bir noktada şirke varıp dayanacağına dikkat çekmişti. Fakat tefe'ülü bütün bütün kesip atmamış, onun doğru değerlendirilmesi gerektiğini belirtmekle iktifa etmişti.

Rehber-i Ekmel (sallallahu aleyhi ve sellem), bir keresinde, "İslam'da teşe'üm yoktur, en hayırlı yorum tefe'üldür." buyurmuştu. Mübarek meclisindekilerden biri, "Tefe'ül nedir ya Rasûlallah!" diye sorunca, Rasûl-ü Ekrem, "(Hadiselerin değerlendirilmesiyle alâkalı) güzel sözdür." şeklinde mukabelede bulunmuştu.

Allah Resûlü'nün Hudeybiye anlaşmasında Süheyl bin Amr'ın adını hayra yorması, tefe'ülün en güzel misallerinden biri olarak kayıtlara geçmişti. Anlaşma yapmak üzere Kureyş tarafından gönderilen heyetin başında Süheyl bin Amr'ın olduğunu duyunca, Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) uysallık, kolaylık, mülâyemet ve yumuşaklık ifade eden "Süheyl" ismiyle tefe'ülde bulunarak "Artık işimiz kolaylaştı!" demişti. Şu kadar var ki, ne de olsa "Süheyl" adı, "ism-i tasgîr" denilen, küçüklük ve azlık ifade eden kelime grubundandı; onun menşei olan "sehl" kelimesi kolaylık manasına gelse de "süheyl" musaggar bir isimdi ve "küçük bir kolaylık", "azıcık yumuşaklık" demekti. Resûlullah'ın nazarında, bu nüans, orada yine bir kısım problemlerin çıkabileceğinin iması gibiydi. Zaten müzakereler esnasında tam bir sühulet olmamıştı; anlaşma metnine "Muhammedün Resûlullah" yazılmasına dahi rıza gösterilmemiş, "Seni peygamber kabul etseydik bu anlaşmaya gerek kalmazdı ki!" manasına gelecek beyanlar serdedilmişti. Dolayısıyla, sehl değil, süheyl olmuştu; tam bir kolaylık değil, küçük bir kolaylık ortaya konulmuştu.

Hazreti Rûh-u Seyyid'il-Enâm (aleyhi ekmelüttehaya), tefe'ülden hoşlanırdı; insanların güzel isimler taşımalarını ister, duyduğu o isimlerden güzel manalar çıkarır ve herkesin adının iyi yoruma açık olmasını arzulardı. Bundan dolayı da, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bazı kimselerin isimlerini değiştirmiş; onları eskisinden daha güzel ve manalı adlarla çağırmıştı. Ezcümle; Gurâb (karga), Harb (savaş), Âsi, Şeytan, Atale (şiddet, sertlik), Şihab (kıvılcım, ateş parçası) isimlerini değiştirmiş; mesela, Şihâb'ı Hişam (mutevazı, edepli), Harb'i Silm (sulh), Muzdaci'ı (yatıp duran), Münbais (kalkıp koşan) yapmıştı. Âsiye (isyankâr, itaatsiz kadın) adından hoşlanmamış, onun yerine Cemîle'yi (iyi huylu, güzel kadın) tesmiye buyurmuştu. Sadece insan adlarını güzelleştirmekle de iktifa etmemiş; Afire (çorak) adını taşıyan bir araziyi Hadire (yeşillik) ve "Şi'b-i Dalâlet" (sapıklık geçidi/alanı) denen yeri de "Şi'b-i Hüdâ" diye isimlendirmişti. Nezâhetin Hülâsâsı Peygamber Efendimiz, daha pek çok insan ve mekân ismini daha güzeliyle değiştirmişti.

Kur'an ile tefe'ül yapılabilir mi?

Ayrıca, hem tefe'ül hem de teşe'üm, gayba müteallik bir mesele olduğundan, bunlar sübjektif yorumlardır. Eşyanın hakikatine belli ölçüde vâkıf bulunan, hadiseleri yorumlamaktan anlayan ve kâinat kitabını iyi okuyan insanlar, hadiselerden bazı manalar çıkarabilir ve onları şahsî hayatları adına uygulayabilirler. Fakat bu türlü değerlendirmelerini, herkesi bağlayacak şekilde objektif fetvalara dayanak yapamaz ve tefe'üllerine bir kısım hükümler bina edemezler. Evet, herkes için geçerli hükümlerin çıkarılması hususunda Din'in temel esasları ile aslî ve fer'î deliller bellidir; bunların haricinde ne rüya, ne keşif, ne keramet ve ne de te'vil-i ehâdis objektif hükümlere dayanak olabilir.

Bu cümleden olarak; Hak dostları, avamın Kur'an ile tefe'ülde bulunmalarına da sıcak bakmamışlardır. Mushaf'ı rastgele açarak, ilk tevafuk eden yeri okuyup oradan bir ders çıkarma şeklindeki tefe'ülün, işin ehli olmayanları yanlış değerlendirmelere ve ümitsizliğe atabileceğinden korkmuşlardır