PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Ârif Nihat Asya İhtişamı


..::duyguseli::..
11-02-2008, 03:36
Ârif Nihat Asya’ya bir gün Ziya Gökalp hakkında bir konferans verileceği ve konuşacak kişinin de Ziya Bey’in kardeşi M. Nihat Bey olduğu söylenir. Ârif Nihat, Ziya Gökalp’ı çok sevmektedir; ancak konferansa gitmez. Yavuz Bülent Bâkiler’le geçen bir konuşmasında Ârif Nihat, yüzünü buruşturarak “Gitmedim, içimden onu dinlemek gelmedi.” der. Yavuz Bülent Bâkiler bu durum karşısında şunları söyler: “Doğrusu çok şaşırdım Hocam! Ziya Gökalp’ı kardeşinin ağzından dinlemeye koşacağınızı sanmıştım.” Ârif Nihat’ın gitmeme sebebini uzunca anlattığı konuşmasından bazı cümleler şunlardır: “Niçin koşacakmışım? Gitseydim, adam kalkıp bana Ziya Gökalp’ın hayatını ve fikirlerini anlatacaktı: ‘Ağabeyim 1876 yılında Diyarbakır’da doğdu, 1924 yılında İstanbul’da vefat etti…’ diye söze başlayacaktı. Peki sonra? Sonra bana Ziya Gökalp’ın fikirlerini açıklayacaktı. Bunlar benim bildiğim, yıllardan beri edebiyat derslerinde anlattığım şeyler. Ben o konferansa gittim mi Ziya Gökalp’ı çeşitli özellikleriyle dinlemek isterim. Meselâ ben, Ziya Gökalp’ın nasıl oturduğunu merak ediyorum. Ziya Bey nasıl otururdu? Bağdaş mı kurardı, diz üstü mü otururdu, ayağının birini altına alıp ötekisini göğsüne doğru mu çekerdi? Nasıl giyinirdi? Nasıl gülerdi? Ağlamasını bilir miydi ağlamasını? Nasıl yazardı? Nasıl okurdu? Ve azizim kahveyi nasıl içerdi kahveyi? Sade mi içerdi, şekerli mi, az şekerli mi? Bunlar benim için çok önemli, çok önemli: Ben Ziya Bey’i çeşitli özellikleriyle bilmek, dinlemek isterim.”

Yavuz Bülent Bâkiler, bahsi geçen hâtırasının hemen ardından kendi cümlelerini ilâve eder ve hemen hemen her okuyucunun zihninden geçen suâlleri sıralar: “Acaba Yunus Emre, Karacaoğlan, Köroğlu… Nasıl kimselerdi?”

Okuyucu, sesin bestelenmiş ahengini kelimenin mânâ rengiyle birleştirip bir nota gibi sayfalara işleyen dillerin sahibini; eline aldığı kitabın harflerini bir motif gibi bir araya getiren ellerin sahibini velhâsıl-ı kelâm edebiyatçının duygu ve düşüncesinin yanısıra hayâllerini, tecrübelerini, hâlet-i rûhiyesini, ailesini, çevresini, fizikî ve rûhî portresini ilh. merak ediyor.

Fikir-siyaset-sanat-edebiyat adamlarını bütün hâlleriyle candan ve yakından tanımak isteyen okuyucular için Yavuz Bülent Bâkiler, Cumhuriyet Devri Edebiyatımızın zirve kalemlerinden biri olan Ârif Nihat Asya hakkında bir yıl süren özel bir çalışma yapmış. Nihayetinde ortaya çıkan eser, söyleyerek ve yazarak ortaya bir ürün koymanın, bir edebiyatçı olmanın muhteşemliğine yakışır mahiyette: Ârif Nihat Asya İhtişamı.

