PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : rize


alfonzo28
11-29-2007, 23:03
İLİN ADININ KAYNAĞI :
Rize'nin tarihi öncesi hakkında bilgilerimiz sınırlıdır. Yöreye hakim olan orman dokusu nedeniyle, Rize'nin tarih çağları ile ilgili bilgilere ışık tutacak arkeolojik bulgular da bu güne kadar ortaya çıkarılamamıştır. Rize'nin tarihi ancak komşu illerin ve bölgelerin tarihleri ile bağlantılı olarak ele alınabilmiştir.
Rize ilinin adı ile ilgili olarak değişik görüşler ileri sürülmüştür; Yunanca pirinç anlamına gelen Rhisos, Rumca'da "RIZA" olarak dağ eteği anlamında kullanılmıştır. Osmanlıca'da ise "RİZE" ufak kırıntı, döküntü anlamındadır. Ayrıca Erzincan'ın Sakalar dönemindeki "Eriza" olan adının başındaki "e" sesinin düşmesi ile adaş olarak Rize için de kullanıldığı ifade edilmektedir.


İLK TARİHİ İZLER:
Rize ili ve çevresinin bilinen ilk hakim ahalisi, bitişken dilli ve Asya kökenli kavimlerdir. Bunlar Rize ve çevresinde tarım ve hayvancılıkla geçinen yerleşik topluluklarıdır. Bu topluluklardan "KULKU-KULKHA"ların adına, Erzurum yöresini kendi ülkesinin topraklarına katan URARTU kralı II. SARDUR (M.Ö. 765-735) 'un Çıldır gölünün güneyinde Taşköprü köyünün üstündeki kayalıklara kazdırdığı çivi yazılı kitabede rastlanmıştır.

M.Ö. 2000'lerde Kafkas dağları ile Karadeniz'in kuzeyinde yaşayan Kimmerler'in Ülkesi, M.Ö. 720 yıllarında Sakalar tarafından işgal edildi. Kimmerler'in Azak denizi ile Kafkaslar arasında yaşayan kolu, Sakalar'ın baskısı ile M.Ö. 714 yıllarında yurtlarını bırakarak Aras ve Çoruh nehri boylarınca yayıldılar. Kimmerler'in bu ilk göçleri, en eski destani Gürcistan tarihi olan "Kartlis-Çkhovrebe"da kartli (Gürcistan) ve komşularını esarete aldıkları ilk seferi diye anılmaktadır.
Daha sonraları Kızılırmak ve Adana Bölgesine kadar hakim olan Kimmerler'den, Trabzon-Bayburt arasındaki Kemer dağı, Rize Çayeli İlçesi çıkışındaki Kemer köyü, Kızılırmak boyundaki Gemerek ile Kars'ın doğusunda yer alan Ümrü gibi coğrafya adları günümüze kadar gelmiştir.

Aşağı Tuna ve Karpatlara kadar Doğu Avrupa'ya hakim olan Sakalar M.Ö. 680 yılında kendilerine itaat etmeyen son Kimmerler'i de yenerek Azerbaycan ve Gürcistan'a yayıldılar. Saka Kralı MADOVA'nın M.Ö. 626'da Medler'ce hile ile öldürülmesi üzerine Heredot'un andığı "Asya'da 28 yıl süren Sakaların hakimiyetleri" sona erdi.

Saka göçleri sırasında, Aşağı Çoruh ve Rize-Batum arasına "Kalaç" adlı bir Türk boyu yerleşmiştir. Bu boyun yerleştiği bölgeye, M.S. 150 yıllarında yazılan PTOLEMEUS'un coğrafyasında Kalarzen, Gürcü kaynaklarda ise Klarc-et (=Klarç yurdu) denmektedir. Batom-Rize arasında güneyden Karadeniz'e esen sıcak rüzgarlar hala "Kalaş yeli" olarak anılmaktadır. Ayrıca Rize yöresindeki Türkmen/Oğuz topluluğu içinde yer alan Askur Boyunun Rize'nin doğusundaki Askoroz çayı diye bilinen çaya adını vermiş olması gerektir. Yine Sakaların Horosan kolunun gelen Arşaklar ve Balkarlar Bayburt çevresi Çoruh vadisi boyunca yerleşmişlerdir. Bu yüzden Bayburt ve İspir'in kuzeyindeki sıra dağlara günümüze kadar ve hece kaymasıyla "Balkal" ve buradan güneye doğru esen yağmur getiren rüzgara da "Balkal yeli" denile gelmektedir. Rize'de Hemşinlilerin en güzel yaylaları Baykal dağlarındadır.

KOLONİ DÖNEMİ :
M.Ö. 670 yılında Ege'de yaşayan Milletoslu denizciler Marmara ve Karadeniz kıyılarında Plinius'un tarihine göre 10 kadar empeion (Pazar yeri) adı verilen ticari nitelikle liman şehirleri kurmuşlardır. Bu arada Rize'nin de Kolonize edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Tarihi akış içerisinde M.Ö. 7 YY sonlarında Kimmer akınlarının Anadolu'yu kargaşaya sürüklemesinden faydalanan Medler'in yöreyi istila girişimleri, M.Ö. 550'de Med krallığını yıkan Pers kralı II. Kiros'un aynı şekilde ki istila hareketleri yöredeki savaşçı kavimlerin karşı koymaları nedeni ile Rize çevresinde başarılı olamamışlardır.

