PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Terör şehitlerimiz ve Tuzla’daki seri cinayetler


kelebek35
08-13-2008, 10:48
Aslında bugün için “Anayasa Mahkemesi’ndeki tavla partisi”yle ilgili bir yazı yazmayı düşünüyordum. Gün boyu gelen “şeş-ü beş” esprileri eğlenceli bir konu gibi görünüyordu ama ne mümkün.

Tuzla’daki cinayet ve Erzincan’daki kanlı tuzak kadar üzerinde konuşulması gereken hiçbir olay ve yazılmayı daha fazla hak eden hiç bir sorun olamaz. “Evet, artık bazı konuları büyütmek zorundayız.”

Hastanede ölen bebeklerimiz, kaçak kursların enkazı altında kalan çocuklarımız, Tuzla’da seri cinayetlere dönüşen ihmallere kurban verdiğimiz işçilerimiz ve bölücü terör yüzünden yitirdiğimiz şehitlerimiz...

Türkiye’de bebekler, çocuklar, işçiler ve askerler ölüyor her gün.

Acaba kurbanlarımızı, şehitlerimizi kanıksamaya mı başladık?

Sonunda bu da oldu, kum torbası yerine filikalara bindirilen işçilerimiz öldü.

Kendime ve herkese yönelik sorularım var:

Acaba, arkası kesilmeyen ölüm haberlerini televizyon ve gazetelerde izlerken yaşanılanlara karşı vicdani ve ahlaki sorumluluk duyuyor muyuz? Gerçekten yüreğimiz dağlanıyor ama başkalarının hayatlarına karşı sorumlu olduğumuzu hatırlıyor muyuz? Duyarlılığı gelişmiş bir toplum haline gelebilmenin, birbirimizin hayatına değer vermekle mümkün olduğunu anlıyor muyuz?

Bilmeliyiz ki, “başkalarının hayatına verdiğimiz değer, bizim hayatımızı değerli kılar.”

Kazalarda kaybettiklerimizle bölücülerin tuzaklarında yitirdiğimiz Mehmetçiklerin eli kanlı faillerini ararken bir gözümüzü de artık içeriye, kendimize çevirmemiz gerekiyor.

Ben artık, “şehit haberlerini büyütmeyin, tepki vermeyin, bu tepki terörün istediği tavırdır” diyenlere katılmıyorum. İçimizdeki isyanı, ihmallere tepkimizi, teröre karşı başkaldırıyı da pekâlâ demokratik yollarla dile getirebiliriz. Duygumuzu aktarmanın bir yolunu bulalım. Kolektif tepkinin, toplumsal duyguların dışavurumunun organize edilebileceğini düşünüyorum. Tepkilerimiz, birlik ve bütünlüğümüze uygun biçimde aktarılabilir.

Vicdan ve ahlak sahibi olanlar...

Siyasilere düşen göreve gelince... Toplumlar, kendilerini temsil etsin diye siyasetçilerini seçerler. Partiler, toplumsal sorunları çözsün diye iktidara getirilirler ve projelerini hayata geçirirler. AK Parti gibi liberal politikalar uygulayan bir iktidar nasıl olur da Tuzla seri cinayetlerine çözüm bulamaz, anlamak mümkün değil. AK Parti herkesten çok dar gelirlinin, kırsal kesimdeki vatandaşların, işçilerin temsilcisi değil mi? Liberalliğimiz sadece küresel sermayeye ilişkin mi?

Konjonktürel çözümlerle oyalanıyoruz. Böylece “o günün” toplumsal tepkisi yumuşatılıyor. Kalıcı ve köklü bir çözüme ulaşılamıyor. Ölümler tekrarlanıyor. İhmal, suiistimal, kaza, terör diye adlandırarak bir çeşit körleşmeye gidiyoruz. Meclis rapor yazıyor, rafta bekliyor.

AB yolundaki bir ülkede tersanelerde bu kadar ölüm yaşanabilir mi? Peki Brüksel her türlü konuda, kapatma davasında bile yerli yersiz açıklama yaparken, “sizin ülkenizde askerin, işçinin, bebeklerin, kız çocuklarının değeri neden bu kadar düşük” diye sormuyor mu? Yoksa Avrupa değerleri arasında bunlar yok mu?

Başta siyasiler ve elbette gazeteciler olmak üzere herkesin olayların adli, idari, askeri ve sosyal yönlerini irdelerken bir yandan da olaylara kişisel bakışını ve kendi pozisyonunu gözden geçirmesi şart. Paradigmaların değişmesi gerek. Zihinsel bir dönüşümün zorunlu olduğu noktadayız. Genellemelerin dışında, her olaya özgü bireysel tavrımızın, vicdanımızın ve ahlakımızın ne dediğine bakmak durumundayız.

Kazalar sıradanlaşıyor, cinayet gibi ölümler rutinleşiyor, 20 yaşındaki Mehmetçikleri kaybettiğimiz terör saldırıları kanıksanıyor. Böyle bir toplum ayakta kalabilir mi?

İnsan hayatı kutsal değil mi? Bir tek can bile bütün anlamların ötesinde değil mi? Bir insan hayatının karşılığını verebilecek bu dünyada herhangi bir nimet var mı? Maalesef insan hayatına biçilen değerin giderek azaldığı günlerdeyiz.

Dava bitti, şura sona erdi, Ergenekon kendi yolunda, şimdi gerçek gündeme dönelim.

İSMAİL KÜÇÜKKAYA - AKŞAM