PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : O sözler Semra Sezer’e söylenseydi ne olurdu?


kelebek35
08-08-2008, 10:01
İllegal Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi’nin psikiyatr eşi Aysel Ekşi’nin, Hayrünnisa Gül için sarfettiği “Ben O Kadından Nefret Ediyorum” sözleri üzerine başlayan tartışmalar, Eğitimci Yazar Muhittin Atıcı’nın, “O sözler Semra Sezer’e söylenseydi ne yapardınız?” sorusuyla yeni bir boyut kazandı.

Muhittin Atıcı’nın konuya ilişkin “Ben o kadından nefret ediyorum” başlıklı yazısı şöyle:

“Yüksek perdeden cumhuriyet, lâiklik, Atatürkçülük, çağdaşlık ve hukuk adına nara atanların asıl maksadı; bu terimlerin, 1938’le 1950 arasındaki gibi yorumlanması ve milletin bu yoruma göre vaziyet almasının sağlanmasıdır. Âcizane ben, bu beylerin feryatlarından şunları anlıyorum:

• Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Meclis Başkanlığı ve bunlara benzer üst düzey makamlarda, sürekli milletin değerleriyle kavgalı insanlar oturmalı. Eğer bir başkası oturursa, bizim izin verdiğimiz ölçüler çerçevesinde hareket etmeli.

• Bütün valiler, aynı zamanda CHP il başkanı, bütün kaymakamlar, aynı zamanda CHP ilçe başkanı olmalı.

• Seçimler; açık oy, gizli tasnif kuralına göre yapılmalı ve sandık başlarında, CHP’lilerden başkası bulunmamalı.

• Ankara’nın önemli caddeleri, köylülerin girişine kapatılmalı.

• Köylünün, işçinin, memurun ve küçük esnafın çocukları üniversite okumamalı.

• Biz ne kadar müsaade edersek, millet o kadar düşünüp o kadar inanmalı. İbadetlerini de, ancak bizim koyduğumuz kurallar çerçevesinde yapmalı.

• Bizim gibi düşünmeyenler, askerliğini yapıp vergisini vermeli. Ancak etliye-sütlüye karışmamalı.

• Failimeçhuller sürüp gitmeli. Asla hesabı sorulmamalı.

• Ülke biraz belini doğrultmaya başlayınca, suni gündemler oluşturulmalı. Sürekli kaos ve kriz üretilmeli.

• Aramızdan seçilen bazı piyonlar feda edilmeli. Bu cinayetlerin sorumluluğu dindarların üzerine atılmalı.

İşte bizim ‘çağdaşların ve lâikçilerin’ demokrasi anlayışı, özetle böyle. Ancak günler, haftalar, aylar, hatta yıllar birbirini kovalarken, bizim ‘lâikçiler’ fildişi kulelerden, ülke üzerinde şöyle bir gözlerini gezdiriyorlar. Bir de ne görsünler? Düşüncelerinin ve isteklerinin hiçbir gerçekleşmiyor. Yakın bir tarihte gerçekleşeceğe de benzemiyor. Çıldırmasın da ne yapsınlar? Aslında o zavallılara acımak gerekir. Sürekli doktor kontrolünde tutarak tedavilerini yaptırmak lâzım. Eğer tedavileri yapılmazsa, bu virüs bunları yer-bitirir. Onlara olmazsa bile, sevenlerine yazık olur.

Bu beylere sormak lâzım; Sayın Sezer Cumhurbaşkanı iken, üstelik bütün demeçlerinde, dinimiz aleyhinde beyanlarda bulunurken, dindarlardan biri kalkıp ta Cumhurbaşkanı’nın hanımı için, ‘Ben o kadından nefret ediyorum’ deseydi… Efendiler, siz o kişiye değil Türkiye’yi, Dünya’yı, hatta Kâinat’ı dar ederdiniz.

Ancak sizin mahallenin kabadayıları, sık-sık peşrev çekip ya Cumhurbaşkanı’nın, ya Başbakan’ın, ya da bir başka yetkilinin hanımının şahsında, mukaddes dinimizi hedef alarak, edep-hayâ ve ahlâk dışı saldırılar yapıyorlar. Eğer anlamadıysanız daha açık söyleyeyim. Lâik kesimin önde gelen yazarlarından biri lütuf buyurmuşlar; ‘Bütün dindarlar, biz lâiklerin kendilerinden nefret ettiğimizi zannediyorlar. Aslında hiçbir lâik, hiçbir dindardan nefret etmez.’ Fakat ne garip tesadüf ki, bu ifadelerin sahibinin çalıştığı gazetenin başyazarının hanımı, aynı gün Sayın Cumhurbaşkanımızın hanımı için; ‘Ben o kadından nefret ediyorum’ diye höykürüyor.