Büyük İskender'in Pers kralı III. Darius'u kesin bir yenilgiye uğratması ile eline geçirdiği Anadolu Hakimiyeti M.Ö. 323 senesine kadar sürmüştür. Büyük İskender'in ölümü ile İmparatorluğun devamı niteliğinde olan Pontos, Koppodkida, Bithynia gibi krallıklar kurulmuştur. Ancak Trabzon, Rize gibi bir takım serbest şehirler, bu krallıklara bağlı olmadan varlıklarını sürdürmüşlerdir.

PONTOS VE SELÇUKLULAR DÖNEMİ :
İskenderin ölümünden sonra Komutanları ve Satraplar arasında çıkar egemenlik savaşlarında bağımsızlığını ilan eden Mitridates Kitistes Karadeniz kıyısında Sinop dolaylarına doğru genişleyen Pontos krallığını kurdu. Pontos kralı Farnakes M.Ö. 180'de Rize'yi İşgal ederek krallığı topraklarına kattı.

M.Ö. 5. Yüzyılda Karadeniz'in kuzeyini gezen Herodot sakaların "Alazon" (+Alazlar) boyundan söz eder. M.S. 23-79 yılları arasında yaşayan Romalı PİLİNUS aynı yörede "Laz'lar" (Laz'oi) adlı bir kavim yaşadığını bildirir. 131 yılında Karadeniz kıyılarını gemi ile dolaşan Romalı ARRİANOS, Karadeniz'in doğusunda hakim olan Lazlardan bahseder.

Rize, M.S. 10-395 yılları arasında Roma, 395 yılından itibaren de Bizans hakimiyeti altında yer almıştır.

Sakaların Kars, Iğdır kesimine yakın Gökçegöl ile Alagez dağı arasında yaşayan bir boyu olan Amadunuler 626 yılında İranlıların baskısından kurtulmak için Boy Beyleri Hamam'ın öncülüğünde Çoruh ırmağını aşıp Rize'nin Dampur adlı ıssız yerini şenlendirerek ve bu yöreye HAMAM-A ŞEN (Hamamın şenliği) adını vererek yerleşip yurt tuttular. Bu yöreye bu gün Hemşin denmektedir. 646 yılında yöre Araplar tarafından vergiye bağlanmış olup 737 yılında da kısa bir süre Araplar'ın eline geçmiştir.

XI. Yüzyıldan itibaren Rize'ye Türkmenlerin akınları yoğunlaşır. 1071 Malazgirt zaferi ile birlikte Bizans'tan feth edilen bölgelerde Türk emirlikleri kurulurken, Erzurum-Saltukluları da Çoruh nehri boyları ile birlikte Rize bölgesini hudutları içine aldılar. Alpaslanoğlu Sultan Melikşahın emirlerinden Ebu Yakup ile Emir İsa Böri adındaki Komutanlar 24 Haziran 1080 Posof-Kol zaferi ile Apkaz-Gürcistan krallığını yenerek Giresun'un batısına kadar olan Doğu Karadeniz bölgesinde Bizans'ın Hakimiyetine son verdiler. Böylelikle Büyük Selçukluların yükselme devrinde tüm Anadolu ile birlikte Rize de Selçukluların hakimiyetine girmiştir.

Bu gelişmelerden sonra 100 bin nüfuslu Çepni'ler ile Kürtünler Doğu Karadeniz kıyılarına ve Rize'nin İkizdere kesimine yerleştirildiler. 1098 yılında Danışmenlilerin yöreye kısa bir dönem hakimiyetleri söz konusudur. Ancak Haçlı seferleri yüzünden canlanan Bizanslar, 1098'de Trabzon
ve Rize kesimini Emirüssevahil Sülübey'den aldılar. Çoruh vadisinde yerleşmiş olan Kıpçak boyundan Kubasar ailesi ve taraftarları 1195 tarihinde doğudan yeni-Kıpçakların gelişinden rahatsız olarak Bizans idaresindeki Rize ve Trabzon bölgesine gelip yerleşmişlerdir. İkizdere ve Sürmene'deki 60 aileden çok Kumbasar oymağı, bunların torunlarıdır. IV. Haçlı seferinde Frenklerin İstanbul'u işgali üzerine baskıdan kaçan KOMMENLER soyu, 1204 yılında Rize'yi de içine alan TRABZON PONTOS RUM imparatorluğunu kurmuşlardır.

OSMANLILAR DÖNEMİ :
Trabzon Rumları, 1456 yılından itibaren Osmanlı devletine vergi vermeye başlamış, 1461 yılında Trabzon'u feth eden Fatih Sultan Mehmet 1470 yılında Ali Paşa ismindeki Komutan tarafından Rize ve çevresi Türk egemenliği altına alınmıştır. Böylece Anadolu Türk birliğine katılan Rize bölgesine, 1461 yılı ve sonrasında Çoruh, Amasya, Samsun ve Tokat'tan; 1466 yılında yıkılan Karamanoğlu Beyliği bir daha canlanmasın diye Konya yöresinden; 1501 yılında Şil Şah İsmail'in yıktığı Sünni Akkoyunlulardan Tebriz ve öteki bölgelerden kaçanlardan; 1515 yılında Dulkadırli beyliği kaldırılınca Mara-Elbistan Türkmenleri Trabzon ve Rize yöresine yerleştirildiler.
Yavuz Selim devrinde Trabzon'un doğusundaki dirliklerden bazıları ünlü Oğuz boyu Çepniler'in elinde idi. Fakat Çepnilerin Trabzon'un doğusundaki yerlere ve bilhassa Rize bölgesinde yerleşmeleri sonraki yüzyıllarda olmuştur. Gerçekten Çepniler karada ve denizde yiğitçe mücadele vererek oralarda kalabalık topluluklar halinde yurt tutmuşlardır. Bilhassa Rize şehri ve bölgesinde Çepniler yoğun bir şekilde yerleşmişlerdir. Şimdi Rize şehri ve bölgesinde sadece Türkçe konuşulmasının sebebi bu yoğun Çepni yerleşmesidir. Zamanımızda Rize bölgesindeki köylerde Çepni adlı ailelere rastlandığı gibi, Çepni bu yörede "yiğit" , "gözü pek", "cesur ve çetin", adam manasına geliyor.

