PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Dua'daki İnce Sır..


..::duyguseli::..
11-02-2008, 20:38
İnsanın bu dünyada en temel vazifesinden ilki iman ise, ikincisi hiç şüphesiz duadır.
İnsanoğlu, dünyaya gelişinde, hayvanların tersine olarak her şeyi öğrenmeye muhtaç olarak yaratılmıştır. Hayat kanunlarını bilmez. Hatta yirmi senede bütün hayat şartlarını öğrenmekten acizdir. Belki ömrünün en son anına kadar devamlı öğrenmeye muhtaçtır.
Hayata olan cahilliğinin yanısıra, insan gayet aciz ve zayıf bir surette yaratılmıştır. Bir�iki senede ancak ayağa kalkabilir. On beş senede ancak zarar ve menfaati birbirinden ayırt edebilir. Toplum içindeki diğer insanların yardımı ve desteğiyle, bir dereceye kadar menfaatleri celbetme ve zararlardan sakınma ameliyesini gerçekleştirebilir. Buradan da, insanın fıtrî vazifesinin devamlı bir şeyler öğrenmek suretiyle kendini geliştirmesi, yani kemâle ermesi, bunun yanısıra dua ile kullukta bulunması olduğunu söyleyebiliriz.
Bu vazifenin gereğini yerine getirebilmek için şu can alıcı sorulara cevap verebilmek gerekir;
"Kimin merhametiyle böylesine hikmetli bir tarzda idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle şefkatlice terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazenin bir şekilde besleniyorum ve yönlendiriliyorum?"
Bütün bu sorulara cevap verdikten sonra, elinin yetişmediği onca ihtiyaçlarını, bütün ihtiyaçların gerçek karşılayıcısı olan Cenâb�ı Hakk'a fakr ü zarûret içinde yalvarmak, istemek ve dua etmek gerekir.
Demek ki, insan bu aleme ilim ve dua vasıtasıyla kemâle ermek için gelmiştir. İlim ile tabiatı ve varlıkları tanır. Ondaki incelikleri, kudret mucizelerini idrak eder. Dua ise, insanın kendindeki acziyeti, noksanlığı ve fakirliği görüp, bütün kâinatın sahibi olan Cenâb�ı Hakk'a iltica demektir. Aynı zamanda dua, kulluğun temelidir.
Nasıl bir çocuk, eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde edebilmek için ya ağlar veya ister. Yani, ya fiilî olarak, ya da sözlü olarak acziyet diliyle adeta dua eder. Sonuçta istediği şeyi elde eder. Aynen bu örnekte olduğu gibi, insan bütün varlıklar âlemi içinde gayet nazik, nazenin ve nazlı bir çocuğu andırır. Rahmân ve Rahîm olan ALLAH�u Teâlâ'nın dergahına yönelerek, ya zaaf ve aczinden dolayı ağlamalı, ya da fakirlik ve ihtiyaç diliyle dua etmesini bilmelidir. Ta ki, maksadına ulaşsın.
Nasıl dua imanın bir gereği ve sonucu ise ve aynı zamanda insan fıtratının vazgeçilmez bir ihtiyacı ise, bizzat Cenab�ı Hakk'ın da duaya çok büyük önem verdiğini çeşitli Kur'an ayetlerinde görebilmekteyiz. İki örnek verelim;
"De ki; Duanız olmasaydı ne ehemmiyetiniz vardı?"
"Bana dua edin, cevap vereyim."
Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi, dua ibadetlerin ve kulluğun temel vasfı olmakla birlikte, yapılan her duanın karşılıksız kalmayacağı gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Ancak, her işte olduğu gibi, dua konusunda da aceleci davranan bazı insanlar, dualarının kabul olunmadığı vehmine kapılmaktadırlar.
Unutulmamalıdır ki, her duaya mutlaka cevap verilir. Ancak, duaları kabul etmek veya istenilen şeyi aynen vermek tamamıyla Cenâb�ı Hakk'ın hikmetine bağlıdır.
Mesela, hasta bir çocuk, hastalığının tedavisi için doktordan gayet tatlı bir ilaç ister. Ama doktor onun ilacını ve ihtiyacını ondan daha iyi bildiği için, belki de acı bir ilacı ona içirir.
İşte bu örnekte olduğu gibi Cenab�ı Hak, kendisine yapılan her duaya mutlaka cevap verir. Ancak insanın kendi hevâsına uygun ve hevesleri doğrultusunda değil, Rabbanî hikmetinin gereği olarak, ya kulunun istediği şeyin aynısını, ya da ondan daha iyisini verir. Bazan da hiç vermez.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, dua aslen bir ibadettir. İbadetin karşılığı ise ahirette alınabilir. Dünyevî maksatlar ise o dua veya ibadetin vakitleridir. Dolayısıyla o maksatlara ulaşmak, esas gaye olmamalıdır.
Mesela, yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk ve kıtlık zamanı, o ibadetin vaktidir. Yoksa yapılan o ibadet ve dualar, yağmurun yağması için değildir. Eğer sırf bu niyetle ibadet ve dua yapılırsa, ihlâslı olmayacağından kabule layık olmaz.
Aynı şekilde belaların peş�peşe gelmesi, bazı sıkıntıların musallat olması, bir kısım dualar için özel vakitlerdir. İnsan o esnada kendindeki aczi anlar. Dua ve niyaz ile Kadîr�i Mutlak'ın dergahına sığınır. Eğer dua yapıldığı halde o sıkıntı ve bela hali geçmemiş ise, yine de "Dualarım kabul olmadı" denilmemelidir. Bunun yerine, "Duanın vakti henüz tamamlanmadı. Duaya devam edeyim" demelidir.