Öncelikle kitabın yazarı Yavuz Bülent Bâkiler’den bahsetmek yerinde olacaktır. Y. Bülent Bâkiler 1936, Sivas doğumludur. Kendisi Ankara Üniversitesi, Hukuk Fakültesi mezunudur. Radyo ve televizyonda çalışan, müsteşar yardımcılığı ve müşavirlik yapan Y. Bülent Bâkiler, çeşitli gazete ve dergilerde kaleme aldığı yazılarıyla ve Bizim Türkümüz, Sözün Doğrusu adlı programlarıyla okuyucularına, dinleyicilerine, seyircilerine ulaşmıştır. Verdiği konferanslarda, katıldığı şiir programlarında, konuşma yaptığı edebî toplantılarda Türkiye, Türk Dili ve Türk Edebiyatı Bâkiler’in ana dâvâsı olmuştur. Şâir-yazar Yavuz Bülent Bâkiler’in telaffuz meselesinden diksiyon mükemmelliğine uzanan sürecinde, şâirin gönlüne Türk Dili ve Türk Edebiyatı, ezelî ve ebedî bir aşkla işlenmiştir.

Yavuz Bülent Bâkiler’in özellerinden biri de hiç şüphesiz vefâlı olmasıdır. Nitekim hoş bir sedâ gibi bâkî kalacağına inandığımız Ârif Nihat Asya İhtişamı, Yavuz Bülent Bâkiler’in hem hocasına hem de Türk Edebiyatına duyduğu sevgi ve vefânın temsilidir. Ârif Nihat Asya İhtişamı, 2008’in ilk aylarında, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları’ndan çıkmıştır. Eser, Ârif Nihat Asya’nın Çeşitli Özellikleri ve Ârif Nihat Asya’dan Dinlediklerim olmak üzere iki bölüme ayrılmıştır.

Ârif Nihat Asya’nın çeşitli özelliklerine, bilinmeyen yönlerine dâir kaleme alınan intibâların, konuşmaların, hâtıraların bir araya getirildiği; şâirin hayatından, ferdî ve beşerî yaşantısından, ailesinden, mesleğinden, edebî çevresinden, meşgalesinden ilh. hareketle sanat ve edebiyat dünyâsına ait bilgilerin sentezlendiği eserde, Ârif Nihat Asya’ya farklı ve yeni pencerelerden bakmak mümkün oluyor. Sözgelimi Adana’da 5 Ocak gecesi Bayrak şiirini yazan, bu şiiri ilk defa 5 Ocak 1940’ta okuyan ve yine 5 Ocak 1975’te vefat eden Ârif Nihat Asya, tesadüflere îtibar etmediğini ifâde edip ekliyor: “Bütün insanların sol avuçlarında aslî rakamlarla 18 yazılı. Sağ avuçlarında ise 81. (81) ile (18)’i toplarsak 99 eder. Bu Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin sayısıdır. 81’den 18’i çıkardığınız zaman, geriye 63 kalır ki, bu da sevgili Peygamberimizin yaşıdır. Şimdi bütün bunlar tesadüf mü? Kim diyor? Kim diyor?”

Engin ve zengin kelime dünyâsını akıcı ve tatlı üslûbuyla birleştirerek sohbetini, muhabbetini sayfalara işleyen Yavuz Bülent Bâkiler, samimiyet duvarıyla örülmüş metnin hânesine okuyucuyu da davet ediyor. Okuyucu, kitap sahifelerinde gezerken bir edebiyatçıyı artısıyla, eksisiyle tanımanın ayrıcalığını yaşıyor.

Türksözü dergisinde yayımlanan yazısındaki bir kelimenin çıkarılışından sonra dergi eşrâfına tek tek söylemediğini bırakmayan Ârif Nihat, “Yazımı ekik görünce, haritası yırtılmış bir yurt hüsranı duydum.” diyecek kadar yazısına, lisânına, dâvâsına sahip çıkmıştır. Kelimeleri hassâsiyetle ve dikkatle seçen Ârif Nihat Asya, aynı zamanda edebiyatın temeli olan kelimelerle zarif nükteler ve lâtif söz oyunları yapmıştır. Şâirin Yavuz Bülent Bâkiler’e imzalayarak hediye ettiği kitapların bazı ithaf cümleleri şöyledir:

Dualar ve Âminler: “Sen benim için dua et! Âmin diyenler de bulunacaktır.”
Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor: “Bayrağımız senden de bir rüzgâr bekliyor Yavuz Bülent!”
Aynalarda Kalan: “Bak bakalım; aynalarda kalanları beğenecek misin?”