Yavuz Sultan Selim'in sancak beyliği sırasında Annesi Gülbahar Hatun Sultan Rize'ye gelerek kendi adı ile anılan camii yaptırmıştır.

19. Yüzyılın başlarından itibaren Rize'de Tuzcuoğullarının isyanı değişik tarihlerde birkaç kez tekrarlanmıştır. 1834 yılında bu isyanlara son verilerek Tuzcuoğulları Rumeli de iskan edilmişlerdir.

Rize, 1867 Vilayet Nizamnamesine göre Trabzon Vilayetinin merkez sancağının 6 kazasından biri durumundadır. 1877 yılında merkez sancağa bağlı nahiye olmuştur. 1877-1878 Osmanlı Rus savaşının ardından Lazistan sancağı kurulunca Rize hem kaza, hem de bu sancağın merkezi oldu. Birinci Cihan savaşında 9 Mart 1916 tarihinde Rize, Rusların işgaline uğramış, 2 Mart 1918 de bağımsızlığına kavuşmuştur.

CUMHURİYET DÖNEMİ :
Cumhuriyet dönemine kadar sancak merkezi olan Rize, 20 Nisan 1924 tarihinde Vilayet olmuştur. 2 Ocak 1936 tarihinde yürürlüğe giren 2885 sayılı Kanunla Erzurum'dan Yusufeli ilçesi, Rize'de Pazar ilçesinden sonraki arazi parseli, ilçe ve bucaklar alınmak sureti ile bugünkü Artvin ili Çoruh adı ile vilayet haline getirilmiş ve Rize ili de tek ilçesi olan Pazarla kalmıştır. Bugün ise Pazar ilçesi ile birlikte 12 ilçesi bulunmaktadır.

Atatürk'ün Rize'yi ziyareti "Atatürk'ün Sonbahar Seyahatleri" adlı kitapta şöyle anlatılmaktadır:

Atatürk 17 Eylül 1924'te saat 17 sıralarında Hamidiye Kravüzörü ile Rize'ye gelmiştir. Vali, kumandanlar ve halk motorlar ve kayıklarla karşılamaya çıktılar, büyük ve coşkun halk tabakaları karşılama için her türlü hazırlıkları yapmışlardı. Silah sesleri ve coşkun alkışlarla büyük misafir selamlandı.

Çeşitli heyetler, karaya ayak basmış bulunan Reisi Cumhuru büyük bir coşkunlukla karşılamışlardır.

Her tarafı bayraklarla donatılmış olan Rize, bir bayram yeri haline döndü, Reisicumhur hazretleri hükümet konağına ve bunu takiben belediyeye, halk fıkrası ve kumandanlığa teşrif etti. Görüşmek için gelen heyetler de kurbanlar keserek kendilerine büyük sevgi gösterilerinde bulunmuşlardır. Geceleyin fener alayları düzenlenerek bu sevinç devam ettirilmiştir.

Reisicumhur, ayrıca bir hoca heyetini de kabul etmiştir. Bu heyet sunmuş oldukları dilekçede kapatılmış bulunan medreselerin açılmasını arz etmişlerdir.

Gazi Paşa Hazretleri, memleket ve millet için nelerin tehlikeli olacağını ihtar ederek bu heyete özet olarak aşağıdaki sözleri söylemiştir.: "Mektep istemiyorsunuz, halbuki millet onu istiyor, bırakınız artık bu zavallı millet, bu evladı memleket yetişsin, medreseler açılmayacaktır, millete mektep lazımdır." Gazinin bu açıklamaları "Bravo" sesleri ile alkışlanmıştır.

17 Eylül 1924 tarihinde Atatürk'ün Rize'ye teşrif ettiklerinde misafir kaldığı ev bu gün Atatürk Müzesi olarak halkın ziyaretine açıktır.
http://www.rize.gov.tr/RizeyiTaniyalim/AtaturkEvi.jpg
Doguda Artvin,Guneyde Erzurum ve Bayburt , Batıda Trabzon ve Kuzeyde Karadeniz il sınırı olan Rize cok engebeli bir arazi yapısına sahiptir.Deniz kenarlarındaki dar vadi agızları hemen hemen hiç yoktur Yuksek rakımlı tepeler arasındaki en yuksek nokta olan kackar (3932m) yaz kıs kar tutar.Kackar dagının dogal yapısı bir cok kıs sporu yanında trekking ve dagılık için de topografyaya sahiptir.Dag kayagı için Kaçkarlar dogal bir pist gorunumundedir.
Rize ili toprakları Kuzey Anadolu kıyı daglarının yuksek kesimlerinden dogarak Karadeniz’e dokulen irili ufaklı bir cok akarsu ile bolunur.En onemlileri Fındıklı Deresi,Buyukdere,Pazar Deresi,Karadere ,İyidere ve Fırtına Deresi’dir.Bu dereler cesitli yerlerde , selaleler ile suslenir,Alabalık cinsinin en iyileri bu derelerde yetisir.Rizede’ki goller, dagların yuksek kesimlerinde buzulların asındırması neticesinde olusmus buzul gollerdir.Bu goller Çamlıhemsin ve İkizdere’nin sahip oldugu doga harikalarıdır.
Rize’de kıslar ve yazlar ılık gecer.Yıllık sızaklık ortalaması +14 civarındadır.Bolge Türkiye’nin en cok yagıs alan yeridir.Yılda m2’ye 2510 kg yagıs duser.Bu iklim ozeliklerine gore yorede Akdeniz bitkileri turuncgiller ve cay yetisir.
Ormanlar da en cok kayın,mese,kestane,ıhlamur ladin,kızılagac ve orman gulu bulunur.Ormanlarda kurt ,ayı,yaban domuzu,catal boynuzlu dag kecisi,hus tavuğu ve kuşlar bulunur,Bölge kus gözlemciliği için de uygun bir ortam oluşturur.
Adetlerimiz