DUAYI DÖRT KISIMDA İNCELEMEK MÜMKÜNDÜR
İstidat, yani kabiliyet diliyle yapılan dua: Bütün bitkiler ve hayvanlar âleminde görülen duadır ki, her birisi istidat diliyle, Yüce Yaratıcıdan kendilerine has birer suret isterler. Böylelikle ilahî isimlerden kendi hisselerine düşenleri sergilemek meylini sergilerler.
İstidat diliyle yapılan dua türlerinden bir diğeri, sebeplerin biraraya gelmesiyle, neticenin elde edilmesine dair sergilenir. Yani sebepler öylesine bir vaziyet alırlar ki, bu halleri onlar hesabına bir dua hükmüne geçer. Ve neticeyi Kadîr�i Zülcelâl'den dua edip, isterler. Örneğin su, ısı, toprak ve ışık, bir toprağın etrafında adeta el�ele verirler. Bu halleri onlar için bir duadır. Sanki hal dilleriyle, "Bu çekirdeği ağaç yap, ey Yaratıcımız" derler. Ve bu dua, ekseriyetle kabul görür.
Fıtrî ihtiyaç diliyle yapılan dua:
Bütün canlı varlıkların yaratılış özelliklerinden kaynaklanan ve hayatlarını sürdürebilmek için gerekli şartları adeta hal diliyle Cenâb�ı Hakk'tan istemeleridir.
Iztırar diliyle, yani sıkıntıların sevkiyle yapılan dua:
Özellikle hayvanlar aleminde ve insanlarda, zor hayat şartları karşısında her şeye gücü yeten bir himayeciye duyulan ihtiyaçtan hareketle yapılan duadır. Mesela, medeniyet ve teknolojide gerçekleştirilen yenilikler, yapılan icatlar işte bu ıztırar diliyle yapılan dualar sınıfına girer. Âlimlerin, bilginlerin gecelerini gündüzlerine katıp çalışmaları, tüm insanlık namına yapılan bir dua hükmündedir. Bu açıdan medeniyet harikaları olarak adlandırılan icatlar ve yenilikler, aslında böyle bir duanın neticesidirler.
Bu üç tür dua, bir engel olmadıkça ve gerekli şartlar dâhilinde yapılırsa daima makbuldür.
Bizim duamız. En meşhur olarak bilinen bu dua türü ikiye ayrılır. Birisi sözle, diğeri fiille yapılan duadır.
Mesela, bir hedefe ulaşmak için sebeplere sarılmak fiilî bir duadır. Sebeplere riayet ettikten sonra, neticeyi Cenâb�ı Mevlâ'dan dilemek gerekir.
Bir diğer dua şekli ise dille ve kalple yapılan duadır. İnsan, elinin yetişmediği bir takım isteklerini ALLAH�u Teâlâ'dan bu yolla isteyebilir. Bu tarz duanın en güzel ve en önemli yönü şudur; Dua eden adam anlar ki, Birisi var. Onun kalbinden geçenleri bilir, işitir. Üstelik her şeye eli yetişir. Her bir arzusunu yerine getirebilir. Aczine merhamet eder, fakirliğine medet eder.

DUA VAROLUŞ SEBEPLERİMİZDENDİR
Duanın tesiri çok büyüktür. Özellikle dua külliyet, yani genel olma özelliği kazanmışsa, netice vermesi çok güçlü olur. Bu yüzdendir ki, şu âlemin yaratılış sebeplerinden birisi olarak dua gösterilmiştir. Biraz açmak gerekirse; Kâinatın yaratılışından ve insanoğlunun yeryüzünde hayata başlamasından itibaren bütün insanların yaptığı dualar küllî manada büyük bir duanın teşkiline sebebiyet verir. Özellikle ALLAH indinde, bütün insanlığın lideri ve temsilcisi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ahiret saadetine yönelik yaptığı o muazzam dua, kâinatın belki en büyük yaratılış sebebidir. Çünkü şu kâinatın Yaratıcısı, sonsuz ilmi ile istikbalde O zâtın insanlık namına, belki bütün varlıklar hesabına ebedî bir saadeti isteyeceğini bilmiş, gelecekte yapılacak o eşsiz duayı ezelden kabul etmiş ve böylece kainatı yaratmıştır.
Belli bir istek ve iradeye bağlı olarak dil veya kalple yapılan duaların makbul oluşları iki cihette gerçekleşir. Ya istenilen şey ALLAH tarafından aynen verilir, ya da daha iyisi ve mükemmeli ihsan edilir.
Mesela, birisi bir erkek evladının olmasını diler. Cenab�ı Hak, dilerse bu duayı kabul eder, dilerse Hz. Meryem misali hayırlı bir kız evlat verir. Bu durumda o kimsenin, "Duam kabul olunmadı" demesi yanlış olur. Belki, "ALLAH duamı daha hayırlı bir şekilde kabul etti" demesi gerekir.
Bir insan, dünya saadeti için dua etse, Cenâb�ı Hak da o duayı ahiret hesabına kabul etse, yine duam kabul edilmedi denilmez. Belki, daha faydalı bir şekilde kabul edildi denilmelidir. Çünkü Cenâb�ı Hak Hakîm'dir, her şeyi bir hikmete binaen yaratır. Biz O'ndan isteriz, O da bize dilediği şekilde cevap verir.