Ârif Nihat Asya’nın Türkçeleşmiş Türkçe’dir anlayışını bir kez daha su yüzüne çıkaran bir anısı ise Y. Bülent’in kaleminden şöyle dökülür:
Ârif Nihat: Herkesin bildiği, sevdiği, kullandığı yabancı kaynaklı kelimeler dilimizden kat’iyyen atılmayacaktır.
Yavuz Bülent: Meselâ?

Ârif Nihat: Meselâ… Meselâ kelimesi Arapça’dır diye dilden atılmamalı, yerine Ermenice’nin Orinagin kelimesinden örneğin ucubesi getirilmemelidir. Meselâ (şeref) kelimesi Arapça’dır diye halı altına süpürülmeyecek, yerine Fransızca’nın onör kelimesinden Onur oturtulmayacaktır. Meselâ: Baş kelimesi bal gibi Türkçe, Kafa kelimesiyse Arapça’dır. Şimdi sığ görüşlü bazı kimseler diyorlar ki: “Baş kelimesi varken Arabın kafa kelimesini neden kullanalım?” Bu adamlara “Başsız adamlar!” diyemeyiz. Çünkü onlarda (baş) vardır ama kafa yoktur. O bakımdan onlar (Kafasız adamlardır!) Söyle bakayım bana: (Baş tutmak)la (kafa tutmak) bir midir? (Baş kaldırmak)la (kafa kaldırmak) aynı manaya mı gelir? (Kafa yormak) mı demeliyiz, (baş yormak) mı? (Kafa)yı (kafaya takarsan) (kafadar arkadaşlarına) ne diyeceksin peki? Peki anladım! Bu soruları başın mı almıyor kafan mı?

Ceylan yarasından, gül yaprağından derlenen kokuların tek şişede karıştırılması gibi sohbet, deneme, hâtıra, şiir, biyografi gibi türlerin harmanlandığı Ârif Nihat Asya İhtişamı şekilde olduğu gibi konuda da tek bir halkadan ibâret değildir. Eserde Ârif Nihat’a olduğu kadar Yavuz Bülent’e; nesre olduğu kadar nazma; Cumhuriyet Devri Edebiyatına olduğu kadar bütün Türk Edebiyatına; edebiyata olduğu kadar din, siyaset ve sanata rastlamak mümkün… Nitekim Ârif Nihat Asya’nın kadına verdiği değeri ve evliliklerini, öğretmenliğini, memûriyet hayatını, memleket sevgisini, Müslümanlığını, Turancılığını, siyasî görüşlerini, şâirliğini, şiirlerini, Türkçe hassâsiyetini, edebî tartışmalarını, örnek aldığı isimleri ve ideâllerini, neredeyse A’dan Z’ye her şeyini, eserde dile gelmiş olarak görmek kuvvetle muhtemel…

Ârif Nihat Asya’nın Mevlânâ’ya duyduğu derin sevgiden sık sık bahseden Yavuz Bülent Bâkiler, bizlerin duygularına da tercüman olarak eserini şu şekilde nihâyete erdiriyor: “Ârif Nihat Asya, 5 Ocak 1975 tarihinde Ankara’da Hakk’a yürüdü. Onu, Başkentin Yenimahalle kabristanında toprağa verdik. Şimdi nerdedir bilmiyorum, ben bu bahsi yazarken, sanıyorum ki O, şu anda Konya’da, Hz. Mevlâna’nın yanında sonsuzluk uykusundadır. Ve içimden Ona, Onun Hz. Mevlâna’ya seslenmesi gibi usulca fısıldamak istiyorum: Uyu Pîrim, uyu yârim, uyu sultanım uyu!

Buruciye Edebiyat Dergisi, 2008 Yaz Sayısı, Sayı 3.
Türk Edebiyatı Dergisi, Kırk Ambar Bölümü, Mayıs 2008, Sayı 415.
__________________

NOYAN
08-04-2009, 14:16
bayrak şairimiz, değerli insan. Allah(cc) rahmet eylesin.