EVLENME VE SONRASI İLE İLGİLİ ADETLER
Evlilikler yakın çevreden yapılır, yakın çevrede kız yoksa dışarı çıkılırdı.
Gelinlik kız komşu, akraba ve aile büyüklerince yapılırdı. Her ne kadar erkeğin görüşü alınsada son söz aile büyüklerindi
Beşik kertme vardı. Ancak bu doğuda olduğu kadar zorlayıcı olmayıp, çocuklar büyüyünce evleme zorunluğu taşımazlardı.
Kız arama da elçi denilen insanlar devreye girerdi.
Kız seçimine çok önem verilirdi. Kızın soyu sopu araştırılırdı. Kız tarafıda erkeğin soyu sopunu araştırır, uygunsa verirdi.
Kızın erkeğe gönüllü olması ve kaçma işini beraber planladıkları durumlarda olay fazla büyütülmez, zamanla örtbas edilirdi.
Sevenlerin kavuşamama durumunda maraz denen ruh hastalıkları olurdu.
Kız istenmeden önce ondan büyük kız olup olmadığı araştırılırdı. Böyle bir durum varsa kız istenmez, istense de büyük kız varken ufak kız verilmezdi.
Kızın bir başkasına sevdalı olup olmadığına bakılrdı.
Kız daha istenmeden, yani iş resmiyete dökülmeden elçiler sayesinde iş halledilmiş olurdu.
Kız istenmeye gidilirken karşı taraf haberdar edilir, hazırlıklı olmaları sağlanırdı. Erkek tarafı karşılanır ağırlanır. Bir müddet ordan buradan konuşuldukjtan sonra asıl konuya girilirdi. "Allah'un izniyle, Peyganberun kavliyle kizinuzi oğlumuz Temel'e istiyiruk" denirdi. Kız tarafı kendini naza çeker, cevap vermek istemez, çay kahve, yemek ikram edip konuyu dağıtmaya çalışırdı. Erke tarafı da israr eder "Kızı vermezseniz ne yemeğinizi yeriz nede kahvenizi içeriz" derdi. Hayli mücadele sonunda istekler sıralanır, kabul edilince de kız verilirdi.
Kız istendiğinde verilirdi. Çünkü söz önceden alınır ve kararlaştırılmış olurdu. Söz alınmadan kız istendiğinde, istenmedik olaylar olabilirdi. Erkek tarafı soğuk karşılanır. Mazeretler uydurulur. Bazen de kız görücüye çıkmazdı.
Kız tarafı erkek tarfının karşılayabileceği kadar başlık parası isterdi. Bu kıza harcanırdı. Ayrıca kıza alınacak eşya ve altın tesbit edilirdi.
Ara kesildikten sonra (kızın sözünün alınması) olay hemen duyurulurdu. Bu da erkek tarfının dılaru da hava ya kurşun sıkmasıyla olurdu. Peşinden yemek yenir. Düğün günü belirlenir, ayrıntılar konuşulurdu.
Ara kesilirken kız tarfına verilen sözler düğnden önce yerine getirilirdi. Bir alış veriş günü tesbit edilirdi. Genellikle Çarşamba günü olurdu. Her iki tarfta birinci derece yakınlar olurdu.
Takılardan genellikle çok eskiden dilme fes, beşli, daha sonraları zincir, bilezik, küpe, yüzük, saat, alyans, iğne gibi altın eşyalar alınırdı. Daha sonra söz verilen giyim kuşam ve yerleşimle ilgili diğer eşyalar alınırdı.
Alınan eşyalar önce kız evine gönderilir, kızın kendi hazırladığı eşyalarla birlikte sergilenirdi. Bu olaya "Bohça Açıldı" denirdi. Perşembe'den Cumartesiye kadar açık kalır isteyen gelir bakardı.
Eşyalar evden çıkarken, kızın erkek kardeşi yoksa bir yakını kapıyı keser ya da sanduğa otururdu. Kapı erkek tarafının bir miktar para vermesiyle açılırdı.
Cumartesi erkek evine getirilen eşyalar kız tarafınca yerleştirilirdi.
Kına gecesi Cumartesi olup her iki taraftada yapılırdı. Misafirler horon eder, oynar, toplu halde kurşun sıkılırdı.
O gecede geline kına yakılır. Başka isteyenlerde var ise onlarda kına yakardı. Bazen geline yakma işlemi Pazar sabahına bıraklıdığı da olurdu.
Erkek tarafı kına gecesinde şeker, fındık türü yiyecekler gönderirdi.
Pazar sabahı erkek tarafı kalabalık bir halde kızı almaya giderdi. "Duğunci" denen bu grup yol boyunca sık sık silah sıkardı. Bunu duyan kız tarafı da karşılık verirdi.
Gelini evden genellikte damadın babası veya ağabeyi çıkarırdı. Bu arada kapı kesilir bahşiş istenirdi. Yol boyunca yer yer yol kesildiği olurdu. Geli evden çıkarken kurşun sesleri ortalığı yıkardı.Bazı evlerdede ilahiler okunurdu
Yol yakınsa gelin yaya, uzaksa at ile getirilirdi.
Gelinin evinden gelenlere ikram edilen lokumu damada ulaştıran ödüllendirilirdi. Bu kimseye "müjdeci" denirdi. Müjdeciye ya para ya da bir tepsi baklava verilirdi.
Kız ve erkek tarafıı birlikte kurşun ata ata gelinle birlikte erkek evine gelirdi. Bu gruba "alay" denirdi. Kız ağlarsa, "Hem ağlıyalum, hem gidelum" denirdi.
Kız eve girmeden önce tatlı dilli olsun diye, elini bala tutturup sağ parmaklarıyla kapının başına sürerlerdi. Zengin olsun diye başına bez koyup para dökerlerdi.
Kız tarfından birileri gelini içeri sokmaz.Bir şeyler isterdi. Buna "kapılık istemek" derlerdi.
Gelin odasına götürülür, oturtulur, yanında genellikle ablası veya yengesi bulunurdu. Bazen de o mahalede yeni gelin olmuş birisi de olabilirdi.
Düğün akşama kadar devam ederdi. Bu arada sıksaray, sallama, atlama, titreme gibi horonlar yapılırdı. Horonlar genellikle erkek erkeğe, kadın kadına oynanırdı. Erkekler daha çok evin dışında veya avluda, kadınlar ise evin içinde bir yerde oynarlardı. Erkekler kızlar bir arda oynadığında kadınlar veya kızların kollarına ancak yakınları girebilirdi.
Horonlar kaval, tulum, akordiyon, mozika (mızıka) nadir olarak zurna ve daha çok kemençe eşliğinde oynanırdı.
Çoğu zeminde şairle atma türkülerle horona ayrı bir renk katarlardı.
Bu arada erkek anaları da boş durmaz. Sağa sola göz gezdirir. Bir kız ararlardı.
Yakın komşuların yardımıyla misafirlere yemek verilirdi. Bu arada bazıları bahşiş almak için yemeği engellerdi. Buna "sofra bağlama" denirdi.
Hava kararamadan düğün alayı dağılır fakat kız tarafından bir kaç kişi bir müddet daha beklerdi.
Gerdeğe girilmeden eğer önceden kıyılmadıysa " hoca nikahı" yapılırdı.
Ev gerdeğe gireceklere bırakılır. Bir günlüğüne ev sakinleri komşulara kalırdı.
Pazartesi günü gelin erken kalkar ve ev işlerine konulurdu. Sözde uğursuzluk getirmesin diye geline bir hafta süpürge tutturulmazdı. Bugün aynı zamanda kız ve erkek tarafının birbirine bohça içersinde hediye verdiği gündür. Bu olaya "bohça çıktı" denirdi.
Düğünden bir hafta sonra "yedi" olurdu. Yedi, kızın damatla babasının evine gitmesiydi. Damat'a bu arada bazen ağra kaçan şakalar yapılırdı. Bu şakalrdan korunmak için damadın yanında korumaları olurdu.
Damat sofraya oturduğunda sofra arkadaşları tarafından bağlanır. Kaynana sofranın açılması ve damadın yemek yemesi için bahşiş verirdi.
Yedididen birkaç gün sonra da kız tarafı erkek tarafınca devet edilirdi.