Acaba merak edip te sordunuz mu? Kendisinden nefret edilen Hanımefendi; hortumculuk mu yapmıştı, çete mi kurmuştu, bir taraflarınıza bomba mı atmıştı? Aslında boşuna yoruluyoruz. Sizler böyle şeylerden rahatsız olmazsınız. Sizler ancak, o ‘nefret’ sahibinin duyguları ile açığa çıktığı gibi, Hanımefendi’nin şahsında, Allah’tan, Kur’an’dan, Peygamber’den ve de İslâm dininin bütününden nefret edersiniz.

Bu durumda bizden nasıl bir cevap beklediğinizi bilmiyorum ama, ben çok açık ve net konuşacağım. Bu sizlerin nefret ettiği din, bize diyor ki; ‘Yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü’ ve yine aynı din diyor ki; ‘Sevdiğini Allah için seveceksin. Sevmediğini de yine Allah için sevmeyeceksin.’ Rasulûllah (sav) bir Hadis-i Şerif’inde buyuruyor ki; ‘Kişi sevdiği ile beraberdir.’ Dolayısıyla, ‘Ben o kadından nefret ediyorum’ şeklinde höyküren birisi tarafından sevilen kişinin, akıbeti pek parlak değildir.

Şimdi ben de, lâikçiler tarafından sürekli itilip kakılan ve aşağılanan dindarlar adına konuşuyorum… ‘Biz de tüm din düşmanlarından nefret ediyoruz. Dindarları, ‘Ayaktakımı’ diye nitelendirenleri, alçak ve şerefsiz” diye nitelendiriyoruz.

Bakın beyler, sizlerin kin ve nefretle baktığı, o dinin Yüce Peygamberi; Cahiliye devrinde, kendi öz kızlarını diri-diri toprağa gömen babaları, içerisinde bulundukları o müthiş vahşetten kurtarıyordu. Savaş halinde dahi, komutanlarına; ‘Kadınlara, çocuklara, yaşlılara, hastalara, mabetlere, ağaçlara ve hayvanlara dokunmayacaksınız’ Emrini veriyordu. O, öyle bir sevginin ve merhametin timsaliydi ki; karınca yuvalarını bozanlara, hayvanları dövenlere çok öfkelenirdi. O’nun ahlâkından nasiplenmiş ender büyüklerimizden biri olan, Beyazidi Bestami Hazretleri, cübbesinin üzerinde uyuyan kediyi rahatsız etmemek için, cübbesinin eteğini kesmişti. O, kendisine zulüm ve hakaret eden ‘Tayf’ için beddua yerine dua ediyordu. Çünkü O’nda, kin ve nefret yerine sevgi vardı, merhamet vardı, şefkat vardı ve sınırsız bir hoşgörü vardı.

Vatanını ve namusunu, Dünya’nın en büyük eşkıyalarına karşı savunanları; ‘Afgan kadınlarının bebekleri, çocukları yarının teröristleri, Hamza’ları ve Ayşe’leri’ şeklinde nitelendirenlerin baba ve dedeleri, ya Hans’tır ya da Coni’dir.

Topraklarının tamamı, Kur’an ve Peygamber aşığı şehitlerin kanlarıyla sulanmış bir vatan üzerinde yaşarken; O Yüce Peygamber’in amcasını ve muhterem hanımını, bu kadar çirkin ve alçakça ifadelerle yaftalayanlar, en hafif ifadeyle, oradaki işgal güçlerinin uşaklığına soyunmuşlardır. Sizlerin bu ve benzeri hezeyanlarınıza itiraz eden basın-yayın organlarını da dincilikle karalamaya çalışırsınız.

Millî ve manevî değerlerini savunan, çetelere ve hortumculara pirim vermeyen gazete ve televizyonları, ‘Dinci’ diye adlandıranlar, bilmezler mi ki, Dünya’nın her yerinde, her kelime zıddıyla kaimdir. Madem bizler, sizlerin ifadesiyle, ‘Dinci’ isek, o zaman sizler ‘Dinsiz’ olmuyor musunuz? Hem bu sıfatınızla, hem de darbelere, çetelere ve hortumculara verdiğiniz desteklerle, daha ne zamana kadar övüneceksiniz?”

Habervaktim