--------------------------------------------------------------------------------

DOĞUM VE SONRASI İLE İLGİLİ ADETLER
Evlililiğin ilk devrelerinde gelinin hamile kalması istenirdi.
Hamile kalmaması durumunda telaş düşülür, hata varsa bunun gelinden kaynaklandığı düşünülürdü.
Hamile kalınması için okutma dahil her çareye başvurulurdu.
Birkaç sene içinde eğer gelin hamile kalmazsa, anlaşılarak ya boşatılır, ya da üzerine kuma alınırdı.
Eğer hamil kalmışsa, oturmasına, kalkmasına, yemesine, içmesine kadar dikkat edilir, bu arada bir çok batıl yöntem de uygulanırdı.
Doğum zamanı köy ebesi çağrılırdı. Bebeğin çıpa'sını (göbek bağı) ebesi veya iyi huylu birisinin kesmesi istenirdi.
İlk doğan sebinin erkek olması istenirdi. Şimdi de öyle ya.
Çocuk doğar doğmaz sağ kulağına ezan ve sol kulağına kamet okunurdu.
Doğum yapan anne kırk gün lohusa kalırdı.
Çocuğa genellikle büyüklerin ismi verilirdi. Daha çok ölen nine, dede veya yakın tarihte ölmüş birinin ismi verilmesi halen devam etmektedir.
Çocuk kısa bir süre kundakta kalır. Sonra beşiğe alınırdı.
Nazarlanmasın diye çocuk uzun süre yabancılara gösterilmezdi.Gösterileceği zaman nazarlık takılır, yüzüne kara sürülürdü.
Anne sütü olduğu müddetçe emzirilir. Sütten kesildikten sonra inek sütü verilirdi.
Anne sütü yoksa, ilk zamanlarda, süt anne aranırdı. Yakın çevreden herkes çocuğu emzirir ona süt anne olurdu. Süt annelik yaygın bir uygulama olup yer yer hala devam etmektedir.
Süt çocuk, süt kardeşi ve ondan sonra doğacak çocuklarla "süt aşağı akar" diye evlendirilmezdi.
Kız ergenlik dönemine kadar çember, daha sonra da keşan bağlardı.
Erkek çocuklar ergenlik dönemine kadar mendil, yağluk, daha sonra da başlık ve abaniye bağlardı.
Doğumdan sonra kızın annesi tarafından peşuk alayı yapılırdı. Alay ekek evinde olurdu. Alaya kızın ailesi ve yakınları katılırdı.Çocuk kız ise kırmızı, erkek ise mavi beşik hediye edilirdi. Bu olay sadece ilk çocuk için yapılırdı. Diğer çocuklar bu beşikle büyütülürdü.
Alaya katılanlar eşya ve hediye veririlerdi. Kundağa konulmuş paralar ise çocuğu yıkayan ebeye hediye edilirdi. Ebeler çoğu zaman bu parayı almaz çocuğa bırakırdı.

--------------------------------------------------------------------------------

ÖLÜM VE SONRASI İLE İLGİLİ ADETLER
Cenaze törenlerini hocalar yönlendirir.
Eğer durum ağırlaşmış ve yapılacak bir şey kalmamışsa, hoca çağrılır, son nefeste Kur'an ile gitmesi sağlanırdı.
Ölüm yaşlılar için doğal karşılanır, çocuk ve genç ölümleri derin iz bırakırdı.Bu gibi durumlarda halen devam eden ölünün arkasından destan yazma geleneği vardır.
Ölen kimsenin ağzının açık kalmaması için bir bez parçasıyla ağzı bağlanır.Üzerine şimemesi için bir bıçak konur.
Ölüm olayı yakın köylere sela, uzaklara telefon veya telgrafla bildirilir.
Cenaze genelde, ertesi gün gömülür. Bundan maksat uzakta olan yakınlarun gelebilmesi içindir.
Genellikle öğle namazı sonrası, yakınların yetişememe durumunda ikindi namazından sonra defin işlemi olur.
Ölüye dargın olanlar dahi cenaze törenine katılır.
Ölünün başında ağıt yakılır. Ağıtlarda sınır olmaz. Ölenin ardından iyiliklerinden, yaşadıklarından gelişigüzel sesli olarak bahsedilir. Bunu kadınlar çoğunlukla yapar.
Komşular devreye girer, ölü sahiplerini teselli ederken geleni gideni ağırlar, uzaktan gelenlere yemek veririler.
Ölünün hazırlanması, cenaze önce ve sonrası işlele hep komşular uğraşır.
Yıkanıp tabutla musllaya konan mevtanın yüzüne isteyen bakabilir.
Cenaze namazına tabut omuzda götürülür.
Her ailenin kendine ait mezarlığı olduğu gibi köyün ortak mezarlığıda vardır.
Ceset özenle hazırlanan mezara tabutla veya kefenle konur.
Ceset gömülürken Kur'an okunur. Cenazeye gelen çocuklara bisküvi, şeker, fakirlere ve ihtiyacı olanlara havlu, namazgah, Kur'an-ı Kerim, dini bilgiler ve para verilirdi.
Bazı yerlerde ölenin günahlarını affı için devir denilen dini bir tören yapılırdı.
Defin akşamı ölü evinde Kur'an okunur. Bazı yerlerde de ölünün yıkanmasından gömülmesine kadar ki süre de hatim yaptırılır.
Belli aralıklarda mevlit okutulur.
Ölü yakınları uzun süre yalnız bırakılmaz, ziyaret edilir.
Çay ve Çaykur'un Tarihçesi


1- Tekel Genel Müdürlüğünce yürütülen çay yetiştirme, alım, işleme ve satış işlemleri sektörün gelişip büyümesi üzerine; 440 sayılı “İktisadi Devlet Teşekkülleri, Müesseseleri ve İştirakleri Hakkında Kanun”a dayanılarak 06.12.1971 tarih ve 1497 Sayılı “Çay Kurumu Kanunu” çıkarılmıştır. (18.12.1971 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır.)
Bu kanun ile Çay Kurumu tüzel kişiliğe haiz, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesi ile sınırlı bir İktisadi Devlet Teşekkülü(İDT) olarak kurulmuştur. İlgili olduğu Bakanlık Gümrük ve Tekel Bakanlığıdır. Bu kanun ile Tekel’e verilen tüm yetkiler, tarım, üretim ve pazarlama dahil tüm faaliyetler Çay Kurumu Genel Müdürlüğüne devredilmiştir. 01.03.1973 tarihinden itibaren Çay Kurumu Genel Müdürlüğü adı altında faaliyete geçmiştir.
Bu kanunun geçici 4. maddesi ile kanunun yürürlüğe girmesinden önce Tarım Bakanlığında kayıtlı olan çay bahçelerine bu kurumca hazırlanan ruhsatlar verildi. Bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce kayıt dışı olan çay bahçelerine de tesisi kredisi verilmemek kaydıyla ruhsatname verildi. Bu madde ile 100.000 dekar olduğu tahmin edilen ruhsatsız alanlara da ruhsat verilmek kaydı ile toplam çaylık alan 400.000 dekara ulaşmıştır.
2- 1983 yılında çıkarılan 2929 sayılı kanuna dayanılarak 10.10.1983 tarih ve 112 sayılı KHK ile Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü(Çay-Kur) adında tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sermayesi ile sınırlı bir Kamu İktisadi Kuruluşu(KİK) olmuştur.(28.10.1983 tarih ve 18205 Mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.) Bu kanun 233 sayılı KHK ile tadil edilmiştir.( 14.12.1983 tarih ve 18435 Mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.)

3- 18.12.1983 tarih ve 178 sayılı KHK ile kurulan Maliye ve Gümrük Bakanlığının Bağlı ve İlgili Kuruluşlar Dairesi Başkanlığının ilgili kuruluşu olmuştur.

4- 1984 yılına kadar devlet tekeli altında sürdürülen çay işletmeciliği 04.12.1984 tarih ve 3092 sayılı “Çay Kanunu” ile serbest bırakılmıştır. Kanunun 1. maddesinde; gerçek ve tüzel kişilerin yaş çay işleme ve paketleme fabrikaları kurup işletebilecekleri, ihtiyaçları olan yaş çay yaprağını doğrudan üreticilerden satın alabilecekleri belirtilmiştir. Aynı kanunun 3. maddesiyle de 3788, 4223 ve 6133 sayılı Kanunların çayla ilgili hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.

5- Maliye Bakanlığının ilgili kuruluşu olarak faaliyet gösteren Çay-Kur Genel Müdürlüğü, 3046 sayılı Kanunun 4. maddesi uyarınca Başbakanlığa ilgilendirilmiştir. İlgili olduğu Bakanlığın değiştirilmesi ile ilgili karar Resmi Gazetenin 14.10.1993 tarih ve 21728 sayılı nüshasında yayımlanmıştır.

6- Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 35. maddesine göre Kuruluşumuz İktisadi Devlet Teşekkülü(İDT) olmuştur.(27.11.1994 tarih ve 22124 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.)

7- Teşekkülümüz 3046 sayılı Kanunun 4. maddesi uyarınca 12.01.1999 tarihinde Sanayi ve Ticaret Bakanlığının ilgili kuruluşu olmuştur.(13.01.1999 tarih ve 23582 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.)

8- Teşekkülümüz 3046 sayılı Kanunun 4. maddesi uyarınca 28.05.1999 tarihinde Başbakanlığının ilgili kuruluşu olmuştur.(28.05.1999 tarih ve 23708 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.)

9- Teşekkülümüz 3046 sayılı Yasanın 4060 sayılı Yasayla değişik 4. ve 3313 sayılı Yasayla değişik 10. maddeleri uyarınca 26 Kasım 2002 tarihinde Tarım ve Köyişleri Bakanlığının ilgili kuruluşu olmuştur.(27.11.2002 tarih ve 24949 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.)

- Çay, nem ve harici kokulardan etkilenmeyecek şekilde kapalı ambalajda muhafaza edilmeli.
- Demlemede kireçsiz su ve porselen demlik tercih edilmeli.
- Temiz demlik içine beher bardak için bir çay kaşığı dolusu çay konularak ılık su ile yıkanmalı.
- Demliğe, çaydanlıkta kaynamakta olan sudan konulmalı.
- Çaydanlıkta kaynar suyun ateşi kısılarak demlik çaydanlığın üzerine oturtulmalı ve dem kaynatılmamalı.
- Çayın demlenme süresi 10-15 dakika olmalı ve demlenen çay yarım saat içinde içilmelidir.



Yeşil çaydaki şifa.

Archives of Dermatology Amerikalı araştırmacılar, yeşil çayın, meme ve prostat kanseri gibi cilt kanserini de önlediğini açıkladı. Case Western Üniversitesinde fareler üzerinde yapılan araştırmalarda, yeşil çayın içinde bulunan "poliphenols" adındaki maddenin, cilt kanserini önlediği tespit edildi. "Poliphenols"un, kanser tümörleri etrafında tümörleri besleyen kılcal damarların oluşmasını önleyen ve kanser hücrelerini öldüren madde olduğu, daha önce yapılan araştırmalarda belirlenmişti. Yeşil çayın günde dört bardak içilmesinin bazı kanser türlerinin oluşmasını önleyebildiğini kaydeden araştırmacılar, yeşil çayın cilde sürülmesi ile de, cilt kanserine karşı koruyucu bir tabakanın oluşturulabildiğini belirttiler. Farelerde yapılan araştırmalarda, cilde sürülen yeşil çayın, ultraviyole ışınlarının etkisini azaltarak ciltte aşırı yanma ve su kabarcıkları oluşmasını önlediği belirlendi.
Araştırmacı Santosh Katiyar, yeşil çayın kanser hastaları için "tedavi yöntemi olmadığını fakat sağlıklı insanların kullanması ile kanser riskini önlediğini" belirtti. Araştırmacılar, yeşil çayın bir-iki günde etkisini göstermediğini, insanların yeşil çay içmeyi alışkanlık haline getirmeleriyle yaşam boyu faydasını görebileceklerini kaydediyorlar ve ciltlerine yeşil çay süren insanların yine de uzun zaman güneş altında kalmaktan sakınmaları gerektiğini, cilt kanserini önlemenin en iyi yolunun, ultraviyole ışınlarının etkisinden korunmak olduğuna dikkat çekiyorlar.


Sağlık kaynağı yeşil çay

Votre Beaute Dergisi'nin haziran sayısında yer alan habere göre günde dört bardak yeşil çay içmek kalp damar hastalıkları ve kanser riskini azaltıyor, diş çürümelerini ve kemik erimesini önlüyor, merkezi sinir sistemini uyarıyor, yaşlanmayı geciktiriyor. Merakla beklenen gençlik ve sağlık kaynağı yeşil çay Türkiye'ye ithal edilerek eczanelerde satılmaya başladı. Almanya'da Dr. B. Scheffler firması tarafından üretilen Additive Green Tea, yeşil çay ekstresinden elde edilmiş. Doğal kafein ve C vitamini de eklenerek içecek tozu haline getirilmiş. Yeşil çayın sayısız yararları bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. Bilimsel raporlara göre günde dört bardak yeşil çay, yaşlanmayı geciktirdiği gibi kalp damar hastalıkları riskini azaltııor. Kolesterol ve yağ değerlerini iyileştirerek tansiyonu ve kan şekerini ayarlıyor. Böylece damar sertliğinden koruyor. Kılcal damarları büzerek ödem oluşmasını önlüyor. Bakteriler ve grip virüsü ile savaşıyor.Ağız, yutak, mide ve bağırsak mukozasındaki ödemi azaltıyor.Yeşil çayın yararları saymakla bitmiyor. Migreni geçiriyor. İdrar söktürücü özelliğinden dolayı zayıflama rejimlerinde yardımcı oluyor.
Stres için birebir, Ayrıca bütün bunların dışında stres, aşırı çalışma, huzursuzluk gibi farklı nedenlerden kaynaklanan yorgunluk ve uyku halini ortadan kaldırıyor. Ülkemizde her yirmi kişiden birinde görülen ve tedavi edilmediğinde kişilerin yaşam kalitesini bozan depresyonu yeniyor. İçimiyle ferahlık veren, uyarıcı, canlandırıcı Additiva Green Tea'nin tadı limon tuzu ve C vitamini de eklenerek daha lezzetli duruma getirilmiş. Ürünün hazırlanması da son derece pratik. Fincana bir poşet boşalttıktan sonra üzerine sıcak su doldurulup karıştırılıyor. İçerişinde şeker de bulunduğu için ayrıca tatlandırmaya gerek kalmıyor.
Kanseri de önlüyor, Dr. Lesley A. Mitscher, ''Yapılan araştırmalara göre bunun nedeni yeşil çayın kolesterol ve yağ değerlerini iyileştirmesi, tansiyonu düzenlemesi ve damar sertliğini önlemesidir'' diyor. Ayrıca ABD'de yapılan Hücre Biyolojisi Kongresi'nde de Purdue Üniversitesi'nden araştırmacı Dorothy Moore ve D. James Morre ve yeşil çayın kanser hücrelerinin oluşmasını önlediğini ve kanserli hücreleri öldürdüğünü bilimsel olarak açıklamışlar. İki araştırmacı yeşil çayın yapraklarında bulunan EGCg adlı bileşimin özellikle göğüs, prostat ve kalın başırsak kanserini önlediğini kaydederek günde dört bardak yeşil çay içenlerin korunduklarını belirtmişler.




Çaydaki Bileşikler ve Miktarları Biyolojik Etkileri
Polifenoller, Kateşinler ve Okside Olmuş Türevleri
%10~ 25 (Kuru Çay Yaprağında)
Kolesterol seviyesini ve kandaki LDL seviyesini düşürür.
Kan basıncındaki artışları geciktirir.
Kırmızı kan hücrelerinin pıhtılaşmasını geciktirir.
Gıda alerjisini önler.
Barsaklardaki sindirimi geliştirir ve kokuyu önler.

Flavonollar
%06~ 07 Kan damarlarının bağışıklığını artırır.
Kan basıncını düşürür.
Kokuyu elimine eder.
Kafein
%2~ 4 Merkezi sinir sistemini uyarır.
Ruhsal rahatlık verir · Kalbi güçlendirir.
Astımı önler.
Metabolik nispeti artırır.
Bileşik şekerler.(Glikositler) Kan şekerinin yükselmesini önler. (diyabete karşı)
C Vitamini
%150~ 250 mg Kan kanserini önler.
Anti-karsinojeniktir
E Vitamini
%25~ 70 mg Anti-karsinojeniktir.
Kısırlığı önler.
Karoten
%13~ 29 mg Anti-karsinojeniktir.
Bağışıklığı artırır.
Sapon Tahminen %0,1 Anti-karsinojeniktir.
İltihaplanmayı önler.
Florid
90~ 350 PPM Diş çürüklerini önler.
Çinko
30~ 75 PPM Tadım hücrelerinin tat alma bozukluklarını önler.
Deri iltihaplanmasını önler.
Bağışıklık seviyesini düzenler.
Selenıum
1,0~ 1,8 PPM Anti-karsinojeniktir.
Kalp kaslarının bozulmalarını önler.
Magnezyum Oksit
400~ 2000 PPM Etil sindirimine yardım eder.

******** Aklınızda bulunsun ********
1-2 bardak çay içenlerde damar sertliği riski yüzde 46 oranında, 4 bardak içenlerde ise yüzde 69 oranında azalıyor.
Çay, antiseptik olarak göz banyoları için de kullanılır.
Şekeri mümkün olduğunca az kullanın.
Hazmı kolaylaştırır.
Çay, yemekle birlikte veya hemen arkasında içildiğinde demir emilimini engelleyerek kansızlığa yol açar.
http://www.rizede.com/rizeresimleri/galeri1/rize1.JPG
http://www.rizede.com/rizeresimleri/galeri1/rize2.JPG
http://www.rizede.com/rizeresimleri/galeri1/rize3.JPG
http://www.rizede.com/rizeresimleri/galeri1/rize4.JPG
http://www.rizede.com/rizeresimleri/galeri1/rize5.JPG
http://www.rizede.com/rizeresimleri/galeri1/rize6.JPG